Necm Sûresi 51. Ayet

وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْـقٰىۙ  ...

Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd kavmini helâk etti ve hiç kimseyi bırakmadı.  (50 - 51. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَثَمُودَ ve Semud’u
2 فَمَا
3 أَبْقَىٰ geriye bırakmadı ب ق ي
 

Önceki âyetlerde eleştirilen tavır vesilesiyle, o sırada muhatap­ların hakkında en fazla bilgiye sahip oldukları peygamberlerden Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya indirilen vahiylerin özüne değinilmektedir. Bu âyetlerin ilk kısmında (38-42. âyetlerde) hatırlatılan ilkeler ve bilgiler –konuya ilişkin başka naslar da dikkate alınarak– şöyle açıklanabilir: 

a) Sorumluluk: Kur’an’da değişik vesilelerle belirtildiği üzere, suçların ve cezaların şahsîliği esastır; –istese de– kimse başkasının günahını yüklenemez. b) Kesp: Herkes bütün sırlarını ve inceliklerini bilemeyeceğimiz bir sınav düzeni içinde iradî seçimler yapmak durumundadır. c) Hesap verme: Dünya hayatında iradî seçimle yaptığı her iş mahşer günü insanın önüne konacak, iyilik ve kötülükleri görülecek, bu konuda tamamen âdil bir yargılama yapılacaktır. d) Karşılık verme: Sözü edilen yargılamanın sonunda herkese yaptıklarının karşılığı tastamam verilecektir. e) Nihaî takdir: Yapılanların karşılığı verilirken kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmayacağı kesin olmakla beraber, ilâhî lutuf ve bağışlama hususu Allah’ın mutlak iradesine bağlıdır; bu konuda mümine düşen, ümitvar olmak, ama buna güvenerek gevşeklik göstermemektir.

39-40. âyetler dürüstlükle çalışıp çabalamanın, alın teriyle kazanmanın Allah nezdindeki değerine de işaret etmektedir.

43-49. âyetlerde insanın hayat-ölüm çizgisi içinde cereyan eden her oluşun ve genelde evrende olup biten her şeyin Allah Teâlâ’nın irade ve kudretine bağlı bulunduğunu gösteren örnekler verilmekte; 50-54. âyetlerde de inkârcılıkları sebebiyle helâk edilen bazı eski toplumların başına gelenler hatırlatılmaktadır. 47. âyette geçen ve “öteki yaratma” diye tercüme edilen “en-neş’etü’l-uhrâ” tamlaması genellikle “öldükten sonra diriltme” mânasıyla açıklanmıştır. Râzî, önceki âyetlerde insanın yaratılışından söz edilmesini ve başka bazı delilleri dikkate alarak bu tamlamayla, cenine ruhun üflenmesine işaret edilmiş olabileceği kanaatine ulaştığını belirtir (XXIX, 21). 48. âyet “Zengin eden de O’dur, yoksul kılan da” şeklinde de anlaşılmıştır (Şevkânî, V, 135). 

49. âyette geçen Şi‘râ, bazı Arap kabilelerinin şans kaynağı saydıkları, bahtlarını kendisine bağladıkları ve bu sebeple taptıkları en parlak yıl­dız olarak anlaşılmıştır. Batı dillerinde yazılan meâl ve tefsirlerde, Şi‘râ karşılığında genellikle “Sirius” kelimesinin kullanılması da bu anlamdan hareketle yapılmış bir çeviridir (meselâ bk. Arthur J. Arberry, The Koran, s. 552; Hamidullah, Le Saint Coran, s. 528). Sirius, dilimizde Akyıldız veya Şuarayıyemânî olarak bilinen ve Büyükköpek takım yıldızı içinde yer alan en parlak yıldızın adıdır. Öyle anlaşılıyor ki, âyette Allah’ın Şi‘râ’nın da rabbi olduğu belirtilerek, bir tür şirk olan ve yukarıda değinilen telakkilerin temelden yıkılması hedeflenmektedir. 

53. âyette geçen “altı üstüne getirilmiş şehirler” genellikle, Lût kavmi ve oturdukları yerler şeklinde açıklanmıştır; fakat benzer felâketlere uğratılarak ilâhî cezaya çarptırılmış bütün toplumların kastedilmiş olması da muhtemeldir (Râzî, XXIX, 24).

 

  Beqaye بقي : 

  Bekâ بَقاءٌ kavramı bir şeyin ilk hali üzere kalmasıdır. Bu fenâ فَناءٌ sözcüğünün zıddıdır.

  Fiil olarak ilk haliyle sabit kalmak, varlığını sürdürmek ya da dayanmak anlamında بَقِيَ-يَبْقَى  şeklinde kullanılır. Mastarı بَقاءٌ olarak gelir.

  Bâki الباقَي  iki kısma ayrılır: Birincisi: Herhangi bir müddetle kayıtlı olmaksızın bizatihi bâki olan. Bu sıfata hâiz olan sadece Yüce Yaratıcıdır.

  İkincisi: Başkasının aracılığıyla, başkasına bağlı olarak bâki kalan. Allah'ın dışındakiler bu sınıfa girer. Bunlar için fânilik vardır.

  Allah'ın aracılığıyla bâki olanlarda iki sınıfa ayrılır: Birincisi: Allah'ın kendilerini yok edeceği zamana kadar zatları bâki kalanlar. Örneğin gökteki cisimler gibi.

  İkincisi: Zâtı ve cüzü olmaksızın türü ve cinsiyle bâki kalanlar. Örneğin insanlar ve hayvanlar gibi.

  Aynı şekilde ahirette de cennetlikler gibi bizzat kendisi bâki kalacak olanlar vardır. Bunların dışında türü ve cinsiyle bâki kalacak olanlar da vardır. Cennet meyveleri gibi. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok formda 21 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri bekâ, bâki ve bakiyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْـقٰىۙ

 

 

ثَمُودَا۬  atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  عَاداً ‘e matuftur.  مَٓا اَبْـقٰى  atıf harfi  فَ  ile  أَنَّ ‘nin haberi اَهْلَكَ ‘ye matuftur. 

Fiil cümlesidir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَبْـقٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَبْـقٰى ‘nın mef’ûlü mahzuftur. Takdiri, أحدا منهم ..(Onlardan biri..) şeklindedir.

اَبْـقٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  بقي ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْـقٰىۙ


ثَمُودَا۬ , atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki  عَاداً ’e atfedilmiştir. Atıf sebebi tezayüftür. 

فَمَٓا اَبْـقٰىۙ  cümlesi  فَ  ile  اَهْلَكَ عَاداًۨ الْاُو۫لٰىۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet sıygadan menfî sıygaya iltifat sanatı vardır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

ثَمُودَا۬  ve  عَاداًۨ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Bu, Allah Semûd kavmini de helak etti demektir. Ayetteki  مَٓا اَبْـقٰى  ifadesi, Âd ve Semûd kelimeleriyle ilgili olup, "Allah onlara merhamet etmedi" demektir. (Fahreddin er-Râzî)