قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | مَا |
|
|
3 | سَأَلْتُكُمْ | ben sizden istemedim |
|
4 | مِنْ | hiçbir |
|
5 | أَجْرٍ | ücret |
|
6 | فَهُوَ | o |
|
7 | لَكُمْ | sizindir |
|
8 | إِنْ |
|
|
9 | أَجْرِيَ | benim ücretim |
|
10 | إِلَّا | yalnız |
|
11 | عَلَى | aittir |
|
12 | اللَّهِ | Allah’a |
|
13 | وَهُوَ | ve O |
|
14 | عَلَىٰ | üzerine |
|
15 | كُلِّ | her |
|
16 | شَيْءٍ | şey |
|
17 | شَهِيدٌ | şahiddir |
|
Bunca ibret örneği ve delilden sonra artık muhatapların ister vicdanlarıyla baş başa kalarak ister –çevresel baskılardan uzak ortamlarda– fikir alışverişinde bulunarak düşüncelerini bir noktaya odaklamaları istenmektedir: Kendilerine çağrıda bulunan kişinin soyu sopu, çocukluğundan itibaren o güne kadar ortaya koyduğu davranışlar hepsinin mâlûmu; hiçbir zaman ve hiçbir şekilde güvenilirliği, hak severliği, söz ve eylemlerinde mâkul ve tutarlı olma hususunda en küçük bir ithama mâruz kalmamış; –son sıralarda belirli kişilerce ortaya atılan (sihirbazlık yaptığı veya aklını yitirdiği gibi) bazı mesnetsiz iddialar dışında– şu an söylediklerinde çelişki bulunduğunu kimse ileri süremiyor, aklî dengesine gölge düşürecek somut bir kanıt gösteremiyor; ayrıca, yaptığı iş için kendilerinden bir karşılık beklemediğini de açıkça ifade ediyor. Şayet bunun üzerinde taassuptan uzak biçimde ve insafı elden bırakmadan düşünebilecek olurlarsa zaten mesele bitmiş olacak, apaçık hakikati önlerinde bulacaklardır.
“Kuşkusuz rabbim gerçeği ortaya koyar” diye çevrilen 48. âyetteki cümle ile ilgili başlıca açıklamalar şunlardır: Vahiy ile gerçekleri açıklar, peygamberlerinin dilinden delilleri ortaya koyar; gerçekleri kalplere ulaştırır, yerleştirir; hakkı bâtılın üzerine atar ve onu siler (Zemahşerî, III, 264; Râzî, XXV, 269-270; “hak” ve “bâtıl”hakkında bilgi için bk. İsrâ 17/81).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 443
قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. مَا şart ismi olup mukaddem ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سَاَلْتُ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ اَجْرٍ car mecruru مَا ’nın mahzuf haline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَكُمْۜ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَجْرِيَ mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri يَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَّا hasr edatıdır. عَلَى اللّٰهِۚ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى كُلِّ car mecruru شَه۪يدٌ ’e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
شَه۪يدٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. شَه۪يدٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ
Fasılla gelen cümle müstenefedir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ , cümlesinde şart ismi مَا , mukaddem mef’ûldür. مِنْ اَجْرٍ , mef’ûl olan مَا ’nın mahzuf haline mütealliktir. مِنْ اَجْرٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Cümle kasrla tekid edilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasındaki مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ cümlesi şarttır. Faide-i haber talebî kelamdır.
فَ , karinesiyle gelen cevap cümlesi فَهُوَ لَكُمْۜ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْۜ , mahzuf habere mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ
Mekulü’l-kavle dahil beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümle mukadder soruya cevaptır. (Âşûr) Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلَى اللّٰهِۚ, mahzuf habere mütealliktir.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatıyla meydana gelen kasr, mübteda ve haber arasındadır. اَجْرِيَ mevsûf/maksûr, عَلَى اللّٰهِۚ sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Karşılığın, başkasına değil sadece Allah’a ait olduğu anlamını verir.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuara Suresi 113)
Veciz ifade kastıyla müsnedün ileyh اَجْرِيَ izafet formunda gelmiştir. Bu izafette
istiare vardır. Mükafat, Allah’ın rızası, işçiye ödenen ücrete benzetilmiştir
اَجْرٍ - اَجْرِيَ kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Son cümle makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُوَ mübteda, شَه۪يدٌ haberdir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ, ihtimam için amili olan شَه۪يدٌ’a takdim edilmiştir.
Bu takdim, kainattaki açık ve gizli her şeye Allahın şahit olduğunu, her şeyi görüp bildiğini, görmediği hiçbir şeyin olmadığını ifade eder. Âşûr)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَيْءٍ ’deki tenvin, kesret ve nev içindir.
شَه۪يدٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.