Şuarâ Sûresi 203. Ayet

فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ  ...

Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.  (201 - 203. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَيَقُولُوا derler ق و ل
2 هَلْ -miyiz?
3 نَحْنُ biz
4 مُنْظَرُونَ süre verilerlerden ن ظ ر
 
Yukarıda 195. âyette, Kur’an’ın tam olarak anlaşılabilmesi için “açık bir Arapça” ile indirilmiş olduğu ifade edilmişti. Ancak Hz. Peygamber Arap, getirdiği mesaj da Arapça olunca müşrikler bunu kendisinin uydurduğunu iddia ettiler (bk. Hûd 11/13). Oysa Allah mesajını Arap olmayan birine Arapça olarak indirse ve onun okumasını sağlasaydı –uydurdu diyemezlerdi ama– yine de iman etmezlerdi (Şevkânî, IV,114) veya Kur’an’ı bir yabancının diliyle vahyetmiş olsaydı inkârcılar bu sefer de mesajı anlayamadıklarını ileri sürerek yine inanmayacaklardı (krş. Fussılet 41/44). Allah Teâlâ, Kur’an’ın hak olduğuna dair İsrâiloğulları bilginlerinin onun hakkında bilgi sahibi olmalarını delil olarak göstermektedir. Zira onlar bir peygamberin geleceğini, onun bazı niteliklerini ve getireceği mesajı kendi kitaplarında okuyor ve biliyorlardı. Kur’an’ın hak olduğu günahkârların zihinlerine yerleştirilmiş, onu anlamaları da sağlanmış bulunmasına rağmen can yakıcı azabı görmedikçe onların inanmayacakları ifade buyurulmaktadır. Ancak azap geldiği zaman da yaptıklarına pişman olacak ve kaybettiklerini telâfi etmek için mühlet isteyeceklerdir. Bu durum Hz. Peygamber’i teselli ettiği gibi müşrikleri de ikaz etmektedir. Müfessirler 200-201. âyetlere “(Kendi günahları yüzünden) suçluların kalbine inkârcılığı böyle yerleştirdik; onlar iman etmezler, sonunda can yakıcı azabı görürler” şeklinde de mâna vermişlerdir (Taberî, XIX, 115-116; İbn Kesîr, VI, 173; Şevkânî, IV,114). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 174-175
 

فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُوا  fiili,  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَ ‘dir.  يَقُولُوا   fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

هَلْ  istifhâm harfidir. Munfasıl zamiri  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُنْظَرُونَ

 mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

مُنْظَرُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

 

فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ

 

Allah Teâlâ bize,  يَأْتِيَهُمْ  fiilinin mef’ûlü olan kişilerin sözlerini bildiriyor. Önceki ayete matuf olan bu ayet, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelmiştir. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mütekellimin maksadı, sorulan soruya cevap almak değildir. Bunun artık imkânsız olduğunu anlamış olan mücrimler, bu soru üslubunu pişmanlıklarını ve üzüntülerini belirtmek amacıyla kullandıkları için ifade, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama  هَلْ  âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kuşeyrî dedi ki: [Onlara... gelecek] ayeti daha önce geçen: [Görünceye kadar] ayetine atfedilmiş değildir. Aksine o [iman etmezler] ayetinin cevabıdır. [Onlara... gelecek] ayeti nefyin cevabı olduğundan dolayı nasb ile gelmiştir. Yüce Allah'ın [derler] ayeti de böyledir (o da aynı sebepten ötürü nasb ile gelmiştir). (Kurtubî)

Allah Teâlâ, onların, o elîm azabı görünceye kadar, iman etmeyeceklerini ve onlara o azabın ansızın geleceğini beyan edince, bunun peşinden işte bu esnada onlardan bir tahassür ve nedamet şeklinde südur edecek olan ifadeyi getirmiş ve kurtulmanın imkansız olması halinde, kişinin yardım istemesi gibi [Bize bir mühlet verilir mi?.. ] diyeceklerini belirtmiştir. Çünkü onlar, ahirette, sığınılacak bir yerin bulunmadığını biliyorlar; ancak ne var ki onlar, bu sözü rahatlamak için söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)