Rahmân Sûresi 14. Ayet

خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِۙ  ...

Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَلَقَ yarattı خ ل ق
2 الْإِنْسَانَ insanı ا ن س
3 مِنْ -dan
4 صَلْصَالٍ pişmiş çamur- ص ل ص ل
5 كَالْفَخَّارِ kiremit gibi ف خ ر
 

İnsanı ve cinleri kimin yarattığı ve bu varlıkların mahiyeti üzerinde düşünülürse, Allah’ı inkâr etme veya O’ndan başka varlıklara da tanrılık yakıştırmanın yahut O’nun nimetlerini görmezden gelmenin ne büyük nankörlük olacağı kolayca anlaşılır. İşte 14 ve 15. âyetlerde insanların ve cinlerin ilk yaratılışlarındaki ana unsurlara dair bilgi verilerek, bir taraftan onların mahiyetlerini böylesine bilen ve bildiren Cenâb-ı Allah’ın yegâne yaratıcı olduğuna diğer taraftan da bunların tek başına bir değer ifade etmeyip yüce yaratıcının onlara yüklediği görev sayesinde değer kazanmış olduklarına dikkat çekilmektedir. İnsanın yaratılışı hakkında Kur’an’ın değişik yerlerinde bilgiler verilmiş olup bunların özü şudur: Çamura şekil verilmiş, ateşte pişmiş toprak kaplar gibi tınlayacak kadar kurutulmuş bir çamura yani hayatiyetten çok uzak bir nesneye can verilmiş, bu canlı akıl nimetiyle ve onu iyi kullanmayı sağlayacak yeti ve yeteneklerle donatılmış, bu donanımlara paralel bir sorumluluğa muhatap kılınmıştır. 15. âyetin “yalın ateşten” diye çevrilen kısmında geçen mâric kelimesi sözlükte “çalkalanan, yerinde durmayan” ve “karışan, karıştırıcı” anlamlarına gelmektedir. Birinci mânaya göre bu kısım “dumansız saf alev”, ikinci mânaya göre ise “karışan, nüfuz eden dumanlı ateş” şeklinde açıklanmıştır (insan ve cinlerin yaratılması hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Hicr 15/26-29; Elmalılı, VII, 4669-4670).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 202-203
 

خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِۙ

 

Fiil cümlesidir. خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْاِنْسَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنْ صَلْصَالٍ  car mecruru خَلَقَ  fiiline mütealliktir. كَالْفَخَّارِ  car mecruru  صَلْصَالٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.

 

خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِۙ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

مِنْ صَلْصَالٍ  car-mecruru  خَلَقَ  fiiline, كَالْفَخَّارِۙ  car-mecruru  صَلْصَالٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

صَلْصَالٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder. 

صَلْصَالٍ - الْفَخَّارِۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbehu bih  فَخَّارِ , müşebbeh  صَلْصَالٍ’ dir.  كَ  teşbih edatıdır. Teşbihin her iki tarafı da hissidir. Vech-i şebeh ikisinin de toprak türü olmasıdır, tarafların hakikatinden hariç değildir. 

صَلْصَالٍ , tın tın sesi olan kuru çamur; فَخَّارِ  çanak çömlek gibi ateşte pişirilmiş çamur (seramik) demektir. Şayet “Bu konuda, indirilen ayetler farklılık göstermektedir dersen şöyle derim: Bunların hepsi mana bakımından aynıdır ve onu topraktan yaratmış olduğunu ifade etmektedir. Buna göre Allah Teâlâ önce toprağı çamur kılmış, sonra kokuşmuş balçığa dönüştürmüş sonra da pişirilmiş toprak haline getirmiştir. (Keşşâf)  

Ayetteki فَخَّارِ , ateşte pişmiş çamur olup, tuğla-kiremit manasınadır. Binaenaleyh burada, asıl lügat manası üzere kullanılmış olur. O halde فَخَّارِ  kelimesi فاخر ‘in mübalağa sıygası olup, tıpkı  علاَّم  kelimesinin  عليم ’in mübalağası olması gibidir. Bu böyledir. Çünkü, unufak olma özelliğindeki o toprak, suyu ve sıvıları içinde tutabilecek bir çömlek haline gelip, ufalanmayıp-yarılmayıp, içindekileri sızdırmayacak bir hal alınca, sanki, hemcinslerine karşı fahretmiş (öğünmüş) gibi olur. (Fahreddin er-Râzî) 

الْاِنْسَانَ  ile cinsin aslı olan Âdem (as) kastedilmiştir. (Âşûr)

Burada, hem insanları, hem de cinleri ilgilendiren nimetin şükrünü ihlal etmelerinden dolayi yapılan kınama izah edilmektedir. (Ebüssuûd)