فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَۘ
İnsana lutfedilen duyu organlarından söz edildikten sonra ona, “iki yol”un da gösterildiği belirtilmektedir. Duyu organları dış dünyadan bilgi edinme araçlarıdır; “iki yol” ise genellikle “iyilik ve kötülük yolları” olarak açıklanmış olup bu ifade insanın, olgular ve eylemler üzerine “doğru-yanlış, iyi-kötü” şeklinde hüküm verme ve tercihte bulunma yetenekleriyle donatıldığı anlamına gelir. Böylece bu iki kısa âyette veciz bir üslûpla Allah Teâlâ’nın insana bilgi edinme, düşünüp yargıda bulunma ve seçim yapma yetenekleri lutfederek bu yetenekleriyle onu yeryüzünün en seçkin varlığı halinde yarattığı anlatılmaktadır. Bu yetenekler aynı zamanda insanın bir ödev ve sorumluluk varlığı olmasını da gerektirmiştir. İşte 11. âyette bu sorumluluğu yerine getirmeyenler, bu zahmeti göze alıp iyilikler yolunu seçmeyenler kınanmakta; ardından da o dönem toplumunun en ağır sorunları ve bunlarla ilgili başlıca ödevler sıralanmaktadır. 13-17. âyetlerde veciz şekilde anlatıldığı üzere o dönemin en ağır insanî sorunları kölelik, yoksulluk ve merhametsizlikti. O dönem için çareler ise köleleri özgürlüklerine kavuşturmak, yetimi ve yoksulu doyurmak, birbirine sabırlı ve merhametli olmayı tavsiye etmekti. İslâm’ın sosyal ahlâkının kapsamlı bir özeti olan bu ifadeler, eski deyimiyle tahdîdî değil tâdâdîdir; yani sınırlayıcı değil, örnek göstericidir. Kuşkusuz iyilikler imanla birlikte değer kazanacağı için 17. âyette inananlardan olma şartı da getirilmiştir. Buradaki “inanma”, “yapılan iyiliğin faydasına ve gerekliliğine inanma” olarak da yorumlanmıştır (bk. Şevkânî, V, 521). Rivayete göre Hakîm b. Hizâm adlı bir sahâbî, Hz. Peygamber’e, “Yâ Resûlellah! Vaktiyle ben Câhiliye döneminde sadaka verir, köleleri özgürlüklerine kavuşturur, akrabalarımla yakından ilgilenir, buna benzer iyilikler yapardım. Bunlardan sevap kazandım mı, ne dersiniz?” diye sorunca Hz. Peygamber, “Müslüman oldun ve artık bütün o iyiliklerinin sevabını alacaksın” buyurmuşlardır (Müsned, III, 402). 18. âyet iyilik ve doğruluğun, iyi müslüman olmanın sözde değil, yukarıdaki âyetlerde çerçevesi çizilen bir inanç, zihniyet ve yaşayışta olduğunu göstermektedir. Allah’ın âyetlerinin gösterdiği yol budur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler ise bu yoldan da sapmış olacakları için 19. âyette onlar, “bâtılın ve erdemsizliğin yanında olanlar” diye anılmıştır; son âyette de bunların nihaî âkıbeti hatırlatılmıştır.
فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَۘ
فَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اقْتَحَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْعَقَبَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اقْتَحَمَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi قحم ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَۘ
Ayet önceki ayete فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Haber cümlesinin, istifham üslubundaki cümleye atfının mümkün olması, istifhamın gerçek manada soru olmaması sebebiyledir.
Menfî mazi fiil sıygasındaki cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Salih amel, sarp yokuşa benzetilmiş ve الْعَقَبَةُ kelimesiyle ifade edilmiştir.
Ayette ki الْعَقَبَةَ kelimesi müsteardır. Hidayet anlamında kullanılmıştır. الْعَقَبَةَۘ müstearun minh, hidayet müstearun lehtir. Tasrihi istiaredir.
الاقتحام fiili terşîh içindir. (https://tafsir.app/aljadwal/90/11, Mahmut Sâfî, Îrab)
‘’Sarp yokuşa atılmadı’’, yani yokuşa atılmakla o nimetlere şükretmedi, yokuşa atılmak da zor işe girişmektir. عَقَبَةَۘ dağ yoludur, onu aşağıda tefsir ettiği gibi istiare yolu ile köle azat etmede ve yemek yedirmede kullanmıştır. (Beyzâvî)
اقْتَحَمَ çetin bir işe girişmek, الْعَقَبَةَۘ , dağdaki sert (zor) yol ve sarp yokuş demekir. (Fahreddin er-Râzî)
الِاقْتِحامِ (Saldırı) nın nefyi, yakın-acil olanı gelecekteki menfaate tercih ederek hidayetten kaçındığını, kararlı ve sabırlı olsaydı engeli aşacağını gösterir. Üç istiare birbirini takip ederek gelmiştir: İki yol, zorlu iş ve zorluklara meydan okumak. Bunlar birbiri üzerine inşa edilmiştir. Bu en iyi istiareler arasındadır ve aklî şeyler hissî şeylere benzetilmiştir. (Âşûr)