يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُسَبِّحُ | tesbih etmektedir |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’ı |
|
3 | مَا | bulunanlar |
|
4 | فِي |
|
|
5 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
6 | وَمَا | ve bulunanlar |
|
7 | فِي |
|
|
8 | الْأَرْضِ | yerde |
|
9 | لَهُ | O’nundur |
|
10 | الْمُلْكُ | mülk |
|
11 | وَلَهُ | ve O’nundur |
|
12 | الْحَمْدُ | hamd |
|
13 | وَهُوَ | ve O |
|
14 | عَلَىٰ | üzerine |
|
15 | كُلِّ | her |
|
16 | شَيْءٍ | şey |
|
17 | قَدِيرٌ | kadirdir |
|
يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ
Fiil cümlesidir. يُسَبِّـحُ damme üzere merfû muzari fiildir. لِلّٰهِ car mecruru يُسَبِّـحُ fiiline mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. مَا فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يُسَبِّـحُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سبح ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُۘ
İsim cümlesidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfudur. لَهُ الْحَمْدُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى كُلِّ car mecruru قَد۪يرٌ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ haber olup lafzen merfûdur.
قَد۪يرٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir.
Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُسَبِّحُ şeklinde muzari fiilin tercih edilmesi, semavat ve arz ehlinin Allah’a hamdlerini yinelediklerini ve O’ndan vazgeçmediklerini belirtmek içindir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur önemine binaen faile takdim edilmiştir. لِلّٰهِ car mecruru يُسَبِّـحُ fiiline mütealliktir. Harf-i cerin zaid, lafza-i celâlin mef’ûl olması da caizdir.
Fail konumunda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Gayr-ı akiller için kullanılan ism-i mevsul مَا , tağlîb sanatı yoluyla akıllıları da kapsamıştır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmenin yanında tazim ifade eder.
İkinci mevsûl ve aynı üslupta gelen sılası, tezat nedeniyle birinci mevsûle atfedilmiştir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’den sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
فِي السَّمٰوَاتِ - فِي الْاَرْضِۚ ibarelerindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü ve gökyüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yeryüzü ve gökyüzü, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
مَا ve فِي kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bazı surelerin başında, geçmiş zaman kalıbıyla سَبَّحَ , bazılarında ise muzari kalıbıyla يُسَبِّحُ gelmiştir. Her ikisinde de anlam şöyledir: Tesbîh fiilinin isnad edilebileceği her varlığa Allah’ı tesbih etmek yakışır. Bu, bütün varlıkların adet ve uygulamasıdır. Fiil bazen لِ harf-i ceriyle geçişli yapılmış bazen de تُسَبِّحُوهُ [Ve O’nu tesbih edesiniz] (Fetih 48/9) ayetinde olduğu gibi doğrudan doğruya geçişli kılınmıştır. Aslolan, doğrudan geçişli olmasıdır; çünkü سَبَّحَتُهُ ifadesi, “O’nu kötülükten uzak tuttu.” anlamındadır. Bu fiilin sülâsîsi سَبَّحَ olup “gitti ve uzaklaştı” demektir. Mef‘ûlünün başına bazen getirilen لِ , ya “Ona nasihat ettim.” anlamında kullanılan نصحته ve نصحت له kullanımındaki lâm’a benzer ya da سَبَّحَ لِلّٰهِ ifadesinde kasıt, sırf Allah için ve tamamen O’nun rızasını kazanmak amacıyla tesbîh ettiğidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yani tesbih edebilen ve tesbih etmesi mümkün olan her şey demektir. (Keşşâf)
Ayetin bu ilk cümlesi, bazı değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Hadid, Haşr ve Saff sûrelerinin başlangıçlarında tesbihin geçmiş zamanlarda tesis edildiğine delalet için mazi zaman sıygası gelmiştir. O surelerle muzari fiille başlayan bu surelerin başlangıçları arasında tefennün vardır. Muzari fiille başlayan bu surelerde müminler iman etmekle yetinmesin, imanlarını salih amellerle güçlendirmeye çalışsınlar diye tesbihin teceddüdü, yakınları affetme, gücü yeterince takva ve itaat emri vardır. (Âşûr)
لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُۘ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمُلْك , muahhar mübtedadır.
Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ mevsûf/maksûrun aleyh, الْمُلْكُ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
الْمُلْكُ , masdar vezninde gelerek bütün cinslere işaretle mübalağa ifade etmiştir.
Bu cümlede zahir isimden gaib zamire iltifat vardır.
Aynı üslupta gelen وَلَهُ الْحَمْدُۘ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمُلْك , muahhar mübtedadır.
Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ , mevsûf/maksûrun aleyh, الْحَمْدُۘ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
لَهُ ‘nun tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedin müsnedün ileyhe takdim edilmesi müsnedin ileyhe tahsis ifade etmek içindir.
Yani, Cenab-ı Hak hakimiyet sahibidir, dolayısıyla başkasının hakimiyeti söz konusu değildir. İddiaî kasrdır. (Âşûr)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İki zarf tümleci لَهُ , mülk ve övgünün sadece Allah’a ait olduğunu göstermek için mübtedâlarından öne alınmıştır; zira مُلْكُ (hükümranlık) gerçek manada sadece O’na aittir; çünkü her şeyi ilk yapan, yoktan var eden, ayakta tutan ve koruyan O’dur. حَمْدُۘ (Övgü) de yalnızca O’na aittir; Aslî ve fer‘î nimetler O’ndandır. O’ndan başkasının mülkü ise O’nun tarafından bir yetkilendirme ve gözetim hakkı tanıma anlamında olup böyle birinin övülmesi de Allah’ın nimetinin o kişinin eliyle cari olduğunun hesaba katılması anlamındadır. (Keşşâf)
وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la لَهُ الْمُلْكُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , amili olan قَد۪يرٌ۟ ‘a takdim edilmiştir.
Allah Teâlâ kendisini bu cümlede kadîr vasfıyla sınırladı. Çünkü öncelikle mahlukatın tesbih etmesi onun kadîr olduğunun delilidir. Ayrıca mahlukatı gözlemleyen onun yaratıcısının kadir olduğunu bilir. (Âşûr)
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.
قَد۪يرٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Zamir bir kere daha tekrar edilmiştir. Bu fiilin O'ndan başkasına isnad edilmesinin mümkün olmadığı manasını tekid etmek için عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ ’in şeklindeki car mecrur takdim edilmiştir. Bunda da yüce bir delalet vardır. Çünkü Allah Teâlâ'nın kudreti herhangi bir şeyle sınırlı değildir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.76-77)
Cümle mesel tarikinde olmayan tezyil cümlesidir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) -Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Denemear. Gör. Ömer Kara)
Ayetin son cümlesi Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)