بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاء حسابهم (Hesapları gelirse…) şeklindedir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri sükun ile mebni اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مُحْضَرُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
كَذَّبُوهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُحْضَرُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
فَ , atıf harfidir. فَكَذَّبُوهُ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle 124. ayetteki … قَالَ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
فَكَذَّبُوهُ fiili تفعيل babındadır. Bu bab, fiil ve mef’ûlde kesret ifade eder.
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri إن جاء حسابهم (Hesapları gelirse) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اِنَّ ’nin haberi olan لَمُحْضَرُونَۙ ‘nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
اِلَّا istisna edatıdır. عِبَادَ müstesna olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخْلَص۪ينَ kelimesi عِبَادَ ‘nin sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخْلَص۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خلص olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Ayet önceki ayette bahsi geçenlerden istisna edilenleri bildirmektedir. عِبَادَ اللّٰهِ müstesnadır. فَكَذَّبُوهُ fiilinin failinden munkatı’ istisnadır.
عِبَادَ اللّٰهِ izafetinde Allah Teâlâ’ya muzâf olmasıyla عِبَادِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْمُخْلَص۪ينَ kelimesi عِبَادَ اللّٰهِ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Bu ayet, 40-74-160 ayetlerin tekrarıdır. Cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
Fiil cümlesidir. تَرَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru تَرَكْنَا ‘nın mahzuf mef’ûlüne mütealliktir. Takdiri, تركنا ثناء عليه şeklindedir.
فِي الْاٰخِر۪ينَۘ car mecruru تَرَكْنَا fiiline müteallik olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
وَ , atıf harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
تَرَكْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
عَلَيْهِ car mecruru تَرَكْنَا fiilinin mahzuf mef’ûlüne mütealliktir. Mef’ûlün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu ayet, 78-108-119. ayetlerin tekrarıdır. Cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ [Geriden gelecekler arasında ona (şöhret) bıraktık.] cümlesi latif bir kinayedir. Yüce Allah bunu, güzel övgüden kinaye olarak zikretti. (Safvetü’t Tefâsir)سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْيَاس۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَلَامٌ | selam olsun |
|
2 | عَلَىٰ |
|
|
3 | إِلْ يَاسِينَ | İlyas’a |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْيَاس۪ينَ
سَلَامٌ عَلٰى اِلْيَاس۪ينَ cümlesi dua ve itiraziyyedir. İsim cümlesidir. سَلَامٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلٰٓى اِلْيَاس۪ينَ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْيَاس۪ينَ
Ayet تَرَكْنَا cümlesi için tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil olan سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ يَاس۪ينَ cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلٰٓى اِلْ يَاس۪ينَ mahzuf habere mütealliktir.
Müsnedün ileyh olan سَلَامٌ ’un nekre gelmesi teksir ve tazim ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada سَلَامٌ kelimesinin nekre oluşu taklîl içindir. Çünkü Allah tarafındandır. O’nun tarafından olan az birşey, aslında çok büyüktür. Başka hiçbir şeye ihtiyaç bırakmaz. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette geçen اِلْ يَاس۪ينَ ile İlyas, tıpkı ”Tûr-i Sîna" ve ”Tûr-i Sînîn" gibi aynı anlamda olan iki kelimedir. (Ruhu’l Beyan)
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili نَجْزِي olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. نَجْزِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. الْمُحْسِن۪ينَ mef’ûlun bih olup, nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُحْسِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَذٰلِكَ , amili نَجْزِي olan mahzuf bir mef’ûlü mutlaka mütealliktir.
Bu takdire göre اِنَّ ‘nin haberi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
نَجْزِي fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl olan الْمُحْسِن۪ينَ ism-i fail vezninde gelmiştir.
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90)
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunmadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Bu ayet, 80-105-110-121. ayetlerdeki cümlelerin tekrarıdır. Cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
[Muhakkak biz, ihsan edicileri böyle mükâfatlandırırız.] Onlardan güzellikle söz edilmesini baki kılarız. Bunun gibi bir mükâfatla... demektir. (Kurtubî)اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مِنْ عِبَادِنَا car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi عِبَادِ ‘nin sıfatı olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
Ayet diğer bir ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ عِبَادِنَا car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
عِبَادِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması kulları tazim ve teşrif içindir.
الْمُؤْمِن۪ينَ lafzı, عِبَادِنَا için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْمُؤْمِن۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek hudûs ifade etmiştir.
Sıfat olarak kullanılan ism-i fail, isimleşse de zaman özelliğini kaybetmez.
İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir.
(Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10 (2007), s. 55 - 90 Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُؤْمِن۪ينَ - مُحْسِن۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mananın iyice yerleşmesi için son dört ayet; 79, 80, 81, 82 ve 108, 109, 110, 111 ayetler burada da aynı sırayla tekrar edilmiştir. Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Buradaki zamir, İlyas'a aittir. Bu durumda İlyas ile İlyâsîn tek bir şahıs olmaktadır. (Ruhu’l Beyan)
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
2 | لُوطًا | Lut |
|
3 | لَمِنَ |
|
|
4 | الْمُرْسَلِينَ | gönderilen elçilerdendi |
|
Lût aleyhisselâm, Hz. İbrâhim’in yeğeni olup Ölüdeniz kıyısındaki Sodom ve Gomore’de (Ammûre) peygamber olarak görevlendirilmiştir. Halkı, onun uyarılarına rağmen sapkın inanç ve yaşayışlarından vazgeçmeyince büyük bir felâketle yok edilmişlerdir (bk. A‘râf 7/80-84; Hûd 11/77-83; Hicr 15/58-77).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 551وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. لُوطاً kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
مُرْسَل۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
وَ , istînâfiyedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنّ۪ٓ ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنّ۪ٓ kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan c.2 s.176)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ’in müteallakı olan haber mahzuftur.
مُرْسَل۪ينَۜ - مُؤْمِن۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
اِذْ zaman zarfı مُرْسَل۪ينَ ‘e mütealliktir. نَجَّيْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَهْلَـهُٓ atıf harfi وَ ‘la نَجَّيْنَاهُ ‘daki gaib zamire matuftur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَجْمَع۪ينَۙ kelimesi manevi tekiddir. لُوطاً ve اَهْلَـ ‘deki zamiri tekid eder.
Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide, tevkid de denir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (مَؤَكَّدٌ) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzî tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar.
Manevi tekid: Manevi te’kit marifeyi tekit eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ , اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجَّيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
Ayet fasılla gelmiştir. اِذْ zaman zarfı, önceki ayetteki مُرْسَل۪ينَ ‘e mütealliktir.
اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Manevi tekid lafzı اَجْمَع۪ينَۙ , Lut’u ve اَهْلَـهُٓ ’yu tekid etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)
نَجَّيْنَاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَنْجَيَ fiili اِفعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise تفعيل babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)
وَاَهْلَـهُٓ kelimesi, نَجَّيْنَاهُ fiilinin mef’ûlune matuftur.
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ
اِلَّا istisna edatıdır. عَجُوزاً müstesna olup fetha ile mansubdur. فِي الْغَابِر۪ينَ car mecruru عَجُوزاً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْغَابِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi غبر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ
Ayet, önceki ayettekilerden istisna edileni bildirilmektedir. اِلَّا istisna edatı, عَجُوزاً müstesnadır. فِي الْغَابِر۪ينَۚ car mecruru, عَجُوزاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
عَجُوزاً ’deki tenvin tahkir içindir.
Bu kadın, onun hain karısıydı ve inkârcıydı. Lût'un şeriatına göre putperest kadınlarla evlenmek caizdi. Ayette yaşlı kadın, pek çok işlerden aciz kaldığından dolayı ”acûz" diye adlandırılmıştır. (Ruhul Beyan)
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfi olup, نَجَّيْنَاهُ ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. دَمَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الْاٰخَر۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
دَمَّرْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi دمر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
دَمَّرْنَا fiili تفعيل babındadır. تفعيل babının fiile kazandırdığı kesret anlamı bu ayette kolayca farkedilmektedir.
غَابِر۪ينَ - اٰخَر۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ
Lût’un ülkesi Araplar’ın kuzeye doğru ticaret yolculuğu
yaptıkları güzergâhta olduğu için bu kavme ait kalıntıları görmeleri ve bunlardan ibret almaları gerektiğine işaret edilmektedir (bk. Hicr 15/78).
“Yaşlı kadın”, Lût’a iman etmeyen eşidir (bk. Tahrîm 66/10).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 551
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ
اِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la اِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ‘e matuftur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. تَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahalen merfûdur.
تَمُرُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru تَمُرُّونَ fiiline mütealliktir.
مُصْبِح۪ينَ kelimesi تَمُرُّونَ ‘deki failinin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُصْبِح۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la 133. ayetteki اِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُصْبِح۪ينَ haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
بِالَّيْلِ car mecruru atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuf olup, مُصْبِح۪ينَ ‘ye mütealliktir.
Hemze istifham harfidir. لَا تَعْقِلُونَ cümlesi atıf harfi فَ ile mukadder söze matuftur. Takdiri, أتغفلون عن ذلك (Bundan gafil misiniz?) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْقِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
بِالَّيْلِۜ car mecruru مُصْبِح۪ينَۙ ’ye matuf olan mazuf hale mütealliktir.
اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ cümlesi, takdiri …أتغفلون عن ذلك (Bundan gafil misiniz?) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilme sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
مُصْبِح۪ينَۙ - بِالَّيْلِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı ve tağlib vardır.
Ve geceleyin de... Yani sabah akşam, her zaman uğrar geçersiniz. Burada sadece sabah akşam değil, günün yirmi dört saati kastedilmektedir. (Ruhu’l Beyan)
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
2 | يُونُسَ | Yunus |
|
3 | لَمِنَ |
|
|
4 | الْمُرْسَلِينَ | gönderilen elçilerdendi |
|
Yûnus aleyhisselâm, Kur’an-ı Kerîm’de altı yerde anılmaktadır; Nisâ sûresinde (4/163) kendilerine vahiy gönderilen peygamberler arasında zikredilmekte; En‘âm sûresinde (6/86) on yedi peygamberin ismi sıralanırken onun da adı geçmekte; Yûnus sûresinde (10/98) kavminin inkârdan vazgeçerek helâk edilmekten kurtuldukları bildirilmekte; Enbiyâ sûresinde (21/87-88) tebliğinin başlangıcında halkının kendisine inanmamasına kızarak ülkesini terkettiği, ancak Allah tarafından sıkıntıya uğratılınca yanlışlığının farkına varıp “karanlıklar içinde” (balığın karnında) iken, “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben kötü işler yapmışım!” diyerek Allah’a yakardığı; bunun üzerine duasının kabul edilip sıkıntı ve kederden kurtarıldığı bildirilmekte; Kalem sûresinde (68/48-50) sabırsızlık gösterip öfkeye kapılması eleştirilmekte, ardından Allah’ın nimeti sayesinde içine düştüğü durumdan kurtulduğu anlatılmaktadır. Konumuz olan âyetlerde ise ülkesinden ayrıldıktan sonra başına gelenler hakkında kısa bilgi yer almaktadır. Kur’an’ın amacı, salt tarihî bilgi vermek değil, olayın ibret verici yönünü öne çıkarmak olduğu için onun hayatı hakkında daha fazla ayrıntı vermeye gerek görülmemiştir.
Kitâb-ı Mukaddes’te Hz. Yûnus hakkında genel hatlarıyla Kur’an’da verilenlerle de uyuşan daha ayrıntılı bilgi bulunmaktadır (Yunus, 1-4. bablar). Buna göre milâttan önce VIII. yüzyılda Asur Devleti’nin başşehri Ninevâ’nın halkını Allah yoluna davet etmesi için Rab tarafından görevlendirilen Yûnus, bu emri dinlemeyip ülkesinden kaçmak üzere Yafa’dan Tarşiş’e (Tarsus) gidecek olan bir gemiye biner. Fırtınaya yakalanan geminin batmaması için bütün yükü denize bırakıldığı gibi çekilen kur’a sonucu Yûnus da atılır ve onu Rabbin gönderdiği bir balık yutar. Balığın karnında hatasını anlayıp dua eder; bunun üzerine balık onu karaya kusar. Tekrar Ninevâ’ya gitmekle görevlendirilir. Halkı tövbe edip kendisine inanır ve cezalandırılmaktan kurtulur.
Yûnus kıssasından çıkan sonuç şudur: Allah Teâlâ peygamberlerini, başlarına gelen olağan dışı olaylarla eğitmiş, zorlu geçecek bir tevhid mücadelesine hazırlamıştır. Hz. Yûnus’un büyük bir balık, muhtemelen bir balina aracılığıyla boğulmaktan kurtulması mûcizevî bir olaydır.
Tefsirlerde verilen bilgiye göre Yûnus kavmini uzun süre (bir rivayete göre otuz üç sene) putperestlikten vazgeçirip tevhid inancını benimsemeye çağırmışsa da bunda başarılı olamayınca artık onların ıslah olmayacağını düşünüp kızgınlıkla ülkesini terketmiş ve bu sabırsızlığı sebebiyle cezalandırılmıştır (bk. Enbiyâ 21/87-88). Taberî, 143. âyete dayanarak Yûnus’un, bu musibet başına gelmezden önce Allah’a karşı kulluk görevlerini titizlikle uygulamış olması sayesinde balık vasıtasıyla kurtarıldığını belirtir (XXIII, 99). Buna göre onun, kötü olarak nitelediği ve pişman olduğu davranışı (Enbiyâ 21/87), bir anlık gaflet ve öfkeden kaynaklanmış, çektikleriyle de bedelini ödemiştir. “...balığın karnında kalırdı” ifadesi, “...olsaydı ...olurdu” şeklinde bir varsayıma dayanıyor; yani o, iyi bir kul olmasaydı balık kendisini yutacak, orada ölecek ve tekrar dirilmesi kıyamete kalacaktı.
