Rahmân Sûresi 10. Ayet

وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ  ...

Allah, yeri yaratıklar için var etti.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْأَرْضَ ve yeryüzünü ا ر ض
2 وَضَعَهَا koydu و ض ع
3 لِلْأَنَامِ canlılar için ا ن م
 

Bu âyetlerde güneş, ay, gök ve yerin yaratılmasındaki bazı inceliklere değinilmekte, evrendeki dengeye dikkat çekilmekte, beşerî ilişkilerde de dengenin şart olduğu, bunun ise adaletle sağlanabileceği vurgulanmakta, ardından da insanlara sağlanan bazı nimetler hatırlatılmaktadır.

5. âyette gök cisimlerinin ince bir hesaba bağlı hareket ettiklerinin belirtilmesi öncelikle bunun yüce Allah’ın kudretini gösteren açık kanıtlardan olduğu anlamını düşündürmektedir. Burada özellikle güneş ve ayın zikredilmesi, bunların insanların en fazla ilgili olduğu gök cisimleri olmasıyla izah edilmiştir; bu sûrede eşli durumlara dikkat çekme üslûbunun kullanıldığı, insanların da ay ve güneşi daima birlikte düşündükleri şeklinde bir yorum da yapılmıştır (İbn Âşûr, XXVII, 235; güneş ve ayın hareketleri hakkında bilgi için bk. Yâsîn 36/38-40). Bunun yanı sıra şu hususa da işaret edildiği söylenebilir: Bütün bu varlıklar ve bağlı bulundukları düzen kendisi için var edildiğine göre insan da hayatını bir hesaba göre düzenlemeli, bir hesap gününün geleceği bilinci içinde olmalı ve kendisini bu hesaba hazırlamalıdır.

6. âyette geçen ve “gövdesiz bitkiler” diye çevirdiğimiz necm kelimesi, tahıl ve ot gibi gövdesi olmayan bitkileri ifade eder. Bu kelime “yıldız” anlamına da gelmekle beraber burada meâlde esas aldığımız mânada kullanıldığı genellikle kabul edilir (Taberî, XXVII, 116-117; Râzî, XXIX, 89). Ağaçların ve diğer bitkilerin secde etmesi, bunların Allah’ın yasalarına iradî olmaksızın boyun eğmelerini ifade etmekte; bu da kendisine akıl nimeti ve irade gücü verilmiş olan insana bilinçli bir tercih sonucu O’na tâzimde bulunmanın, buyruk ve yasaklarına uymanın değerini, dolayısıyla –iradesini bu yönde kullanması şartıyla– kendisine bahşedilen onuru hatırlatmaktadır.

7. âyette “gök” anlamı verilen semâ kelimesiyle, üzerimizde yükselen uçsuz bucaksız âlemin, milyarlarca galaksi ve gök cisminin içinde yer aldığı ve belli bir düzene göre hareket ettiği kozmik uzayın kastedildiği söylenebilir. “Göğün yükseltilmesi” hakikat anlamı esas alınarak bize nisbetle yüksekte olması yahut mecazî anlamda düşünülüp mânevî bir yüksekliğe sahip olması şeklinde yorumlanabilir. Her iki mâna, bizi, bunu sağlayan Allah Teâlâ’nın yüceler yücesi olduğu, secde ve kulluk edilmeye lâyık başka mâbud bulunmadığı gerçeğine götürür (Zemahşerî, IV, 50).

