4 Aralık 2025
Zümer Sûresi 57-67 (464. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zümer Sûresi 57. Ayet

اَوْ تَقُولَ لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ  ...


Yahut, “Allah beni doğru yola iletseydi, elbette O’na karşı gelmekten sakınanlardan olurdum” demesin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 تَقُولَ demesinden ق و ل
3 لَوْ şayet
4 أَنَّ elbette
5 اللَّهَ Allah
6 هَدَانِي bana hidayet etseydi ه د ي
7 لَكُنْتُ ben olurdum ك و ن
8 مِنَ -den
9 الْمُتَّقِينَ muttakiler- و ق ي
İnkârcı kişinin âhirette azabı görünce dile getireceği, “Keşke bana bir fırsat daha tanınsa da iyilerden biri olsam!” şeklindeki temennisinin (58. âyet) karşılıksız kalacağı ifade edilmekte ve bunun gerekçesi gösterilmektedir.

اَوْ تَقُولَ لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir. اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَقُولَ  önceki ayette geçen  اَنْ تَقُولَ  fiiline matuf olup, mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.

Mekulü’l-kavli  لَوْ اَنَّ اللّٰهَ ‘dir. تَقُولَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. هَدٰين۪ي  fiili  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

هَدٰين۪ي  fiili elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki  ن vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.

كُنْتَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تَ    muttasıl zamiri  كُنْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الْمُتَّق۪ينَ  car mecruru  كُنْتَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُتَّق۪ينَ ‘nin cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الْمُتَّق۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ تَقُولَ لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ

 

Bu cümle muhayyerlik ifade eden atıf harfi  اَوْ  ile … تَقُولَ نَفْسٌ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasındaki cümlede  تَقُولَ  fiilinin, mekulü’l-kavli olan  لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ  cümlesi, şart üslubundadır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi   اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ , masdar teviliyle takdiri  ثبت (Sabit oldu) olan mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  ile tekid edilmiş bu masdar cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.

Cümleye, müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi ise hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

لَوْ ’nın cevabı olan  لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْمُتَّق۪ينَ ‘nin müteallakı olan  كان ‘nin haberi mahzuftur.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

هَدٰين۪ي - الْمُتَّق۪ينَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Zümer Sûresi 58. Ayet

اَوْ تَقُولَ ح۪ينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  ...


Yahut azabı gördüğünde, “Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan olsam” demesin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 تَقُولَ demesinden ق و ل
3 حِينَ zaman ح ي ن
4 تَرَى gördüğü ر ا ي
5 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
6 لَوْ keşke
7 أَنَّ gerçekten
8 لِي benim için olsaydı
9 كَرَّةً bir kez daha (dönüş) ك ر ر
10 فَأَكُونَ böylece olsaydım ك و ن
11 مِنَ -den
12 الْمُحْسِنِينَ güzel hareket edenler- ح س ن

اَوْ تَقُولَ ح۪ينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَقُولَ  önceki ayette geçen  اَنْ تَقُولَ  fiiline matuf olup mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Mekulü’l-kavli  اَنَّ ل۪ي كَرَّةً ‘dir. تَقُولَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. ح۪ينَ  zaman zarfı  تَقُولَ  fiiline mütealliktir. 

ح۪ينَ  cümleye muzaf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تَرَى الْعَذَابَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَرَى  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘ dir.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ل۪ي  car mecruru  اَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. كَرَّةً  kelimesi  اَنَّ ‘nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur. 

فَ  sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,talep bulunması gerekir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel önceki temenniden kaynaklanan masdara matuf olup mahallen merfûdur.  

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَكُونَ  nakıs mansub muzari fiildir.  كان ‘nin ismi müstetir olup takdiri  اَنَا ‘dir. 

مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  car mecruru  كان ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُحْسِن۪ينَ ‘nin cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْ تَقُولَ ح۪ينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

Bu cümle atıf harfi  اَوْ  ile önceki  ayete, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Zaman zarfı  ح۪ينَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki  تَرَى الْعَذَابَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıyganın tercih edilmesi cümleye hudûs, teceddüt ve istimrar anlamı katmıştır.  Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

تَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  cümlesi gayr-ı talebi inşai isnaddır. لَو , ‘keşke’ manasında temenni harfidir. 

Masdar ve tekid harfinin dahil olduğu  اَنَّ ل۪ي كَرَّةً  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle masdar teviliyle mahzuf fiilin faili konumundadır. Masdar-ı müevvel olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ل۪ي  car mecruru,  اَنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  كَرَّةً , muahhar ismidir.

كَرَّة ’deki tenvin, taklîl ifade eder.

Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu  فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  cümlesi, masdar teviliyle, cümlenin öncesindeki temenniden kaynaklanan masdara matuftur. Masdar-ı müevvel, كانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  car mecruru  كانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Bu ayet-i kerîmelerde gelen  لَوْ , kendinden sonra gelen  فَ  harfindeki gizli  اَنْ  ile mansub olan muzari fiilin delaletiyle temenni ifade etmiştir. Bu harfin  ليت ’den farkı; bu harfle ifade edilen temenninin daha da imkânsız oluşudur. Yani daha mübalağalı olarak temenni ifadesi için kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi ve Âşûr)

لَوۡ ' deki edebî maksat, temenni edilen şeyi arzulandığı halde nadir ve elde edilmesi güç suretinde göstermektir. لَوۡ 'in kullanım sebebi, temenni edilen şeyin -ki o da tabi olan müşriklerin pişman olmaları sebebiyle dünyaya dönmek için tekrar bir fırsat istemeleridir- elde edilmesinin zor ve imkânsız olduğunu ifade etmektir. (Elif Yavuz, Belâgat İlminde Haber Ve İnşâ (Bakara Suresi Örneği) Yüksek Lisans Tezi)

 
Zümer Sûresi 59. Ayet

بَلٰى قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ  ...


