وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
“Yüksek yer” diye çevirdiğimiz rî‘ kelimesi “yol” mânasına da geldiği için 128. âyeti “Siz boş şeylerle uğraşarak her yol üstüne bir anıt mı dikersiniz?” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Hz. Hûd, kavminin âhiret hayatını unutup tamamen dünya hayatı ve zevklerine yöneldiklerini, Allah’a ortak koşarak O’na ibadeti terkettiklerini görünce böyle bir uyarıda bulundu. Çünkü güçlü ve zengin olan kavmi daha önce din ve ahlâk kurallarına uygun olarak doğru yolda yürürken bilâhare güçlerine ve servetlerine güvenerek Allah’ı, peygamberi ve Allah’ın gönderdiği dini tanımaz duruma gelmişlerdi. Kur’an’ın verdiği bilgiye göre bunlar (Yemen’de İrem adında) bir şehir kurmuş, müreffeh bir şekilde yaşıyorlardı. Muhteşem sarayları, kaleleri, bağları, bahçeleri vardı (krş. Fecr 89/6-8). Tefsirlerde bildirildiğine göre bunlar, çöllerde yolcuların yollarını yitirmemeleri için yol kenarlarına, özellikle tepelere güvercin kaleleri, kuleler, âbideler ve alâmetler dikmişlerdi; su biriken yerlerde ise sarnıçlar yapılmıştı; kışın yağmur suları bu sarnıçlarda biriktirilir, yazın ihtiyaç anında kullanılırdı. Özellikle çölde susuz kalan yolcular bu sarnıçlardan yararlanırlardı. İşlek yollardan gelip geçenlerle oyalanıp eğlenmek için hâkim noktalara binalar yaptıkları da zikredilmiştir (İbn Âşûr, XIX, 165-168). Kısacası Âd kavmi güçlü ve müreffeh bir toplum haline gelmişti; yeryüzünde kendilerinden daha güçlü kimsenin bulunmadığı kanaatinde idiler (bk. Fussılet 41/15). 130. âyet onların gerçekten güçlü olduklarına işaret etmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 163Betaşe بطش : بَطْشٌ bir nesneyi zor/güç bir şekilde saldırıp yakalamaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَطَشْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَطَشْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَ cümlesi şartın cevabıdır.
بَطَشْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
جَبَّار۪ينَ hal olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
وَ atıf harfiyle öncesine atfedilen ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart manası taşıyan zaman zarfı اِذَا ’nın muzâf olduğu بَطَشْتُمْ şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
جَبَّار۪ينَ kelimesi بَطَشْتُم ‘deki failin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim itnabıdır.
بَطَشْتُمْ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
البَطْشُ , kızgınken kırbaçla veya kılıçla dövmek demektir. (Âşûr)
الجَبّارُ , Haksız olarak şiddet göstermek, ezada aşırılık ve zulmetmek demektir. (Âşûr)
Cenab-ı Hak onların, bu israf ve dünya hayatına karşı hırslarının yanısıra, başkalarına karşı davranışlarının da zorbaların muamelesi gibi olduğunu beyan etmiştir. Buna göre, sanki hak etme yoluyla değil de istila yoluyla başkasına hücum edenin onu tutması, zorbaların yakalanması olarak tavsif edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Hz. Hûd'un söylediği bu üç cümlenin neticesi şudur: Yüksek yüksek binalar yapmak, yüceliği sevmeye, yer altında su mahzenleri edinmek, ebediliği sevmeye, zorba olma ise ululukta ve büyüklükte tek olmayı arzu etmeye delalet eder. Bunların sonucu da onların yüceliği sevdiklerine yüceliğin devamını istediklerine ve yücelikte yalnız olmayı arzu ettiklerine varıp dayanır. Bütün bunlar ise ulûhiyete ait sıfatlar olup kul için tahakkuku imkânsızdır. Böylece bu dünya sevgisine batıp gittikleri, kulluk sınırlarını aştıkları ve rubûbiyet iddiasında toplandıkları için dünya sevgisinin onlara hükümran olduğuna delalet eder ki bu da her hatanın başının her küfür ve günahın sebebinin, dünya sevgisi olduğuna dikkat çeker. (Fahreddin er-Râzî)