7-9. âyetlerde üç defa geçen ve “denge, ölçü, eşyanın birbirine nispetle ağırlığını tartma, tartı aleti, terazi” mânalarına gelen mîzân kelimesine, bulunduğu bağlamlara göre şu anlamlar verilebilir: 

a) Yüce Allah evrende denge kanununu koymuştur; bütün varlık ve oluşlar arasında, evrenin belirli bir sistem dahilinde yürümesini sağlayan bir genel denge mevcuttur. 7. âyetin bağlamı burada geçen mîzan kelimesiyle bunun kastedildiğini düşündürmektedir. Birçok müfessir burada “adalet” anlamının kastedildiği kanaatindedir (meselâ bk. Taberî, XXVII, 118; İbn Atıyye, V, 224). 

b) İnsanın, hayatını insana yaraşır biçimde düzenlemesi için konmuş ilâhî yasalar bütünü olan din de denge kanununun bir tezahürüdür. Bunların özü, genellikle kısaca “her şeyi lâyık olduğu yere koymak” diye tanımlanan adalet ilkesidir. Bu ilke, bir taraftan kişinin Allah’tan başka varlığa tanrılık yakıştırmamasını, diğer taraftan da beşerî ilişkilerde her hak sahibine hakkını vermesini ifade eder. 8. âyetteki mîzan kelimesi bu anlamda olmalıdır; zira burada mîzanın ihlâl edilmemesi, dengeden sapılmaması istenmektedir. 

c) İnsanın evrendeki dengeyi koruma sorumluluğunda temel ilke adalet olmakla beraber, bu soyut kavramın somut hayat olaylarına yansıtılması da sözü edilen dengenin korunmasında bir dikkat ve özeni gerektirir. Beşerî ilişkiler bakımından bunun adı “hakkaniyet”tir. Bunu belirlemede kişilere düşen, takdir yetkisini iyi niyet esasına dayalı olarak kullanmak ve adaletin gerçekleşmesini sağlama uğruna elinden gelen bütün çabayı harcamaktır. Allah’a karşı vecîbelerinin yerine getirilmesi konusunda adalet ilkesinin somutlaştırılması ise, kişinin dine kendisinden bir şey katmadan ilâhî bildirime uygun davranmasıyla mümkündür. 9. âyetin “ölçüyü düzgün tutasınız” diye çevrilen kısmında “hakkaniyet” anlamına gelen “kıst” kelimesine yer verilmesi burada vezin ve mîzan kelimelerinin adalet ilkesinin, dolayısıyla genel denge kanununun hayat olaylarına yansıtılması gereğini ifade etmek üzere kullanıldığını göstermektedir. Bu âyetin “eksik tartmayasınız” şeklinde tercüme edilen kısmı, aynı zamanda her bir olayla ilgili uygulamanın yani bütün davranışlarımızın âhiretteki teraziyi aleyhimize çevirmeyecek biçimde olması gerektiği şeklinde de yorumlanabilir. Öte yandan, iki şeyin birbirine denkliğini ölçmek için kullanılan el terazisinin evrendeki cazibe (çekim) kanununun bir sonucu olarak bu işlevini yerine getirebiliyor olması, eski zamanlardan beri insanların adaleti temsil etmek üzere teraziyi sembol yapmaları, kişiler arası mübadeleye konu olan ve tartılabilir özellikteki şeylerde adalete uygun paylaşımın (hakkaniyet) belirlenmesinde terazinin hem gerçek hem simgesel bir yere sahip olması, hatıra ilk gelen anlamı terazi olan “mîzan” kelimesinin bu âyetlerde –yukarıdaki açıklandığı şekilde– farklı ama birbiriyle sıkı ilişkisi bulunan mânalarda kullanıldığı yönündeki yorumumuzu destekleyici niteliktedir. Râzî de bu kelimenin konumuz olan âyetlerde üç ayrı mânada kullanıldığı kanaatindedir; fakat ona göre birincide “tartı aleti”, ikincide “tartma fiili”, üçüncüde ise “tartılan” kastedilmiştir (XXIX, 91). 

