Nahl Sûresi 20. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ  ...

Allah’ı bırakıp da taptıkları şeyler, yaratılmış olduklarına göre hiçbir şey yaratamazlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler
2 يَدْعُونَ taptıkları د ع و
3 مِنْ
4 دُونِ başka د و ن
5 اللَّهِ Allah’tan
6 لَا
7 يَخْلُقُونَ yaratamazlar خ ل ق
8 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا
9 وَهُمْ zaten onlar
10 يُخْلَقُونَ yaratılmaktadırlar خ ل ق
 
Putperestlerin taptıkları varlıklar hakkında, aslında genellikle canlı varlıklar için geçerli olan “ölü” kelimesinin kullanılması, ayrıca onların diriltilmelerinden söz edilmesi bu iki âyet hakkında farklı yorumlar yapılmasına yol açmıştır:
 a) Eski tefsirlerdeki yaygın yorum bizim meâlde tercih ettiğimiz şekil-dedir. Çünkü tanrılığın, temel niteliklerinin başında hayat sıfatı gelir; putperestlerin, kendisi canlı olmayan bir varlığı tanrı kabul edip ondan yardım beklemeleri, kurtuluş ummaları akıl kârı mıdır? 
b) İkinci bir yorum da şöyledir: Bazı nesneleri yontarak, şekillendirerekput haline getiren insanlardır. Oysa putlar böyle bir şey yapıp yaratmayamuktedir değildir; dolayısıyla bunlar, kendilerini yapan putperestlerdendaha âciz birtakım cansız nesnelerden ibarettir. Canlıların (insanların) dahi bilemediği dirilme vaktini bu nesneler nasıl bilebilir? 
c) Burada müşriklerin taptıkları veya dua ve niyazda bulundukları şeylerin melekler olabileceği de düşünülmüştür. Çünkü müşrikler, melekleri Allah’ın kızları sayarak onlara tanrısal fonksiyonlar yüklerlerdi. Bu durumda “Onlar canlı değil ölüdürler” şeklindeki kısım, insanlar gibi meleklerin de ölümlü varlıklar olduğu anlamına gelir (bu üç farklı yorum için bk. Zemahşerî, II, 325-326).
 d) “Onlar canlı değil ölüdürler” ifadesi mecaz sayılarak bundan inkârcıların kastedilmiş olabileceği de ileri sürülmüştür. Şu halde buradaki ölümden, cansızlıktan maksat inkâr sapkınlığıdır; çünkü inkâr, ölüm gibi bir şuursuzluk, akılsızlıktır (İbn Atıyye, III, 386).
 e) Burada putların, Araplar’ca atalarını temsil ettiği için yontulmuş ve dikilmiş semboller olarak da anlaşılabileceği yorumu da yapılmıştır (Ateş, V, 97-98). Ancak İslâm öncesi Araplarının atalarıyla övündükleri bilinmekle birlikte ata ruhlarını tanrılaştırma (animizm) türü bir inanca sahip olduklarına dair herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Her ne kadar söz konusu âyetlerde putları kişileştiren bir ifade tarzı kullanılmışsa da bu, –diğer birçok benzerinde de görüldüğü gibi– Kur’an’ın, putları canlı ve şuurlu varlıklar sayan müşriklerin mantığıyla konuyu ele alan hâkim üslûbudur. Nitekim aşağıda 27. âyette “Hani ortaklarım nerede?” diye sorulurken de aynı mantıktan hareket edilmiştir. 
Sonuç olarak bu yorumlara bakıldığında birinci maddede belirtilen eski yaygın yorumun kabul edilmesini önleyecek ölçüde güçlü bir sebep bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 386-387
 

وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَدْعُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَدْعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Aynı zamanda  دُونِ  muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَخْلُقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

شَيْـٔاً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.


وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ

 

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُخْلَقُونَ  mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur. 

يُخْلَقُونَۜ  meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül hal” veya “sahibu’lhal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “ و  ve zamir” veya yalnız “ و ” gelir. Bazen “ و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki …  وَاللّٰهُ يَعْلَمُ  cümlesine atfedilmiştir.

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsulle belirtilmesi, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً  cümlesi müsneddir. Müsnedin menfi muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında onlara tahkir ifade eder.

دُونِه۪  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

شَيْـٔاً  ’in tenkiri, nev ve taklil ifade eder. Nefy sıyakında tenkir, umum ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Nasb konumundaki  وَهُمْ يُخْلَقُونَ  cümlesi, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. Onların bu hallerinin sürekli ve değişmez bir özellik olduğuna işaret eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu isim cümlesinde haberin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. 

Muzari fiilin tercih edilmesi tecessüm özelliği sayesinde olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette, “Bir konuda kelamcıların usulünce kesin aklî delillerle konuşmak” şeklinde tarif edilen mezheb-i kelâmî sanatı vardır.

لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً  cümlesiyle,  وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

لَا يَخْلُقُونَ  يُخْلَقُونَۜ  arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

يَخْلُقُونَ  fiilinde irsâd,  يُخْلَقُونَ  ile arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr 

sanatları, Allah lafzında tecrîd vardır.

Zuhaylî ayet-i kerimedeki  لَا يَخْلُقُونَ  ve  وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ  ifadeleri arasında cinâs-ı nâkıs bulunduğunu ifade etmektedir. Ancak iki fiil arasında sadece hareke farkı bulunmaktadır. Bu tür cinaslara normalde cinas-ı gayrı tam’ın bir bölümü olan cinas-ı muharref terimi kullanılmaktadır. Bununla beraber Zuhaylî’nin burada cinas-ı nakıs terimini kullanmasında bir yanlışlık yoktur. Zira o, bu terimi cinas-ı gayrı tam ile eş anlamlı olarak kullanmaktadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Onların ibadet ettikleri bu ilâhların yaratıcı olmaları gerekir. Çünkü ilâhlığın gereği mahluk değil hâlik olmaktır. Onlara ibadet edenler de onların mahluk olduğunu inkâr etmiyorlar; fakat inkâr menzilesine konularak kelam tekid edilmiştir. Bunda, dalaletlerine ve yaptıkları hataya tenbih vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَدْعُونَ  -  لَا يَخْلُقُونَ  -  يُخْلَقُونَۜ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)