Tâ-Hâ Sûresi 93. Ayet

اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي  ...

Mûsâ, (Tûr’dan dönünce) şöyle dedi: “Ey Hârûn! Saptıklarını gördüğün zaman bana uymana ne engel oldu? Yoksa emrime karşı mı geldin?”  (92 - 93. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَّا
2 تَتَّبِعَنِ neden bana uymadın? ت ب ع
3 أَفَعَصَيْتَ karşı mı geldin? ع ص ي
4 أَمْرِي buyruğuma ا م ر
 

A‘râf sûresinde belirtildiği üzere Hz. Mûsâ kırk gece sürecek bir buluşma için Allah Teâlâ’nın huzuruna çağırılmış, Mûsâ bu amaçla kavminden ayrılırken kardeşi Hârûn’u vekil olarak bırakmış ve ona şöyle demişti: “Kavmimin içinde benim yerime geç; onları ıslah et; bozguncuların yoluna uyma” (7/142).

Bu süre içinde Sâmirî isimli bir kuyumcu, altından bir buzağı yaparak İsrâiloğulları’nın ona tapmalarını sağlamış, Hz. Hârûn bunu önlemeye çalışmakla beraber başarılı olamamıştı. Kavminin Sâmirî tarafından saptırıldığını vahiy yoluyla öğrenen Hz. Mûsâ son derece kızgın ve üzgün bir biçimde geri dönüp ağabeyi Hârûn’a çıkışmıştı, çünkü onun görevini yerine getirmede kusurlu olduğunu düşünüyordu. Oysa Hârûn bu sapkın hareketi engelleme çabalarında ısrarcı davrandığı takdirde kardeşi Mûsâ tarafından kavmi içinde bozgunculuğa yol açmakla itham edilebileceğinden endişe ediyordu. Bu durumu ona açıklayınca Mûsâ’nın öfkesi yatıştı (bu konuda ayrıca bk. A‘râf 7/148). 84. âyetin “onlar da benim izimdeler” şeklinde tercüme edilen kısmı genellikle “onlar ardımdan geliyorlar ve yakınımdalar” anlamıyla açıklanmıştır (bk. Taberî, XVI, 195-196; Râzî, XXII, 98-99). Bazı müfessirler bu ifadede, Hz. Mûsâ’nın seçkin bir grupla

Allah’ın huzuruna çağırılmış ve kendisinin onları beklemeksizin ilâhî huzura koşmuş olduğuna delâlet bulunduğunu belirtirler (Râzî, XXII, 99; Şevkânî, III, 427). Fakat burada Hz. Mûsâ onların kendilerine bildirilen hak din ve tevhid inancı üzere olduklarına işaret etmek istemiş olmalıdır. Zira 85. âyette onların tâbi tutuldukları sınavda başarılı olamadıkları ve hak yoldan saptıkları, dolayısıyla, durumun Mûsâ’nın düşündüğü gibi olmadığı bildirilmiştir. Bugünkü Tevrat metninde buzağı heykelinin yapımıyla ilgili olarak verilen bilgi şöyledir: “Ve dağdan inmek için Mûsâ’nın geciktiğini kavmi görünce, kavmi Hârûn’un yanında toplandı, ve ona dediler: Kalk, bizim için ilâh yap, önümüzden gitsinler; çünkü Mûsâ’ya, bizi Mısır’dan çıkaran bu adama, ne oldu bilmiyoruz. Ve Hârûn onlara dedi: Karılarınızın, oğullarınızın ve kızlarınızın kulaklarındaki altın küpeleri kırıp çıkarın, ve onları bana getirin. Ve bütün kavmi kendi kulaklarındaki altın küpeleri kırıp çıkardılar ve onları Hârûn’a getirdiler. Ve onu ellerinden aldı, ve oymacı aletiyle ona biçim verdi ve onu dökme bir buzağı yaptı... Ve Rab kavmi vurdu, çünkü Hârûn’un yaptığı buzağıyı yaptılar” (Çıkış, 32/1-4,35). Bu konu, Brill tarafından uzun bir süredir hazırlıkları sürdürülen ve “bir Batı dilinde Kur’an hakkında yayımlanan ilk çok ciltli ve kapsamlı müracaat eseri” olarak tanıtılan Kur’an ansiklopedisinin örnek fasikülünde “Altın Buzağı” başlığı altında özel olarak incelenmekte, fakat Çıkış bölümünde (32/2-3) bu buzağının “altın yüzüklerden” yapıldığı bilgisinin verildiği ileri sürülmektedir. Oysa yazarın belirttiği üzere orijinal metindeki tamlama “nizmey ha zahab” şeklindedir ki bu “altın küpeler” anlamına gelmektedir (bk. Geral R. Hawting, “Calf of Gold”, Encyclopedia of the Qur’an, Volume A-D [Preview], s. 16). Put yapıp toplumun ona tapmasını sağlamanın bir peygamber için asla düşünülemeyeceği ortada olmakla beraber, bugünkü Tevrat metninde bu iddianın yer tutabilmiş olması bu kutsal metnin tahrife uğramış olduğunun açık kanıtlarındandır.

