Nahl Sûresi 17. Ayet

اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ  ...

Şu hâlde yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Artık siz düşünmez misiniz?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ midir?
2 يَخْلُقُ yaratan خ ل ق
3 كَمَنْ kimse gibi
4 لَا
5 يَخْلُقُ yaratmayan خ ل ق
6 أَفَلَا
7 تَذَكَّرُونَ düşünmüyor musunuz? ذ ك ر
 
Allah’ın varlığına, birliğine, yaratıcı kudretine, geniş lutuf ve merhametine işaret eden yukarıdaki âyetlerin muhatapları öncelikle Hz. Peygamber dönemindeki putperest Araplar olduğu için onların putları kastedilerek, “O halde yaratanla yaratmayan bir olur mu? Siz düşünmez misiniz?” buyurulmakta, böylece muhataplar bu bilgiler ışığında inançlarını akıl ve düşünce süzgecinden geçirmeye davet edilmektedir. Üstelik Allah’ın nimetleri burada hatırlatılanlardan ibaret de değildir; aksine O, insanlığa sayamayacakları kadar bol ve güzel nimetler vermiştir. 18. âyetin sonunda Allah’ın bağışlayıcılığının ve merhametinin özellikle hatırlatılması, hem bunların yukarıdaki maddî nimetler kadar önemli olduğu anlamını taşımakta hem de insanlar, eğer akıl ve düşüncelerini kullanarak yaratan Allah ile yaratmaktan âciz olan sözde tanrıların bir olmadığı gerçeğinin farkına varıp iman ederlerse o güne kadar sürdürdükleri yanlış inanç ve tutumları yüzünden ümitsizliğe kapılmalarına mahal bulunmadığına işaret edilmekte, Allah’ın af ve merhametine güvenmeleri istenmektedir. Bununla birlikte, eğer dıştan inanmış gibi görünmelerine rağmen içten eski yanlış inançlarını, müslümanlara karşı kötü niyetlerini, düşmanlık duygularını sürdürmeye kalkışırlarsa Allah’ın gizli açık her türlü hallerinden kesinlikle haberdar olduğunu da bilmeleri gerektiği uyarısında bulunulmaktadır.
 18 ve 19. âyetlerde muhatabın müminler olduğu düşünülerek şöyle bir farklı yorum daha yapılmıştır: Ey Müminler! Allah’ın nimetleri sayılamayacak kadar çok olduğu için bunların hepsinin şükrünü yerine getirmeniz elbette mümkün değildir; ama siz içinizde Allah’a eksiksiz şükretme arzusu ve niyetini taşırsanız, bunu fiilen gerçekleştiremeseniz de Allah, dışa vurduğunuz şükrünüz gibi içinizde taşıdığınız bu iyi niyetinizi de bilmektedir, bunun da ecrini ihsan edecektir (İbn Atıyye, III, 385).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 385-386
 

اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَخْلُقُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَخْلُقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ‘dir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mübtedanın haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  لَا يَخْلُقُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَخْلُقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ  ‘dir. 

 

اَفَلَا تَذَكَّرُونَ

 

Hemze istifham harfi,  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

تَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ 

 

فَ  istînâfiyye, hemze inkârî istifham harfidir. Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mübteda konumundaki ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَخْلُقُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tahkir ve tevbih anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Burada Allah Teâlâ, kâfirlerin Allah’tan başka ilahlara kulluk etmedeki inatlarını daha şiddetle ifade etmek için sanki yaratmayan kişilerin kulluk edilmeye, yaratan ilâhtan daha layıkmış gibi olduğunu ifade ederek teşbih-i maklûb yapmıştır. 

müşebbehün bihin vech-i şebehle vasıflanmasında mübalağa ve vech-i şebehin müşebbehün bihden daha meşhur ve kuvvetli olduğunu vehmettirmek için teşbih-i maklûb yapılır. (Kur'an’ın Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ  [Yaratan yaratmayan gibi olur mu?] cümlesinde tıbâk-ı selb sanatı vardır. (Safvetü't Tefasir)

يَخْلُقُ  -  لَا يَخْلُقُۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

اَفَمَنْ يَخْلُقُ  cümlesi  ile   كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

“Yaratmayan”dan maksat putlardır. Bunlardan akıl sahipleri için kullanılan  مَنْ  kelimesi ile bahsedilmesinin sebebi birkaç şekilde açıklanabilir. (1) Müşrikler bunlara tanrı demekte ve tapınmaktaydı. Bu sebeple, kendilerine ilim sahibi muamelesi yapıldı.  (2) “Yaratan” kelimesi ile “yaratamayan” kelimesi arasında şeklî benzerlik (müşâkele) söz konusudur. (3) Mana, “yaratan, yaratamayan ilim sahiplerine bile benzemez; o halde  ilim namına hiçbir şeye sahip olmayan bir şeye nasıl benzeyecek?!” şeklindedir. Tıpkı [“Ayakları mı var ki onlarla yürüyecekler.”] (A‘râf 7/195) ifadesi gibi yani bu ‘tanrı’ların durumu eli, ayağı, kalbi, kulağı olanlardan daha düşüktür, çünkü bunlar hayat sahibi, kendileri ise ölüdür. O halde  bunlara tapmak nasıl doğru olabilir?! Tabii bu, “Söz konusu organlara sahip olsalar, tapılabilirdi.” anlamına gelmez. (Keşşâf)

Kâfirlerin Allah'a ortak koşmalarının ve putlara tapmalarının batıl olduğunu açıkça gerektiren hakikatler sayıldıktan sonra, bu kelam da kâfirleri hüccetle susturmakta ve onların şirklerinin ve putlara tapmalarının son derece anlamsız olduğunu ifade etmektedir. Zira bunu gerektirecek bir benzerliği bile reddetmektedir. (Ebüssuûd)


 اَفَلَا تَذَكَّرُونَ

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. 

Hemze, inkârî istifham harfidir. İstifham üslubundaki bu cümle, kınama ve azarlama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يَخْلُقُ  fiilinin,  مَنْ  ve  لَا ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin ( تَعَقُّل ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

يَتَذَكَّرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)