10. âyette geçen enâm, canlı varlıkların tamamını kapsayan bir kelimedir; fakat başka âyetlerde yeryüzünde bulunan bütün varlıkların insanın emrine verildiği açıkça ifade edildiği (meselâ bk. Câsiye 45/13) ve bu kümedeki âyetlerin ana teması da insanın sorumluluklarıyla ilgili olduğu için, âyeti yerin canlıların yaşamasına elverişli kılındığı mânasında almak, ama yerin yaratılmasındaki asıl amacın yine insan olduğunu göz ardı etmemek gerekir. 11 ve 12. âyetlerde, başta insan olmak üzere yeryüzündeki canlıların yararına var edilen bazı nimetler hatırlatılmaktadır. 11. âyette geçen ekmâm kelimesinin tekili olan kimm, “hurma meyvesinin ilk aşamadaki kapçığı” demektir; bu mâna esas alınarak zâtü’l-ekmâm tamlaması “tomurcuklu” şeklinde çevrilmiştir. Diğer tekili kümm esas alındığında ise ağacın “lifleri, çekirdekleri, dal ve kabuk gibi örtüleri” bu kelimenin kapsamına girer. Her iki ihtimale göre bu unsurların yararları hakkında açıklamalar yapılmıştır. Bir yoruma göre birinci anlamda ileride oluşacak ürüne, ikincisinde ise değişik aşamaların ardından ürünün meydana gelmiş bulunduğuna işaret edilmiş olur. Diğer bir yoruma göre hurma ağacı açısından tomurcukların oluşturduğu salkım çok önemlidir, ürün toplamayı kolaylaştırır. Bazı müfessirler ise burada estetik görünüme, göze hitap eden güzelliğe işaret bulunduğu kanaatindedir. Aynı kelime Fussılet sûresinin 47. âyetinde meyvenin ürün vermesi için kabuğunu çatlatması bağlamında ve genel olarak meyvelerin ilk aşamadaki kapçığı, çekirdeğin kabuğu anlamlarında kullanılmıştır. 12. âyette “çimlenen taneler” diye çevrilen ifade için de değişik yorumlar yapılmış olmakla beraber genellikle insanların beslenmelerinde özel önemi haiz olan tahıl türü bitkilerin kastedildiği kabul edilir (Râzî, XXIX, 93-94; İbn Âşûr, XXVII, 242; Elmalılı, VII, 4667). Bu âyetteki “hoş kokulu bitkiler” diye çevrilen reyhân kelimesi “rızık” anlamında da yorumlanmıştır. Taberî bu yorumu tercih eder ve temel gıda maddesi olan hububatın kastedildiğini belirtir (XXVII, 122-123).

13. âyette yegâne rab olan Allah’ın nimetlerini yalan sayma yani inkâr etme kınanmaktadır. Sûrede bu kınama değişik nimetlerin hatırlatılmasını takiben ısrarla sürdürülmektedir. Nimetin nimet olduğunu veya nimetin Allah’a nisbet edilmesini ya da her ikisini inkâr bu eleştirinin kapsamındadır. Sûrede 31 defa geçen, “Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” anlamındaki cümlenin yüklemini oluşturan fiil ve “rabbiniz” tamlamasının tamlananı olan zamir tesniye (ikil) kalıbındadır, yani iki kişiye veya iki gruba hitap edilmekte, “Siz ikiniz, artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” denilmektedir. Buradaki “ikiniz” ile kimlerin kastedildiği yani muhatabın kimler olduğu konusunda farklı yorumlar bulunmaktadır. 14-15. âyetlerde insanların ve cinlerin yaratılışı özetlendiği gibi 32. âyette de açık biçimde cin ve insan topluluklarına hitap edilmiştir. Bu iki karîne yanında konuya ilişkin rivayetler de dikkate alınarak buradaki hitabın insanlara ve cinlere yönelik olduğu kabul edilir. Râzî, burada kime hitap edilmiş olabileceği ile ilgili birçok ihtimal zikreder. Bunlardan biri şöyledir: Bunun aslı, tekil hitabın vurgu için aynen tekrarlanması olabilir yani “Sen rabbinin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsin, sen rabbinin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsin!” demektir. Diğer bir ihtimal de Kur’an’ın genellikle muhatap aldığı iki insan cinsine yani erkeklere ve kadınlara hitap edilmiş olmasıdır (XXIX, 94-96). İbn Âşûr’a göre burada insan cinsinin “inananlar” ve “inkârcılar” şeklindeki iki kategorisine hitap edilmekte, mümin olsun kâfir olsun gerçekte hiçbir insanın Allah’ın nimetlerini inkâr edemeyeceği anlatılmak istenmektedir. İbn Âşûr, müfessirlerin çoğunluğunun burada insanlara ve cinlere hitap edildiği şeklindeki yorumunu uzak bir ihtimal olarak görür; çünkü Kur’an cinlere değil insanlara hitap etmek için gelmiştir (bk. XXVII, 243-244). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 198-201
 

وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ

 

  

وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَرْضَ  sonrasında onu tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. وَضَعَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِلْاَنَامِ  car mecruru  وَضَعَهَا  fiiline mütealliktir.

 

وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ


Ayet,  وَ  atıf harfiyle 7. ayetteki  وَوَضَعَ الْم۪يزَانَۙ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

 الْاَرْضَ  sonraki açıklamanın delaletiyle mahzuf bir fiilin mef’ûlüdur. Takdiri,   وَضَعَ  olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veya  الْاَرْضَ , iştigâldir. Mamul amiline takdim edilmiştir. Mef’ûlün amiline takdim edilip, fiilin sonunda bu mef’ûle ait bir zamir bulunması iştigâldir. Bu takdim hasr ifade edebilir.

Tefsiriyye olarak fasılla gelen  وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ  cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

لِلْاَنَامِ  car mecruru  وَضَعَ  fiiline mütealliktir.

Bu cümle 7. Ayetteki  والسَّماءَ رَفَعَها  ifadesine atfedilmiştir. Aralarında mukabele vardır. İki tıbâk bir aradadır. Bu da güzel olmuştur. (Âşûr) 

وَالْاَرْضَ وَضَعَهَا لِلْاَنَامِۙ [Yer(e gelince:) Onu da bütün mahlukat için alçalttı.] Bu ifadeyle ilgili birkaç bahis vardır: Biraz önce de geçtiği gibi, ismin fiilden önce getirilmesi, hususiliğin bulunmadığı yerlerde olabiliyordu. Halbuki, Cenab-ı Hakk'ın (insanlar) ifadesi, hususiliğe delalet eder. Çünkü lam, menfaatin kim için söz konusu olduğunu ifade eder. Biz deriz ki: Buna, şu iki bakımdan cevap verebiliriz:

a) İfade edildiği üzere  اَنَامِۙ , hem insanları hem de insanın dışında kalan diğer canlıları içine alan bir kelimedir. Binaenaleyh bu söz, insana ait olmayı, sadece ona has olmayı iktiza etmez.

b) الْاَرْضَ , üzerinde bulunan her şey için konulmuş, yaratılmıştır. Ama, insan, özellikle zikredilmiştir. Zira, yeryüzünden en çok yararlanan insandır. Çünkü insan, hem yerden, hem onun içindekilerden, hem de üzerinde bulunan şeylerden yararlanmaktadır. İşte bu sebeple, yerden çokça yararlandığı için  لِلْاَنَامِ  denildi. Bu, bizim,  لْاَنَامِ  kelimesiyle insanın kastedildiğini söylememiz halinde söz konusudur. Ama, "bu ifadeyle bütün mahlukat kastedilmiştir" dememiz halinde, Kur'an'ın pek çok yerinde, halk (mahlukat) ifadesi zikredilmiş, ama bununla insan kastedilmiştir. 

لْاَنَامِ  kelimesinin, cinlerin ve insanların ismi olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Burada  لِلْاَنَامِ ‘dan murad, mahluklardır. Diğer bir görüşe göre ise bütün canlılardır.

Bir diğer görüşe göre ise yeryüzünde yürüyen canlılardır. Başka bir görüşe göre ise insanlar ve cinlerdir. (Ebüssuûd)