85, 87 ve 95. âyetlerde, buzağı heykelini yapan kişinin adı belirtilerek bu iddianın bir iftira olduğu ayrıca ortaya konmuş olmaktadır. 87. âyette işaret edilen kavmin Mısırlılar olması muhtemeldir. Kitâb-ı Mukaddes’te de Mısır’dan çıkış tasvir edilirken şu ifadelere yer verilmiştir: “Ve İsrâiloğulları Mûsâ’nın sözüne göre yaptılar; ve Mısırlılar’dan gümüş şeyler ve altın şeyler ve esvap istediler; ve Rab Mısırlılar’ın gözünde kavme lutuf verdi ve istediklerini verdiler. Ve Mısırlılar’ı soydular” (Çıkış, 12/35-36). Tevrat’ın buradaki açıklaması ile Kur’an’ın bu konudaki ifadesi arasında bir paralellik görünmekle birlikte, yukarıda aktarılan anlatım, heykel yapımında kullanılan malzemeye ilişkin bilgi açısından da eleştiriye açık görünmektedir. Zira Kur’an İsrâiloğulları’nın o kavmin ziynet eşyalarından yüklendiklerini, Tevrat da onların Mısırlılar’dan (“soydular” ifadesine bakılırsa muhtemelen ödünç adı altında fakat iade etmemek niyetiyle) gümüş ve altın şeyler istediklerini belirtmektedir. Yukarıda nakledilen buzağı yapımı tasvirinde ise sadece kulaklardaki altın küpelerin kırılıp ortaya konmasından söz edilmektedir. 88. âyetin sonundaki “fakat o unuttu” anlamındaki cümlede unutulanın ne olduğu konusunda farklı açıklamalar yapılmıştır. Bir görüşe göre burada Sâmirî’nin Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği dini bir tarafa bıraktığından ve gerçek Tanrı’yı unuttuğundan söz edilmektedir. Taberî’nin de kuvvetli bulduğu yoruma göre ise bu, Sâmirî’nin Hz. Mûsâ hakkındaki sözüdür. Sâmirî bu ifadesiyle Hz. Mûsâ’nın Tûr’da aramaya gittiği asıl tanrının işte bu buzağı olduğunu ama Mûsâ’nın bunu dikkatten kaçırdığını iddia ederek toplumu ikna etmeye çalışmıştır (Taberî, XVI, 200-201; Zemahşerî, II, 444). Bu yorum esas alındığında söz konusu ifadede Hz. Mûsâ’nın Firavun’un sarayında tam bir Mısırlı olarak yetiştiğine dair bir ima bulunduğu söylenebilir (Esed, II, 637).95-104. 85, 87 ve 95. âyetlerde Sâmirî diye sözü edilen şahsın kökeniyle ilgili olarak klasik tefsir kitaplarında değişik bilgilere yer verilmiştir; kimi rivayetlere göre o İsrâil kökenlidir, hatta Hz. Mûsâ’nın dayısının oğludur, kimilerine göre komşusu bir Kıptî olup kendisiyle birlikte Mısır’dan çıkanlar arasında yer almıştır, kimilerine göre aslen Kirmanlıdır (bk. İbn Atıyye, IV, 57-58; Zemahşerî, II, 443-444; Râzî, XXII, 101; bunlar hakkında değerlendirme için bk. Derveze, III, 84-85; Esed, II, 635).

 

96. âyette geçen ve “elçi” diye tercüme ettiğimiz resul kelimesi müfessirler tarafından genellikle Cebrâil olarak anlaşılmış ve âyetin diğer kısımlarına da buna göre mâna verilmiştir. Bu açıklamaların özeti, Sâmirî denen şahsın Cebrâil’i gördüğü ve onun bineğinin ayak bastığı yerden bir miktar toprak alıp attığı şeklindedir. Bu yoruma göre “Onların görmediklerini gördüm” cümlesinin anlamı, Sâmirî’nin Cebrâil’i gördüğünü ileri sürmüş olmasıdır. Râgıb el-İsfahânî’nin açıklamalarına göre ise basura fiilinin Arap dilinde kalbî (zihnî) bir idrak anlamıyla birlikte olmaksızın sırf görme organının algılamasını belirtmek için kullanımı nâdirdir. Bu fiil daha çok “bir şeyin künhüne vâkıf olmayı, bilinçli bilgiyi” ifade eder (el-Müfredât, “bsr” md.).

Râzî, İsfahânî’nin bu izahından yola çıkarak Cebrâil merkezli yorumları eleştirir ve burada “elçi” kelimesi ile Hz. Mûsâ’nın kastedilmiş olduğu yorumunu yapar. Râzî’nin yorumuna göre Sâmirî’nin âyette aktarılan sözünün anlamı şudur: “Ben onların göremediklerini gördüm yani sizin izlediğiniz yolun doğru olmadığını anladım ve ey elçi senin dininden ve sünnetinden bir kısmını çıkarıp attım” (XXII, 111).

