بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا عِلْم۪ي cümlesi mukadder mekulü’l-kavle matuf olarak mahallen mansubdur. Takdiri, أهم كذلك وما علمي (Onlar bu durumdalar mı? Benim bilgim yok) şeklindedir.
مَا soru ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. عِلْم۪ي mübtedanın haberi olup mahzuf mukadder ى üzere damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte عِلْم۪ي ‘ye mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olup mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nuh (as)’ın cevabıdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, takdiri أهم كذلك (Onlar bu durumdalar mı?) olan mahzuf cümledir.
Mukadder mekulü’l-kavle matuf olan وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
İstifham ismi مَا mübteda, عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ haberdir,
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mecrur mahalde, harf-i cerle birlikte عِلْم۪ي ‘ye mütealliktir. Sılası كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi كَانُوا يَعْمَلُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
عِلْم۪ي - يَعْمَلُونَۚ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا عِلْم۪ي ifadesi, ‘Ne bilgim olacak?’ anlamındadır; bununla, tabilerinin, amellerini ihlasla sırf Allah için yapıp yapmadıklarından ve işlerinin içyüzünden haberdar olma konusunda bir bilgisinin olmadığını kastetmektedir. (Keşşâf)
Bu kelam, onların, sözleriyle işaret ettikleri, Hz. Nuh'a iman edenlerin tahkik ve basiret ile iman etmedikleri iddialarına cevaptır. Yani benim vazifem, zahire itibar etmek ve hükümleri zahire bina etmektir; onların içyüzünü araştırmak ve kalplerini yarıp bakmak, benim işim değildir. (Ebüssuûd)
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ
İsim cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. حِسَابُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. عَلٰى رَبّ۪ي car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Mütekellim zamir ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. تَشْعُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لعلمتم أنّ حسابهم على ربّي (Onların hesabının Rabbim katında olduğunu bilirdiniz.) şeklindedir.
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavl yerindedir.
Kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur. عَلٰى رَبّ۪ي , mahzuf habere mütealliktir.
Nefy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır.
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي ifadesinde kasr-ı mevsuf ales sıfat oluşmuştur. حِسَابُهُمْ maksûr/mevsuf, عَلٰى رَبّ۪ي maksûrun aleyh/sıfattır. Çünkü mecrur haber vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. Bu cümlede takdir (حِسابُهم مَقْصُورٌ عَلى الِاتِّصافِ بِمَدْلُولِ (عَلى رَبِّي (Onların hesabı Rablerine ifadesinin delalet ettiği şeyle vasıflanmış zata aittir) şeklindedir. Sekkâkî, Miftâh isimli kitabında bunun izafî ifrad kasrı olduğunu söylemiştir. Yani hesabın Rabbe ait olma durumu başka birine geçmez. Bu cümle iman edenleri sürgün etmek isteyen kavmin sözlerine reddiyedir. (Âşûr)
Peygamber efendimize ait zamirin, رَبّ۪ ismine muzâfun ileyh olması, muzâfun ileyhin şanı içindir.
Ayet-i kerîme’de geçen اِنْ , ma-i nâfiye manasındadır. (Celâleyn Tefsiri)
لَوْ تَشْعُرُونَۚ
Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَشْعُرُونَۚ , şart cümlesidir.
Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri لعلمتم أنّ حسابهم على ربّي (Onların hesabının Rabbim katında olduğunu bilirdiniz.) şeklinde olabilir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
تَشْعُرُونَ fiili genel olarak kâfirlere hitap olmak üzere تَ ile okunmuştur. Zahir (kuvvetli) olan da budur. Ancak İbn Ebi Able ile Muhammed b. es-Sümeyka: "İnceden inceye kavrayan kimseler olsalardı" şeklinde ي ile يشْعُرُونَ şeklinde okumuşlardır. Bu şekliyle adeta kâfirlerin durumu hakkında bir haber vermek gibidir ve onlara hitap terkedilmiş gibidir. (Kurtubî)وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. اَنَا۬ muttasıl zamiri َٓما ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. طَارِدِ kelimesi lafzen mecrur, َٓما ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
الْمُؤْمِن۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
Hz. Nuh’un sözlerinin devamı olan ayet, önceki ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi مَٓا , nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir. ليس ’nin haberine dahil olan بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
مَٓا ’nın haberi طَارِدِ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devamına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.
Bu cümle, onların sözlerinin vehmettirdiği yoksul müminleri kovması talebine ve imanlarını bu şarta bağlayıp tabileri olan yoksulları imanlarına engel saymalarına cevaptır. (Ebüssuûd)
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. نَذ۪يرٌ haber olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ sıfat olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Nefy manasındaki اِنْ ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Hz. Nuh’un, apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey olmadığının, kesin bir dille ifade edildiği sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesine ilave olan kasr sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. اَنَا۬ maksûr/mevsuf, نَذ۪يرٌ maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Kasr, izafîdir. Müsnedün ileyh, nezir olmak sıfatına tahsis edilmiştir. Aynı zamanda başka sıfatların müsnedün ileyhte olmadığı ifade edilmiştir. Bunun sebebi nezir olmak vasfının kemâl dereceye ulaşmış olmasıdır. Yani mübtedada olan diğer sıfatlar yok sayılmıştır.
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden مُب۪ينٌ kelimesi, نَذ۪يرٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede tetmim ıtnâbı sanatı vardır.
Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu cümle, bir illet ve sebep gibidir. Yani ister azizlerden olsunlar, ister zekilerden olsunlar, ben ancak bütün mükellefleri uyarmak ve onları küfür ve günahlardan alıkoymak için gönderilmiş bir peygamberim. O halde zenginlerin bana tâbi olmaları için yoksulları kovmak, benim için nasıl olabilir! Yahut bana düşen vazife, ancak açık hüccet ile sizi uyarmaktan ibarettir ve ben bunu yaptım. Bazılarınızı razı etmek için diğer bazılarınızı kovmak ise benim işim değildir. (Ebüssuûd)
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
Mekulü’l-kavli لَمْ تَنْتَهِ۬ نَذ۪يرٌ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَنْتَهِ۬ fiili mukadder ى üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
يَا nida, نُوحُ münadadır.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
تَكُونَ nakıs mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونَ ’nin ismi, mahzuftur. تَكُونَنَّ fiilinin sonundaki ن tekid harfidir.
مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَ car mecruru تَكُونَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمَرْجُوم۪ينَ ‘nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
تَنْتَهِ۬ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi نهى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
الْمَرْجُوم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi رجم olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ
Allah Teâlâ’nın, bize inkârcıların sözlerini bildirdiği ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ cümlesinde لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إنْ şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi olan لَمْ تَنْتَهِ۬ menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَا نُوحُ nidası, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.
Şartın cevabı sonraki mukadder kasemin cevabı delaletiyle hazf edilmiştir. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَ cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
لَ ve nun-u sakîle ile tekid edilmiştir. Nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ car mecruru, تَكُونَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
الرَّجْم kelimesinin, öldürmek (القَتْلِ) manasında kullanılması meşhurdur. (Âşûr)
Müşriklerin sözlerindeki kasemler ve tekid nûnu, onların söylediklerini yapmakta ne kadar kararlı olduklarını göstermektedir.
Hz. Nuh'un kavmi, kendisine dediler ki: "Ey Nuh! sen eğer bu söylediklerinden vazgeçmezsen, hiç şüphesiz sövülenlerden yahut taşla taşlanmış olanlardan olacaksın. Onlar, bunu en son aşamada söylemişlerdi. (Ebüssuûd)
قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ
قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Nida ve cevabı olan mekulü’l-kavl رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ ‘dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. رَبِّ münadadır. Muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri ي mahzuftur. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. قَوْم۪ي kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup mütekellim ى 'sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُونِ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَذَّبُونِ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Bu kez Allah Teâlâ Hz. Nuh’un Rabbine niyazını bildiriyor.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida harfi ve muzâfun ileyhin hazfi mütekellimin, münadaya yakın olma isteği sebebiyledir.
Kur’an-ı Kerim ayetlerinde çoğunlukla رَبّ kelimesinden önce nida harfi hazf olur. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nidanın cevabı olan اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan كَذَّبُونِ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Muhatap Allah Teala olduğu için bu haber cümlesi lâzımı faide-i haberdir. Cümle aslında muhatabın tereddüt veya inkâr ettiği durumlarda tekid edilmesi gerekir. Burada muhatap Allah Teâlâ olduğu halde cümle tekidli geldiği için terkip muktezâ-i zâhirin hilafına, fakat muktezâ-i hale uygun olmuştur. Bu sebeple mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
كَذَّبُونِ fiilinin sonundaki mütekellim zamiri, fasıla gözetilerek hazf edilmiştir.
Nuh (as)’ın, Allah’a Rabb ismiyle رَبِّ şeklinde izafetle nida etmesi, ondan yardım ve destek beklediğini işaret eder.
تفعيل babındaki كَذَّبُونِۚ fiili teksir ifade etmiştir.
Şuara Suresi 117. ayet-i kerime tekidin muhatap için değil, mütekellimin beklemediği bir durumla karşılaştığını ızhâr için gelmesine örnektir. Ayet-i kerimede Hz. Nuh Rabbine davetinin sonucunu aktarırken şöyle dedi: رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ [Ey Rabbim! Kavmim beni yalanladı.] ifadesini kullanmıştır. Allah Teâlâ her şeyin bilgisine malik olduğu için hiçbir konuda şüphe etmesi veya öğrenmek için soru sorması düşünülemez. Dolayısıyla onu muhatap kılarak kurulan haber cümleleri muktezâ-ı zâhire göre ibtidâî formda olmalıdır. Ancak mütekellim (Hz. Nuh), ifadesindeki tekidi muhatapta bir şüphe gördüğü için değil beklemediği bir durumla karşılaştığını ifadesine yansıtmak üzere kullanmış, dolayısıyla söz konusu haber durumun gereğine (muktezâ-i hâl) uygun olarak gelmiştir. (Fadl Hasen Abbâs, el-Belâğatü, Funûnuhâ ve Efnânuhâ el-Meâni, c. I, s. 138)
"Onlar, Nûh (as)'ı, taşlayarak öldürmekle korkutmuşlardır." Bunun üzerine Nûh (as) da onların felaha ulaşamayacaklarına dair bir ümitsizlik ve ye's hasıl olmuş, bunun üzerine de Nûh (as) "Rabbim, kavmim beni yalanladı. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver" demiştir. Bundan gaye, onların yalanladığını Allah Teâlâ'ya bildirmek değildir, çünkü O Âlimu'l-gayb ve şehadet olan, Allah'ın en iyi bilen olduğunu bilmektedir. Fakat o bununla, "Bana eziyet ettiklerinde, Allah'ım ben onlara bedduada bulunmuyorum... Ben ancak ve ancak Senin ve Senin dinin için sana yakarıyorum... Onlar, vahyin ve risaletin hususunda beni yalanladıkları için benimle onların arasındaki hükmü Sen ver Allah'ım..." manasını murad etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحاً وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحاً
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
افْتَحْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
بَيْن۪ي mekân zarfı, mukadder ى üzere fetha ile mansub olup افْتَحْ fiiline mütealliktir.
بَيْنَهُمْ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. فَتْحاً mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. و atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجِّن۪ي dua makamında emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Sonundaki ن vikayedir. Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez.Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. نَجِّن۪ي fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denir. Mütekellim ى ‘sı mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, نَجِّن۪ي ‘deki mütekellim zamirine matuf olup mahallen mansubdur. مَعِيَ zaman zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru mahzuf sılaya mutealliktir. الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اَلْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحاً
Ayet Nuh (as)’ın sözlerinin devamıdır. Önceki ayetteki mekulü’l-kavle فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda gelmiş talebî inşâî isnad olan cümle, dua manasına geldiği için lüzumiyet alâkasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
فَتْحاً , mef’ûlü mutlak olarak mansubdur.
فَافْتَحْ - فَتْحاً kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَيْن۪ kelimenin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحاً cümlesinde güzel bir istiare vardır. فَتْح kelimesi, hüküm manasında müsteardır.
الفَتَاحة kelimesi, ‘hükmetmek’ anlamına gelir. الفَتَّاح ise hükmeden, hakim anlamındadır, zira hakim zor ve muğlak meseleleri çözümler. Buradaki hükümden maksat ise onların üzerine bir ceza indirmektir. Zira o, hemen peşinden "Beni kurtar" demiştir. Şayet bu hükümden maksat, ceza indirmek olmasaydı, bundan sonra "kurtarmak" ifadesinin zikredilmesinin hiçbir anlamı olmazdı. (Fahreddin er-Râzî)
وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Önceki cümleye matuf bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat mevcuttur.
Emir üslubunda olmasına rağmen dua manası taşıması sebebiyle lüzumiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
مَن , müşterek ism-i mevsûl, نَجِّنِی ’deki mef’ûle matuf olduğu için nasb mahallindedir. مَّعِیَ mahzuf sılaya mutealliktir. Sıla cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ , sıladaki mukadder aid zamirin, mahzuf haline mütealliktir.
Hz. Nuh’un bu duası, Nuh Suresinde tafsilatlı olarak zikredilen duasının icmâli olarak anlatımıdır. (Ebüssuûd)
Nuh (as) onların iman edeceklerinden yana ümidini kesince ‘Beni ve beraberimdeki müminleri de kurtar’ sözlerini söylemişti. (Kurtubî)فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ
Şehane شحن : شَحْناء nefsin kendisiyle dolduğu düşmanlıktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece ismi meful kalıbında olmak üzere 3 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir şekli bulunmamakla birlikte şahane ve şahin işari olarak manayı hatırlatır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir ه mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl atıf harfi وَ 'la gaib zamirine mütealliktir.
مَعِيَ zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. فِي الْفُلْكِ car mecruru اَنْجَيْنَاهُ fiiline mütealliktir.
الْمَشْحُونِ kelimesi الْفُلْكِ ‘nın sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نجو ’dir.
İf’al babı fiill, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ
Ayet فَ atıf harfi ile 117. ayetteki …قال ربّ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
فَاَنْجَيْنَاهُ fiilindeki mef’ûle matuf olan müşterek ismi mevsûl مَنْ ’in sılası mahzuftur. مَعَهُ ve فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ car mecrurları, mahzuf sılaya mütealliktir. Sıla cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْمَشْحُونِۚ (Dopdolu), الْفُلْكِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Keşşâf sahibi şöyle der: الْفُلْكِ kelimesi, gemi anlamında olup çoğulu da الْفُلْكِ ’dür. (Fahreddin er-Râzî)
الْمَشْحُونِۚ Dopdolu demektir, "Dolu olmak" ise geminin insanlarla, canlılarla ve başka şeylerle dolup taşmasıdır. Burada فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ lâfzında الْفُلْكِ (Gemi) müennes gelmemiştir, çünkü burada bu lâfız çoğul değil, tekildir. (Kurtubî)
اَنْجَيَ fiili اِفعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise تفعيل babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ
ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَغْرَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
بَعْدُ zaman zarfı, اَغْرَقْنَا fiiline mütealliktir. بَعْدُ kelimesinin sonundaki ötre, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. الْبَاق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اَغْرَقْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi غرق ’dir.
İf’al babı fiill, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
الْبَاق۪ينَ sülâsi mücerredi بقي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ
Atıf harfi ثُمَّ , terahi içindir. Önceki ayete matuf olan bu ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
ثُمَّ atıf harfi rütbenin farklılığı içindir. Bu sebepten Allah Teâla بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ dedi. Yani; من قومه demektir. (Âlûsî)
Böylece Cenab-ı Hak, onları kurtardıktan sonra diğerlerini boğduğunu, onları boğmasının müminleri kurtarmasından sonra olduğunu beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
لَ tekid lamıdır. اٰيَةً kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اَكْثَرُ kelimesi كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup nasb alameti ي ‘dir.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ
Ayet, beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَةً ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifadesi içindir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
وَ , itiraziyyedir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan مُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Bu ayet surede 4 kez gelmiştir. Tekrarlanan ayetler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28)وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Ayet atıf harfi وَ ile makabline matuftur. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. الرَّح۪يمُ۟ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزُ ve الرَّح۪يمُ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Ayet önceki ayetteki اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً cümlesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca رَبَّكَ izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ cümlesi اِنَّ ‘nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
الْعَز۪يزُ haberdir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Haber olan iki vasfın, aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. Bu iki kelime de mübalağa ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
الرَّح۪يمُ - الْعَزٖيزُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Fahreddin Râzî şöyle der: Ayette, Allah'ın الْعَز۪يزُ (güçlü) sıfatının الرَّح۪يمُ۟ (merhametli) sıfatından önce gelmesinin sebebi şudur: Akla gelebilir ki Allah, onları cezalandırmaktan aciz olduğu için merhametlidir. İşte bu vehmi ortadan kaldırmak için üstün ve güçlü manasına gelen الْعَز۪يزُ sıfatı zikredilmiş, böyle olmasına rağmen kullarına merhametli olduğu bildirilmiştir. Çünkü merhamet, üstün güçle birlikte bulunduğunda daha etkili olur.
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Aralarında tekrir ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)
Şuarâ sûresinde art arda gelen 8 ve 9. ayetler sekiz yerde tekrarlanmıştır. İlki Hz. Muhammed'i (sav) ve Rabbi’nden gelenleri yalanlayanları tekzip açıklamasından sonra gelmektedir. Daha sonra her tekrarlanış önceki yalanlayanların kıssalarının hemen ardından her bir kıssadan sonra gelmiştir. Her birinin farklı bir durum için gelmesi, ifadenin zikredilişine güzel bir anlam katmıştır. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı'nda Itnâb Üslûbu)
Ayetteki [şu muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, mutlak galiptir ve çok merhametlidir] cümlesinin önceki ifadelerle münasebeti şudur; O topluluk bu çok net mucizeleri görüp müşahede etmelerine rağmen yine de kâfir olmuşlardır. Allah Teâlâ ise onları helak etmeye kadir, azîz ve galip bir zattı. Ama buna rağmen O, onları helak etmemiş, tam aksine onlara çeşitli rahmetlerini yağdırmıştır. Binaenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın böyle olması, O'nun rahmetinin mükemmel lütuf ve ihsanının, çok geniş olduğuna delalet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Nuh kıssasının sonu olan bu iki ayet kıssanın en güzel şekilde sona ermesi olan hüsn-i intihâ sanatına örnektir.
كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Hz. Nûh’tan sonra tarih sahnesine çıkmış olan Âd kavmi Yemen’de Uman ile Hadramut arasındaki bölgede yaşamış eski bir Arap toplumudur. Önceleri doğru yolda yürürlerken zamanla bunlar da Nûh kavmi gibi yoldan sapmış, putperest olmuşlardı. Kendilerine gönderilmiş olan peygamberi dinlemedikleri için helâk olup tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 163
كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. كَذَّبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
عَادٌ fail olup lafzen merfûdur. الْمُرْسَل۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْمُرْسَل۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ad kavmi kıssasına geçilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
كَذَّبَتْ fiili bu ayette de tef’il babında gelmiştir. Bu; yalanlamanın fail, mef’ûl ve fiil yönünden çokluğuna işarettir.
Burada Peygamberler lafzıyla Hz. Hud kastedilmiştir. Tazim için mecâz-ı mürsel üslubu kullanılmıştır. Bir peygamberi yalanlayan sanki tüm peygamberleri yalanlamış gibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
الْمُرْسَل۪ينَۚ (Gönderilenler) -ki kastedilen, Hud’dur (as)- ifadesinin benzeri, kişinin bir tane biniti ve elbisesi olmasına rağmen (Falanca binitlere biner, kaliteli elbiseler giyer) demen gibidir. (Keşşâf)اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
اِذْ zaman zarfı كَذَّبَتْ fiiline mütealliktir.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ‘dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ لَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l-kavli اَلَا تَتَّقُونَۚ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَهُمْ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. اَخُوهُمْ harfle îrab olan beş isimden biri olup fail olarak ref alameti و ‘dır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هُودٌ kelimesi اَخُوهُمْ ‘den atf-ı beyan olup merfûdur.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَا arz harfidir. تَتَّقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Ayete dahil olan اِذْ zaman zarfı, önceki ayetteki كَذَّبَتْ fiiline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan … قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
Car mecrur siyaktaki önemine binaen müsnedün ileyhe takdim edilmiştir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَلَا تَتَّقُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahil olan اَلَا edatı, istek ifade eder.
‘’Korkmaz mısınız’’ derken ‘korkun, sakının’ demek istemektedir. Bu soruda tecâhül-i ârif sanatı da vardır.
Soru şeklinde inşâî üslupta gelen cümle, emir manasında olduğu için muktezâ-i zâhirin hilafına olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اَلَا arz harfidir. Tahdîd ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılmasının istenmesidir.
Arz: Bir şeyin yapılmasını nazikçe, kibarca, yumuşaklık ve tatlılıkla istemektir. Arzda sertlik söz konusu değildir. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
هُودٌ , fail olan اَخُوهُمْ ’dan atf-ı beyan olarak atıf harfi و olmadan gelmiştir.
اَخُوهُمْ denilmiştir; çünkü Hud (as) onlardan biridir. (Keşşâf)اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَكُمْ car mecruru رَسُولٌ ‘e mütealliktir. رَسُولٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
اَم۪ينٌ kelimesi رَسُولٌ ‘ün sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hz. Nuh, sözlerini اِنَّ ile tekid ederek, kardeşlerini ikna etmek istemiştir. Car mecrur, amili olan رَسُولٌ ’ya ihtimam için takdim edilmiştir. رَسُولٌ , haberdir.
Resuller zaten emin, güvenilir oldukları halde emin sıfatıyla tavsif edilmesi onlardaki bu özelliği vurgulamak içindir.
اَم۪ينٌ kelimesi, رَسُولٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede tetmim ıtnâbı sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن صدّقتموني (Eğer bana inanıyorsanız…) şeklindedir.
اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَط۪يعُونِۚ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَط۪يعُونِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir. Sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
اَط۪يعُونِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن صدّقتموني (Eğer bana inanıyorsanız…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاتَّقُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yine emir üslubunda talebî inşaî isnad olan اَط۪يعُونِ cümlesi makabline وَ ‘la atfedilmiştir.
اتَّقُوا اللّٰهَ - اَط۪يعُونِ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
اَط۪يعُونِ fiilinin sonundaki kesra, fasılaya riayet gözetilerek hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.
Bu ayet, 108. ayetin tekrarıdır. Bu iki ayet arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin.
Onları çağırdığı şeyin önemine dikkat çekmek ve bu hususu vurgulamak için bu sözü tekrarladı. (Safvetü’t Tefasir)
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)
Yani size yaptığım tebliğlerden sonra artık Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve tevhid ile Allah'a itaate ilişkin size verdiğim emirlere uyun demektir. (Ebüssuûd)
Allah’tan sakının ve bana itaat edin ifadesi; bana itaat konusunda Allah’tan sakının, demektir. Bunu, benliklerine iyice yerleştirmek ve pekiştirmek için tekrarlamış; ayrıca, iki kez geçen (Allah’tan sakının ve bana itaat edin) ifadesinden her birini farklı bir illete bağlamış; onlar arasında güvenilir bir kişi olmasını birincinin illeti kılarken, onların elindekine hiçbir tamahı bulunmamasını ikincinin illeti kılmıştır. (Keşşâf)
Binaenaleyh, bunlar mana cihetinden birbirinden farklı olup bunda bir tekrar bulunmamaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَسْـَٔلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا’ dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَيْهِ car mecruru اَجْرٍۚ ‘e mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, على تبليغه (Onu tebliğe karşılık) şeklindedir.
مِنْ harfi zaiddir. اَجْرٍۚ lafzen mecrur, اَسْـَٔلُكُمْ ‘ün ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَجْرِيَ mübteda olup mukadder يَ üzere damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. عَلٰى رَبِّ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. الْعَالَم۪ينَۚ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْعَالَم۪ينَۚ sülâsi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
مِنْ اَجْرٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şumûle işarettir. Tekid ifade eden zaid مِنْ harfi de kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır.
سأل fiili ‘sormak’ manasındadır. عَلَيْ harf-i ceri ile kullanıldığında ‘istemek’ manasını alır. Fiillerin harf-i cerle yeni anlam kazanmalarına tazmin denir.
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Bir olumlu bir de olumsuz cümle ihtiva etmektedir. اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.
“Allah'tan başka hiç kimseden bir mükâfatım yoktur.” demektir.
Cümledeki أَجۡرِیَ kelimesinde istiare vardır. Bu kelime mükafat anlamında müsteardır. Mükâfat işçiye verilen ücrete benzetilmiştir.
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ izafeti, muzâfun ileyh için şan ve şeref ifade eder.
Allah Teâlâdan رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi, 5)
Cümlede ayrıca icaz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلَىٰ رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ , mahzuf habere mütealliktir.
اَجْرٍ kelimesinin ayette tekrarı, önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Fiilin tekidi için istisna yöntemi Arapçada çok kullanılır. Istisna Onlardan ücret isteme durumunu nehyetmeyi tekid içindir. Buna tekidü’l medh bima yuşbihu’z-zem denir. İstisna, munkatı’ dır. (Âşûr, furkan / 57)
Daha önce geçen (105-109) ayetlerin 123. ayetten sonraki dört ayette tekrar edilmesindeki murad, peygamberlerin gönderilmesinin temel gayesinin, insanları ilâhî mükâfatlara yaklaştıran ve azaptan uzaklaştıran hakkın marifetine ve itaatine davet etmek olduğunu ve peygamberlerin şeriatlerinde, zamanlara göre ve asırlara göre değişen bazı fer’i hükümlerde farklılıklar varsa da bütün peygamberlerin, bu gibi temel hükümlerde ittifak içinde olduklarını ve peygamberlerin, dünyevî arzulardan ve amaçlardan tamamen münezzeh bulunduklarını vurgulamak, zihinlere iyice yerleştirmektir. (Ebüssuûd)
اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ
“Yüksek yer” diye çevirdiğimiz rî‘ kelimesi “yol” mânasına da geldiği için 128. âyeti “Siz boş şeylerle uğraşarak her yol üstüne bir anıt mı dikersiniz?” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Hz. Hûd, kavminin âhiret hayatını unutup tamamen dünya hayatı ve zevklerine yöneldiklerini, Allah’a ortak koşarak O’na ibadeti terkettiklerini görünce böyle bir uyarıda bulundu. Çünkü güçlü ve zengin olan kavmi daha önce din ve ahlâk kurallarına uygun olarak doğru yolda yürürken bilâhare güçlerine ve servetlerine güvenerek Allah’ı, peygamberi ve Allah’ın gönderdiği dini tanımaz duruma gelmişlerdi. Kur’an’ın verdiği bilgiye göre bunlar (Yemen’de İrem adında) bir şehir kurmuş, müreffeh bir şekilde yaşıyorlardı. Muhteşem sarayları, kaleleri, bağları, bahçeleri vardı (krş. Fecr 89/6-8). Tefsirlerde bildirildiğine göre bunlar, çöllerde yolcuların yollarını yitirmemeleri için yol kenarlarına, özellikle tepelere güvercin kaleleri, kuleler, âbideler ve alâmetler dikmişlerdi; su biriken yerlerde ise sarnıçlar yapılmıştı; kışın yağmur suları bu sarnıçlarda biriktirilir, yazın ihtiyaç anında kullanılırdı. Özellikle çölde susuz kalan yolcular bu sarnıçlardan yararlanırlardı. İşlek yollardan gelip geçenlerle oyalanıp eğlenmek için hâkim noktalara binalar yaptıkları da zikredilmiştir (İbn Âşûr, XIX, 165-168). Kısacası Âd kavmi güçlü ve müreffeh bir toplum haline gelmişti; yeryüzünde kendilerinden daha güçlü kimsenin bulunmadığı kanaatinde idiler (bk. Fussılet 41/15). 130. âyet onların gerçekten güçlü olduklarına işaret etmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 163اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ
Fiil cümlesidir. Hemze istifhâm harfidir.
تَبْنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِكُلِّ car mecruru تَبْنُونَ fiiline mütealliktir.
ر۪يعٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اٰيَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَعْبَثُونَ cümlesi تَبْنُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp azarlama kınama anlamında geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اٰيَةً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
تَعْبَثُونَۙ cümlesi, تَبْنُونَ fiilinin failinden hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الرِّيعُ kesre ile okununca الشَّرَفُ yani yüksek yer demektir. (Âşûr)
كُلِّ , çokluk manasına kullanılmıştır. (Âşûr)
العَبَث , faydası olmayan iş demektir. (Âşûr)
Bu, ‘’yolda gidip gelenlerle oynayıp eğlenmek maksadıyla…’’ diye de açıklanmıştır. Yani siz gidip gelenlere yukardan bakıp kontrol edecek şekilde yüksek olan her bir yerde yolcularla alay etmek maksadıyla bir bina mı yaparsınız? İbnu'l-A'râbî dedi ki; Ayeten, manastır demektir. Yine bu kelime sahrada güvercinlerin kondukları yüksekçe yer anlamına da gelir. Aynı zamanda yüksekçe tepe manası da vardır. Bu kelime ر harfi esreli ve üstün olmak üzere iki türlü telaffuz edilebilir. (Kurtubî)وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِـعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِـعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ
Fiil cümlesidir. تَتَّخِذُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَصَانِـعَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur. تَخْلُدُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَخْلُدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّخِذُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِـعَ
Ayet önceki ayetteki تَبْنُونَ fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Matufun aleyhin haber manalı olması atfı mümkün kılmıştır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Önceki cümlede olduğu gibi bu cümlede de mecaz-ı mürsel mürekkeb ve tecâhül-i ârif sanatları vardır.
لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ
Ta’lil hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
Ayetteki مَصَانِـعَ su kanalları, su mahzenleri demektir. Bu kelimenin kuvvetli köşkler ve kaleler anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani: "Çünkü sizler, dünyada ebedi kalmayı umuyordunuz" demektir. Yahut da bu ifadenin anlamı, "sizin durumunuz tıpkı ebedi yaşayacağına inanan kimsenin durumu gibidir" şeklindedir. Ayette bahsedilenlerden birincisi ya israfa yahutta böbürlenmeye götürdüğü için kınanmıştır. İkincisi de tûl-i emele ve dünyanın, ebedi karargâh değil de uğrak yeri olduğundan habersiz olmaya delalet ettiği için kınanmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
لَعَلّ ’nin haberi olan تَخۡلُدُونَ ‘nin muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
İbni Âşûr da şöyle demektedir. لَعَلَّ , gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. Zira istenilmeyen bir işin vukuunun beklenilmesi için zaman söz konusu değildir. İşte burada da لَعَلَّ Resulullah’ı (sav), kavminden iman etmeyenlerin imansızlığına kederlenip hüzünlenmekten sakındırmak için kullanılmıştır. Bu, aynı zamanda Hz. Peygambere bir teselli anlamı da taşımaktadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
Betaşe بطش : بَطْشٌ bir nesneyi zor/güç bir şekilde saldırıp yakalamaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَطَشْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَطَشْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karinesi olmadan gelen بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَ cümlesi şartın cevabıdır.
بَطَشْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
جَبَّار۪ينَ hal olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ
وَ atıf harfiyle öncesine atfedilen ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart manası taşıyan zaman zarfı اِذَا ’nın muzâf olduğu بَطَشْتُمْ şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
جَبَّار۪ينَ kelimesi بَطَشْتُم ‘deki failin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim itnabıdır.
بَطَشْتُمْ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
البَطْشُ , kızgınken kırbaçla veya kılıçla dövmek demektir. (Âşûr)
الجَبّارُ , Haksız olarak şiddet göstermek, ezada aşırılık ve zulmetmek demektir. (Âşûr)
Cenab-ı Hak onların, bu israf ve dünya hayatına karşı hırslarının yanısıra, başkalarına karşı davranışlarının da zorbaların muamelesi gibi olduğunu beyan etmiştir. Buna göre, sanki hak etme yoluyla değil de istila yoluyla başkasına hücum edenin onu tutması, zorbaların yakalanması olarak tavsif edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Hz. Hûd'un söylediği bu üç cümlenin neticesi şudur: Yüksek yüksek binalar yapmak, yüceliği sevmeye, yer altında su mahzenleri edinmek, ebediliği sevmeye, zorba olma ise ululukta ve büyüklükte tek olmayı arzu etmeye delalet eder. Bunların sonucu da onların yüceliği sevdiklerine yüceliğin devamını istediklerine ve yücelikte yalnız olmayı arzu ettiklerine varıp dayanır. Bütün bunlar ise ulûhiyete ait sıfatlar olup kul için tahakkuku imkânsızdır. Böylece bu dünya sevgisine batıp gittikleri, kulluk sınırlarını aştıkları ve rubûbiyet iddiasında toplandıkları için dünya sevgisinin onlara hükümran olduğuna delalet eder ki bu da her hatanın başının her küfür ve günahın sebebinin, dünya sevgisi olduğuna dikkat çeker. (Fahreddin er-Râzî)
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن صدّقتموني (Eğer bana inanıyorsanız…) şeklindedir.
اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَط۪يعُونِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَط۪يعُونِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَط۪يعُونِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن صدّقتموني (Eğer bana inanıyorsanız…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاتَّقُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yine emir üslubunda talebî inşaî isnad olan اَط۪يعُونِ cümlesi makabline وَ ‘la atfedilmiştir.
اتَّقُوا اللّٰهَ - اَط۪يعُونِ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
اَط۪يعُونِ fiilinin sonundaki kesra, fasılaya riayet gözetilerek hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.
Bu ayet 108. ayetin tekrarıdır. Bu iki ayet arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin.
Onları çağırdığı şeyin önemine dikkat çekmek ve bu hususu vurgulamak için bu sözü tekrarladı. (Safvetü’t Tefasir)
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)
Yani size yaptığım tebliğlerden sonra artık Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve tevhid ile Allah'a itaate ilişkin size verdiğim emirlere uyun demektir. (Ebüssuûd)
Allah’tan sakının ve bana itaat edin ifadesi; bana itaat konusunda Allah’tan sakının, demektir. Bunu, benliklerine iyice yerleştirmek ve pekiştirmek için tekrarlamış; ayrıca, iki kez geçen (Allah’tan sakının ve bana itaat edin) ifadesinden her birini farklı bir illete bağlamış; onlar arasında güvenilir bir kişi olmasını birincinin illeti kılarken, onların elindekine hiçbir tamahı bulunmamasını ikincinin illeti kılmıştır. (Keşşâf)
Binaenaleyh, bunlar mana cihetinden birbirinden farklı olup bunda bir tekrar bulunmamaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
Hûd (as) bu üç şeyden sonra onları ahirete daha fazla teşvik etmek ve dünya sevgisinden, israftan, ihtirastan ve zorbalıktan caydırmak için "Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin" demiştir. Hz. Hûd (as) bu öğüdüne bunu destekleyecek şu hususu ilave etmiştir: Bu da Allah'ın onlara olan nimetlerine önce kısaca, sonra tafsilatlı olarak dikkat çekmedir. Böylece onları, kendilerine bunların, unutturan, o gaflet uykusundan uyandırmak istemiştir. Çünkü o önce, "Size, bilip durduğunuz imkanlar (nimetler) veren eden..." demiş, sonra bunu açarak, "Size davarlar, oğullar, bağlar, ırmaklar ihsan eden (Allah'tan) korkun. Ben gerçekten üstünüze büyük bir günün azabının (gelmesinden) korkuyorum" demiştir. Böylece Hz. Hûd (as), bu çağrısında va'z-u nasihat, teşvik, ikaz ve açıklama bakımından, zirveye varmıştır. Fakat gel gör ki onların cevabı "Va'z etsen de va'z edicilerden olmasan da bize göre birdir" demek olmuştur. Onlar böylece, Hûd (as)'un bu sözlerine aldırış etmediklerini ve söylediği şeyleri hafife aldıklarını ifade etmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاتَّقُوا الَّـذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ
وَاتَّقُوا الَّـذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَمَدَّكُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَمَدَّكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ismi mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte اَمَدَّ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْلَمُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اتَّقُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi وقى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَمَدَّكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi مدد ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاتَّقُوا الَّـذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَاتَّقُوا اللّٰهَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müfret has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي ‘nin sılası olan اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu بِ harf-i ceriyle birlikte اَمَدَّكُمْ fiiline mütealliktir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ , tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مدّ - اَمَدَّكُمْ fiilleri için Râgıb şöyle der; hoşa giden şeylerde ekseriya اَمَدَّكُمْ fiili kullanılır. Sevilmeyen şeylerde de مدّ fiili kullanılır. (Suyuti/İtkan)
Bu iki kelime arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ
اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ
Bu ayet önceki ayette geçen اَمَدَّكُمْ ‘den bedeldir.
اَمَدَّكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاَنْعَامٍ car mecruru اَمَدَّ fiiline mütealliktir. بَن۪ينَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
بَن۪ينَ kelimesi atıf harfi و ‘la بِاَنْعَامٍ ‘e matuf olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى ’dir.
اَمَدَّكُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi مدد ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ
Bu ayet önceki ayetten bedel veya tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
بَن۪ينَۙ - اَنْعَامٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. اَنْعَامٍ ve temâsül nedeniyle ona atfedilen بَن۪ينَۙ ’deki tenvin kesret içindir.وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ
جَنَّاتٍ atıf harfi و ‘la بَن۪ينَ ‘e matuftur. عُيُونٍ kelimesi makabline matuftur.
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ
Bu ayet, önceki ayetteki بَن۪ينَ ‘ye atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.
جَنَّاتٍ - عُيُونٍۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin kesret ifade eder.
Allah Teâlâ iki ayet öncesinde "bildiğiniz şeylerle" dedikten sonra, o bilinen şeyleri, بَن۪ينَ , اَنْعَامٍ , جَنَّاتٍ , عُيُونٍۚ şeklinde saymıştır. Bu üslup cem' me’at-taksim sanatıdır.
Allah'ın onlara bahşettiği nimetler, bundan önce icmalî olarak zikredildikten sonra burada, o nimetler tafsilatlı olarak anlatılmıştır; çünkü icmalden sonra tafsil ve ibhamdan sonra tefsir, ziyadesiyle takrir ifade etmektedir. (Ebüssuûd)
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ى muttasıl zamiri إِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَخَافُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَخَافُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
Muzari fiillerin zamirlerinden bazıları (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ...) fail (özne) konumunda olduklarında zorunlu olarak müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْكُمْ car mecruru اَخَافُ fiiline mütealliktir.
عَذَابَ kelimesi اَخَافُ fiilinin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَظ۪يمٍ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ
Ayet, beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنّ۪ٓ ’nin haberi olan اَخَافُ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمْ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
يَوْمٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
Azabın güne isnad edilmesi, zaman alakasıyla mecâz-ı aklîdir. (Âşûr)
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ
Müşrikler Hûd aleyhisselâmın uyarılarına kulak vermediler; öğüt vermesiyle vermemesi arasında bir fark bulunmadığını kendisine ifade ettiler. Müfessirler 137. âyette “yol” anlamında tercüme ettiğimiz huluk kelimesindeki kıraat farkını da dikkate alarak âyetten kastedilenin ne olduğu hakkında farklı yorumlarda bulunmuşlardır: a) Şu yaptıklarımız veya sahip olduğumuz din, ilk atalarımızdan beri sürüp gelen bir gelenektir, bundan dolayı herhangi bir ceza görmeyiz. Sen bizi atalarımızın tapmış olduğu tanrılardan uzaklaştırmak istiyorsun, bunu kabul etmeyiz. b) Senin iddia ettiğin peygamberlik, getirdiğin şu din ve “İnsanlar öldükten sonra yeniden diriltilecek” şeklindeki iddian, geçmişlerin yalan ve uydurmalarıdır. c) Bizim hayatımız öncekilerin hayatı gibidir, yaşarız, ölürüz. Öncekiler nasıl öldüler bir daha dirilmedilerse biz de yaşayıp öleceğiz, bir daha dirilmeyeceğiz (krş. Taberî, XIX, 97-98; İbn Âşûr, XIX, 172-174; Âd kavmi hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/65; Hûd 11/50).
قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli سَوَٓاءٌ ‘dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
سَوَٓاءٌ mukaddem haber olarak lafzen merfûdur. Takdiri; وعظك (Senin vaazın) şeklindedir.
عَلَيْنَٓا car mecruru سَوَٓاءٌ ‘e mütealliktir.
Hemze tesviye manasındadır. Çünkü hemze-i tesviye, kendisinden sonra gelen cümleyi masdar (müfred) hükmüne koyar.
Masdar-ı müevvel, muahhar mübteda olup mahallen merfûdur.
وَعَظْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olup mahallen merfûdur.
اَمْ atıf harfidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır:
1. Muttasıl اَمْ
2. Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَكُنْ nakıs, meczum, muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تَكُنْ ’nin ismi, müstetir olup takdiri أنت ’dir.
مِنَ الْوَاعِظ۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْوَاعِظ۪ينَ ‘nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ, kavminin, Hûd (as)’a cevabını bildiriyor.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan, سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. سَوَٓاءٌ mukaddem haberdir.
اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ cümlesi masdar teviliyle, muahhar mübtedadır. Cümleye dahil olan hemze, mevsûliyedir. Mevsûlün sılası وَعَظْتَ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اَمْ atıf harfiyle makabline atfedilen لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ cümlesinin atıf sebebi tezattır. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَمْ muzariyi cezm ederek anlamını olumsuz maziye çeviren edattır. Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
وَعَظْتَ - الْوَاعِظ۪ينَۙ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları
vardır.
Bu ayetin tefsîrinde Beyzâvi, mukabele sanatından vazgeçilmesinin gerekçesini şu ifadelerle ortaya koymaya çalışır: Cümledeki nefy kısmını mukabelenin gerektirdiği usulün dışına çıkarak değiştirmek, onların, Hz. Hud’un öğüdüne az itibar edişleri hususundaki mübalağa içindir.
Yani mukabele sanatına göre ibarenin اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تعض (sen öğüt versen de öğüt vermesen de) şeklinde gelmesi gerekirdi. Ancak اَمْ لَمْ تعض sözü yerine, mukabele terk edilerek ondan daha uzun olan اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ (ister öğüt verenlerden olma) ifadesi kullanılmıştır. Bu da mübalağa nüktesini ifade eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)Ey Allahım! Kur’an-ı Kerim’deki kıssaları okuduğumuzda; bizi anlayanlardan ve ibret alanlardan eyle.
Hakikat anlatıldığında, türlü bahanelerin arkasına saklanmaya çalışmaktan Sana sığınırız. Senin huzurunda, saklanmak yoktur. Şüphesiz ki, Sen kalplerimizin ve bahanelerimizin özünü bilensin.
Hakikat hatırlatıldığında, kibirlenmekten ve uyarıyı dinlemek yerine uyaranı küçümsemekten Sana sığınırız. Şüphesiz ki, üstünlük dünyalıklarla değildir. Kimin derecesinin, kimden üstün olduğunu ancak Sen bilirsin.
Ey Allahım! Bizi; Senden sakınanlardan, Sana itaat edenlerden ve bize bildirdiğin elçilerinin uyarıları üzerinde düşünenlerden eyle.
Hayırlar yapıldığında, ecrimizi insanlardan bekleme hatasına düşmekten Sana sığınırız. Şüphesiz ki, Sen ecir verenlerin en hayırlısısın. Hiçbir çabayı karşılıksız bırakmazsın. Her türlü hamd ve övgüye layık olan Sensin.
Emekler verildiğinde, yalnız dünyayı kazanma niyetiyle ve sanki hep yeryüzünde kalacakmışız gibi hareket etmekten Sana sığınırız. Şüphesiz ki dünya geçicidir. Kalıcı olan Senin katındadır.
Ey Allahım! Bizi; verdiğin nimetleri üstünlük ve adaletsizlik taslamak için kullananlara benzemekten muhafaza buyur. Bizi; Senin rızanı gözetenlerden, verilen öğütleri işitenlerden ve iki cihanda da hayırlarla nimetlendirdiğin kullarından eyle.
Amin.
***
Tarihe ve bugüne bakıldığında, insan evladının ne kadar benzer bir tablo çizdiğine şahit olmak mümkündür. Araçlar ve gereçler değişmiştir ama insan özünde aynı kalmıştır. Bilgiye ulaşmak belki daha kolaylaşmıştır ama hala cehalet daha yaygındır. Eskiden olduğu gibi hakikat yine gözler önündedir ama çoğuna batıla meyletmek daha hoş gelmektedir. Kısacası geçmiş ya da şimdi farketmez, inkarcıların hali de yine aynıdır.
Hala dinlemek yerine kendi akıllarının üstünlüğünü ispat etme çabasıyla beraber alayla karşılık verirler. İnsan olarak inananların yanında olacaklarını iddia ederler ama hep bir tavizle harmanlanmış bir çeşit karşılık beklerler. Bu yüzden de saygı duydukları kesim sınırlıdır ve hatta ‘sen onlar gibi değilsin’ gibi cümleler kurarlar. Ancak asla kendilerinden biri olarak görmezler ve ilk fırsatta satarlar.
İnanan kişi, müslüman kimliğinden en ufak bir taviz vermesi beklendiği yerden ve bekleyen kişilerden hemen uzaklaşmalıdır. Zira kurulmaya çalışılan o yakınlık bir yalandan ibarettir. O dostluktan fayda elde edemeyeceği gibi bir de üstüne zarar görmesi çok yüksek bir ihtimaldir. Allah için yaşayan yani O’nun rızasını üstün tutan kul insanlardan değil, Allah’tan korkandır ve dolayısı ile hiçbir zaman yalnız değildir.
Ey Allahım!
Koruyucuların en güçlüsü Sensin. Nefsimizin heveslerine kapılarak ve şikayetlerine kanarak hep onun gönlünü yapma çabasından Sana sığınırız.
Hükmedenlerin en iyi hükmedenisin. Acele davranarak, yanlış kararlar almaktan ve herhangi bir şekilde imanımızı tehlikeye atmaktan muhafaza buyur.
Dostların en hakikisi Sensin. Bizi doğru mekanlarda, doğru kişilerde, doğru niyetlerle dostluk arayanlardan ve salih kullarınla dostluk kuranlardan eyle.
Rızık verenlerin en hayırlısısın. Şöhret, makam gibi çeşitli dünya nimetlerini elde etme endişesiyle yanlış insanlarla, yanlış yollarda yürüme tehlikesinden muhafaza buyur.
Huzurların en güzeli Sensin. Gönüllerimizi muhabbetin ile doldur, imanlarımızdaki eksiklikleri nurun ile tamamla. İki cihanda da gözlerimizi ve gönüllerimizi, aydınlık ve tok eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji