قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ مُخْلِصاً لَهُ الدّ۪ينَۙ
Bu âyetler, Hz. Peygamber’in, ümmetine tebliğ ettiği buyruklara öncelikle kendisinin uyması, kendisini kanunlar üstü görmemesi gerektiğini ifade eder. 10. âyette iyi bir müslüman olmanın şartları, doğru inançtan ibadetlere ve güzel ahlâka kadar bütün İslâmî yükümlülükleri kapsayan şu üç kelimeyle özetlenmişti: İman, takvâ, hasene (iyilik). Burada ise aynı görevler başka ifadelerle dile getirilerek Resûlullah’ın bu görevlerle yükümlü kılındığı ve bu suretle, “müslümanların ilki olmak”la sorumlu tutulduğu bildirilmekte, ayrıca bu durumunu insanlara açıklaması istenmektedir. Özellikle “Eğer rabbime isyan edersem, dehşetli bir günün azabına uğrayacağımdan korkarım” şeklindeki ifade, kötülük yapması halinde onun da başka insanlar gibi Allah’ın azabına uğrayacağını, teorik olarak kendisine bu hususta bir ayrıcalık, bir dokunulmazlık tanınmadığını ifade etmesi bakımından son derece anlamlıdır. Nitekim Abese sûresinin başında (80/1-10) Hz. Peygamber, yanlış bulunan bir davranışı dolayısıyla ikaz edilmiştir. Kuşkusuz bu âyetler, onun bir ilâh gibi hatasız görülmemesi gerektiğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Fakat bundan daha önemli olanı şudur ki, Resûlullah bu âyetleri de bütün âyetler gibi kutsal saymış ve en ufak bir komplekse kapılmadan insanlara duyurmuştur. İşte bundan dolayı o, insanlığa örnek, âlemlere rahmet kabul edilmiştir (Enbiyâ 21/107; Ahzâb 33/21).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 607قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ مُخْلِصاً لَهُ الدّ۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli ۪ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ ‘dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan ي harfi اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اُمِرْتُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُمِرْتُ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اُمِرْتُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَعْبُدَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ‘dir. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُخْلِصاً kelimesi اَعْبُدَ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim)
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ car mecruru ism-i fail olan مُخْلِصاً ‘a mütealliktir. الدّ۪ينَ kelimesi ism-i fail olan مُخْلِصاً ‘in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
مُخْلِصاً sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ مُخْلِصاً لَهُ الدّ۪ينَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ مُخْلِصاً لَهُ الدّ۪ينَۙ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اُمِرْتُ cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle, اُمِرْتُ fiilinin mef’ûlu konumundadır. Masdar-ı müevvel, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مُخْلِصاً kelimesi اَعْبُدَ fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
İsm-i fail vezninde gelen مُخْلِصاً , hudûs ve teceddüt (yenilenme) ifade etmiştir. İsm-i fail kalıbı car mecrur لَهُ ’nun ve mef’ûl olan الدّ۪ينَۙ ’nin amili olmasını mümkün kılmıştır.
اُمِرْتُ fiili faile değil de fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
الدّ۪ينَۙ - مُخْلِصاً - اَعْبُدَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada Allah Teâlâ'nın Resulullah'a (sav), ibadette kendisine emir buyurduğu hususu yani müminlere de emredilen takvayı beyan etmesini emir buyurması, müminlerin, mükellefiyetlerini yerine getirmelerini ziyadesiyle teşvik içindir. Bir de, bundan sonra müşriklere yapılan hitaba ön hazırlık olması içindir. (Ebüssuûd)
Ben derim ki: İki çeşit mükellefiyet vardır:
1) Dinen caiz olmayanları yapmaktan sakınmak,
2) Dinen uygun olanları yapmak...
Birincisi gerekli olan sıradan ötürü, ikincisinden önce gelir. Bunun böyle olduğu sabit olduğuna göre, diyoruz ki: Cenab-ı Hak önce, uygun olmayan şeylerin yapılmamasını emrederek, "Rabbinizden ittika edin" buyurmuştur. Çünkü ittika-takva, uygun olmayanlardan sakınmak demektir. Daha sonra bunun peşinden, uygun olanları yapmayı emrederek, "Ben Allah'a O'nun dininde ihlas edici olarak ibadet etmekle emrolundum, de" buyurmuştur. Bu ifade, şu iki kayıt sartını ihtiva etmektedir:
a) Allah'a ibadet emrini,
b) Bu ibadetlerin, gerek açık, gerek gizli şirk şaibelerinden beri ve duru olması.Cenab-ı Allah, bu hususu başkalarının haydi haydi yerine getirmesi gerektiğine dikkat çekmek için, bu emri peygambere yönelik olarak emretmiştir. O halde bu, adeta başkalarını teşvik eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Razi)