بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ
Burada yapılan benzetme, inkârcıların peygamber ve onun mesajı karşısında gösterdikleri tepkinin normal bir insandan beklenmeyecek kadar bilinçsiz, ahmakça, kaba ve edep dışı olduğunu ortaya koymaktadır.
Tefsirlerde anlatıldığına göre Ebû Cehil ve yandaşlarından bir grup Hz. Peygamber’e hitaben, “Allah’tan, her birimizin adına yazılmış olup sana tâbi olmamızı emreden bir kitap, bir belge getirmedikçe sana iman etmeyiz” demişlerdi. 52. âyet onların bu isteklerini dile getirmektedir (Zemahşerî, IV, 188; İbn Âşûr, XXIX, 331). 53. âyete göre onların bu olumsuz tavırlarının asıl sebebi âhirete inanmamalarıdır. Çünkü âhirette herkes dünyada yapıp ettiklerinden dolayı sorguya çekilecektir. Şu halde bu inanç, hayatı bütünüyle sorumluluk bilinci içinde geçirmeyi gerektirir; inkârcılar ise günah kaygısı taşımadan, sorgu sual düşünmeden nefislerinin istediği şekilde yaşamaktan vazgeçmiyorlardı. İşte âyet onların İslâm ve peygamber karşısındaki inkâr ve inatlarının temelinde böyle bir sorumsuzluk psikolojisinin bulunduğunu göstermektedir.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 501بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. امْرِئٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنْهُمْ car mecruru امْرِئٍ ‘ nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
اَنْ muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. اَنْ ve masdar-ı müevvel يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُؤْتٰى fiili elif üzere mukadder fetha ile mansub, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. صُحُفاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُنَشَّرَةً kelimesi صُحُفاً sıfat olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْتٰى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir.
بَلِ , atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
كُلُّ امْرِئٍ izafeti, يُر۪يدُ fiilinin failidir. Müsnedün ileyhin izafetle merfû olması, sözü kısaltmak ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmek içindir.
مِنْهُمْ car mecruru failin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةً cümlesi, masdar teviliyle يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlu konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
صُحُفاً kelimesi يُر۪يدُ fiilinin ikinci mef'ûlüdür. مُنَشَّرَةً kelimesi صُحُفاً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يُؤْتٰى fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
امْرِئٍ ve صُحُفاً ‘deki nekrelik, kesret ve cins içindir.
مُنَشَّرَةًۙ , burada مَنشُورَةٍ den gelerek mübalağa ifade etmiştir. (Âşûr)
بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ ifadesi makamın gerektirdiği, mukadder cümle üzerine atfedilen iştir. Takdiri şu şekildedir: ”Onlar inatlarından ve kibirlerinden dolayı bu öğütle yetinmezler, ona razı olmazlar, hatta onlardan her biri kendilerine açılmış kitaplar verilmesini ve onu okumayı dilerler.
Rivayet edildi ki: Ebû Cehil b. Hişam, Abdullah b. Ümeyye ve arkadaşları Rasûlüllah'a: ”Bizden her birimize gökten bir kitap getirinceye veya her birimizin başı yanında açılmış, başlığı: Alemlerin Rabbinden falan oğlu falana diye yazan, içerisinde sana uymamız emredilen yani Muhammed (sav)'e uy, çünkü o benim tarafımdan sana bir elçidir, denilen kâğıtlar oluncaya kadar sana uymayacağız" dediler. Nitekim onlar: [”Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin müddetçe senin (göğe) çıktığına asla inanmayacağız"] (İsrâ/93) dediler. (Rûhu’l Beyân)