Fâtır Sûresi 15. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَـرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  ...

Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 أَنْتُمُ siz
4 الْفُقَرَاءُ muhtaçsınız ف ق ر
5 إِلَى
6 اللَّهِ Allah’a
7 وَاللَّهُ Allah ise
8 هُوَ O’dur
9 الْغَنِيُّ zengin olan غ ن ي
10 الْحَمِيدُ ve hamde layık olan ح م د
 

İnsanı yaratan ve onun ihtiyaçlarını en iyi bilen Cenâb-ı Allah bütün beşeriyete yönelik bir uyarıda bulunmaktadır: Allah’a muhtaç olan insanlardır, Allah ise hiçbir şeye ve hiç kimseye muhtaç değildir. Üstelik yaratılmışlar üzerindeki üstün nimetlerinden ötürü hamdedilmeye lâyık olan yalnız O’dur. Bu uyarıdan, insanın ibadete ihtiyacı olduğu, dolayısıyla din duygusunun ve Allah’a ibadet etme eğiliminin fıtrî olduğu ve baskı yöntemleriyle yok edilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 458-459
 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَـرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. Nidanın cevabı  اَنْتُمُ الْفُقَـرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِ ‘dır.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  اَنْتُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفُقَـرَٓاءُ  haber olup lafzen merfûdur.  اِلَى اللّٰهِۚ  car mecruru  الْفُقَـرَٓاءُ ‘ya mütealliktir.

الْفُقَـرَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsarıftır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. هُوَ  fasıl zamiridir.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْغَنِيُّ  haber olup lafzen merfûdur.  الْحَم۪يدُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْغَنِيُّ - الْحَم۪يدُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اَنْتُمُ الْفُقَـرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

النَّاسُ , münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır.

Nidanın cevabı olan  اَنْتُمُ الْفُقَـرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsned olan  الْفُقَـرَٓاءُ  ismi kasr ifadesi için marife gelmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Kasr, mübteda ve haber haber arasındadır.  اَنْتُمُ  maksûrun aleyh/mevsûf,  الْفُقَـرَٓاءُ  maksûr/sıfat olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Haberin  الْ  ile marife olması kasrı hakiki ifade eder. Bu da haberin sadece mübtedaya mahsus olması; başkasına ait olmaması demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mübteda ve haberin marife gelmesi, fakirlik sıfatını Allah'a nispetle muhatap kişilere hasretmeyi ifade eder. (Âşûr)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

“Ey insanlar!” ve “Ey iman edenler!” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” Ve “Ey İman Edenler” Hitaplariyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allâh katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye lisûreti'l Ahzâb, s. 43)

اِلَى اللّٰهِۚ  car mecruru, الْفُقَـرَٓاءُ ‘ya mütealliktir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.  

Cümlede mübalağa sanatı vardır. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Bu hitap, Allah'ın yüce nimetlerini ken­dilerine hatırlatmak için bütün insanlığa yapılmıştır. Yani, Ey insanlar! Siz, varlığınız ve bütün hallerinizde, hareket ve sükunetlerinizde Allah'a muhtaçsınız, Ebu Hayyân şöyle der: Bu, öğüt ve hatırlatma ayetidir. Bütün insanlar, her türlü hallerinde, Yüce Allah'ın ihsan ve nimetine muh­taçtır. Hiç kimse, bir an olsun ondan müstağni kalamaz. O, mutlak olarak varlıklara muhtaç değildir, zengindir. Verdiği nimetlerden dolayı övülmüş­tür, övgü ve senaya layıktır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Ayette yer alan  اَنْتُمُ  zamiri mübteda, الْفُقَـرَٓاءُ  lafzı ise haberdir. Asıl olan mübtedanın marife, haberin nekre gelmesidir. Ancak burada bu kuralın dışına çıkılarak haberin marife geldiğini görmekteyiz. Müfessirimiz bunun bir hikmete mebni olduğunu şu şekilde açıklar: الْفُقَـرَٓاءُ  lafzının marife gelmesi, onların muhtaç oluşlarındaki mübalağa içindir. Sanki aşırı derecedeki fakirliklerinden ve ihtiyaçlarının fazlalığından dolayı asıl fakirler onlardır da diğer varlıkların fakirlikleri onlarınkine nispetle önemsizdir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

Şayet  الْفُقَـرَٓاءُ  kelimesini neden marife yapmış? dersen şöyle derim: Bununla onlara, kendisine şiddetle muhtaç olmaları sebebiyle fukara cinsinden olduklarını göstermek istemiştir. Her ne kadar insanlar ve diğer tüm canlılar da O’na muhtaçsalar da insanı özellikle zikretmiştir; çünkü muhtaçlık zafiyeti takip eder; muhtaç ne kadar zayıf olursa ihtiyacı o kadar artar. Allah da İnsan zayıf yaratılmıştır. (Nisâ 4/28) buyurarak ve [Sizi güçsüz olarak yaratıp…] (Rûm 30/54) buyurarak insanın zayıf olduğuna şahitlik etmiştir. Kelime nekre yapılsaydı anlam; siz muhtaçların bir kısmısınız, şeklinde olurdu. (Keşşâf) 

اَنْتُمُ الْفُقَـرَٓاءُ اِلَى اللّٰهِۚ [Sizsiniz Allah'a muhtaç fakirler] cümlesinde müsnedin (öznenin) marife (elif lamlı) olması kasr (ancak, sadece, yalnız anlam)ı ifade eder. Yani din ve ibadet Allah'ın ihtiyacı değil, insanların ihtiyacıdır. Hem yarattıkları içinde Allah'a ihtiyacı en çok olan fakirler sadece insanlardır. İnsan  وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفًا [İnsan da zayıf olarak yaratılmıştır.] (Nisâ, 4/28) ifadesine göre zayıf olarak yaratılmış olmakla, hangi mertebede olursa olsun hiçbir zaman Allah'a ihtiyaçtan kurtulamayacağı gibi, emaneti taşıyan insan ruhunun duyduğu ihtiyaç o kadar çoktur ki, onun yanında diğer yaratıklara fakir bile denmez. İnsanın bu ihtiyacını tatmin etmek için de Allah'tan başka mabud bulunmaz. Başkaları bir kıtmire bile malik değil Allah ise ganîdir. Hiçbir ihtiyacı olmayan ve her şeyden müstağni, tam manası ile zengin, ganî O, yalnız O'dur. O sizin ibadetinize muhtaç olmadığı gibi, bütün ihtiyaçlarınızı tatmin edebilecek güce de sahiptir. Öyle, fakat bakalım, korur gözetir mi dersiniz? Hem hamîddir. Hamd ve şükür ile kendisine tazim ve ibadet olunacak veliyy-i nimet de ancak O'dur. Gerçekte O'ndan başka nimet veren, O'ndan başka hamd ve tazime layık olan yoktur. Onun için dileklerinizi verirse, ancak O verir. Hem O kendisine hamd ettirmesini bilir. (Elmalılı)


 وَاللّٰهُ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ

 

Bu cümle nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اللّٰهُ  mübteda,  الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  haberdir.  هُوَ , tekid ifade eden fasıl zamiridir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zamir yerine zahir isim zikredilerek lafza-i celâlin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd Nisâ/81) 

الْغَنِيُّ الْحَم۪يدُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Yani,  غَنِيُّ  ve  حَم۪يدُ  olan sadece Allah Teâlâ’dır.

Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْغَنِيُّ -  الْحَم۪يدُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.  

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.