Sâffât Sûresi 166. Ayet

وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ  ...

“Şüphesiz biz (Allah’ı) tespih edip yüceltenleriz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّا ve elbette biziz
2 لَنَحْنُ muhakkak biz
3 الْمُسَبِّحُونَ o tesbih edenler س ب ح
 

Sûrenin başında Allah’ın huzurunda O’na ibadet etmek ve buyruklarını almak üzere sıra sıra dizilen meleklerden söz edilmişti. Burada aynı şey meleklerin ağzından ifade edilmektedir. Amaç putperestlerin, önceki âyetlerde söz konusu edilen melek telakkisinin yanlışlığını, meleklerle Allah arasında bir nesep ilişkisi değil rab-kul ilişkisi bulunduğunu ortaya koymaktır. 166. âyet, Allah nezdinde meleklerin farklı derecelerde ve değişik görevlerle yükümlü olduklarını ifade etmektedir (Râzî, XXVI, 171). “Ve biz, kuşkusuz Allah’ı tesbih ederiz” cümlesi bu bağlamda özellikle şu anlama gelir: Putperestlerin melekleri Allah’ın kızları sayması, Allah ile görülmez varlıklar arasında bir akrabalık bağı kurmaları gibi insanlar tarafından ileri sürülen ve asla yüce Allah’ın şanına yakışmayan her türlü isnatlardan, yakıştırmalardan Allah’ı tenzih eder; O’nu zatına lâyık olduğu şekilde anarız (bk. Şevkânî, IV, 475; İbn Âşûr, XXIII, 192).

Meleklerin saf saf dizilişinden söz eden 165. âyette müslümanların namazlarında saf tutmalarının melekleri andırdığına da bir ima vardır. Nitekim Hz. Peygamber, müslümanların başka ümmetlerden üstün olduklarını gösteren özelliklerden birini şöyle ifade etmiştir: “Saflarımız meleklerin safları gibidir” (Müslim, “Mesâcid”, 4). Hz. Ömer’in de cemaatle namaza dururken, “Ey insanlar! Saflarınızı düzeltin; Allah, sizin meleklere benzemenizi istiyor” dedikten sonra bu âyeti okuduğu, safların iyice düzeltildiğini görünce namaza başladığı rivayet edilir (Taberî, XXIII, 112).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 558-559
 

وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak  mahallen mansubdur.  لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. نَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir  نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. 

الْمُسَبِّحُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و'dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْمُسَبِّحُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tefîl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ

 

وَ , atıf harfidir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayette mütekellim meleklerdir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ  isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  نَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ , isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. الْمُسَبِّحُونَ  haberdir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu bildirmesi yanında kasr ifade eder.  لَنَحْنُ , mevsûf/maksurun aleyh, الْمُسَبِّحُونَ , sıfat/ maksur olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir.

نَحْنُ ’nun haberi olan  الْمُسَبِّحُونَ , ism-i fail kalıbında gelerek, durumun devamlılığını ve istimrarını vurgulamıştır.

İsm-i fail, şimdiki zamanda hakikat, geçmiş ve gelecek zamanda ise mecaz anlamı ifade etmektedir. İsm-i fail; fiili yapan kişiye veya fiilin kendisinden meydana geldiği şeye delalet etmesi için  فاعل  vezninde sübut (devamlılık) değil, hudûs (geçicilik) anlamı ifade eden türemiş bir isimdir.

İsm-i fail, muzâf olup âmil olmadığında daha çok sübut (devamlılık) anlamı ifade eder. Bu durumda izafet, hakiki izafet olur. O zaman da ism-i fail, âmil olup izafeti lafzî olan sübut anlamlı sıfat-ı müşebbehe ile karıştırılmaktadır. Nahivcilerin; “ism-i fail’in teceddüt (yenilenme) anlamı ifade ettiği” şeklindeki görüşlerinin İbni Hişam ve İbni Malik’te haklı gerekçeleri var gibi gözüküyor. Zira ism-i faili hareke ve sükun bakımından fiil gibi değerlendirmektedirler. İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

İki ayette tekrarlanan  اِنَّ ve  لَنَحْنُ  kelimelerinde ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, الْمُسَبِّحُونَ - الصَّٓافُّونَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hak Teâlâ'nın bu iki ayeti, hasr (sadece) manasına olup, sanki "kullukta başkaları değil, sadece biz saf saf oluruz, sadece biz tesbih ederiz" manasınadır. Bu, böyle bir "hasr"ın doğru olabilmesi için, insanın ibadet ve bilgilerinin, meleğin ibadet ve bilgilerine nispetle adeta bir hiç olmasını gerektirir. Netice olarak diyebiliriz ki, bu üç ayet, meleklerin enteresan sıfatlarındaki sırlara işaret eder. O halde bu hasr bulunduğu halde, insanın meleklerden üstün olup olmadığının tartışılması bir yana, insanın derecesinin meleğin derecesine yakın olması bile nasıl söylenebilir? (Fahreddin er-Râzi)