اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
Yûnus aleyhisselâm, Kur’an-ı Kerîm’de altı yerde anılmaktadır; Nisâ sûresinde (4/163) kendilerine vahiy gönderilen peygamberler arasında zikredilmekte; En‘âm sûresinde (6/86) on yedi peygamberin ismi sıralanırken onun da adı geçmekte; Yûnus sûresinde (10/98) kavminin inkârdan vazgeçerek helâk edilmekten kurtuldukları bildirilmekte; Enbiyâ sûresinde (21/87-88) tebliğinin başlangıcında halkının kendisine inanmamasına kızarak ülkesini terkettiği, ancak Allah tarafından sıkıntıya uğratılınca yanlışlığının farkına varıp “karanlıklar içinde” (balığın karnında) iken, “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben kötü işler yapmışım!” diyerek Allah’a yakardığı; bunun üzerine duasının kabul edilip sıkıntı ve kederden kurtarıldığı bildirilmekte; Kalem sûresinde (68/48-50) sabırsızlık gösterip öfkeye kapılması eleştirilmekte, ardından Allah’ın nimeti sayesinde içine düştüğü durumdan kurtulduğu anlatılmaktadır. Konumuz olan âyetlerde ise ülkesinden ayrıldıktan sonra başına gelenler hakkında kısa bilgi yer almaktadır. Kur’an’ın amacı, salt tarihî bilgi vermek değil, olayın ibret verici yönünü öne çıkarmak olduğu için onun hayatı hakkında daha fazla ayrıntı vermeye gerek görülmemiştir.
Kitâb-ı Mukaddes’te Hz. Yûnus hakkında genel hatlarıyla Kur’an’da verilenlerle de uyuşan daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır (Yunus, 1-4. bablar). Buna göre milâttan önce VIII. yüzyılda Asur Devleti’nin başşehri Ninevâ’nın halkını Allah yoluna davet etmesi için Rab tarafından görevlendirilen Yûnus, bu emri dinlemeyip ülkesinden kaçmak üzere Yafa’dan Tarşiş’e (Tarsus) gidecek olan bir gemiye biner. Fırtınaya yakalanan geminin batmaması için bütün yükü denize bırakıldığı gibi çekilen kur’a sonucu Yûnus da atılır ve onu Rabbin gönderdiği bir balık yutar. Balığın karnında hatasını anlayıp dua eder; bunun üzerine balık onu karaya kusar. Tekrar Ninevâ’ya gitmekle görevlendirilir. Halkı tövbe edip kendisine inanır ve cezalandırılmaktan kurtulur.
Yûnus kıssasından çıkan sonuç şudur: Allah Teâlâ peygamberlerini, başlarına gelen olağan dışı olaylarla eğitmiş, zorlu geçecek bir tevhid mücadelesine hazırlamıştır. Hz. Yûnus’un büyük bir balık, muhtemelen bir balina aracılığıyla boğulmaktan kurtulması mûcizevî bir olaydır.
Tefsirlerde verilen bilgiye göre Yûnus kavmini uzun süre (bir rivayete göre otuz üç sene) putperestlikten vazgeçirip tevhid inancını benimsemeye çağırmışsa da bunda başarılı olamayınca artık onların ıslah olmayacağını düşünüp kızgınlıkla ülkesini terketmiş ve bu sabırsızlığı sebebiyle cezalandırılmıştır (bk. Enbiyâ 21/87-88). Taberî, 143. âyete dayanarak Yûnus’un, bu musibet başına gelmezden önce Allah’a karşı kulluk görevlerini titizlikle uygulamış olması sayesinde balık vasıtasıyla kurtarıldığını belirtir (XXIII, 99). Buna göre onun, kötü olarak nitelediği ve pişman olduğu davranışı (Enbiyâ 21/87), bir anlık gaflet ve öfkeden kaynaklanmış, çektikleriyle de bedelini ödemiştir. “...balığın karnında kalırdı” ifadesi, “...olsaydı ...olurdu” şeklinde bir varsayıma dayanıyor; yani o, iyi bir kul olmasaydı balık kendisini yutacak, orada ölecek ve tekrar dirilmesi kıyamete kalacaktı.
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
اِذْ zaman zarfı, مُرْسَل۪ينَ ‘ye mütealliktir. اَبَقَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَى الْفُلْكِ car mecruru اَبَقَ fiiline mütealliktir. الْمَشْحُونِ kelimesi الْفُلْكِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَشْحُونِ kelimesi, sülasi mücerredi شحن olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
Zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki مُرْسَل۪ينَ ‘e mütealliktir.
اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. (Âşûr, Hac/26)
اِلَى الْفُلْكِ car mecruru, اَبَقَ fiiline mütealliktir. مَشْحُونِ kelimesi, الْفُلْكِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Yüce Allah, Yunus'un (as) Rabbinden izin almadan çıkışını, kölenin efendisinden kaçmasına benzetmektedir. Sâbûnî’ye göre اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ cümlesinde istiare-i tasrîhiyye vardır.
Âlûsî’ye göre de burada istiare veya mecâz-ı mürsel vardır. Fakat istiare olması daha beliğ, daha belirgindir.
Ayette müstearün leh (müşebbeh) olan “Yunus'un (as) ayrılışı, müstearün minh (müşebbehün bih) olan “kölenin sahibinden kaçmasına” benzetilmiş, müşebbeh hazf edilmiş ve onun yerine müşebbeh bih kullanılmıştır. Müstearün leh ile müstearün minh arasındaki alaka müşâbehettir. Hakiki anlama gelmesini engelleyen karine ise lafziyye olup اَبَقَ kelimesidir. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatlari Açısından Meâl Problemleri)