Meryem Sûresi 52. Ayet

وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِياًّ  ...

Ona, Tûr dağının sağ tarafından seslendik ve kendisi ile gizlice konuşmak için kendimize yaklaştırdık.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَادَيْنَاهُ ve ona seslendik ن د و
2 مِنْ
3 جَانِبِ tarafından ج ن ب
4 الطُّورِ Tur’un ط و ر
5 الْأَيْمَنِ sağ ي م ن
6 وَقَرَّبْنَاهُ ve onu yaklaştırdık ق ر ب
7 نَجِيًّا özel konuşmak için ن ج و
 

Meryem sûresinin dördüncü kıssası Ya‘kub aleyhisselâmın soyundan gelen Hz. Mûsâ’nın kıssasıdır. Hz. Mûsâ İsrâiloğulları’na gönderilmiş olup, “ülü’l-azim” tabirini büyük peygamberler (daha çok beş büyük peygamber) anlamında kabul edenlere göre o da bu gruptaki peygamberlerden biridir (ayrıca bk. Ahkaf 46/35). Hz. Mûsâ’nın özelliği olarak gerçek ve “ihlâslı” diye tercüme ettiğimiz muhlas kelimesi, “seçilmiş, özel bir yakınlıkla tanınmış kişi” anlamlarına da gelmektedir (İbn Âşûr, XVI, 127). Yüce Allah, kendisiyle konuşmak için insanlar arasından Hz. Mûsâ’yı seçtiği ve peygamber olarak görevlendirdiği için onu bu sıfatla nitelendirdiği düşünülebilir. A‘râf sûresinin 144. âyeti de bu anlamı desteklemektedir. Muhlis şeklindeki kıraate göre bu kelime, “ibadeti yalnız Allah için yapan, O’na tahsis eden” mânasına gelir. Bu da Hz. Mûsâ’nın Allah’a kulluktaki samimiyet ve ihlâsını ifade eder. 41. âyetin tefsirinde, kendisine kitap indirilmiş olan peygambere hem resul hem de nebî denildiğine dair bilgi verilmişti. Hz. Mûsâ’ya Tevrat indirilmiş olduğu için burada ona hem resul hem de nebî denilmiştir. Hz. Mûsâ’ya ilâhî çağrının geldiği ifade buyurulan Tûr, Ürdün ile Mısır arasında yer alan Sînâ yarımadasındaki bir dağın adıdır. “Tûr’un sağ tarafı”ndan maksat ise Hz. Mûsâ’nın yüzünü Tûr dağına döndürdüğünde bulunduğu yerin sağ tarafıdır. Zira dağın sağı veya solu olmaz. Yüce Allah Tûr’da Hz. Mûsâ ile vasıtasız olarak konuştuğunda Mûsâ’ya göre dağın sağ tarafından seslenerek konuşmuştur (bk. Taberî, XVI, 94). Başka bir görüşe göre ise “sağ taraf” diye tercüme ettiğimiz eymen kelimesi “bereketli” (mübarek) anlamına gelmektedir (Şevkânî, III, 380). Buna göre Allah Teâlâ Hz. Mûsâ’ya Tûr’un bereketli tarafından seslenerek onunla konuşmuştur. Hz. Mûsâ’nın yaklaştırılmasını, “Mûsâ maddî olarak Tevrat’ın levhalara yazıldığı yere o derece yaklaştırıldı ki kalemin cızırtısını işitti” şeklinde tefsir edenler varsa da “Allah onu mânevî makam bakımından kendisine yaklaştırdı” diye tefsir edenler de vardır ve bu mâna daha uygun görünmektedir (Râzî, XXI, 231; Şevkânî, III, 380). İbn Âşûr da bu yaklaştırmanın “vahyetmek” anlamında mecaz olduğunu ifade etmiştir (XVI, 128). Bir kutsî hadiste kulun Allah’a farz ve nâfile ibadetlerle nasıl yaklaştığı ve sonunda bu yaklaşmanın ruh ahlâk yüceliği olarak nasıl sonuçlar verdiği açıklanmıştır. Kul ile Allah arasındaki yakınlaşmayı te’vilsiz fakat maddîleştirmeden anlayıp yorumlamak bize göre daha uygundur. Yüce Allah Hz. Mûsâ’ya, Firavun’a gidip İsrâiloğulları’nı serbest bırakmasını ondan istemelerini emrettiğinde Hz. Mûsâ kardeşi Hârûn’u da peygamber ve kendisine yardımcı olarak görevlendirmesi için Allah’a dua etti (Tâhâ 20/29-32). Allah Teâlâ onun duasını kabul ederek kardeşini de peygamber olarak görevlendirdi ve onun yanına yardımcı olarak verdi. Mûsâ aleyhisselâmın dilindeki tutukluğa mukabil Hârûn açık ve güzel konuşurdu (krş. Tâhâ 20/25-32; Kasas 28/34). Hz. Mûsâ’nın insanlara tebliğ etmek istediklerini o tebliğ eder ve bulunmadığında ona vekâlet ederdi (Mûsâ ve Hârûn hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49-59; Tâhâ20/30 vd.; Kasas 28/3 vd.). 

Kuran Yolu Tefsiri

 

Tavera طور :   طَوْرٌ/طَوارٌ  evle birlikte uzanan yapı/avludur. Had manasında kullanılır. Kur'an-ı Kerim'de de geçen Tûr طُورٌ sözcüğü belirli bir dağın adıdır. Kimisine göre ise her dağın ismidir. Diğer bazıları da onun dünyayı kuşatan bir dağ olduğunu ileri sürmüşlerdir.

فَعَلَ كَذا طَوْرًا بَعْدَ طَوْرٍ ifadesi tekrar tekrar yapmak anlamında kullanılır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda toplam 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tavır, Tûr Dağı, etvar ve devrandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِياًّ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  نَادَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ جَانِبِ  car mecruru  وَنَادَيْنَا  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  الطُّورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الْاَيْمَنِ  kelimesi  جَانِبِ ’in sıfatı olup lafzen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

قَرَّبْنَاهُ  atıf harfi  و ’la  نَادَيْنَاهُ ’ya matuftur. 

قَرَّبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

نَجِياًّ  kelimesi  قَرَّبْنَاهُ ’daki gaib zamirden hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada müfred haldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَادَيْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

قَرَّبْنَاهُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قرب ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

جَانِبِ  kelimesi sülasisi mücerredi  جنب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِياًّ

 

Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki  اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصاً  cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَقَرَّبْنَاهُ نَجِياًّ  cümlesi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mazi sıygada gelen fiiller, azamet zamirine isnad edilerek tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

نَجِياًّ  konuşarak demektir. Bu kelime  نَادَيْنَاهُ  veya  قَرَّبْنَاهُ  kelimelerindeki iki zamirden birinin halidir. Yakınlaşma manasını tekid eder. Konuşma ile ‘sırrını açma fısıldaşma’ manası kastedilmiştir. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i Meryem, s. 216)

نَجِيٌّ  kelimesi; المُناجاةِ  kelimesinden فَعِيلٌ  kalıbında gelmiş bir mef’ûl’dür.  المُناجاةِ  ise gizlice konuşma, fısıldaşmak demektir. Burada bu konuşma, hiç kimsenin daha evvel konuşmadığı ve kimseye açmadığı bir sırra benzetilmiştir. (Âşûr).

اَيْمَنِ  sağ taraf demektir ki  يمين den gelir, o da Musa'nın sağ tarafına tekabül eden cihettir, yani Allah'ın kelamı ona o taraftan gelmiş gibi oldu demektir.

Onu yaklaştırdık şereflendirmek için ifadesinde onu, kralın özel konuşmak için yanına aldığı kimseye benzetmiştir.  مُناجِياً  (Yalvarıcı olarak) demektir ki iki zamirin birinden hal olur. Yükselmiş olarak denilmiştir ki  نَجْوَ ’den gelir, o da yüksekliktir. Çünkü rivayete göre o yedi kat göklerin üzerine çıkarılmış, öyle ki kalemin cızırtısını duymuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Hz. Musa'nın hali, hükümdarın konuşmak için kendisine yakıştırdığı ve sohbeti için seçtiği kimsenin haline benzetilmiştir. (Ebüssuûd)

الْاَيْمَنِ  جَانِبِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نَجِياًّ  نَادَيْنَ  kelimeleri arasında îham-ı tıbâk sanatı vardır.