Teğabün Sûresi 12. Ayet

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاِنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  ...

Allah’a itaat edin, peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَطِيعُوا o halde ita’at edin ط و ع
2 اللَّهَ Allah’a
3 وَأَطِيعُوا ve ita’at edin ط و ع
4 الرَّسُولَ Elçiye ر س ل
5 فَإِنْ eğer
6 تَوَلَّيْتُمْ dönerseniz و ل ي
7 فَإِنَّمَا şüphesiz
8 عَلَىٰ düşen
9 رَسُولِنَا Elçimize ر س ل
10 الْبَلَاغُ duyurmaktır ب ل غ
11 الْمُبِينُ açıkça ب ي ن
 

Kullarına çok merhametli olduğuna inanılan Tanrı’nın kötülüklere niçin izin verdiği hususu, din felsefesinde genellikle kötülük problemi veya teodise (Tanrı’nın âdilliği problemi) başlığı altında geniş biçimde tahlil edilmiş ve tartışılmış bir konudur. Genel olarak hayrın ve şerrin var edilmesinin hikmetleri konusu bir yana, başa gelen her musibetin Allah’ın izniyle olması ifadesini Kur’an ve Sünnet’teki ilke ve bilgilere göre şöyle açıklamak uygun olur: Cenâb-ı Hak kullarına zulmetmez; dolayısıyla “kulların kendi fiilleri sebebiyle hak ettikleri bir karşılık” anlamındaki musibetin bu açıdan izahında zorluk bulunmamaktadır. Kusuru ve günahı olmadığı halde bazı kullara verilen sıkıntı ve felâketler ise kişinin ebedî mutluluğuna zarar veren yani gerçek mânada kötü ve insanın kendi fiili yüzünden başına gelen musibet olarak değerlendirilmez (bk. Şûrâ 42/30). Öyle görünüyor ki 11. âyette, insanların sorumluluğu bakımından musibetlerin değerlendirilmesi değil, Tanrı inancına ilişkin yaygın bir yanlışlığın düzeltilmesi amaçlanmaktadır. Önceki âyetlerin iman esaslarıyla ilgili olması, bu âyetin devamındaki ve müteakip iki âyetteki ifadeler de bunu destekler niteliktedir. Birçok bâtıl dinin yanı sıra ilâhî dinin mensupları arasında türemiş bazı sapkın mezheplerde, “iyi” ve “kötü” iki ayrı tanrı arasında bölüştürülerek şirk (Allah’a ortak koşma) telakkisine güya meşruiyet kazandırılmaya, masum bir çehre verilmeye çalışılmıştır. Bazı ilâhî dinlerin mensupları da zaman zaman, Allah’a kötülük yakıştırmama gibi ileri derecede bir duyarlılıkla, şerrin O’nun tarafından yaratılmış olamayacağı tarzında bir inanca kaymışlardır. Oysa Allah’ın fiilleri ve sıfatları insanların kendi isteklerine ve münasip görmelerine göre biçimlendirilebilecek bir konu değildir; kulun görevi O’nu kendisinin bildirdiğine göre tanıyıp O’nun istediği şekilde kulluk etmektir (ayrıca bk. Hac 22/11; Furkān 25/43; Câsiye 45/23). Doğru ve sağlam İslâm inancına göre bütün varlık ve olayların yegâne yaratıcısı Allah Teâlâ’dır; Allah, irade gücü verdiği, hem iyilik hem kötülük işlemeye müsait yarattığı şuurlu varlıklara kötüyü tercih etmemelerini buyurmuş ama –dünya hayatının imtihan alanı olması sebebiyle– kötülüğü istediklerinde ve işlemeye koyulduklarında bu eylemlerin yine kendisinin yaratma düzeni içinde varlık kazanacağını, sorumluluğunun da onlara ait olacağını bildirmiştir. Bu düzen içinde şeytanın kötülüğü teşvik görevini üstlendiği ama asla ona fiillerin yaratıcısı olarak bakılmaması gerektiği de hatırlatılmıştır. Bu sebeple İslâm akaidinde, “hayrın da şerrin de Allah’tan olduğuna yani O’nun mutlak irade ve kudretinden bağımsız olmadığına, onun bilgisi dışında kalamayacağına, ancak Allah’ın kulları için yalnız hayra razı olduğuna, kulun başına gerçek mânada (ebedî mutluluğuna zarar veren) bir kötülük gelmişse bunun kendi yanlış davranışından kaynaklandığına” inanmak esastır. Ayrıca samimi bir mümin, kendi kusuru sebebiyle olmadan başına gelen felâket ve sıkıntıların da imtihanla ilgili olduğuna ve sabırla karşıladığında ecir alacağına inanır. Dolayısıyla bu inancın dayanaklarından biri olan 11. âyet, ayrıca müminler için önemli bir teselli kaynağı oluşturmaktadır. Nitekim bu inancın ruh sağlığı üzerindeki olumlu etkileri modern psikolojide kanıtlanmış olup, bu husus Hz. Peygamber’in şu hadisinde de veciz bir şekilde özetlenmiştir: “Müminin durumu ilginçtir: Allah’ın her hükmü onun iyiliğinedir; çünkü başına bir sıkıntı gelip sabretse bu onun hayrınadır, sevindirici bir şey meydana gelip şükretse bu da onun hayrınadır. Bu, yalnız mümine has bir özelliktir” (Müslim, “Zühd”, 64; Dârimî, “Rikāk”, 61; ayrıca bk. Nisâ 4/79; Hadîd 57/22).

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 374-376
 

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَط۪يعُوا  fiili  نَ ’un hazfıyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اَط۪يعُوا الرَّسُولَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

اَط۪يعُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاِنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ


فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَوَلَّيْتُمْ  şart fiili sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.  

عَلٰى رَسُولِنَا  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  Mütekellim zamiri  ناَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْبَلَاغُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْمُب۪ينُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُب۪ينُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَۚ 


وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

اَط۪يعُوا الرَّسُولَ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَط۪يعُو (İtaat ediniz) emri, keyfiyette iki taat arasında fark olduğunu bildirmek ve hemen sonra gelen yüz çevirmenin yerini açıklamak için tekrarlanmıştır. (Rûhu’l Beyân) 

اَط۪يعُوا  fiili önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اللّٰهَ  - الرَّسُولَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ (Allah'a itaat edin, Resul'e de itaat edin.) ayetinde, daha fazla vurgu ve itaatin şanına önem vermek için fiil tekrar­lanarak ıtnâb yapılmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)

Burada da azameti sebebiyle Allah, Resulü’nden önce zikredilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاِنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ


فَ  atıf harfidir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi tezattır. Şart cümlesi olan  تَوَلَّيْتُمْ  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  şartın cevabı için rabıtadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, فلا ضير على رسولنا في توليكم  (Sizin arkanızı dönmenizin resulümüze bir zararı yoktur) olan cevap cümlesi mahzuftur.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

تَوَلَّيْتُمْ  - اَط۪يعُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Mahzuf şartın cevabı için ta’liliyye hükmündeki  فَاِنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  cümlesi kasr edatı  اِنَّمَا  ile  tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلٰى رَسُولِنَا  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Car mecrurun takdimi ihtimam içindir.

الْبَلَاغُ  muahhar mübtedadır.

Kasr, haberle mübteda arasındadır.  عَلٰى رَسُولِنَا  maksûr/mevsûf,  الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  maksûrun aleyhtir/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. (Âşûr)

الْبَلَاغُ ‘un sıfatı olan  الْمُب۪ينُ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayetin başlangıcındaki lafz-ı celâlden bu cümlede  رَسُولِنَا  ile azamet zamirine iltifat sanatı vardır.

رَسُولِ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette,  رَسُولِنَا (Resulümüze) şeklinde Allah'a raci olan zamire Resulün izafe edilmesi Hz Peygamberin şerefini ifade, onun görevinin sadece tebliğ olduğu hükmünü beyan ve ondan yüz çevirmenin kötülüğünü bildirmek içindir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاِنَّمَا عَلٰى رَسُولِنَا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  [yüz çevirirseniz biliniz ki Resulümüze düşen sadece apaçık bir tebliğdir.] Bu ayet, anılmamış olan cevabın gerekçesidir. Anlam şudur: ”Eğer yüz çevirirseniz, önemi yok. Çünkü ona düşen, sadece açık bir tebliğdir. Bunu da yeterince yapmıştır." (Rûhu’l Beyân)