Şuarâ Sûresi 44. Ayet

فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ  ...

Bunun üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücüyle elbette bizler üstün geleceğiz” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَلْقَوْا sonra attılar ل ق ي
2 حِبَالَهُمْ iplerini ح ب ل
3 وَعِصِيَّهُمْ ve değneklerini ع ص و
4 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
5 بِعِزَّةِ şerefine ع ز ز
6 فِرْعَوْنَ Fir’avn’ın
7 إِنَّا biz
8 لَنَحْنُ elbette biz
9 الْغَالِبُونَ galib geleceğiz غ ل ب
 

  Asave - Asaye  عصو - عصي :  Bu kelimenin aslı vavlıdır. عَصَوَ fiili âsâ ile vurdu demektir. عَصَيَ fiili ise itaatin dışına çıktı/ baş kaldırdı demektir ve mastarı عِصْيانٌ olarak gelir. Temelde ise bu sözün anlamı kişinin kendisini âsâsıyla korumasıdır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 44 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri âsâ, âsi, isyan, isyankar ve masiyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْقَوْا  elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

حِبَالَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عِصِيَّهُمْ  atıf harfi  وَ ’la  حِبَالَهُمْ ’e matuftur. 

اَلْقَوْا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

 وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ 

 

Cümle  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

بِعِزَّةِ  car mecruru mahzuf  نُقْسِمُ  fiiline mütealliktir.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ

 

اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. Fasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

الْغَالِبُونَ  kelimesi, mübtedanın haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْغَالِبُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  غلب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ 

 

Atıfla gelen ayetin ilk cümlesi  فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ  cümlesi,  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ  cümlesi, takdiri  نُقْسِمُ  (yemin ediyoruz) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazf sanatı vardır.

بِعِزَّةِ  kelimesindeki  بِ  harf-i cerinin kasem (yemin) için olduğu da söylenmiştir. (Âşûr)

بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ  sözündeki  بِ  besmele (بِسْمِ اللَّهِ)’deki  بِ  gibidir. (Âşûr)

 

اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ

 

Ayetin son cümlesi mukadder kasemin cevabıdır.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ  isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  نَحْنُ الْغَالِبُونَ, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْغَالِبُونَ  haberdir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu ifade eder. 

Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

نَحْنُ ’nun haberi olan  الْغَالِبُونَ, ism-i fail kalıbında gelerek, durumun devamlılığını ve istimrarını vurgulamıştır.

İsm-i fâil, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fâil; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için فاعل vezninde sübût (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbni Hişam ve İbni Malik’te haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Münazaranın başında sihirbaz­ların söylemiş oldukları  اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ [Elbette biz galip geleceğiz biz!] cümlesi de  اِنَّ  ve  لَ  edatlarıyla pekiştirilmiştir. Çünkü muhatap tereddütlüdür. Bu, beyan ilmi sanatlarındandır. (Safvetu’t Tefasir )

Galip geleceklerine dair onun şerefine yemin ettiler, çünkü kendilerine o kadar güveniyorlardı, ya da çok ileri derecede bir sihir temin etmişlerdi. (Beyzâvî)

إنّا لَنَحْنُ الغالِبُونَ  cümlesi kasemin (yeminin) manasını tekit için  اِنَّ  ve  لَ  ile gelmiştir. (Âşûr)