M. Esed, Râzî’nin bu yorumunu esas alan açıklamalarında önce Sâmirî’nin, müteâl ve görünmeyen Tanrı ya da Allah fikrine karşı çıktığına ve halkın ‘görünen, elle dokunulabilen somut’ bir tanrıya inanması gerektiğini düşündüğüne dikkat çekmekte, “Elçinin izinden bir avuç avuçladım ve onu attım” ifadesini de “Resulün öğretisinden bir tutam (yani onun bir kısmını) aldım ve onu (öğretinin muhtevasından) çıkarıp attım” şeklinde izah etmektedir. Kur’an’da yer alan bu kıssanın teması ile ilgili olarak Esed’in daha sonra ortaya koyduğu şu açıklama da dikkat çekicidir: “Kanaatimizce, Sâmirî’nin Hz. Mûsâ’nın öğretisinden bir kısmını reddetmesi, onun putperestliğe ve Allah’tan başka nesnelere ya da varlıklara tanrısal nitelikler yakıştırmaya ilişkin bilinç altı eğilimlerini açığa vurmaktadır: Tanrısal varlığın yahut en azından onun ‘tecellisi’ olarak tasarlanabilen şeyin somut bir imajını ortaya koyarak (koymaya kalkışmak) kavranamaz, tasarlanamaz olanı insanın sınırlı algı ve duyu alanına yaklaştırmayı amaçlayan boş ve aldatıcı bir hayalcilikten ibarettir, bu yoldaki bütün çabalar insanın Allah’a ilişkin kavrayışını aydınlatacağına daha da bulanık bir hale soktuğundan, bu yönde atılan her adım en başta kendi amacını baltalamakta ve böylece çıkmaz bir yola sokulmuş olan dindar eğilimli kişinin mânevî potansiyeli büsbütün ziyan edilmektedir: Kur’an’daki veriliş tarzı itibariyle, altın buzağı kıssasıyla anlatılmak istenen gerçek de, şüphesiz budur” (II, 638).

Hz. Mûsâ, Sâmirî’yi yanından uzaklaştırırken İsrâiloğulları’nın onunla aynı ortamı paylaşmalarını yasaklamış, böylece Sâmirî’ye toplumdan tecrit (bir çeşit aforoz) edilme şeklinde çok ağır bir ceza verilmişti. 97. âyette bu hususa işaret edildiği anlaşılmaktadır (Taberî, XVI, 206). Bunun yanı sıra, Allah tarafından Sâmirî’nin insanlardan uzak durmaya mecbur eden veya zürriyet sahibi olmasını engelleyen fiziksel bir hastalık verilerek cezalandırıldığı yorumları da yapılmıştır (Râzî, XXII,112). 

Kuran Yolu Tefsiri

 

اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ 

 

اَنْ  masdar harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuz emir manasındadır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  مَنَعَكَ  fiiline müteallıktır.  

تَتَّبِعَنِ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

Sonundaki  نَ  vikayedir. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

تَتَّبِعَنِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  atıf harfidir.  عَصَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

اَمْر۪ي  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
 

اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ

 

Ayet önceki ayetin devamı olduğu için fasılla gelmiştir. اَلَّا , masdar harfi  اَنْ  ve nefy harfi  لَا ’dan müteşekkildir. 

لَا  edatı  قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلَّا تَسۡجُدَ  (Araf suresi, 12) ayetinde olduğu gibi zaittir. (Beyzâvî) 

اَنْ  ve akabindeki  تَتَّبِعَنِۜ  cümlesi  mahzuf  مِن  harf-i ceriyle birlikte, önceki ayetteki …مَا مَنَعَكَ  cümlesine mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

تَتَّبِعَنِ  fiilinin sonundaki  نِ , nûnu vikayedir. Mef’ûlun bih olan mütekellim zamiri  ي mahzuftur.

اَلَّا daki  لَا  zaittir (manaya katkısı yoktur). Anlam, “Allah yolunda, Allah için öfkelenme ve inkâr ve günahtan şiddetle alıkoyma konusunda bana uymana engel olan şey nedir? İman edenleri yanına alıp inkâr edenlerle savaşsaydın ya! Ben böyle bir şey görecek olsam derhal bu işe koyulurdum, neden sen de benim davranacağım gibi davranmadın, derhal işe koyulmadın?” şeklindedir. Ya da neden gelip bana yetişmedin/bildirmedin?! demektir. (Keşşâf)

  اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي

 

Ayetin son cümlesine dahil olan hemze inkarî istifham,  فَ  ise atıf harfidir. Cümle, ... مَا مَنَعَكَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Tevbih ve kınama ifade eden soru cümlesi istifham amacında olmadığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

تَتَّبِعَنِۜ - فَعَصَيْتَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَلَّا تَتَّبِعَنِ  cümlesiyle,  اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.