(Allah, şöyle diyecek:) “Hayır, öyle değil! Âyetlerim sana geldi de sen onları yalanladın, büyüklük tasladın ve inkârcılardan oldun.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلَىٰ hayır
2 قَدْ elbette
3 جَاءَتْكَ sana geldi ج ي ا
4 ايَاتِي ayetlerim ا ي ي
5 فَكَذَّبْتَ fakat sen yalanladın ك ذ ب
6 بِهَا onları
7 وَاسْتَكْبَرْتَ ve büyüklük tasladın ك ب ر
8 وَكُنْتَ ve oldun ك و ن
9 مِنَ -den
10 الْكَافِرِينَ nankörler- ك ف ر

بَلٰى قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

 

بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir.  بَلٰى , soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)  

قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي  cümlesi mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَٓاءَتْكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اٰيَات۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur.  ى  muzafun ileyh olup mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

كَذَّبْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

بِهَا  car mecruru  كَذَّبْتَ  fiiline mütealliktir. 

اسْتَكْبَرْتَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  

اسْتَكْبَرْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنْتَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تَ  muttasıl zamiri, كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

مِنَ الْكَافِر۪ينَ  car mecruru  كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْكَافِر۪ينَ ‘nin cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَكْبَرْتَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

بَلٰى قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ 

 

بَلٰى , cevap harfi, menfi sözü iptal içindir.  Yani لو أن الله هداني (Allah bize hidayet etseydi) şeklinde takdir edilen bir söze cevap olarak gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Mukadder bir fiilin mekulü’l-kavli olan  قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiştir.

اٰيَات۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَات۪ , şan ve şeref kazanmıştır.

فَكَذَّبْتَ بِهَا  cümlesi  فَ  ile  makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

بِهَا  car mecruruكَذَّبْتَ  fiiline mütealliktir. 

Aynı üslupta gelen  اسْتَكْبَرْتَ  cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle  فَكَذَّبْتَ بِهَا  cümlesine atfedilmiştir. 

Zeccâc dedi ki: Buradaki  بَلٰى (Hayır) olumsuz bir sorunun cevabıdır. Halbuki ifadede olumsuz lafzı yoktur. Şu kadar var ki; [Eğer Allah bana hidayet etseydi] ayeti ‘Allah bana hidayet vermedi’ anlamındadır. Sanki bu sözü söyleyen kimse: Bana hidayet verilmedi, demiş gibidir. Bunun üzerine ona: Hayır, sana hidayet yolu açıkça gösterilmiştir. Sen eğer iman etmek isteseydin, iman etmek imkânını bulurdun. اٰيَات۪ي (Ayetlerim)’den kasıt, Kur'an-ı Kerim'dir. Ayetler ile mucizelerin kastedildiği de söylenmiştir. Yani delil senin için açıklık kazanmış, fakat sen onu inkâr edip yalanlamıştın. (Kurtubî) 


 وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Nakıs fiil  كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْكَافِر۪ينَ ‘nin müteallakı olan  كَان ’nin haberi mahzuftur.

الْكَافِر۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek onların inkârlarının sabit ve devamlı olduğu vurgulanmıştır.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

 
Zümer Sûresi 60. Ayet

وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ  ...


Kıyamet günü Allah’a karşı yalan söyleyenleri görürsün, yüzleri kapkara kesilmiştir. Büyüklük taslayanlar için cehennemde bir yer mi yok!?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve günü ي و م
2 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
3 تَرَى görürsün ر ا ي
4 الَّذِينَ
5 كَذَبُوا yalan uyduranların ك ذ ب
6 عَلَى karşı
7 اللَّهِ Allah’a
8 وُجُوهُهُمْ yüzlerini و ج ه
9 مُسْوَدَّةٌ kapkara س و د
10 أَلَيْسَ yok mudur? ل ي س
11 فِي
12 جَهَنَّمَ cehennemde
13 مَثْوًى bir yer ث و ي
14 لِلْمُتَكَبِّرِينَ kibirlenenler için ك ب ر

Bir yoruma göre inkârcıların âhirette yüzlerinin rengi kararacak ve onlar bu görünüşleriyle diğer insanlardan kolaylıkla ayırt edilebileceklerdir (İbn Atıyye, IV, 539; İbn Âşûr, XXIV, 49). Râzî’ye göre bu, sıradan bir kararma değil, âdeta onların Allah hakkındaki cehaletlerine ve uydurma inançlarına işaret eden özel damga şeklinde bir siyahlık olacaktır (XXVII, 9). Başka bir yoruma göre kıyamet gününde inkârcıların korku ve kederden yüzleri simsiyah kesilecek, müminlerin de sevinç ve mutluluktan yüzleri aydınlanacaktır (bk. Âl-i İmrân 3/106). 61. âyet müminlerin bu mutluluğunu ve sebebini özetlemektedir. 

“Amaca ulaşma” olarak çevirdiğimiz 61. âyet metnindeki mefâze kelimesi, “kurtuluş (fevz, felâh), ameller” gibi farklı şekillerde açıklanmıştır. Süddî’ye atfedilen bir yorumda aynı kelimenin bu bağlamda “erdemli işler” anlamına geldiği de belirtilmektedir (Taberî, XXIV, 22; İbn Atıyye, IV, 539). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 629

وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. يَوْمَ  zaman zarfı  تَرَى  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تَرَى  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘ dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَبُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَذَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru كَذَبُوا  fiiline mütealliktir. 

وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌ  cümlesi ism-i mevsûlun hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وُجُوهُهُمْ  kelimesi mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُسْوَدَّةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 


اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ

 

Hemze istifhâm harfidir. لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid  بِ  harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

ف۪ي جَهَنَّمَ  car mecruru  لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَثْوًى  kelimesi  لَيْسَ ‘nin muahhar ismi olup mukadder damme ile merfûdur. لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ  car mecruru  مَثْوًى ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. لْمُتَكَبِّر۪ينَ ‘nin cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

مَثْوًى  kelimesi maksur bir isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

İlk cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

الْقِيٰمَةِ ’nin muzâfı olan zaman zarfı  يَوْمَ , siyaktaki önemine binaen amili  تَرَى ’a, takdim edilmiştir.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وُجُوهُهُمْ  mübteda,  مُسْوَدَّةٌۜ  haberidir.

