Sâffât Sûresi 163. Ayet

اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ  ...

(Ey müşrikler!) Ne siz ve ne de taptıklarınız, cehenneme gireceklerden başkasını kandırıp Allah’ın yolundan saptırabilirsiniz.  (161 - 163. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا başkasını
2 مَنْ kimseden
3 هُوَ O
4 صَالِ girecek ص ل ي
5 الْجَحِيمِ cehenneme ج ح م
 

Allah’ın ihlâslı, samimi kullarının önceki âyetlerde ele alınan saçma inançlardan uzak durduklarına işaret edildikten sonra bâtıl ve temelsiz inançların ve bu inançların taraftarlarının, gerçek müminler olan bu kullar üzerinde etkili olamayacağı, onların ayağını kaydıramayacağı; bu saptırma çabalarının ancak “cehennemi boylayacaklar” üzerinde etkili olacağı bildirilmektedir. Bu âyetlerde bir yandan inkârcıların inananlar üzerindeki kötü emelleri kırılmak istenirken bir yandan da inananlara moral ve metanet verilmekte, aynı zamanda saptırıcılara karşı uyanık ve dirençli olmaları gerektiği ima edilmektedir.

Ehl-i Sünnet ve Mu‘tezile âlimleri, bu âyetlere dayanarak kader ve irade hürriyeti konusunda yoğun bir tartışmaya girişmişler; özellikle bir kısım Ehl-i sünnet âlimleri, “Hiçbiriniz onu, Allah’a inancı hususunda saptıramazsınız; ancak cehennemi boylayacak olan başka” meâlindeki 162-163. âyetleri, kimlerin cehenneme gideceğinin “önceden” takdir ve tayin edilmiş olduğu şeklinde yorumlayarak bu âyetleri kendi kaderci görüşleri için kesin delil saymışlardır (bilgi için bk. Râzî, XXVI, 169-171). Ancak kader meselesiyle ilgili olarak sadece belli âyetlere dayanmak suretiyle sonuç elde etmeye çalışmak son derece yanıltıcıdır. Zira Kur’an-ı Kerîm’in bütünü dikkate alındığında hem küllî planda ilâhî irade, ilim ve kudretin mutlak kuşatıcılığını hem insanın belli davranışlarını seçip yapmada bir ölçüde özgür bırakıldığını, bunun da yine Allah’ın küllî yasası içinde değerlendirilmesi gerektiğini görürüz. Kurân-ı Kerîm’in Allah inancını ortaya koyan âyetleri, selim akla ve mümin kalbe, ilâhî kudret karşısındaki küçüklüğünü, aczini ve sınırlılığını hissettirir. Böylece insan, bu üstün kudretin korumasına, inâyetine ve hidayetine muhtaç olduğunun bilincine varır. Öte yandan bir inanç, ahlâk ve aksiyon varlığı olarak insandan söz eden âyetlere baktığımızda kendi aklî ve ahlâkî kapasitemizin farkına varır; bu âyetlerin bizi, Allah’a, hemcinslerimize, canlı ve cansız tabiata karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği konusunda karar verme ve seçim yapma imkânına sahip, hür ve yükümlü varlık olarak değerlendirdiğini görürüz. Başka âyetler gibi konumuz olan âyetleri de Kur’an’ın bu bütüncül bakışını dikkate alarak kavramaya çalıştığımızda daha sağlıklı sonuçlar çıkarmamız ve onlardan kendimiz için daha isabetli dersler almamız mümkün olur.

162. âyette geçen “onu” zamirini Allah’a ait kılarak, “Samimi kulları ile Allah’ın arasını bozamazsınız” şeklinde çevirmek de mümkündür.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 557-558
 

اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ

 

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl önceki ayettek geçen  فَاتِن۪ينَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. صَالِ  mübtedanın haberi olup mahzuf ي   üzere mukadder damme ile merfûdur.  الْجَح۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

صَالِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلى  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ

 

اِلَّا , istisna harfidir. Ayet, önceki ayetteki  فَاتِن۪ينَ ‘nin takdiri  أحدا  olan mahzuf mef’ûlünden istisna edilenleri bildirmektedir. Müferrağ istisnadır.

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  صَالِ الْجَح۪يمِ ‘in izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzaf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan صَالِ , hafiflik için hazf edilmiş son harfine takdir edilen damme ile merfudur. Hasan-ı Basrî, lâm’ın zammesiyle  صَال الْجَح۪يمِ  şeklinde okumuştur ki, üç şekilde açıklanabilir: Birincisi, bu çoğul olup, (çoğulluk ve fail alameti olan) وَ ’ın düşmesi iki sakinin buluşması sebebiyledir ki, onlar da o  وَ ’ın kendisi ve lam-ı tariftir. Şayet lafız itibariyle tekil olan  مَنْ هُوَ  ile birlikte çoğul nasıl doğru olur? dersen, şöyle derim: مَنْ ’in lafzı tekil, manası çoğuldur. Böylece  هُوَ , onun lafzına,  صَال  ise manasına hamledilmiştir. Nitekim Kur’an’ın birçok yerinde de aynı ayet içerisinde  مَنْ ’in lafzına ve manasına hamledilme söz konusudur. İkincisi, bunun aslı, kalb esasına göre  صائل  olup, sonra  صائل yerine  صَال  denmiştir; Üçüncüsü ise telaffuzu hafifletmek için  صلي ’in son ve illetli olan harfinin hazf edilip, îrabın ortadaki harfe irca olunmasıdır. (Keşşâf)

Allah (cc), ebedi ilmiyle onların kötü tercihleriyle küfür üzere öleceklerini ve Cehennem ehli olacaklarını kesin olarak bildiği için "Cehenneme girecek..." buyurmuştur. Yani siz, muhlis kulları ifsad etmek ve saptırmak imkanından uzaksınız. Binaenaleyh muhlis kullar, sizin yüzünüzden fitneye düşmekten ve Allah'ı yanlış olarak vasıflandırmak hususunda sizin yolunuzdan gitmekten kesinlikle berî bulunuyorlar. (Ebüssuûd)