لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَهُ | O’nundur |
|
2 | مَقَالِيدُ | anahtarları |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
4 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
5 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
6 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
7 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
10 | هُمُ | onlardır |
|
11 | الْخَاسِرُونَ | ziyana uğrayanlar |
|
Vekil kelimesi, “birinin adına onun işlerini yöneten, bu hususta kendisine güvenilen” demektir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vkl” md.). Kelime Allah için kullanıldığında yerine göre, “Kulun kendisine dayanıp güvendiği, umduklarına ulaşıp korktuklarından emin olabilmesi için yardımına bel bağladığı üstün güç” veya –burada olduğu gibi– “varlıkları kendi tekelinde bulunduran, onları ortaksız ve rakipsiz olarak yöneten, koruyup gözeten” (Râzî, XXVII, 11) şeklinde kısmen iki farklı anlama gelir.
“Anahtarlar” diye çevirdiğimiz 63. âyetin metnindeki mekālîd kelimesine “hazineler” anlamı da verilmiştir. Her iki durumda da âyet, Allah Teâlâ’nın evren üzerindeki mutlak hükümranlığını, yönetim ve gözetimini, sınırsız bilgisini ifade eder. Sonuçta bu iki âyette bütün varlıklar üzerinde en yüksek seviyede hâkimiyet ve yönetimin Allah’ a ait olduğu kesin bir dille ve özlü bir ifadeyle ortaya konmuştur. Râzî’ye göre 63. âyette geçen “Allah’ın âyetleri” ile bilhassa burada değinilen ilâhî hakikatler kastedilmiş, bu hakikatleri inkâr edenlerin hüsrana uğrayacakları bildirilmiştir (XXVII, 12).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 629-630Qalede قلد :
قَلْدٌ sözcüğü ip eğirmek, bükmek ve sarmak manasına gelir. Aynı kökten قِلادَةٌ kelimesi ise gerdanlık/kolye demektir. Boyna takılan her türlü şey ve bir şeyin etrafının çeviren /onu kuşatan her tür şey de buna benzetilmiştir.
Son olarak مَقالِيدٌ şeklindeki formunun hazineler ya da anahtarlar anlamında olduğu söylenmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kilit, taklit ve mukalliddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem mübtedanın haberine mütealliktir. مَقَال۪يدُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْاَرْضِ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِ car mecruru كَفَرُوا fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ cümlesi الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
هُمُ fasıl zamiridir. الْخَاسِرُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْخَاسِرُونَ ise haberidir. هُمُ الْخَاسِرُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.
الْخَاسِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خسر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faideî haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ , muahhar mübtedadır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedün ileyh olan مَقَال۪يدُ kelimesi, izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, S. 47)
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ (Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur.) cümlesinde istiare vardır. Göklerin ve yerin hayır anahtarları ve onların bereket madenleri demektir. Burada Yüce Allah, hayır ve bereketleri hazinelere benzetti ve anahtarlar manasına gelen مَقَال۪يدُ kelimesini onlar için müstear olarak kullandı. Buna göre ayetin manası, (Rahmet ve lütfunun hazineleri O'nun elindedir.) şeklinde olur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Zuhaylî’nin beyanına göre bu cümle önceki ayetin sonundaki وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ [O herşeye vekildir/yönetendir] cümlesini tekid etmektedir. Yahut önceki cümleye atf-ı beyan veya ta‘lildir. İki cümleyi birbirine bağlayan ortak mana ise, ‘’gerçek yetki/sultan, mülk, her şeyde tasarruf sahibi olmak, tüm işleri yönetmek ve muhafaza etmek yalnızca Allah’a aittir’’ şeklindedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
Burada kilit veya anahtarlardan maksat, yer ve gök hazineleri ve onlarda dilediği gibi tasarruf etmektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟
وَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tahkir ifade eder.
اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
كَفَرُوا fiiline müteallik olan بِاٰيَاتِ izafetinde, ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsneddeki الْ takısı kasr ifade eder.
Haberin الْ takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. اُو۬لٰٓئِكَ maksur/mevsûf, has maksurun aleyh/sıfat yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat: Zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade etmektir. Ama bu sıfat başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İddiaî kasrdır. Onların zararı yanında diğerlerinin zararı yok mesabesindedir demektir. (Âşûr)
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tahkir ve tevbih ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haberin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Beyzâvî’nin: “Nazmın, değişik gelmesi…” tarzındaki sözü, şöyledir: “Allah Teâlâ’nın, وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ [Allah takva sahiplerini imanları sebebiyle kurtuluşa erdirir] Zümer/61 ayet-i kerîmesi fiil cümlesidir. “ Allah'ın ayetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.” tarzındaki ayet ise, isim cümlesidir ve 61. Ayete matuftur. Halbuki isim cümlesinin fiil cümlesi üzerine atıf yapılması caiz değildir”. Şeklindeki bir itiraza cevaptır. Cevabın takriri şöyledir: Muktezâ-i zâhire göre olsaydı, ayet şöyle gelirdi: وَيُهْلِكَ الْكَافِرِينَ (ve kâfirleri helak eder). Fakat Yüce Allah nazmı iki nükteden ötürü Kur’an’daki şekliyle zahirin hilafına getirmiştir.
Birinci nükte şudur: Takva sahiplerine verilen nimet Allah’ın lütfu ve rahmetiyledir. Kâfirlerin başına gelenler ise; kendi nefislerindendir. Zira kötülüğü seçmek sebebiyle bizatihi kendi nefislerine zarar verdiler.
İkinci nüktenin özü de şöyledir: Allah Teâlâ sonsuz keremi gereği, takva sahiplerine vaadini açıkça belirtirken, kâfirlere olan vaîdini (azap sözünü) kendi zatına isnat etmek şöyle dursun sadece tarizde bulunmuştur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)