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. يُونُسَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُرْسَل۪ينَ ‘nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُرْسَل۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ ’in müteallakı olan haber mahzuftur.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنّ۪ٓ ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنّ۪ٓ kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan c.2 s.176)
Şüphesiz ki Yunus da gönderilen peygamberlerdendir. Yunus (as) kıssasında Allah Teâlâ'nın bir peygamberini hapsedişinin bir ifadesi vardır. Bunun, burada anlatılması, daha çok peygamber efendimize bir hatırlatma olmasındandır. (Elmalılı)
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
اِذْ zaman zarfı, مُرْسَل۪ينَ ‘ye mütealliktir. اَبَقَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَبَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَى الْفُلْكِ car mecruru اَبَقَ fiiline mütealliktir. الْمَشْحُونِ kelimesi الْفُلْكِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَشْحُونِ kelimesi, sülasi mücerredi شحن olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
Zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki مُرْسَل۪ينَ ‘e mütealliktir.
اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. (Âşûr, Hac/26)
اِلَى الْفُلْكِ car mecruru, اَبَقَ fiiline mütealliktir. مَشْحُونِ kelimesi, الْفُلْكِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Yüce Allah, Yunus'un (as) Rabbinden izin almadan çıkışını, kölenin efendisinden kaçmasına benzetmektedir. Sâbûnî’ye göre اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ cümlesinde istiare-i tasrîhiyye vardır.
Âlûsî’ye göre de burada istiare veya mecâz-ı mürsel vardır. Fakat istiare olması daha beliğ, daha belirgindir.
Ayette müstearün leh (müşebbeh) olan “Yunus'un (as) ayrılışı, müstearün minh (müşebbehün bih) olan “kölenin sahibinden kaçmasına” benzetilmiş, müşebbeh hazf edilmiş ve onun yerine müşebbeh bih kullanılmıştır. Müstearün leh ile müstearün minh arasındaki alaka müşâbehettir. Hakiki anlama gelmesini engelleyen karine ise lafziyye olup اَبَقَ kelimesidir. (Süleyman Recep Çıbıklı, Söz Sanatlari Açısından Meâl Problemleri)
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ
Seheme سهم :
سَهْم Atış için atılan ok, kumar için karıştırılan kumar okudur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de fiil olarak sadece 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli Sihem'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayete matuftur. سَاهَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. فَ atıf harfidir.
كَانَ nakıs, fetha ile mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنَ الْمُدْحَض۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
سَاهَمَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi سحم ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُدْحَض۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ
Ayet فَ ile … اَبَقَ اِلَى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi فَكَانَ , makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Cümlede, îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan مِنَ الْمُدْحَض۪ينَ , nakıs fiil كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
İsim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 21, Sayı: 69 (Kış 2017))
Burada geçen الْمُدْحَض۪ينَۚ lafzı zafer makamından ayağı kaymaktır. Rivayete göre kavmini azapla tehdit edince, Allah ona emretmeden aralarından çıktı. Gemiye bindi; gemi durdu, yolcular: Burada efendisinden kaçan bir köle vardır, dediler. Kura çektiler, ona düştü, o da: Kaçan benim dedi ve kendini suya attı. (Kurtubî)فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ
Ayet, atıf harfi فَ ile önceki ayete matuftur. الْتَقَمَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحُوتُ fail olup lafzen merfûdur.
هُوَ مُل۪يمٌ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُل۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْتَقَمَهُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi لقم ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
مُل۪يمٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ
فَ atıf harfidir. Ayet önceki ayetteki فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Fiil cümlesi, isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 21, Sayı: 69 (Kış 2017))
وَهُوَ مُل۪يمٌ cümlesi, وَ ’la gelmiş hal cümlesidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan مُل۪يمٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
[Kendini kınayıcı olduğu halde balık onu yuttu.] Yani o kınanmasına sebep olacak bir iş yapmıştı. مُلوم ister hak etsin, ister etmesin başkası tarafından kınanan kişi demektir. (Ayet-i kerimedeki şekliyle): مُل۪يمٌ 'in ayıplayıcı anlamında olduğu da söylenmiştir. "Bir iş yapıp da bu işi dolayısıyla ayıplanır duruma gelen, kimse" hakkında kullanılır. (Kurtubî)فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ
فَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَ cümlesi أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (Mevcuttur.) şeklindedir.
كَانَ nakıs, fetha ile mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مُسَبِّح۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ
فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda gelen ayette لَوْلَٓا , gayrı cazim şart harfidir.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ cümlesi, masdar tevilinde, mübteda konumundadır. Mübtedanın, takdiri موجود (Mevcuttur) olan haberi mahzuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan nakıs fiil كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَ ‘nin müteallakı olan haber mahzuftur.