Müsnedün ileyh olan  وُجُوهُهُمْ , veciz anlatım kastına binaen, izafetle gelmiştir.

‘’Yüzlerinin kara olması’’ ifadesi onları tahkir ve kötü durumlarını izhar maksadıyla gelmiş kinayedir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette zikredilen yalan söylemeyi, söylediğinin yalan olduğunu bile bile, kasten gerçeğin aksini söylemek manasına almak gerekir. Bunun misali Kureyş kâfirleridir. Çünkü onlar, putların cansız olduklarını kesin olarak bildikleri halde, onları ilah sayıyorlardı. Yine onlar, “Allah şunları haram kılmıştır, şunları helâl kılmıştır” gibi bir inanca sahip olmamalarına rağmen, “Allah bahîreyi, saibeyi, vasîleyi ve Hâm’ı (Maide, 103) haram kılmıştır” diyorlardı. Halbuki bunu söyleyenler, yalan olduğunu bile bile söylüyorlardı. Durum böyle olunca ayetteki vaîdin bu cahil, yalancı, sapmış ve saptıran kimseler hakkında olduğunu söylemek daha uygun olur.  Fakat bu vaîdin maksadı sadece hak ve doğruluk olan, ama hata eden kimseler hakkında olduğunu söylemek uzak bir görüştür. (Fahreddin er-Râzî)


اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ

 

İstînâfiyye veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

İstifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Hemze, takrîri istifham harfidir. Nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي جَهَنَّمَ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  مَثْوًى , muahhar ismidir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113) 

Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tahkir ve istihza amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ ‘deki marifelik, istiğrak içindir. (Âşûr) تفعيل  babının ism-i fail vezninde gelerek kibrin şiddetli ve devamlı olduğunu ifade etmiştir.

Müsnedün ileyh olan  مَثْوًى ‘nın nekre gelişi tahkir ifade eder.

Bu ayetteki soru belâgat gereği sorulan ve cevap beklenmeyen bir sorudur. Yani, kötü amellerine karşılık bu ceza kâfirlere kâfidir. Ayrıca ahiretteki azabın bütün günahkârlar için kaçınılmaz bir kader olduğunu bu istifhamdan anlamaktayız. (Sahip Aktaş, Kur’anda İstifham Üslubu) 

Bu ayette cehennem önce getirilmiştir. Zira tehdit ve vaîdin tam yeridir ve korkutma ve tehdit için kullanılacak unsur bir an evvel verilmek istenmiştir. (Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)

 
Zümer Sûresi 61. Ayet

وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ  ...


Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları başarıları sebebiyle kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz. Onlar üzülmezler de.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيُنَجِّي ve kurtarır ن ج و
2 اللَّهُ Allah
3 الَّذِينَ kimseleri
4 اتَّقَوْا korunanları و ق ي
5 بِمَفَازَتِهِمْ başarılarıyle ف و ز
6 لَا
7 يَمَسُّهُمُ onlara dokunmaz م س س
8 السُّوءُ kötülük س و ا
9 وَلَا ve
10 هُمْ onlar
11 يَحْزَنُونَ üzülmezler ح ز ن

وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُنَجِّي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّقَوْا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

اتَّقَوْا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

بِمَفَازَتِهِمْ  car mecruru  يُنَجِّي  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında  و  gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَمَسُّهُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  السُّٓوءُ  fail olup lafzen merfûdur.  هُمْ يَحْزَنُونَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَحْزَنُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَحْزَنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اتَّقَوْا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la …تَرَى  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Önceki ayetle mukabele oluşturmuştur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıyganın tercih edilmesi, anlama hudûs, teceddüt ve istimrar anlamı katmıştır.  Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

اَنْجَيَ  fiili, افعال  babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise  تفعيل  babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اتَّقَوْا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

يُنَجِّي  fiiline müteallık olan car mecrur  بِمَفَازَتِهِمْۘ ’deki  بِ  harfi, karşılık-bedel anlamındadır. Kelime, masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

يُنَجِّي -  بِمَفَازَتِهِمْۘ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ 

 

Bu cümle ism-i mevsûlun halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

مسّ  fiili  السُّٓوءُ ‘ya nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan dokunma fiili zarara nispet edilmiş, böylece cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır.

Zararın dokunması ibaresinde sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel olduğu da söylenebilir. 


وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

 

Bu cümle atıf harfi  وَ ‘la hal cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  nefy harfinin müsnedün ileyhten önce gelmesi kasr ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkîbin müsbet ve müsnedin fiil olması halinde bu terkip; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis  ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis  ifade etmediği görüşündedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlenin müsnedi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ  ibaresinden korku ve hüznün devamlı olmayacağı değil fakat hiçbir zaman olmayacağı anlamı çıkarılmıştır. Çünkü burada nefy harfi  لَا  her ne kadar geniş zaman fiiline dahil olmuşsa da makamın gereği olarak devamlılık ifade eder. (Ebüssuûd, Maide/69) 

يَحْزَنُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Burada  ولاهم يحزنون  cümlesinde,  هم  munfasıl zamirinin kullanılışı dolayısıyla kasr vardır. “Sadece Allah’ın hidayetine tabi olanlar mahzun olmayacaklar, başkaları değil.” manasını taşımaktadır. Muzari fiilin başına nefy harfinin dahil olması ile de devam ve istimrar manası kazanmıştır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, s. 489)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

خوف  ve  حزن  arasındaki fark;  خوف , insanın gelecekte olacak (henüz meydana gelmemiş) bir işten dolayı kederlenmesi,  حزن  ise geçmişte bir şeyi kaçırmasından dolayı kederlenmesidir.

 السُّٓوءُ - يَحْزَنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayet, Kıyamet günü, müminler için hiçbir korku ve dehşetin olmayacağına delalet etmektedir. Bu husus, [“Büyük korku ve dehşet onları mahzun etmez”] (Enbiya/103) ayetiyle destek bulur. (Fahreddin er-Razi)

 
Zümer Sûresi 62. Ayet

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ  ...


Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 خَالِقُ yaratıcısıdır خ ل ق
3 كُلِّ her ك ل ل
4 شَيْءٍ şeyin ش ي ا
5 وَهُوَ ve O
6 عَلَىٰ üzerine
7 كُلِّ her ك ل ل
8 شَيْءٍ şey ش ي ا
9 وَكِيلٌ vekildir و ك ل

Vekil kelimesi, “birinin adına onun işlerini yöneten, bu hususta kendisine güvenilen” demektir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vkl” md.). Kelime Allah için kullanıldığında yerine göre, “Kulun kendisine dayanıp güvendiği, umduklarına ulaşıp korktuklarından emin olabilmesi için yardımına bel bağladığı üstün güç” veya –burada olduğu gibi– “varlıkları kendi tekelinde bulunduran, onları ortaksız ve rakipsiz olarak yöneten, koruyup gözeten” (Râzî, XXVII, 11) şeklinde kısmen iki farklı anlama gelir. 

“Anahtarlar” diye çevirdiğimiz 63. âyetin metnindeki mekālîd kelimesine “hazineler” anlamı da verilmiştir. Her iki durumda da âyet, Allah Teâlâ’nın evren üzerindeki mutlak hükümranlığını, yönetim ve gözetimini, sınırsız bilgisini ifade eder. Sonuçta bu iki âyette bütün varlıklar üzerinde en yüksek seviyede hâkimiyet ve yönetimin Allah’ a ait olduğu kesin bir dille ve özlü bir ifadeyle ortaya konmuştur. Râzî’ye göre 63. âyette geçen “Allah’ın âyetleri” ile bilhassa burada değinilen ilâhî hakikatler kastedilmiş, bu hakikatleri inkâr edenlerin hüsrana uğrayacakları bildirilmiştir (XXVII, 12). 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 629-630

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ

 

İsim cümlesidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  خَالِقُ  haber olup  lafzen merfûdur. كُلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur,  شَيْءٍ  de muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. بِكُلِّ  car mecruru  وَك۪يلٌ ’e mütealliktir.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  وَك۪يلٌ  ise haberdir.

وَك۪يلٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَالِقُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلق  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin izafetle marife olması, faydayı çoğaltmak, daha kâmil bir hale getirmek içindir. Allah’ın yaratma sıfatında ortağı olmadığını, her şeyi yaratanın o olduğunu vurgular.

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.  

خَالِقُ , ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve süreklilik ifade etmiştir.  

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ

 

Bu cümle istînâf cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

هُوَ  mübteda,  وَك۪يلٌ  haberdir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan  وَك۪يلٌ ’e takdim edilmiştir. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

شَيْءٍ ’deki tenvin, kesret ve nev içindir.

وَك۪يلٌ  mübalağalı ismi fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

كُلِّ شَيْءٍ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Zümer Sûresi 63. Ayet

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟  ...


Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُ O’nundur
2 مَقَالِيدُ anahtarları ق ل د
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 وَالَّذِينَ ve kimseler
6 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
7 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
8 اللَّهِ Allah’ın
9 أُولَٰئِكَ işte
10 هُمُ onlardır
11 الْخَاسِرُونَ ziyana uğrayanlar خ س ر

  Qalede قلد :

  قَلْدٌ sözcüğü ip eğirmek, bükmek ve sarmak manasına gelir. Aynı kökten قِلادَةٌ kelimesi ise gerdanlık/kolye demektir. Boyna takılan her türlü şey ve bir şeyin etrafının çeviren /onu kuşatan her tür şey de buna benzetilmiştir.

  Son olarak مَقالِيدٌ şeklindeki formunun hazineler ya da anahtarlar anlamında olduğu söylenmiştir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kilit, taklit ve mukalliddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem mübtedanın haberine mütealliktir. مَقَال۪يدُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الْاَرْضِ  atıf harfi  و ‘la makabline matuftur. 


وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاٰيَاتِ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْخَاسِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْخَاسِرُونَ  ise haberidir. هُمُ الْخَاسِرُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْخَاسِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faideî haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ , muahhar mübtedadır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyh olan  مَقَال۪يدُ  kelimesi,  izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, S. 47) 

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ (Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur.) cümlesinde istiare vardır. Göklerin ve yerin hayır anahtarları ve onların bereket madenleri demektir. Burada Yüce Allah, hayır ve bereketleri ha­zinelere benzetti ve anahtarlar manasına gelen  مَقَال۪يدُ kelimesini onlar için müstear olarak kullandı. Buna göre ayetin manası, (Rahmet ve lütfunun hazineleri O'nun elindedir.) şeklinde olur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Zuhaylî’nin beyanına göre bu cümle önceki ayetin sonundaki  وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ [O herşeye vekildir/yönetendir] cümlesini tekid etmektedir. Yahut önceki cümleye atf-ı beyan veya ta‘lildir. İki cümleyi birbirine bağlayan ortak mana ise, ‘’gerçek yetki/sultan, mülk, her şeyde tasarruf sahibi olmak, tüm işleri yönetmek ve muhafaza etmek yalnızca Allah’a aittir’’ şeklindedir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Burada kilit veya anahtarlardan maksat, yer ve gök hazineleri ve onlarda dilediği gibi tasarruf etmektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tahkir ifade eder.

اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

كَفَرُوا  fiiline müteallik olan  بِاٰيَاتِ  izafetinde, ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsneddeki  الْ  takısı kasr ifade eder.

Haberin  الْ  takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir.  اُو۬لٰٓئِكَ  maksur/mevsûf, has maksurun aleyh/sıfat yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Kasr-ı mevsûf ale’s sıfat: Zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını  ifade etmektir. Ama bu sıfat başka mevsûflarda bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İddiaî kasrdır. Onların zararı yanında diğerlerinin zararı yok mesabesindedir demektir. (Âşûr) 

هم  zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile  tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tahkir ve tevbih ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haberin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Beyzâvî’nin: “Nazmın, değişik gelmesi…” tarzındaki sözü, şöyledir:  “Allah Teâlâ’nın, وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ [Allah takva sahiplerini imanları sebebiyle kurtuluşa erdirir] Zümer/61 ayet-i kerîmesi fiil cümlesidir. “ Allah'ın ayetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.” tarzındaki ayet ise, isim cümlesidir ve 61. Ayete matuftur. Halbuki isim cümlesinin fiil cümlesi üzerine atıf yapılması caiz değildir”. Şeklindeki bir itiraza cevaptır. Cevabın takriri şöyledir: Muktezâ-i zâhire göre olsaydı, ayet şöyle gelirdi:  وَيُهْلِكَ الْكَافِرِينَ (ve kâfirleri helak eder). Fakat Yüce Allah nazmı iki nükteden ötürü Kur’an’daki şekliyle zahirin hilafına getirmiştir. 

Birinci nükte şudur: Takva sahiplerine verilen nimet Allah’ın lütfu ve rahmetiyledir. Kâfirlerin başına gelenler ise; kendi nefislerindendir. Zira kötülüğü seçmek sebebiyle bizatihi kendi nefislerine zarar verdiler. 

İkinci nüktenin özü de şöyledir: Allah Teâlâ sonsuz keremi gereği, takva sahiplerine vaadini açıkça belirtirken, kâfirlere olan vaîdini (azap sözünü) kendi zatına isnat etmek şöyle dursun sadece tarizde bulunmuştur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

 
Zümer Sûresi 64. Ayet

قُلْ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي اَعْبُدُ اَيُّهَا الْجَاهِلُونَ  ...


De ki: “Ey cahiller! Siz bana Allah’tan başkasına ibadet etmemi mi emrediyorsunuz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَفَغَيْرَ başkasına mı? غ ي ر
3 اللَّهِ Allah’tan
4 تَأْمُرُونِّي bana emrediyorsunuz ا م ر
5 أَعْبُدُ kulluk etmemi ع ب د
6 أَيُّهَا ey
7 الْجَاهِلُونَ cahiller ج ه ل

Mekke putperestleri, Hz. Peygamber’i atalarının dinine karşı çıkmakla suçlar ve onu putlarına tapmaya davet ederlerdi. Burada onlara verilmesi gereken cevap özetlenmektedir. Cevabın soru şeklinde düzenlenmesi, ayrıca putperestlere “ey cahiller” diye hitap edilmesi hem Hz. Peygamber’in bu teklifi reddetmedeki kararlılığını yansıtma hem de böyle bir teklif yapmaya kalkıştıkları için muhatapları ayıplama amacı taşımaktadır. Nitekim “cahil” kelimesi özellikle dönemin putperest Araplar’ı için kullanıldığında özetle “küstah, bağnaz düşünceli, akılsız” anlamına gelir (bk. Mâide 5/50; Furkan 25/63-65). 65-66. âyetler ise putperestliğe karşı koymanın bütün peygamberlere yüklenmiş aslî görev olduğunu göstermektedir. 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 631

قُلْ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي اَعْبُدُ اَيُّهَا الْجَاهِلُونَ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  Mekulü’l-kavli  اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Hemze istifham harfidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان الله خالق كلّ شيء فكيف تأمرونني أن أعبد غير الله (Madem herşeyin yaratıcısı Allah'tır, Allah'tan başkasına kulluk etmemi bana nasıl emredersiniz?) şeklindedir. 

غَيْرَ  amili  اَعْبُدُ  olan mukaddem mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

تَأْمُرُٓونّ۪ٓي  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اَعْبُدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أَنَا ‘dir.

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  

الْجَاهِلُونَ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْجَاهِلُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جهل  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي اَعْبُدُ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Âşûr, tefri’ cümlesiyle öncesi arasında itiraz olarak geldiği görüşündedir.

Ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. (Âşûr)

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي  cümlesi, mukadder şartın cevabıdır. İstifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Hemze inkârî istifham harfi,  فَ  mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir. Takdiri,  إن كان الله خالق كلّ شيء (Madem herşeyin yaratıcısı Allah'tır) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan غَيْرَ  kelimesi siyaktaki önemine binaen amili olan  اَعْبُدُ  fiiline takdim edilmiştir.  اَعْبُدُ  cümlesi mukadder  أن  harfiyle masdar tevilinde,  تَأْمُرُٓونّ۪ٓي  fiilinin mefûlü yerindedir.

İstifham üslubunda gelen bu cümle gerçek soru kastı taşımayıp, inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

غَيْرَ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

Bu ayette geçen  تَأْمُرُٓونّ۪ٓي  fiil cümlesi itiraziyye cümlesidir.  اَعْبُدُ  fiili ile mukaddem mefûlü olan  غَيْرَ اللّٰهِ arasına girmiştir. Manası:  اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي بِاَمْرِكُمْ  şeklindedir. (Zemahşeri) 

قُلْ  emri, tefri’ cümlesiyle öncesi arasında itiraz olarak gelmiştir. 

 

 اَيُّهَا الْجَاهِلُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.

Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  اَيُّهَا  münada,  الْجَاهِلُونَ   kelimesi  اَيُّ ’den bedeldir.

الْجَاهِلُونَ ‘nin marife gelmesi, bahsi geçenlerin bu özelliğinin kemal derecede olduğuna işarettir.
Zümer Sûresi 65. Ayet

وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ  ...


Andolsun, sana ve senden önceki peygamberlere şöyle vahyedildi: “Eğer Allah’a ortak koşarsan elbette amelin boşa çıkar ve elbette ziyana uğrayanlardan olursun.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve elbette
2 أُوحِيَ şöyle vahyedildi و ح ي
3 إِلَيْكَ sana
4 وَإِلَى ve
5 الَّذِينَ kimselere
6 مِنْ
7 قَبْلِكَ senden önceki ق ب ل
8 لَئِنْ andolsun eğer
9 أَشْرَكْتَ ortak koşarsan ش ر ك
10 لَيَحْبَطَنَّ boşa çıkar ح ب ط
11 عَمَلُكَ amelin ع م ل
12 وَلَتَكُونَنَّ ve olursun ك و ن
13 مِنَ -den
14 الْخَاسِرِينَ kaybedenler- خ س ر

وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  

اُو۫حِيَ  fetha üzere mebni meçhul, mazi fiildir.  اِلَيْكَ  car mecruru  اُو۫حِيَ  fiiline mütealliktir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِلَى  harf-i ceriyle birlikte atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. 

اُو۫حِيَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  وحى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَشْرَكْتَ  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamiri  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. يَحْبَطَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nûn’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

عَمَلُكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَتَكُونَنَّ  atıf harfi  وَ ‘la  لَيَحْبَطَنَّ ‘ye matuftur.    

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  تَكُونَنَّ  nakıs, fetha üzere mebni muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Sonundaki  نَّ  tekid harfidir. 

تَكُونَنَّ ‘nin ismi, müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  مِنَ الْخَاسِر۪ينَ  car mecruru  تَكُونَنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. 

اَشْرَكْتَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

الْخَاسِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan خسر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ , cümlenin, mahzuf bir kasemin cevabı olduğunun işaretidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan … وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  harf-i ceriyle birlikte atıf harfi  وَ ‘la  اِلَيْكَ ‘ye atfedilmiştir. Sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِكَ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

اُو۫حِيَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

 

لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ

 

Cümledeki  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إنْ  şart harfidir.  Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasemin cevabı olan  ئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ  cümlesi, şart üslubunda gelmiştir.

Şart cümlesi olan  ئِنْ اَشْرَكْتَ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Şartın cevabı, mukadder kasemin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ  cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

لَ  ve nûn-u sakîle ile tekid edilmiştir. Nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  تَكُونَنَّ ‘nin haberi mahzuftur.  مِنَ الْخَاسِر۪ينَ , mahzuf habere mütealliktir.  لَتَكُونَنَّ  fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nunu sakiledir.

الْخَاسِر۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve süreklilik ifade etmiştir.  

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümleye daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Şart edatı olan إنْ , -nadiren de ( مَتَى ) gibi diğer şart edatlarının- başına bitişen lâm türüne lâm-ı muvattıe li’l-kasem denir. (Emre Çavdar, Arap Dilinde ‘lâm’, ‘lâ’, ‘mâ’ Edatları Ve Kur’ân-ı Kerîm’deki Kullanımları)

Ayetin muhatabı olan Hz. Peygamberin ismet sıfatına sahip olması sebebiyle şirk koşmayacağı açıktır. Burada şart edatından sonra mazi fiil  اَشْرَكْتَ  getirilmek suretiyle Hz. Peygamber tarafından gerçekleşmemiş olan şirk onun tarafından gerçekleşmiş gibi gösterilerek aslında muhataplara tarizde bulunulmuş ve bu şekilde şirkten sakındırılmışlardır. Nitekim muhatapların da bir peygamber için mümkün olan bir tehdidin kendileri için evla babından mümkün olacağını düşünmeleri ve böylece şirkten sakınmaları kuvvetle muhtemeldir. (Adnan Yamaç, Vâkia Sûresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsned’in Halleri) 

الْخَاسِر۪ينَ - لَيَحْبَطَنَّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

حَبْطِ  kelimesi mecazî değildir, ‘boş’ manasındadır. İmandan sonra şirk koşmanın hükmü ve imanı batıl olduktan sonra tekrar imana dönen kişiye amelin sevabının iade edilmesinin hükmü daha önce geçmiştir. (Âşûr)
Zümer Sûresi 66. Ayet

بَلِ اللّٰهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ  ...


Hayır, yalnız Allah’a ibadet et ve şükredenlerden ol.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلِ hayır
2 اللَّهَ Allah’a
3 فَاعْبُدْ kulluk et ع ب د
4 وَكُنْ ve ol ك و ن
5 مِنَ den
6 الشَّاكِرِينَ şükredenler- ش ك ر

بَلِ اللّٰهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. بَلْ  idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اللّٰهَ  lafza-i celâli amili  اعْبُدْ  olan fiilin mukaddem mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اعْبُدْ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile mukadder istinâf cümlesine matuftur.  اعْبُدْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت 'dir.

وَ  atıf harfidir.  كُنْ  nakıs emir fiildir.  كُنْ ‘ un ismi müstetir zamir  أنت ’dir. 

مِنَ الشَّاكِر۪ينَ  car mecruru  كُنْ  fiilinin mahzuf haberine mütealliktir. الشَّاكِر۪ينَ ‘nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الشَّاكِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan شكر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَلِ اللّٰهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلِ  idrâb harfi, intikal içindir.  فَ , atıf harfidir.

 اللّٰهَ فَاعْبُدْ  cümlesi takdiri  تنبّه (Dikkatli ol) olan, mukadder istînâfa matuftur. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, amili olan  فَاعْبُدْ  fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. Bu takdim kasr ifade etmiştir. Başkasına değil sadece Allah’a ibadet et şeklinde, bir olumlu bir de olumsuz manayı içerir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

كُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. İki cümle arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi emir üslubunda talebî inşai isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الشَّاكِر۪ينَ , nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

الشَّاكِر۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve süreklilik ifade etmiştir.  

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

بَلْ  atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan c. 1, s. 437)

بَلْ  atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani  hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Cenab-ı Hakk’ın, “Öyle ise Allah’a kulluk et..” ayeti, hasr ifade eder. Daha sonra Cenab-ı Hak, “ve şükredenlerden ol” buyurmuştur ki, bu, “o seni, ancak, kâmil anlamda kâdir, alîm ve hakîm olan bir ilâha ibadet etmeye sevk ettiği ve seni, kendisi dışında kalan herhangi bir şeye ibadet etmekten yüz çevirmeye yönelttiği için, şükredenlerden ol” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

فَاعْبُدْ  fiilinin mef’ûlunun takdimi kasr ifade etmiştir. Burada  الشُّكْرُ  salih amel manasındadır. Çünkü Allah’ın ibadet edilen tek zat olduğu manasına atfedilmiştir. Burada şükrün Allah Teâlâ’nın razı olduğu amel manasında olduğu açıklığa kavuşmuştur. (Âşûr)
Zümer Sûresi 67. Ayet

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ وَالْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  ...


Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 قَدَرُوا takdir edemediler ق د ر
3 اللَّهَ Allah’ı
4 حَقَّ gereği gibi ح ق ق
5 قَدْرِهِ O’nun kadrini ق د ر
6 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
7 جَمِيعًا tamamen ج م ع
8 قَبْضَتُهُ O’nun avucu içindedir ق ب ض
9 يَوْمَ günü ي و م
10 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
11 وَالسَّمَاوَاتُ ve gökler س م و
12 مَطْوِيَّاتٌ dürülmüştür ط و ي
13 بِيَمِينِهِ sağ elinde ي م ن
14 سُبْحَانَهُ O münezzehtir س ب ح
15 وَتَعَالَىٰ ve yücedir ع ل و
16 عَمَّا -ndan
17 يُشْرِكُونَ onların ortak koştukları- ش ر ك

“Bütün dünya O’nun avucundadır” cümlesi temsilî bir anlatım olup kıyametin kopmasından sonra yeryüzünde sadece Allah’ın hâkimiyetinin geçerli olacağı, orada artık ne bir insanın ne de başka bir canlının gücünden, etkisinden, faaliyetinden söz edilebileceği anlatılmaktadır. İbn Âşûr’a göre bu ifade, kıyametin kopmasıyla yerin hareketinin duracağına ve onun bütün özelliklerini kaybedeceğine işaret eder. Meselâ yerin çekim gücünü kaybetmesi, hayatın varlığını ve devamını sağlayan imkânların yok olması yüzünden artık arz işlevsiz hale gelecektir (XXIV, 62). Bazı rivayetlerde kıyametin kopmasından sonra yerkürenin ilâhî kudret karşısındaki durumu, avuç içindeki cevize veya hardal tanesine benzetilir (Taberî, XXIV, 25).

Yine bir temsilî anlatım olan “göklerin Allah’ın kudret eliyle dürülüp bükülmesi” de kıyametin kopması sırasında sadece yerkürenin değil göklerin, gök cisimlerinin de düzeninin altüst olacağını ve ilâhî güç karşısında evrenin büyüklüğünden söz bile edilemeyeceğini ifade eder (ayrıca bk. Enbiyâ 21/104). 

İbn Âşûr’a göre bu âyet, kıyametin kopması üzerine yer ve göklerin tamamen yok olmayıp varlığını sürdüreceğine, ancak bildiğimiz şekil, düzen ve işleyişlerinin son bulacağına delâlet etmektedir. İbn Âşûr, bu görüşünü destekleyen bazı hadislere de yer verir (XXIV, 63). Nitekim İbrâhim sûresinde de (14/48), “Bir gün gelecek yer başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülecek” buyurulmuştur. 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 633-634
Yahudi hahamlarından bir alim Resulullah sallallahu aleyhi vesellem in huzuruna geldi ve şunları söyledi:” Ya Muhammed! Biz kitaplarımızda Cenabı Hakk’ın şöyle anlatıldığını görüyoruz .’Allah gökleri bir parmağında, yer tabakalarını bir parmağında, ağaçları bir parmağında, suları ve toprakları bir parmağında, diğer varlıkları da bir başka parmağında tutarak’ Bütün kainatın hakimi Benim’ der.” Bu sözler üzerine Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, hahamın söylediği şeyleri doğrulayarak azı dişleri görününceye kadar güldü; sonra da “ Onlar Allah’ı gereği gibi takdir edemediler” (Zümer 39/67) âyetini sonuna kadar okudu. 
(Buhari, Tefsir 39/2, Tevhid 19; Müslim, Kıyamet 19).


Resûl-i Ekrem  şöyle buyurdu: “Kıyamet günü Allah Teala yeryüzünü avucuna alacak, gökleri eliyle dürüp katlayacak ve hükümdar Benim ,nerede yeryüzünün hükümdarları buyuracak .
(Buhari ,Tefsir 39/3,Rikak 44, Tevhit 6; Müslüm , Münafikin 23,24).

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

قَدَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  حَقَّ  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Aynı zamanda muzâftır.  قَدْرِه۪ٓ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَالْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ

 

İsim cümlesidir.  الْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ  cümlesi hal cümlesidir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وً  haliyyedir.  الْاَرْضُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  جَم۪يعاً  hal olup fetha ile mansubdur. قَبْضَتُهُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  قَبْضَتُهُ ‘ya mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  السَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

السَّمٰوَاتُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مَطْوِيَّاتٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. بِيَم۪ينِه۪  car mecruru  مَطْوِيَّاتٌ  kelimesine mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri;  نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Tekid ifade eden  حَقَّ , kelimesi  ما قدروا الله قدرَه الحقَّ (Allah’ın kadrini hakkıyla takdir etmediler) şeklinde takdir edilen mef’ûlu mutlak olan masdardan naib olarak gelmiştir. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  قَدْرِه۪ۜ  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan قَدْرِ  ve  حَقَّ  şan ve şeref kazanmıştır.

قَدَرُوا - قَدْرِه۪ۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  قَدَرُوا  kelimesinde ise irsâd sanatı vardır. 


وَالْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ

 

وَ  haliyye, الْاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ  cümlesi hal cümlesidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الْاَرْضُ  mübteda,  جَم۪يعاً  kelimesi  الْاَرْضُ ’ın halidir. Zaman zarfı  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ , haber olan  قَبْضَتُهُ ‘ya mütealliktir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ  makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَ  atıf harfidir.  السَّمٰوَاتُ  mübteda, مَطْوِيَّاتٌ   haberdir.

Veciz ifade kastına matuf  قَبْضَتُهُ  ve  بِيَم۪ينِه۪ۜ  izafetlerinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  قَبْضَتُ  ve  بِيَم۪ينِ , şan ve şeref kazanmıştır. 

قَبْضَتُهُ  ve  بِيَم۪ينِه۪ۜ  kelimeleri mülk ve kudret manasında istiare edilmiştir.

السَّمٰوَاتِ  -  الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bu cümlede istiâre-i temsîliyye vardır. Yüce Allah azametini, sonsuz gücünü ve büyüklüğü ile akılları hayrete düşüren ve fakat Yüce Allah'ın gücüne nispetle küçük olan o cisimlerin küçüklüğünü, istiâre-i temsiliyye yoluyla, büyük bir şeyi avucuna alan ve gökleri sağ eliyle düren kimseye benzetti. Şerif Râdî şöyle der: Bu ayette istiare vardır. Yani, Allah'ın kud­reti altındaki arz, bir kimsenin elinde tuttuğu ve avucunun içine aldığı, mülküne sahip olduğu ve başkasının ortak olmadığı şey gibidir. Gökler de O'nun mülkünde toplanmış ve kudretiyle dürülmüştür. Zemahşerî de şöyle der: Bu ayet, kabza ve yemin ile herhangi bir yön kastetmeksizin, Al­lah'ın azametini tasvir etmek ve O'nun azametinin künhünü bildirmek içindir. Çünkü bundan maksat, O'nun engin gücünü göstermektir. Beyan il­minde, bu konudan daha ince, daha nazik ve daha latif bir konu göremezsin. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Bu ayette  قَبْضَتُهُ  kelimesiyle terşîḥ edilen  بِيَم۪ينِه۪ۜ  kelimesi yakın anlamı olan “sağ” ile değil, “kudret” manasındaki uzak anlamıyla yorumlanmıştır. Dolayısıyla tevriye vardır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Zemahşerî, Beyzâvî, Ebüssuûd gibi belâgatta tanınmış olan tefsirciler diyorlar ki, bu ayet-i kerime, yüce Allah’ın son derece büyüklüğüne, kudretinin kemâline ve zihinlerin hayret ettiği büyük fiillerin, O’nun kudretine nispet edilince, çok küçük ve değersiz kalacağına bir tenbih ve kâinatı yıkıvermenin O’na göre pek kolay bir şey olduğunun, temsil ve tahyil (hayal ettirme) yoluyla bir ifadesidir ki, “قَبْضَتُهُ  ” (avuç) ve “بِيَم۪ينِه۪ۜ” (sağ el) kelimelerinin hakikat veya mecaz olmaları yönü düşünülmeksizin  شَابَتْ لِمَّةُ اللَّيْلِ  deyimi gibi topyekün bir tasvirdir. Diğer bazıları da demişlerdir ki, kelamda asıl olan hakikattir. Fakat hakikatin imkansız olduğuna bir delil bulununca da mecaza yorumlanması vâcip olur. "Avuç" ve "sağ el" kelimeleri, organlarda hakikattir. Allah Teâlâ'ya âzâ ve organ isnadının imkansız bulunduğuna da aklî delil vardır. O halde mecaza yorumlanması vâciptir. (Elmalılı) 

Keşşâf sahibi şöyle der: “Ayetteki  قَبْضَتُهُ  kelimesinin O'nun mülkü, يَمٖينِهٖ  kelimesinin de, O’nun kudreti manasında olduğu ileri sürülmüştür. (Fahreddin er-Râzî)


سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

 

İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سُبْحَانَهُ  ifadesi, takdiri  نسبّح  (Tesbih ederiz) olan fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سُبْحَانَهُ  itiraz cümlesidir. Konuyu pekiştirmek için yapılmış ıtnâbdır.

وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. Sılası olan  يُشْرِكُونَ , hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sılanın muzari fiil sıygasında gelmesi şirk koşmanın bir defaya mahsus olmadığını ve zaman içerisinde tekrarlandığını göstermektedir. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

تَعَالٰى ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212) 

سُبْحَانَهُ -  تَعَالٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ebüssuûd şöyle der: سُبْحَانَ  kelimesinin  سبح ’dan türemiş, تفعيل  kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyledir: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim.” (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Rum/40)

Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki  و- نَ  , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır. 
Günün Mesajı
Biz neye sahipsek, Cenab-ı Allah'ın lütf-u ihsanıdır. Bu sebeple, gerçek insaniyet Allah'a medyun olmayı ve şükretmeyi gerektirir. Bir kişinin insanlığı, gördüğü iyiliklere teşekkür etmeyi bilme, eksiklik, hata, kusur ve günahlarını ise itirafla bunlardan dolayı af dileyebilme ve kendini düzeltmeye çalışmada yatar. Kur'ân'ın dilinde küfür ve nankörlük, yani şükürsüzlük, aynı kökten gelen iki kelimedir. Yani nankörlük küfre götürürken, iyilik bilme ve teşekkür edebilme ise imana açılan bir kapıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünya yollarında yürüyene, kaçması gerekenlerden ikisi hatırlatıldı. Nefsini şımartan ve kibrini arttıran bahaneler ile ertelendikçe çaresizliği derinleşen son pişmanlık halinden kaçınması söylendi:

Ruhsat verilmiş zaruri haller dışında, Allah’ın emirlerini yerine getirmene mani olan ve yasakladıklarını işlemeni kolaylaştıran her bahaneyi; önce kalbinden, sonra da dilinden at gitsin. 

Daha çok zamanın olduğunu söyleyerek tevbelerini ve Allah’a yaklaşma çabalarını erteleyerek, seni çaresiz pişmanlığa hapsedecek olan, nefsinin isteklerine kalbini bağlayan şu zincirleri kır gitsin.

Her şeyin yaratıcısı olan Allahım! Bizi bahanelerle ve heveslerle ömrümüzü boşa harcamaktan koru. Bizi, dünyada, isyandan ve kibirden sakınanlardan; ahirette, üzüntünün ve kötülüğün olmadığı kurtuluşa erenlerden eyle. 

Göklerin ve yerin anahtarlarının sahibi olan Allahım! Bizi; ertelenen tevbelerden ve dönüşü olmayan pişmanlıktan koru. Kalbimin sahibi Sensin; kalbimi nurun ile aydınlat, imanın ile genişlet, muhabbetin ile sevindir, rahmetin ile ferahlat ve zikrin ile güzelleştir. 

Koruyucuların en hayırlısı olan Allahım! Hüsrana uğrayanlara benzemekten ve onların amellerine meyil etmekten Sana sığınırız. Bizi, Sana hakkıyla kulluk eden şükür ehlinden ve Sana kavuşan kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji