بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ismi هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. خُلُقُ işaret ismi هٰذَٓا ‘nın haberi olup lafzen merfûdur.
الْاَوَّل۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Bir olumlu bir de olumsuz cümle ihtiva etmektedir. اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا mevsuf/maksûr, خُلُقُ sıfat/maksûrun aleyhtir.
Kasr, iki tekid mesabesindedir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilene tahkir kastı taşımaktadır.
Duruma işaret eden هٰذَٓا ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
Ayetin metninde geçen خُلُقُ kelimesi, خَلق olarak da okunmuştur. Buna göre, bu, eskilerin ihtilafından başka bir şey değildir, demektir. Tıpkı: Bu, eskilerin masallarıdır dedikleri gibi. Yahut bizim yaratılışımız da eskilerin yaratılışı gibidir; biz de onlar gibi yaşayacağız ve onlar gibi öleceğiz; ölümden sonra ne dirilme var, ne de hesap var demektir. (Ebüssuûd-Fahreddin er-Râzî)وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve değiliz |
|
2 | نَحْنُ | biz |
|
3 | بِمُعَذَّبِينَ | azaba uğratılacak |
|
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la ta’liliyye cümlesine matuftur.
مَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. نَحْنُ munfasıl zamir, مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harfi zaiddir.
بِمُعَذَّب۪ينَ kelimesi lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansub olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
بِمُعَذَّب۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’ıl babının ism-i mef’ûlüdür.وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ
Ayet, atıf harfiyle önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ifade eden isim cümlesinde nefy harfi مَا , nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir.
Haberi olan بِمُعَذَّب۪ينَ ’ye dahil olan بِ harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir.
كَذَّبُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَهْلَكْنَاهُمْ atıf harfi فَ ile كَذَّبُوهُ ‘ye matuftur.
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
كَذَّبُوهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَهْلَكْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَةً kelimesi, اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.
وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
وَ itiraziyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اَكْثَرُهُمْ kelimesi كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ
فَ istînâfiyyedir. Ayette mütekellim, Allah Teâlâ’dır. İlk cümle olan فَكَذَّبُوهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
فَكَذَّبُوهُ fiili تفعيل babındadır. Bu bab, fiil ve mef’ûlde kesret ifade eder.
Aynı üsluptaki فَاَهْلَكْنَاهُمْ cümlesi, فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Fiillerin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ
Cümle beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَةً ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, teksir, nev ve tazim ifadesi içindir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/11)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
وَ , itiraziyyedir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan مُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir.
İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.
İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbn Hişâm ve İbn Mâlik’de haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Bu ayet surede 5. kez gelmiştir. Tekrarlanan ayetler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28)وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الرَّح۪يمُ۟ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْعَز۪يزُ ve الرَّح۪يمُ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Ayet önceki ayetteki اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً cümlesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca رَبَّكَ izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
الْعَز۪يزُ haberdir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Haber olan iki vasfın, aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. Bu iki kelime de mübalağa ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
الرَّح۪يمُ - الْعَزٖيزُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Fahreddin Râzî şöyle der: Ayette, Allah'ın الْعَز۪يزُ (güçlü) sıfatının الرَّح۪يمُ۟ (merhametli) sıfatından önce gelmesinin sebebi şudur: Akla gelebilir ki Allah, onları cezalandırmaktan aciz olduğu için merhametlidir. İşte bu vehmi ortadan kaldırmak için üstün ve güçlü manasına gelen الْعَز۪يزُ sıfatı zikredilmiş, böyle olmasına rağmen kullarına merhametli olduğu bildirilmiştir. Çünkü merhamet, üstün güçle birlikte bulunduğunda daha etkili olur.
Şuarâ sûresinde art arda gelen 8 ve 9. ayetler sekiz yerde tekrarlanmıştır. İlki Hz. Muhammed'i (sav) ve Rabbi’nden gelenleri yalanlayanları tekzib açıklamasından sonra gelmektedir. Daha sonra her tekrarlanış önceki yalanlayanların kıssalarının hemen ardından her bir kıssadan sonra gelmiştir. Her birinin farklı bir durum için gelmesi, ifadenin zikredilişine güzel bir anlam katmıştır. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı'nda Itnâb Üslûbu)
Ayetteki [şu muhakkak ki senin Rabbin, elbette O, mutlak galiptir ve çok merhametlidir] cümlesinin önceki ifadelerle münasebeti şudur; O topluluk bu çok net mucizeleri görüp müşahede etmelerine rağmen yine de kâfir olmuşlardır. Allah Teâlâ ise onları helak etmeyekādir, azîz ve galip bir zattı. Ama buna rağmen O, onları helak etmemiş, tam aksine onlara çeşitli rahmetlerini yağdırmıştır. Binâenaleyh, Cenâb-ı Hakk'ın böyle olması, O'nun rahmetinin mükemmel lütuf ve ihsanının, çok geniş olduğuna delâlet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayet-i kerime, bu ümmeti Âd kavminin yolunu izlememeleri için korkutmaktadır.
Denmiştir ki: ”İnsana verilen en iyi şey, kendini frenleyecek akıldır. Bu akıl yoksa onu kötülüklerden alıkoyacak utanma hissidir, bu his yoksa onu frenleyecek korkudur, korku yoksa onu mutlu edecek maldır, malı da yoksa onu yakacak bir yıldırımdır. Böylece o insandan, insanlar ve ülke rahata kavuşur. "Buna göre akıllı insanın ibret alarak Allah teâlâ'nın azabından korkması, yersiz adetlerle tutkularını terk etmesi, emirlere ve yasaklanan şeylere muhalefette ısrar etmemesi gerekir. Allah Teâlâ Âd kavmini, çok güçlü ve kuvvetli olmalarına rağmen rüzgâr gibi en hafif bir şeyle helak etmiştir. (Ruhû-l Beyan)
Bu iki ayet kıssanın en güzel şekilde sona ermesi olan hüsn-i intihâ sanatına örnektir.
Ayet, surede 5. kez tekrarlanmıştır. Bu ayetler arasında tekrir ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Semûd kavmi, soyu kesilmiş eski bir Arap kabilesi olup Suriye ile Hicaz arasında bulunan Hicr’de yaşamıştır (bk. İbn Âşûr, VIII/2, 215-216). Hz. Sâlih bu kabileye Allah’ın dinini tebliğ etmek üzere gönderilmiş bir peygamberdir. Kıssası Kur’an’da birçok yerde anlatılmış olup her geçtiği yerde kıssanın farklı yönleri ön plana çıkarılmıştır. Burada insanların güç ve servetine güvenerek şımarmalarının doğru olmadığı, dünya hayatının geçici olduğu ve âhirette hesaba çekilecekleri vurgulanmıştır.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. كَذَّبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
ثَمُودُ fail olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
الْمُرْسَل۪ينَۚ mef’ûlü bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
كَذَّبَتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
الْمُرْسَل۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim, Allah Teâlâ’dır. Ayette Semud kavminin kıssasına geçilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
كَذَّبَتْ fiili bu ayette تفعيل babında gelmiştir. Bu, yalanlamanın mef’ûl ve fiil yönünden çokluğuna işarettir.
Burada Peygamberler lafzıyla Hz. Salih kastedilmiştir. Tazim için mecâz-ı mürsel üslubu kullanılmıştır. Bir peygamberi yalanlayan sanki tüm peygamberleri yalanlamış gibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
اِذْ zaman zarfı كَذَّبَتْ fiiline mütealliktir.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. إِذْ mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. إِذْ ‘den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. بَيْنَا ve بَيْنَمَا ‘dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ لَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l kavli, اَلَا تَتَّقُونَۚ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَهُمْ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. اَخُوهُمْ harfle îrab olan beş isimden biri olup fail olarak ref alameti و ‘dır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَالِحٌ kelimesi اَخُوهُمْ ‘dan atf-ı beyan olup merfûdur.
Atfı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atfı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَالِحٌ gayri munsarıftır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَا arz harfidir. تَتَّقُونَۚ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُونَۚ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ
Ayete dahil olan zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki كَذَّبَتْ fiiline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan … قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
Car mecrur siyaktaki önemine binaen müsnedün ileyhe takdim edilmiştir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَلَا تَتَّقُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahil olan اَلَا edatı, istek ifade eder.
‘’Korkmaz mısınız’’ derken ‘korkun, sakının’ demek istemektedir. İnşâî üslupta gelen cümle, emir manasında olduğu için mecazı mürsel mürekkeptir.
اَلَا arz harfidir. Tahdîd ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılmasının istenmesidir.
Arz: Bir şeyin yapılmasını nazikçe, kibarca, yumuşaklık ve tatlılıkla istemektir. Arzda sertlik söz konusu değildir. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
صَالِحٌ , fail olan اَخُوهُمْ ’dan atf-ı beyan olarak atıf harfi و olmadan gelmiştir.
Bu ayet surede, kıssaların sonunda peygamberlerin isminin farklılığıyla tekrar edilmiştir. Tekrarlanan bu ayetler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28)اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَكُمْ car mecruru رَسُولٌ ‘e mütealliktir. رَسُولٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
اَم۪ينٌ kelimesi رَسُولٌ ‘ün sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hz. Salih, sözlerini اِنَّ ile tekid ederek, kardeşlerini ikna etmek istemiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , ihtimam için amili olan رَسُولٌ ’ne takdim edilmiştir. رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ ibaresi اِنّ۪ ’nin haberidir.
Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden اَم۪ينٌ kelimesi, رَسُولٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede, tetmim ıtnâbı sanatı vardır.
Resuller zaten emin, güvenilir oldukları halde اَم۪ينٌۙ sıfatıyla tavsif edilmesi onlardaki bu özelliği vurgulamak içindir.
Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu ayet surede, 3.kez tekrar edilmiştir. Tekrarlanan bu ayetler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28)فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن صدّقتموني (Eğer bana inanıyorsanız…) şeklindedir.
اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَط۪يعُونِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اَط۪يعُونِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
تَتَّقُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَط۪يعُونِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن صدّقتموني (Eğer bana inanıyorsanız…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاتَّقُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkur cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yine emir üslubunda talebî inşaî isnad olan اَط۪يعُونِ cümlesi makabline وَ ‘la atfedilmiştir.
اتَّقُوا اللّٰهَ - اَط۪يعُونِ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
اَط۪يعُونِ fiilinin sonundaki kesra, fasılaya riayet gözetilerek hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.
Bu ayet, 108. ayetin tekrarıdır. Bu iki ayet arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin.
Onları çağırdığı şeyin önemine dikkat çekmek ve bu hususu vurgulamak için bu sözü tekrarladı. (Safvetü’t Tefasir)
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)
Yani size yaptığım tebliğlerden sonra artık Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve tevhid ile Allah'a itaate ilişkin size verdiğim emirlere uyun demektir. (Ebüssuûd)
Allah’tan sakının ve bana itaat edin ifadesi; bana itaat konusunda Allah’tan sakının, demektir. Bunu, benliklerine iyice yerleştirmek ve pekiştirmek için tekrarlamış; ayrıca, iki kez geçen (Allah’tan sakının ve bana itaat edin) ifadesinden her birini farklı bir illete bağlamış; onlar arasında güvenilir bir kişi olmasını birincinin illeti kılarken, onların elindekine hiçbir tamahı bulunmamasını ikincinin illeti kılmıştır. (Keşşâf)
Binaenaleyh, bunlar mana cihetinden birbirinden farklı olup bunda bir tekrar bulunmamaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَسْـَٔلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَيْهِ car mecruru اَجْرٍ ‘e mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri; على تبليغه (Onu tebliğe karşılık) şeklindedir.
مِنْ harfi zaiddir. اَجْرٍ lafzen mecrur, اَسْـَٔلُكُمْ ‘ün ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَسْـَٔلُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سأل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَجْرِيَ mübteda olup mukadder يَ üzere damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. عَلٰى رَبِّ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْعَالَم۪ينَ sülâsi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
مِنْ اَجْرٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid مِنْ harfi de kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır.
سأل fiili ‘sormak’ manasındadır. عَلَي harf-i ceri ile kullanıldığında ‘istemek’ manasını alır. Fiillerin harf-i cerle yeni anlam kazanmalarına tazmin denir.
اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Bir olumlu bir de olumsuz cümle ihtiva etmektedir. اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.
“Allah'tan başka hiç kimseden bir mükâfatım yoktur.” demektir.
Cümledeki أَجۡرِیَ kelimesinde istiare vardır. Bu kelime mükâfat anlamında müsteardır. Mükâfat işçiye verilen ücrete benzetilmiştir.
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ izafeti, muzâfun ileyh için şan ve şeref ifade eder.
Allah Teâlâdan رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi, 5)
Cümlede ayrıca icaz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلَىٰ رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ , mahzuf habere mütealliktir.
اَجْرٍ kelimesinin ayette tekrarı, önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Fiilin tekidi için istisna yöntemi Arapçada çok kullanılır. İstisna onlardan ücret isteme durumunu nehyetmeyi tekid içindir. Buna tekidü’l medh bima yuşbihu’z-zem denir. İstisna, munkatı’ dır. (Âşûr, Furkan/57)
Bu, ayetin surede 3. tekrarıdır. Tekrarlanan bu ayetler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)
Daha önceki (105-109) (122-126) ayetlerin, 140. ayetten itibaren tekrar edilmesindeki murad, peygamberlerin gönderilmesinin temel gayesinin, insanları ilâhî mükâfatlara yaklaştıran ve azaptan uzaklaştıran hakkın marifetine ve itaatine davet etmek olduğunu, ve peygamberlerin şeriatlerinde, zamanlara göre ve asırlara göre değişen bazı fer’i hükümlerde farklılıklar varsa da bütün peygamberlerin, bu gibi temel hükümlerde ittifak içinde olduklarını ve peygamberlerin, dünyevî arzulardan ve amaçlardan tamamen münezzeh bulunduklarını vurgulamak, zihinlere iyice yerleştirmektir. (Ebüssuûd)
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
Hz. Sâlih inkârcı kavmine Allah’ın kendilerine verdiği nimetleri hatırlatarak bu nimetlere şükretmek, Allah’a karşı gelmekten sakınmak, O’nun emir ve yasaklarına itaat etmek, haddi aşıp yeryüzünde fesad çıkaranların peşinden gitmemek gerektiğine ve bu nimetleriyle birlikte dünyanın ebedî olmadığına dikkat çekerek uyarıda bulunmaktadır.
“Ustaca” diye çevirdiğimiz 149. âyetteki fârihîn kelimesi, “şımararak” anlamına gelen ferihîn şeklinde de okunmuştur (Şevkânî, IV, 108). Buna göre âyetin meâli “Şımararak dağlardan evler oyup yapmaya devam edebileceğinizi mi sanıyorsunuz?” şeklinde olur. Birinci anlama göre âyet Semûd kavminin dağlardaki kayaları ustaca yontarak ve oyarak sağlam evler yapmış olduklarını, ikinci anlama göre ise zengin, güçlü ve kuvvetli oldukları için dağları ve kayaları rahatlıkla oyarak ve yontarak evler yaptıklarını, bundan dolayı da şımardıklarını ifade eder (bilgi için bk. A‘râf 7/74).
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
Hemze istifhâm harfidir. Fiil cümlesidir. تُتْرَكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl ف۪ي harf-i ceriyle تُتْرَكُونَ fiiline mütealliktir. هٰهُنَٓا işaret ismidir. هُنَٓا mekân zarfı, mahzuf sılaya mütealliktir.
اٰمِن۪ينَ kelimesi hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمِن۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi أمن olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin başındaki harf, takriri istifham hemzesidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp azarlama kınama anlamında geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte تُتْرَكُونَ fiiline mütealliktir. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur. Mekân zarfı olan هٰهُنَٓا , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اٰمِن۪ينَۙ kelimesi تُتْرَكُونَ ‘deki failin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Allah'ın nimetlerini işaret eden هٰهُنَٓا ’da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ف۪ي مَا هٰهُنَٓا ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla nimetler içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü nimet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Allah’ın nimetlerinden faydalanmayı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
ف۪ي مَا هٰهُنَٓا ifadesi, “bu mekanda daimî olarak bulunan nimetlerin içinde” demektir. (Keşşâf)
O sizi... uzun bir ömür boyu yaşattı (Hud, 11/61) ayeti delil teşkil etmektedir. Salih (a.s) bu tutumları dolayısıyla onları azarlayarak dedi ki; Siz dünyada ölümsüz olarak kalacağınızı mı zannediyorsunuz? (Kurtubî)
Ayetteki bu ifade, "Bu yerde, bulunduğunuz bu nimetler üzere bırakılacağınızı mı sandınız" demektir. Sonra (as) bunu "Bağların, pınarların içinde..." diyerek tefsir etmiştir. Bu da bir şeyi mücmel (özet) zikredip, sonra tafsil etme (detaylı anlatma) kabilindendir. (Fahreddin er-Râzî-Keşşâf)
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
ف۪ي جَنَّاتٍ car mecruru işaret zamiri هٰهُنَٓا ‘dan bedel olup müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın mahzuf sılasına mütealliktir.
BEDEL: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عُيُونٍ atıf harfi وَ ‘la جَنَّاتٍ ‘e matuftur.
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
Ayet önceki ayetteki mevsûlün taalluk ettiği şeye müteallıktır. Harf-i cerin tekrarlanmasıyla bedel konumundadır. (Mahmud Sâfî)
Temâsül nedeniyle birbirie atfedilen جَنَّاتٍ - يُونٍۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin cins ve kesret içindir.
Şayet neden ف۪ي جَنَّاتٍ ifadesinden sonra ونَخْلٍ demedi. Araplar açısından davarın türleri arasında öncelikle deveyi içermesi gibi bahçe de her şeyden önce hurmalığı akla getirir. Hatta o kadar ki bahçe dediklerinde özellikle hurmalıkları, davar dediklerinde de deveyi kastederler. Nitekim Züheyr, uzun hurma ağaçlarını sular demiştir dersen şöyle derim: Bu iki şekilde açıklanabilir: Hurma ağacından, diğer ağaç gruplarına dahil olmakla birlikte münferit olarak bahsedilmiş olması, ki bu, hurmanın diğer ağaçlara göre daha üstün, daha özel bir yeri olduğu konusunda uyarıda bulunmak içindir. Bahçeler ifadesiyle hurma dışındaki diğer ağaçların kastedilip -cümlenin yapısı buna uygundur- sonra da hurmalığın buna atfedilmesidir. (Keşşâf)وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ
Tale'a طلع : طَلَعَ الشَّمْسُ güneş doğdu demektir. Mastarı طُلُوعٌ ve مَطْلَعٌ şekillerinde gelir. مَطْلِعٌ ise güneşin doğduğu yerdir. Güneşin doğuşuna benzetilerek hurma ağacının ilk zuhur eden tomurcuğuna da طَلْعُ النَّخْل denmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 19 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri muttali olmak, ittila, mütalaatuluat ve talihtir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. نَخْلٍ kelimesi زُرُوعٍ ‘e matuftur.
طَلْعُهَا هَض۪يمٌ cümlesi نَخْلٍ sıfatı olup mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طَلْعُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هَض۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur.
هَض۪يمٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ
Ayet önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.
طَلْعُهَا هَض۪يمٌ ibaresi نَخْلٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Temâsül nedeniyle birbirine atfedilen وَزُرُوعٍ ve نَخْلٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki tenvin cins ve kesret içindir.
Önceki ayetteki (146) هٰهُنَٓا mekân zarfının, son iki ayette جَنَّاتٍ , عُيُونٍۙ , زُرُوعٍ ve نَخْلٍ şeklinde içeriği belirtilmiştir. Bu, cem' ma’at-taksim sanatıdır.
هَض۪يمٌۚ ifadesinde istiare vardır. Bir görüşe göre,-Allahu alem- buradaki هَض۪يمٌ (sindirilmiş) ile kastedilen, tomurcukları birbiri içine girerek oluşmuş aşırı yoğunluğu ve birbiri içine geçmesi sebebiyle sanki bir kısım tomurcukları bir kısmını sindirip hazmetmiş, bu sebeple naif vaziyet almış gibidir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları-Âşûr)
146-148. ayetlerinde önce هٰهُنَٓا kelimesiyle icmâl yapılmış daha sonra ise takip eden ayetlerde tafsil uygulanmıştır. Kanaatimizce Salih Peygamber kavmini uyarırken içinde yaşadıkları her bir nimete teker teker vurgu yaparak inkârları sonucunda kaybedecekleri şeyleri düşünmelerini sağlamak istemiştir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la تُتْرَكُونَ ‘ye matuftur. تَنْحِتُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْجِبَالِ car mecruru تَنْحِتُونَ fiiline mütealliktir. بُيُوتاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَارِه۪ينَ kelimesi تَنْحِتُونَ ‘deki failinin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَارِه۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi فره olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ
Ayet وَ harfiyle iki ayet önceki … أَتُتۡرَكُونَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İstifham anlamı bu ayette de mevcuttur.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve tariz anlamında geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
بُيُوتاً ’deki tenvin, kesret ve nev içindir.
فَارِه۪ينَۚ kelimesi تَنْحِتُونَ ‘deki failin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Dağlardan, şımararak evler yontuyorsunuz. فَارِه۪ينَۚ şımaranlar yahut usta kimseler demektir, bu da فرَهة kökünden gelir ki neşeli ve istekli olmaktır. Çünkü usta kimse neşeli çalışır ve kalbi rahat olur. (Beyzâvî)فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن صدّقتموني (Eğer bana inanıyorsanız…) şeklindedir.
اتَّقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَط۪يعُونِۚ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَط۪يعُونِۚ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
تَتَّقُونَۚ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَط۪يعُونِۚ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن صدّقتموني (Eğer bana inanıyorsanız…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاتَّقُوا اللّٰهَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yine emir üslubunda talebî inşaî isnad olan اَط۪يعُونِ cümlesi makabline وَ ‘la atfedilmiştir.
اتَّقُوا اللّٰهَ - اَط۪يعُونِ arasında mürâât-ı nazîr vardır.
اَط۪يعُونِ fiilinin sonundaki kesra, fasılaya riayet gözetilerek hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.
Bu ayet, 108. ayetin tekrarıdır. Bu iki ayet arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin.
Onları çağırdığı şeyin önemine dikkat çekmek ve bu hususu vurgulamak için bu sözü tekrarladı. (Safvetü’t Tefasir)
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)
Yani size yaptığım tebliğlerden sonra artık Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakının ve tevhid ile Allah'a itaate ilişkin size verdiğim emirlere uyun demektir. (Ebüssuûd)
Allah’tan sakının ve bana itaat edin ifadesi; bana itaat konusunda Allah’tan sakının, demektir. Bunu, benliklerine iyice yerleştirmek ve pekiştirmek için tekrarlamış; ayrıca, iki kez geçen (Allah’tan sakının ve bana itaat edin) ifadesinden her birini farklı bir illete bağlamış; onlar arasında güvenilir bir kişi olmasını birincinin illeti kılarken, onların elindekine hiçbir tamahı bulunmamasını ikincinin illeti kılmıştır. (Keşşâf)
Binaenaleyh, bunlar mana cihetinden birbirinden farklı olup bunda bir tekrar bulunmamaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُط۪يعُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَمْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
الْمُسْرِف۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
تُط۪يعُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْمُسْرِف۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki فَاتَّقُوا اللّٰهَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تُط۪يعُٓوا - اَمْرَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu ayette itaat etme fiili, fail yerine, mef'ûl olan اَمْرَ kelimesine nispet edilmiş. Halbuki, müsriflere nispet edilmesi gerekirdi. Çünkü emre değil, emredene itaat edilir. İcra nispeti alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
المُسْرِفِينَ ile kastedilen, cehaletlerinden yararlanarak onları putlara tapmaya sevk eden, onları saptıran ve çıkarları için onlarla alay eden insanların ileri gelenleridir. الإسْرافُ ; Bir şeydeki aşırılıktır. Burada kastedilen, mal ve para konusunda kınanması gereken savurganlık ve küfürdür. (Âşûr)
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَ ifadesi (emrin gereğince davranma) veya (kendisine itaat edilen amire itaat moduna girme) anlamı için istiare olarak kullanılmıştır. Ya da emrin kendisi mecâz-ı hükmî ile ‘itaat olunan şey’ kılınmış olabilir; çünkü emre değil, emreden kişiye itaat edilir. (Normalde “Aşırı gidenlerin emrine” değil de “Aşırı gidenlere itaat etmeyin” denir.) Bu ifadenin benzeri,‘’ لَكَ عَلَيَّ أمْرَةٌ مُطاَعَةٌ ’’sözüdür. (“Senin bana emretme hakkın var, emrine mutlaka itaat edilecek!”) Ve emrime itaat edin. (Ta -Ha 20/90) ayeti de buna benzer. (Keşşâf)اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
اَلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, مُسْرِف۪ينَ ‘nin sıfatı olup mahallen mecrurdur.
İsm-i mevsûlun sılası يُفْسِدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُفْسِدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru يُفْسِدُونَ fiiline mütealliktir.
لَا يُصْلِحُونَ atıf harfi وَ ‘la sılaya matuftur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُصْلِحُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُصْلِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صلح ’dır.
يُفْسِدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فسد ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
Önceki ayetteki مُسْرِف۪ينَ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ cümlesi, müspet muzari fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Muzari sıyga, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاَرْضِ kelimesinin elif lamla marife oluşu ahd içindir. (Âşûr)
وَلَا يُصْلِحُونَ cümlesi sılaya matuftur. Cümlenin atıf sebebi, tezattır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُفْسِدُونَ (Bozarlar) - يُصْلِحُونَ (Düzeltirler) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Bütün bu ayetlerin zahiri, Hz. Hud’un kavmine psikolojik lezzetlerin hakim olduğunu gösterir. Bunlar da; hükümran olma, ebedî kalma ve yücelikte tek olma ve zorbalık gibi lezzetlerdir. Salih (as)’ın kavmine hakim olan durum ise: yeme içme ve sağlam-güzel evler peşinde koşma gibi maddî lezzetlerdir. (Fahreddin er-Râzî)قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfe’dir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.Arapçadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
الْمُسَحَّر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَ cümlesi, kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ ‘nin mütallakı olan haber mahzuftur.
Kasr, cümleyi iki kat tekid etmiştir. اَنْتَ maksûr/mevsûf, car mecrur maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfe’dir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّـ birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü inne ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.Arapçadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
تفعيل babının ism-i mef’ûl kalıbında olan مُسَحَّر۪ينَ , bu babın kattığı kesret anlamıyla mübalağa ifade etmiştir.
Allah Teâlâ, bu kıssaları Hz. Muhammed (sav) 'i teselli etmek ve onun kalbinden hüznü silmek için indirmiştir.
Bu ayette kafirler Salih'e (as) hitap etmektedirler. Salih (as) tabii ki sihirlenmiş olduğunu inkâr etmektedir. Ama onlar sanki Salih’in (as)’ın sihirlenmiş olduğunu düşünerek, aklederek değil şuursuzca konuştuğu apaçık bir şeymiş gibi davranarak sözlerini اِنَّـمَٓا kasr edatıyla söylemişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
إنٌَما أنْتَ مِنَ المُسَخَّرين [Sen ancak iyice büyülenmişlerden birisin] cümlesinde mübalağa sanatı vardır. Zira مُسَحَّر۪ kelimesi, المَسْحر kelimesinin mübalağa ifade eden kipidir. (Safvetü’t Tefasir)
مُسَخَّر , mide sahibi demektir. Her yiyen canlı da مُسَخَّر ‘dır. Sahr, karnın üstüne denir. Ferra ise içi boş olan karnı bulunan her şeye مُسَخَّر denir demiştir. O kâfirler bu sözleriyle, "Sen de yiyip içiyorsun, sen de bir insansın" demek istemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ
İsim cümlesidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır.
بَشَرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مِثْلُنَا kelimesi بَشَرٌ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنت صادقا (Sadık isen) şeklindedir.
أْتِ illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بِاٰيَةٍ car mecruru أْتِ fiiline mütealliktir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنْتَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنْتَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamiri كُنْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الصَّادِق۪ينَ car mecruru كُنْتَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.
Ayetin ilk cümlesi kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. اَنْتَ mevsuf/maksûr, بَشَرٌ sıfat/maksûrun aleyhtir. Yani, sen beşerden başka hiçbirşey değilsin demek istemişlerdir.
مِثْلُنَا ibaresi بَشَرٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
فَأْتِ بِاٰيَةٍ
Cümleye dahil olan فَ , rabıta içindir. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğuna işaret eder. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan bu cümle, takdiri إن كنت صادقا (Sadık isen) olan mahzuf şartın cevabıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
بِاٰيَةٍ ’deki tenvin muayyen olmayan cinse ve tazime işaret eder.
اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Tefsiriyye olarak fasılla gelen إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّـٰدِقِینَ cümlesi, cevabı mahzuf, şart cümlesidir.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الصَّادِق۪ينَ , nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Öncesinin delaletiyle cevap cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlesinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Surenin 153-154 ayetleri ile 185-186. ayetleri arasında atıf وَ ‘ı dışında bir fark yoktur. Bu farkı inceleyen Zemahşerî, Eyke kavmiyle ilgili olan ve “و “ kullanılan ayetin; sihir ve beşeriyet vasıflarının her ikisinin de peygamberlik nitelikleriyle beraber düşünülmediği, bir toplumun inancını yansıttığını belirtir. Atıf kullanılmayan ayet ise Semûd kavminin insanların peygamber olamayacağı yanlış inancına vurgu yapar. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Aynı bölüm şu şekilde de açıklanmıştır: Şuarâ Suresi’nde اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ ayetinden sonraki bölüme bakılırsa; bir ayette fasl yapılırken, diğer ayette ise vasl olduğu görülür. İlk ayette fasl vardır çünkü; ilk ayetteki الْمُسَحَّر۪ينَ kelimesinin manası, yediği ve içtiği bir ciğeri olduğu; yani insandan başka bir şey olmadığıdır. Araplar bu manada ‘’Senin yiyip içtiğin bir ciğerin olmaktan başka bir özelliğin yok’’ derler. Bu da onun için beşerî bir özelliktir. Yani, sihirlenmek peygamberlere değil insanlara mahsustur. Bunun için arkadan bu manayı tekid eden مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا ayeti fasılla gelmiştir. İkinci ayete gelince burada الْمُسَحَّر۪ينَ kelimesi sihirlenmiş manasındadır. Yani; ‘’sen bir insansın, dolayısıyla insanların büyülenmesi gibi büyülenmişsin. Eğer peygamber olsaydın büyülenmezdin’’ demek istemişlerdir. Yani ‘’sende peygamberlikle bağdaşmayan iki sıfat var” manasındadır. Dolayısıyla bundan sonra gelen مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا ayeti bununla aynı değil, farklı manadadır. Bunun için de vasl yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ
Bozguncuların mûcize istemeleri üzerine Sâlih, mûcize olarak deveyi gösterdi. Bu mûcize ile Semûd kavminin bu hayvana karşı nasıl davranacağı Allah tarafından sınanıyordu. Suyu dönüşümlü olarak kullanacaklardı, yani bir gün Sâlih’in devesi içecekti, bir gün de Semûd halkı ihtiyacı olan suyu alacaktı veya geleneğe bağlı olarak halkın su ihtiyacı için ayrılmış olan günde halk suyunu alacak, develerin su içmesi için ayrılmış günde ise deve diğerleriyle birlikte su içecekti. Sâlih’in, bu deveye herhangi bir kötülük yapmamaları hususunda halkını uyarmasına rağmen onu hunharca öldürdüler. Aslında deve bir imtihan aracı idi, maksat onların ilâhî buyruklara itaat hususundaki niyet ve kararlılıklarını denemekti. Ne var ki onlar bu sınavı kaybettiler (Semûd kavmi ve Sâlih peygamber hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 61-62 vd.).
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli هٰذِه۪ نَاقَةٌ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İşaret ismi هٰذِه۪ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَاقَةٌ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. لَهَا شِرْبٌ cümlesi نَاقَةٌ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شِرْبٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
لَكُمْ شِرْبُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. شِرْبٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مَعْلُومٍ kelimesi يَوْمٍ ‘nin sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعْلُومٍ kelimesi, sülâsi mücerredi علم olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ, Salih Peygamberin cevabını bildiriyor. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذِه۪ نَاقَةٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifade etmek içindir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَهَا شِرْبٌ cümlesi نَاقَةٌ için sıfattır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شِرْبٌ muahhar mübtedadır
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır
Car mecrurun takdimi ve müteallakının hazfi teşvik içindir. Çünkü muhatap bu durumda müsnedün ileyhi merak eder.
Aynı üslupta gelen وَلَكُمۡ شِرۡبُ یَوۡمࣲ مَّعۡلُومࣲ cümlesi لَهَا شِرْبٌ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif vardır. لَكُمۡ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍ , muahhar mübtedadır.
شِرْبُ kelimesi ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Onun bir su içme nöbeti var sudan hissesi vardır, شِرْبُ ve قوت gibidir ki su ve gıda hissesidir. Sizin de belli bir günün su içme nöbetiniz vardır yani ‘’kendi nöbetinizle yetinin, onun nöbetine müdahale etmeyin ‘’demektir. (Beyzâvî)وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Ayet, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; لا تزاحموها في وقت شربها (İçme vaktinde izdiham yapmayın) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَمَسُّوهَا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِسُٓوءٍ car mecruru تَمَسُّوهَا fiiline mütealliktir.
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,talep bulunması gerekir.
يَأْخُذَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَابُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَظ۪يمٍ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ
Ayet, mekulü’l-kavle dahil olan, mukadder istînâfa atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. بِسُٓوءٍ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder, olumsuz siyaktaki nekre, umum ve şumûle delalet eder.
Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ cümlesi, masdar teviliyle, cümlenin öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden عَظ۪يمٍ kelimesi يَوْمٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
يَوْمٍ عَظ۪يمٍ , kıyamet gününden kinayedir. Kelimedeki tenvin, tazim içindir.
عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ibaresinde günün azaba isnadı, mecâz-ı aklîdir.
سُٓوءٍ - عَذَابُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sonra sizi büyük bir günün azabı yakalar ifadesinde günün büyüklüğü, içindeki şeyin, olayın büyüklüğündendir. Bu da azabın büyüklüğünden daha mübalağalıdır. Azap o kadar büyüktür ki taşıp günü de büyütmüştür. (Beyzâvî)
بِسُٓوءٍ dövme, ayaklarını keserek hunharca katletme vb. bir şekilde hayvana kötülük etmeyin demektir. Azap onun içerisinde gerçekleşeceğinden dolayı günü yüceltmiş ve onu bu sıfatla vasıflamıştır, azabı değil de azabın gerçekleşeceği günü büyütmek daha etkilidir; zira vakit, bir şey sebebiyle büyütüldüğünde, büyüklük konumu daha fazla olur. (Keşşâf-Fahreddin er-Râzî)فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ
فَ istînâfiyyedir. عَقَرُوهَا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْبَحُوا damme üzere mebni, nakıs fiildir. اَصْبَحُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
نَادِم۪ينَ kelimesi اَصْبَحُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
نَادِم۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi ندم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ
فَ , istînâfiyyedir. Ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Nakıs fiil اَصْبَح ’nın dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَصْبَح ’nın haberi olan نَادِم۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İkinci cümleye dahil olan اَصْبَحُوا fiili isim cümlesinin ismini ref, haberini nasb eden nakıs fiillerdendir. Burada اَصْبَحُوا ’nun tam fiil olması da caizdir.
فَعَقَرُوهَا (Derken onu kestiler) şeklinde kesme işinin hepsine isnat edilmesi, kesenin ancak onların rızası ile kesmesindendir. Bunun içindir ki hep birlikte sorumlu tutulmuşlardır. Pişman oldular, onu kesmekten dolayı azabın gelmesinden pişman oldular ya da azabı gözleriyle gördükleri zaman demektir. Bunun içindir ki onlara faydası olmamıştır. (Beyzâvî-Fahreddin er-Râzî)فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine matuftur. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَذَابُ fail olup lafzen merfûdur.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَةً kelimesi اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.
وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اَكْثَرُ kelimesi كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ
Ayet öncesine matuftur. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiil mazi sıygada gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Vakafat, s. 107)
اَخَذَ fiilinin, الْعَذَابُ kelimesine isnadı mecaz-ı aklîdir.
الْعَذَابُ kelimesindeki lam-ı tarif, 156.ayetteki عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ [büyük/vahim bir günün azabı] ifadesine işaret etmektedir. Ahd içindir. (Keşşâf-Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ
Ayet, beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَةً ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyhin nekre gelişi, teksir, nev ve tazim ifadesi içindir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ
وَ , itiraziyyedir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan مُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir.
İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için “fâ‘ilun” vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.
İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbn Hişâm ve İbn Mâlik’de haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Ayetin son iki cümlesi, surede 6. kez gelmiştir. Tekrarlanan ayetler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. رَبَّ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
هُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ haber olup lafzen merfûdur. الرَّح۪يمُ۟ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْعَز۪يزُ ve الرَّح۪يمُ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟
Ayet önceki ayetteki اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً cümlesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin Rabb ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca رَبَّكَ izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ cümlesi اِنَّ ‘nin haberidir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
الْعَز۪يزُ haberdir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Haber olan iki vasfın, aralarında وَ olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. Bu iki kelime de mübalağa ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
الرَّح۪يمُ - الْعَزٖيزُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Bu cümlede olduğu gibi mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Fahreddin Râzî şöyle der: Ayette, Allah'ın الْعَز۪يزُ (güçlü) sıfatının الرَّح۪يمُ۟ (merhametli) sıfatından önce gelmesinin sebebi şudur: Akla gelebilir ki Allah, onları cezalandırmaktan aciz olduğu için merhametlidir. İşte bu vehmi ortadan kaldırmak için üstün ve güçlü manasına gelen الْعَز۪يزُ sıfatı zikredilmiş, böyle olmasına rağmen kullarına merhametli olduğu bildirilmiştir. Çünkü merhamet, üstün güçle birlikte bulunduğunda daha etkili olur.
Şuʻarâ sûresinde art arda gelen (8 ve 9) bu iki ayet sekiz yerde tekrarlanmıştır. İlki Hz. Muhammed'i (sav) ve Rabbi’nden gelenleri yalanlayanları tekzip açıklamasından sonra gelmektedir. Daha sonra her tekrarlanış önceki yalanlayanların kıssalarının hemen ardından her bir kıssadan sonra gelmiştir. Her birinin farklı bir durum için gelmesi, ifadenin zikredilişine güzel bir anlam katmıştır. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı'nda Itnâb Üslûbu)
Bu ayet surede 6. kez tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28).
Bu ayet kıssanın en güzel şekilde sona ermesi olan hüsn-i intihâ sanatına örnektir.