الْمُسَبِّح۪ينَۙ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
Şartın cevabı sonraki ayettedir.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. لَبِثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ف۪ي بَطْنِه۪ٓ car mecruru لَبِثَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰى يَوْمِ car mecruru لَبِثَ fiiline mütealliktir. يُبْعَثُونَ fiili muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُبْعَثُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Bu ayet önceki ayetteki لَوْلَٓا ’nın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
ف۪ي بَطْنِه۪ٓ ve اِلٰى يَوْمِ car mecrurları, لَبِثَ fiiline mütealliktir.
Zaman zarfı يَوْمِ için muzâfun ileyh olan يُبْعَثُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يُبْعَثُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ
فَ istînâfiyyedir. نَبَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالْعَرَٓاءِ car mecruru نَبَذْنَا fiiline mütealliktir. بِ zarfiyyedir.
هُوَ سَق۪يمٌ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. سَق۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَق۪يمٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ
فَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi olan فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
نَبَذْ (Atmak) fiilinde isnadın Allah Teâlâ’ya olması, bu işin ilahi kudret eliyle olduğuna işaret içindir.
Ayetin ikinci cümlesi olan وَهُوَ سَق۪يمٌ cümlesi, وَ ’la gelmiş hal cümlesidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan سَق۪يمٌ sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Biz de onu attık; balığı onu karnından çıkarmaya zorlamakla, açık alana; onu örtecek ağaç veya bitki olmayan boş bir yere demektir. Hasta bir vaziyette; başına gelen şeyden, bedeni yeni doğan çocuk bedeni gibi olmuştu, denilmiştir. (Beyzâvî)
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki نَبَذْنَاهُ ‘ye matuftur. اَنْبَتْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru اَنْبَتْنَا fiiline mütealliktir.
شَجَرَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ يَقْط۪ينٍ car mecruru شَجَرَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
اَنْبَتْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نبت ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
عَلَيْهِ car mecruru, اَنْبَتْنَا fiiline mütealliktir. Bu harf ile birlikte اَنْبَتْنَا fiili ظلّلنا manasına gelmiştir. Bu tazmindir. (Mahmut Safî)
شَجَرَةً mef’ûlun bihdir. مِنْ يَقْط۪ينٍ car mecruru شَجَرَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ , ihtimam için, mef’ûl olan شَجَرَةً ’e takdim edilmiştir.
يَقْط۪ينٍ ve شَجَرَةً kelimelerindeki tenvin tazim ve nev ifade eder.
يَقْط۪ينٍۚ - شَجَرَةً - اَنْبَتْنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayet نَبَذْنَاهُ ‘ye matuftur.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى مِائَةِ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline matuftur. اَلْفٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَز۪يدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ
Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle 145. ayetteki فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَرْسَلْنَاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَوْ يَز۪يدُونَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede اَوْ , idrab harfi بلْ manasındadır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. يَز۪يدُونَ fiili takdiri هم olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan يَز۪يدُونَۚ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Onu, yüz bine gönderdik ifadesinde mecazî isnad veya îcâz-ı hazif vardır. Onu, yüz bin kişiye gönderdik; o da kaçtığı kavmidir, onlar da Ninova (Musul) halkıdır. Gönderdik dediği de ilk gönderilmesidir, yahut onlara ikinci gönderilmesidir veya başkalarına gönderilmesidir. Yahut daha çoktur, yani bakan kimsenin gözüne öyle görünür, maksat kalabalık olduklarıdır. وَ ile وَ يَز۪يدُونَۚ olarak da okunmuştur. (Beyzâvî)فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَتَّعْنَا atıf harfi فَ ile makabline matuftur. مَتَّعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى ح۪ينٍ car mecruru مَتَّعْنَاهُمْ ‘a mütealliktir. مَتَّعْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi متع ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ
فَاٰمَنُوا cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle … وَاَرْسَلْنَاهُ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Aynı üsluptaki وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍ cümlesinin, فَ ile atfedilmesi iman etmeleri ile faydalandırılmaları arasında zaman geçmediğini ifade etmektedir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Biz de onları bir süreye kadar faydalandırdık. Yani, belli ecellerine kadar. Belki de onun ve Lût'un kıssalarının diğer kıssalar gibi (ona iyi bir ad verdik, ona selam olsun gibi) bitmemesi, büyük şerîatlar arasında yahut ulu’l-azm peygamberler arasında fark olduğu içindir. Ya da surenin sonunda bütün peygamberlere selam gönderilmesiyle yetinilmiştir. (Beyzâvî)
Hazret-i Yûnus kavmi, azabın gelmekte olduğunun alametlerini gördükten sonra halis bir imanla iman ettiler. Biz de onları, dünyayı tercih etmelerinden dolayı, kendilerini takdir buyurduğumuz müddete kadar yaşatmıştık.
Denilir ki, bu kıssa ile Hazret-i Lût kıssasının sonunda zikredilen kelamın zikredilmemesi, bu iki peygamber ile diğer şeriat sahibi ve ulu'l-azm peygamberler arasında bir ayrım yapmak için olabilir. Yahut bu surenin sonunda, surede zikredilen bütün peygamberlere şamil olan teslimiyet zikriyle iktifa edilmiştir. (Ebüssuûd)
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ
Sûrenin başında Allah’ın birliği ve evrenin tek yaratıcı ve yöneticisi olduğu belirtildikten sonra putperestlerin buna aykırı inançları ve özellikle âhireti ve Allah’ın huzurunda hesap vermeyi inkâr etmeleri eleştirilmiş; bu tutumları yüzünden mâruz kalacakları acı âkıbet hatırlatılmış; ayrıca peygamberlerine inanmamakta direnen bazı geçmiş toplulukların bu inançsızlıklarının bedelini nasıl ödediklerine dair uyarıcı bilgiler verilmişti. Sûrenin sonuç kısmı diyebileceğimiz bu bölümde ise tekrar putperest muhatapların tutumlarına dönülmekte; onların bir başka bâtıl inançlarına, yani Allah’a çocuk isnat etmelerine, melekleri Allah’ın kızları kabul etmelerine, dolaylı olarak evlâtlar arasında ayırımcılığa giderek kızları küçümsemelerine eleştiriler yöneltilmektedir. Nitekim Huzâa ve Kinâne gibi bazı önde gelen putperest Arap kabileleri Allah’ın kızları olduğuna inanırlardı (Taberî, XXIII, 105-106; Şevkânî, IV, 474). Bu inancın temelinde kız çocuklarını erkek çocuklardan daha aşağı gören bir zihniyet de vardı. Burada, –aslında saçma olmakla birlikte kendi telakkilerine göre– putperestlerin, daha değerli olanı kendilerine nisbet ederken değersiz gördüklerini Allah’a nisbet etmeleri, Allah’a karşı saygısızlıklarının bir kanıtı olarak gösterilmektedir (Taberî, XXIII, 107; Zemahşerî, III, 312). Ayrıca 149-150. âyetlerdeki soru ifadeleriyle ve devamındaki, “Ne oluyor size? Nasıl yargıda bulunuyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz?” şeklindeki vurgulu cümlelerle bu inancın saçmalığı ortaya konmakta, bunu kabul edenler beyinsizlik ve cahillikle suçlanıp kınanmaktadır (Taberî, XXIII, 106; Zemahşerî, III, 312, 313). Böylece, Allah’a evlât isnat etmenin kesinlikle aklî ve mantıkî temele dayanmadığı açıkça ortaya konduğu gibi, “Yoksa açık bir kanıtınız mı var? Eğer gerçekten doğru sözlü iseniz belgenizi getirin” meâlindeki 156-157. âyetlerle bu inancın naklî (sem‘î) delilinin yani dinî ve kitabî bir temelinin de bulunmadığı belirtilmektedir (Zemahşerî, III, 312; Şevkânî, IV, 473; İbn Âşûr, XXIII, 184).
Zemahşerî (III, 312) putperestlerin, Allah’ın kızları olduğuna inanmakla üç yönden gerçeği saptırdıklarını belirtir: a) Tecsîme sapmışlardır (Allah’ı cismanî bir varlık gibi düşünmüşlerdir); çünkü çocuk meydana getirmek cismanî varlıklara özel bir durumdur; b) Kendilerini Allah’tan daha üstün görmüşlerdir; çünkü bâtıl telakkilerine göre daha değerli olduğuna inandıkları erkek çocukları kendilerine, değersiz olduğunu ileri sürdükleri kızları Allah’a nisbet etmişlerdir; c) Yine aynı bâtıl telakkileriyle kızları aşağı varlıklar görüp melekleri de kız saymakla melekleri aşağılamışlardır (ayrıca bk. İbn Âşûr, XXIII, 180).
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. اسْتَفْتِهِمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. لِرَبِّكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْبَنَاتُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَنُونَ muahhar mübteda olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ‘dır.
اسْتَفْتِهِمْ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi فتي ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ
فَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi olan فَاسْتَفْتِهِمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda talebi inşâî isnaddır.
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
Hemze inkârî istifham harfidir. Cümlede takdim tehir sanatları vardır. لِرَبِّكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَنَاتُ , muahhar mübtedadır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve susturma anlamlarına geldiği için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Aynı üslupla gelen وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ cümlesi وَ ’la istifham cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
رَبِّكَ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
الْبَنَاتُ (kızlar) - الْبَنُونَ (oğlanlar) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) Ayrıca bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki iki cümle arasında mukabele vardır.
"Şimdi onlara sor..." diye buyurmaktadır. Bu ayet, surenin baş taraflarında -aradaki mesafe uzak olmakla birlikte- yer alan benzeri anlamdaki ifadelere atfedilmiştir. (Kurtubî)
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır.
Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile ( اَ ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَلَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْمَلٰٓئِكَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنَاثاً kelimesi الْمَلٰٓئِكَةَ ‘in hali olup fetha ile mansubdur. هُمْ شَاهِدُونَ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. شَاهِدُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
شَاهِدُونَ kelimesi; sülâsî mücerredi شهد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetteki اَمْ , inkâri hemze ve بل manasında munkatıadır.
Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve susturma kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.
خَلَقْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
اِنَاثاً kelimesi الْمَلٰٓئِكَةَ ‘nin halidir.
وَهُمْ شَاهِدُونَ cümlesi, وَ ’la gelmiş hal cümlesidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan شَاهِدُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
Yani yoksa yaratılmışların en şereflisi olan ve cisimlerin sıfatları ile kötü tabiatlardan uzak bulunan melekleri biz, kendilerince canlıların en değersizi olan dişi olarak mı yarattık? Onlar orada şahit mi idiler? ifadesi, tıpkı [Onların yaratılmasına şahit mi oldular?] (Zuhruf/19) ile [Ben onları, şu göklerin ve bu yerin yaratılmasına da, kendilerinin yaratılmasına da şahit kılmadım.] (Kehf/51) ayetleri gibi onlarla istihza ve kendilerini cehaletle vasıflandırma kabilindendir. Zîra bu gibi hususlar, ancak müşahede ile bilinebilir. Çünkü akıl yoluyla bilinmelerine imkan yoktur ve bu konuda nakli bilginin olmadığı da bir gerçektir. Şu halde meleklerin dişi olduklarım söyleyen kimse, onların yaratılmasında hazır bulunmuş olması gerekir. (Ebüssuûd)
اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ [Kızlar, Rabbinin mi?] اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً [yoksa biz melekleri dişi olarak mı yarattık?] مَا لَكُمۡ كَیۡفَ تَحۡكُمُونَ [ne oluyor size, nasıl hükmediyorsunuz?] أَفَلَا تَذَكَّرُونَ [hiç düşünmüyor musunuz?] أَمۡ لَكُمۡ سُلۡطَـٰنࣱ مُّبِینࣱ [yoksa sizin açık bir deliliniz mi var?] gibi ayetlerde ardı ardına, tekrar tekrar kınama yapılmıştır. Hepsi kınama ve susturma ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ
İsim cümlesidir. اَلَٓا tenbih edatıdır. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مِنْ اِفْكِهِمْ car mecruru يَقُولُونَ fiiline mütealliktir. مِنْ sebebiyyedir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. يَقُولُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade eden tenbih edatıdır. اِنَّ , lam-ı muzahlaka ve اَلَٓا ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ,isim cümlesi, tenbih edatı ve lam-ı muzahlaka sebebiyle birden fazla tekid unsuru taşıyan çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنّ۪ٓ ve lam-ı tekid, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü اِنّ۪ٓ kelimesi, cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna lam-ı tekid de ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. (İtkan, c. 2, s.176)
اِنَّ ’nin haberi olan يَقُولُونَ cümlesinin müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
مِنْ اِفْكِهِمْ ’deki مِنْ , ba’diyet ifade eder.
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Fiil cümlesidir. Önceki ayetteki يَقُولُونَ ‘nin mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
وَلَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
كَاذِبُونَ fiili اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاذِبُونَ kelimesi; sülâsî mücerredi كذب olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
Önceki ayetteki يَقُولُونَۙ fiilinin mekulü’l kavli olan وَلَدَ اللّٰهُۙ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ cümlesi, يَقُولُونَۙ fiilindeki zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan كَاذِبُونَ , ism-i fail vezninde gelerek, onların bu sıfatlarının sürekli olduğuna işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَدَ اللّٰهُۙ cümlesi; وَلَدُ اللّٰهُۙ (Allah’ın çocuğu) şeklinde de okunmuştur ki (Melekler Allah’ın çocuklarıdır. (diyorlar)) anlamındadır. وَلَدَ kelimesi فعل vezninde olup tekil, çoğul, müzekker ve müennese şamil olacak şekilde mef‘ûl (mevlûd/doğmuş) manasındadır. Mesela هذه الولدي (Şu kız benim çocuğumdur.) ve هوئلاء ولدي (Şunlar benim çocuklarımdır.) dersin. (Keşşâf)
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. اَصْطَفَى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
الْبَنَاتِ mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
عَلَى الْبَن۪ينَۜ car mecruru اَصْطَفَى fiiline mütealliktir. الْبَن۪ينَۜ cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ي ‘dir.
اَصْطَفَى fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi صفو ’dir. İftial babının fael fiili ص ض ط ظ olursa iftial babının ت si ط harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, kınama, susturma ve taaccüp kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
الْبَنَاتِ - الْبَن۪ينَۜ kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayet-i Kerîme’de geçen اَصْطَفَى kelimesindeki hemze istifham içindir. Bunun bulunma nedeniyle hemze-i vasıla gerek kalmayıp hazf edildi. Yani ‘tercih (mi) etti?’ demektir. (Celaleyn Tefsiri)
Bu kelam da, onların, iftiralarının ve yalanlarının ispatı olup onların söylediklerinin, apaçık imkansız olan bir sonucu, yani Allah'ın, kızları, oğullara tercih etmesini mucip olduğunu beyan etmektedir. (Allah'ın, kızları oğullara tercih etmesinin imkansız olması, kendi inançlarına göredir ki, onlara göre oğullar, kızlardan çok daha üstündür. Yoksa, gerek daha önce zikredildiği gibi, kızları Allah'a verip oğulları kendilerine bırakmalarının adil bir taksimat olmaması ve gerek burada belirtilen, Allah'ın üstün olanı seçmemiş olmasının lazım gelmesi, müslümanların itikadına göre değildir; çünkü müslümanlara göre erkek ile kadının birbirine üstünlüğü yoktur.) (Ebüssuûd)
Hiçbir umudum kalmadı diye mırıldandı. Olumsuz düşüncelerin kendisiyle bir top gibi oynamasına izin verdi. Karanlık, iç dünyasından dış dünyaya, her yere işlemiş gibiydi. Umutsuzluğun içine çekilirken duyduğu ayak sesleriyle kendisine geldi. Karşısına oturmasıyla konuşmaya başlayan insanın gelişinden memnun olmamıştı. Dinlememek için arkasını döndü ama söylenenler kalbine ulaşıyordu: Kalk ve silkele kendini. Allah’ın rahmetini görmek ve işitmek için al niyetini. Nefsine değil, kalbindeki hakikat hatırlatıcılarına ver kulaklarını. Nefsinin vesveselerini dinlemekten ve dünyalık hayallere sarılmaktan; dualarının karşılıksız kaldığına ve hayatında hiçbir güzelliğe sahip olmadığına inanmışsın. Kendini başkalarıyla kıyaslayarak, dışarıdan görünen hallerine ve hayatlarına aldanmışsın. Sana umut vermek için anlatılanların sadece sonuna odaklanmış ve sanki bitmeyeceğine inandığın bir hale hapsolmuşsun. Dersin ki; zor dönemlerden geçtiler ama hz. Yunus kavmine geri döndü ve kavmi iman etti. Hz. Yusuf hem zengin oldu, hem de ailesine kavuştu. Hz. Eyyub sağlığına ve kaybettiği her şeye yeniden sahip oldu. Hz. Yakub’un gözleri açıldı ve evlat acısı dindi. Hz. İbrahim Kabe’yi inşa etti. Hz. Adem ile hz. Havva yeryüzünde tekrar buluştu. Hz. Muhammed (sav)’e Kur’an-ı Kerim indirildi ve Mekke’yi fethetmek nasip oldu. Bunların hepsi doğru ancak hiçbiri söylediğin kadar kolay olmadı ya da kısa sürede gerçekleşmedi. Nefsani vesveseler, kendi yaşadıklarını büyütürken, anlatılanları küçümsedi. Seni, kendi hayatının her anında sıkıntı yaşadığına inandırırken, başkalarının da her an mutlu olduğuna ya da en azından mutlu olması gerektiğine inandırdı. Allah’ın rızasını kazanma hedefi ile olumsuz düşüncelerin içinde yüzmek yerine hakikate yönelmek için ve geçici hallerden, kalıcı hallere taşınmak için çabala. Kalbinin gözlerini açtığında, baktıklarında ve işittiklerinde Allah’ın rahmetini farkedeceksin. Allah’a dayandıkça ve O’na hamd ettikçe; Allah’ın yardımı ile gücünü toplayacak, maddi manevi iyileşecek, istediklerine ya da daha hayırlı hallerine kavuşacak ve yeryüzünde nice hayırlar başaracaksın. Allahım! Kalplerimizi, Sana çevir. Nefsimizden kalbimize ve dünyadan ahirete taşınmamızda bize yardım et. Azabından ve gazabından koru. Dünyada ve ahirette, bize iyilik ver. İmtihan yüklerimizi hafiflet. Yürüdüğümüz yolları kolaylaştır. Bizi, şükründe ve tövbesinde samimi kulların arasına kat. Ömrümüzü ve bedenimizi; rahmetin, bereketin ve nurun ile süsle. Hayırlı ve kolay bir ömrün sonunda, hayırlı ve kolay bir ölüm ile Sana kavuşmamızı nasip et.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji