فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُوا fiili, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَ ‘dir. يَقُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifhâm harfidir. Munfasıl zamiri نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُنْظَرُونَ
mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُنْظَرُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ
Allah Teâlâ bize, يَأْتِيَهُمْ fiilinin mef’ûlü olan kişilerin sözlerini bildiriyor. Önceki ayete matuf olan bu ayet, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelmiştir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mütekellimin maksadı, sorulan soruya cevap almak değildir. Bunun artık imkânsız olduğunu anlamış olan mücrimler, bu soru üslubunu pişmanlıklarını ve üzüntülerini belirtmek amacıyla kullandıkları için ifade, mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama هَلْ âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kuşeyrî dedi ki: [Onlara... gelecek] ayeti daha önce geçen: [Görünceye kadar] ayetine atfedilmiş değildir. Aksine o [iman etmezler] ayetinin cevabıdır. [Onlara... gelecek] ayeti nefyin cevabı olduğundan dolayı nasb ile gelmiştir. Yüce Allah'ın [derler] ayeti de böyledir (o da aynı sebepten ötürü nasb ile gelmiştir). (Kurtubî)
Allah Teâlâ, onların, o elîm azabı görünceye kadar, iman etmeyeceklerini ve onlara o azabın ansızın geleceğini beyan edince, bunun peşinden işte bu esnada onlardan bir tahassür ve nedamet şeklinde südur edecek olan ifadeyi getirmiş ve kurtulmanın imkansız olması halinde, kişinin yardım istemesi gibi [Bize bir mühlet verilir mi?.. ] diyeceklerini belirtmiştir. Çünkü onlar, ahirette, sığınılacak bir yerin bulunmadığını biliyorlar; ancak ne var ki onlar, bu sözü rahatlamak için söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)