بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۚ ثُمَّ نُفِـخَ ف۪يهِ اُخْرٰى فَاِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنُفِخَ | ve üflenir |
|
2 | فِي |
|
|
3 | الصُّورِ | Sur’a |
|
4 | فَصَعِقَ | sonra ölür (bayılır) |
|
5 | مَنْ | olanlar |
|
6 | فِي |
|
|
7 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
8 | وَمَنْ | ve olanlar |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الْأَرْضِ | yerde |
|
11 | إِلَّا | dışında |
|
12 | مَنْ | kimseler |
|
13 | شَاءَ | dilediği |
|
14 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
15 | ثُمَّ | sonra |
|
16 | نُفِخَ | üflenir |
|
17 | فِيهِ | ona |
|
18 | أُخْرَىٰ | bir daha |
|
19 | فَإِذَا | birden |
|
20 | هُمْ | onlar |
|
21 | قِيَامٌ | kalkmış |
|
22 | يَنْظُرُونَ | bakıyorlardır |
|
“Bayılmak” anlamına da gelen, âyet metnindeki sa‘ika fiili tefsirlerde çoğunlukla “korkudan düşüp ölecek” şeklinde yorumlanmıştır (meselâ bk. Râzî, XXVII, 18; Şevkânî, IV, 544). Sûrun etkisinden istisna edilenlerin, Cebrâil, Mikâil ve Azrâil isimli büyük melekler olduğu belirtilir; bazı rivayetlerde bunlara rıdvân isimli melek ile arşı taşıyanlar, cennet ve cehennemde bekçilik görevi yapanlar gibi başka melekler de ilâve edilmiştir (bk. Kurtubî, XV, 268-269; Şevkânî, IV, 544).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 634وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۚ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. نُفِـخَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. فِي الصُّورِ car mecruru naib-i faildir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَعِقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ fail olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مَنْ فِي الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اِلَّا istisna edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ istisna-i munkatı’ olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası شَٓاءَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna minh;a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merf’ûdur.
ثُمَّ نُفِـخَ ف۪يهِ اُخْرٰى فَاِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُفِـخَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. ف۪يهِ car mecruru naib-i faildir. اُخْرٰى sıfatı olan masdardan naib, mef’ûlü mutlak olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. اِذَا mufacee harfidir. اِذَا isim cümlesinin önüne geldiğinde “birdenbire, ansızın” manasında müfacee harfi olur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. قِيَامٌ haber olup lafzen merfûdur. يَنْظُرُونَ fiili ikinci haber olarak mahallen merfûdur.
يَنْظُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۚ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
نُفِـخَ fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)
Aynı üslupta gelen فَصَعِقَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ cümlesi, atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir.. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَمَنْ فِي الْاَرْضِ , ibaresi مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan شَٓاءَ اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması, tazim ve teberrük ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Bayılmak” anlamına da gelen, ayet metnindeki صَعِقَ fiili, tefsirlerde çoğunlukla “korkudan düşüp ölecek” şeklinde yorumlanmıştır. (Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 634)
Müstesna olanların Cebrâîl, Mikail, İsrafil ve ölüm meleği (hepsine selam olsun) oldukları söylenmiştir. (Kurtubî)
Kıyamet günü olacak haller bu işin kesinlikle vukû bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette farklı kimseleri belirten ism-i mevsûller arasında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ثُمَّ نُفِـخَ ف۪يهِ اُخْرٰى
Cümle terâhî ve tertip ifade eden ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir.
Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نُفِـخَ fiil meçhul bina edilmiştir.
نُفِـخَ fiili siyaktaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اُخْرٰى , mahzuf için sıfattır. Takdiri نَفْخَةٌ أُخْرى (Başka bir nefha) şeklindedir. (Âşûr)
Birinci نُفِـخَ ‘da yere düşmeleri, ölü olarak yere düşmeleri demektir; yahut baygın halde yere düşmeleri demektir. Bundan müstesna olanlar, Cebrâîl Mikâil (as) ve İsrafil (as)'dir. Zîra onlar henüz ölmezler. Yahut müstesna olanlar, arşı taşıyan meleklerdir.
İkinci kez sûra üfürülünce, insanlar, kabirlerinden kalkacaklar, yahut ayakta bekleyecekler, demektir. Onların bakınmaları, şaşkınlar gibi gözlerim çevirip etrafa bakacaklar, yahut kendilerine ne yapılacağını bekleyecekler, demektir. (Ebüssuûd)
فَاِذَا هُمْ قِيَامٌ يَنْظُرُونَ
Cümle, atıf harfi فَ ile makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar. Yani insanın kendisine yapılan iyiliğe karşılık böyle yapması beklenmez ve bu iş aniden olmuştur, demektir.
Arz ve semavattakilere ait olan هُمْ zamiri mübteda, قِيَامٌ haberdir.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eden يَنْظُرُونَ cümlesi, haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Bu cümlenin, ikinci haber olması da caizdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[Ayakları üzerinde dikilip kendilerine vaad olunan ba'sı gözetleyecekler], diye açıklanmıştır. Bir başka açıklamaya göre buradaki bakınmak (nazar), intizar (beklemek, gözetlemek) anlamındadır. Yani kendilerine neler yapılacağını gözetleyecek, bekleyeceklerdir. (Kurtubî)وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَشْرَقَتِ | ve parlar |
|
2 | الْأَرْضُ | yer |
|
3 | بِنُورِ | nuru ile |
|
4 | رَبِّهَا | Rabbinin |
|
5 | وَوُضِعَ | ve (ortaya) konur |
|
6 | الْكِتَابُ | Kitap |
|
7 | وَجِيءَ | ve getirilir |
|
8 | بِالنَّبِيِّينَ | peygamberler |
|
9 | وَالشُّهَدَاءِ | ve şahidler |
|
10 | وَقُضِيَ | ve hükmedilir |
|
11 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
12 | بِالْحَقِّ | adaletle |
|
13 | وَهُمْ | ve onlara |
|
14 | لَا | asla |
|
15 | يُظْلَمُونَ | haksızlık edilmez |
|
Zemahşerî (III, 357), Râzî (XXVII, 19) gibi müfessirler, “Allah’ın nuru ile aydınlanma” ifadesini “Allah’ın âdil yargılaması” şeklinde yorumlamışlardır. Her iki âyette âhiretteki ilâhî yargılamanın özetlenmesi ve hiç kimseye haksızlık yapılmadan herkese hakkının verileceğine vurgu yapılması bu yorumu destekler görünmektedir. Burada ilâhî adaletin âhirette nasıl işleyeceğine dair özlü bilgi verilmesi yanında, dolaylı olarak yönetim ve yargılamada şeffaflık ve adaleti gözetmenin önemine, âdil yönetim ve yargının ülkeyi topyekün aydınlatan bir ışık kadar değerli olduğuna da işaret edilmiştir. Özetle yönetim ve yargıda adalet bir ışık gibi herkese ulaşmalı, yargıyla alâkalı bilgi ve belgeler ortaya konmalı, şahitler dinlenmeli, kimsenin kimseye hakkı geçirilmeden herkesle ilgili doğru ve adaletli hüküm verilmeli ve nihayet herkes kendi seçimiyle yapıp ettiğinin karşılığını bulmalıdır. Aksi halde buyruklar ve yasaklar yani kanunlar anlamını ve işlevini yitirir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 634-635
Şehede شهد :
شُهُودٌ ve شَهادَةٌ göz veya basiretle görerek hazır olmaktır. Kimi zaman sadece hazır bulunma anlamında kullanılır. Ancak en uygun olanı شُهُودٌ formunun sadece hazır olmak; شَهادَةٌ formunun ise sadece görmek anlamında olmasıdır.
Şehadet شَهادَةٌ ise gözle ya da basiretle gerçekleştirilen müşahede sonucunda elde edilen bir bilgiden sâdır sözdür.
شَهِدَ fiili iki anlamda kullanılır: Birincisi: İlim kelimesi gibi kullanılır. İkincisi: Qasem (yemin) kelimesi gibi kullanılır.
شَهِيدٌ sözcüğü bir şeye şahid olan ve hazır bulunan kişiyle ilgili kullanılır. الشَّهِيدُ ölmekte olan kişidir, çoğulu شُهَداء 'dır. Böyle adlandırılmasının nedeni a) Ya meleklerin o kimsenin yanında hazır bulunmaları, b) Ya onların bu hâlet içinde kendilerine hazırlanmış olan nimetleri müşahede etmeleri, c) Ya da ruhların Yüce Allah'ın yanında, huzurda bulunmalarıdır.
Kur'an-ı Kerim'de de geçen مَشْهُودٌ kavramı bazılarına göre cuma, bazılarına göre arefe, bazılarına göre de kıyamet günüdür. شاهِدٌ de o günde hazır olan herkestir.
Son olarak tefe'ul babı formundaki teşehhüd تَشَهُّدٌ kullanımı, kişinin şehadet getirmesidir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pek çok türeviyle 160 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri şâhit, şehid, şehadet, müşâhit, meşhut, müşahede ve teşehhüddür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki هُمْ قِيَامٌ cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. اَشْرَقَتِ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. الْاَرْضُ fail olup lafzen merfûdur.
بِنُورِ car mecruru اَشْرَقَتِ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وُضِعَ atıf harfi وَ ‘la اَشْرَقَتِ ‘e matuftur. وُضِعَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْكِتَابُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. ج۪ٓيءَ atıf harfi وَ ‘la اَشْرَقَتِ ‘e matuftur.
ج۪ٓيءَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. بِالنَّبِيّ۪نَ car mecruru ج۪ٓيءَ filine müteallik olup naib-i faildir. الشُّهَدَٓاءِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. قُضِيَ atıf harfi وَ ‘la اَشْرَقَتِ ‘e matuftur.
قُضِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. بَيْنَ mekân zarfı, قُضِيَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْحَقِّ car mecruru naib-i faildir.
اَشْرَقَتِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi شرق ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
هُمْ لَا يُظْلَمُونَ hal cümlesidir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim)
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يُظْلَمُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُظْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا وَوُضِعَ الْكِتَابُ وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ
Bu ayet atıf harfi وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Aynı üslupta gelen وَوُضِعَ الْكِتَابُ ve وَج۪ٓيءَ بِالنَّبِيّ۪نَ وَالشُّهَدَٓاءِ ve وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ cümleleri, atıf harfi وَ ‘la وَاَشْرَقَتِ الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Üç cümle de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وُضِعَ ile ج۪ٓيءَ ve قُضِيَ fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)
الْاَرْضُ ’daki marifelik ahd içindir. (Âşûr)
بِنُورِ رَبِّهَا izafeti, muzâfun ileyh olan هَا ve muzâf olan نُورِ için tazim ve teşrif ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبَّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِنُورِ رَبِّهَا (Rabbinin nuru9 ifadesinde istiare vardır. Nur, Kur’an ve burhan manasında müsteardır. (Mahmud Sâfî)
الْكِتَابُ ’daki marifelik cins içindir. Kitaplar, kulların amellerinin sahifeleridir. İçindeki hayır ve şer ile hesaba çekilmek için gelmiştir. بَيْنَهُمْ ‘daki zamir, مَن في السَّماواتِ ومَن في الأرْضِ ifadesine aiddir. (Âşûr)
وَوُضِعَ الْكِتَابُ [Kitap konuldu] Hesap ve ceza için, muhasibin hesap defterini önüne koymasından gelir. Ya da görevlilerin ellerindeki amel defterleri konulmuştur. Cins ile cemiden iktifa edilmiştir (الْكِتَابُ). (Beyzâvî)
Peygamberler ve şahitler kastedilen ümmetlerin leh ve aleyhlerine şahitlik eden melekler ve müminlerdir. Şehitler de denilmiştir. (Beyzâvî)
Burada adalet yerine istiare sanatı ile بِنُورِ ifadesi kullanılmıştır. Çünkü yeryüzünün her tarafını aydınlatan ve hakları ortaya çıkaran adalettir. Bu tıpkı zulme karanlık anlamına gelen zulmet isminin verilmesi gibidir. Bir hadisi şerifte: ”Zulüm kıyamet günü karanlıklardır," buyurulmaktadır. Yani zulmün şiddeti, onu işleyenin uğrayacağı şiddete ve sıkıntıya sebeptir. Ya da zulüm gerçekten zalimin karanlıklarda kalmasına sebeptir. Böylece müminlerin nurları önlerinde ve sağlarında giderken zalim yolunu bulamaz. Ayetteki بِنُورِ kelimesinden maksat adalet olduğu için Allah'ın ismi ”yeryüzü" kelimesi yerine kullanılan zamire muzâf olmuştur. Yani بِنُورِ رَبِّهَا (Rabbinin nuru) ifadesi الْاَرْضُ بِنُورِ رَبِّهَا (yeryüzünün Rabbinin nuru) şeklindedir. Çünkü yapılan bu izafet ancak yeryüzünde yayılan hüküm ve adalet sayesinde oranın aydınlanması kastedildiğinde güzel olur. Ya da ayetin manası, yeryüzü kıyamet günü, Allah'ın oradaki nuru ile aydınlanır. Dünyada olduğu gibi aydınlatıcı bir takım araç ve gerecin vasıtalık etmesine ihtiyaç yoktur, demek olur. Buna göre böyle bir nur ile değişmiş olan yeryüzünün çehresi güneş, ay ve bunların dışında başka aydınlatıcı cisimler olmaksızın aydınlanır. Bu sebeple yani bu mana dolayısı ile nur, Allah'ın adına izafe edilmiş olur. (Ruhu’l Beyan)
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ
Ayetin son cümlesine dahil olan وَ , haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Müsnedin menfî muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade eder.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا يُظْلَمُونَ fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)
يُظْلَمُونَ ve بِالْحَقِّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu cümle birçok surede tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314) Dolayısıyla bu cümlede tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ۟
وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ۟
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki قُضِيَ ‘ya atfedilmiştir. Fiil cümlesidir.
وُفِّيَتْ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. كُلُّ naib-i fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَا ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَمِلَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur.
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle اَعْلَمُ ‘ye mütealliktir. يَفْعَلُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وُفِّيَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi وفي ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ
Bu cümle öncesine وَ ‘la, وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayetteki henüz gerçekleşmemiş olayın mazi fiille ifadesi edilmesi, vukuunun kesinliğine işarettir.
كُلُّ نَفْسٍ naib-i faildir. نَفْسٍ ’daki tenvin nev ve cins ifade eder.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan عَمِلَتْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
وُفِّيَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
مَا عَمِلَتْ ifadesinde, takdiri جَزاءُ (Cezası, karşılığı) olan muzâf mahzuftur. (Âşûr) Muzâfın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَا يَفْعَلُونَ۟
Ayetin son cümlesindeki وَ istînâfiyyedir. Haliyye olması da caizdir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haber olan اَعْلَمُ ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Masdar harfi مَا ve akabindeki يَفْعَلُونَ۟ cümlesi, masdar teviliyle بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَمِلَتْ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَراًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُـهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَسِيقَ | ve sürülürler |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | إِلَىٰ |
|
|
5 | جَهَنَّمَ | cehenneme |
|
6 | زُمَرًا | bölük bölük |
|
7 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
8 | إِذَا | zaman |
|
9 | جَاءُوهَا | oraya geldikleri |
|
10 | فُتِحَتْ | açılır |
|
11 | أَبْوَابُهَا | kapıları |
|
12 | وَقَالَ | ve şöyle der |
|
13 | لَهُمْ | onlara |
|
14 | خَزَنَتُهَا | onun bekçileri |
|
15 | أَلَمْ | -mi? |
|
16 | يَأْتِكُمْ | gelmedi- |
|
17 | رُسُلٌ | elçiler |
|
18 | مِنْكُمْ | kendi aranızdan |
|
19 | يَتْلُونَ | okuyan |
|
20 | عَلَيْكُمْ | size |
|
21 | ايَاتِ | ayetlerini |
|
22 | رَبِّكُمْ | Rabbinizin |
|
23 | وَيُنْذِرُونَكُمْ | ve sizi uyaran |
|
24 | لِقَاءَ | kavuşacağınıza |
|
25 | يَوْمِكُمْ | gününüze |
|
26 | هَٰذَا | bu |
|
27 | قَالُوا | derler |
|
28 | بَلَىٰ | evet |
|
29 | وَلَٰكِنْ | ama |
|
30 | حَقَّتْ | hak olmuştur |
|
31 | كَلِمَةُ | sözü |
|
32 | الْعَذَابِ | azab |
|
33 | عَلَى | üzerine |
|
34 | الْكَافِرِينَ | kafirler |
|
Âhiretteki adaletli yargının sonucu, münkir ve mücrimlerin cezalandırılmak üzere cehenneme; âyetteki deyimiyle müttakilerin yani Allah’a saygı duyup hükümlerini çiğnemekten sakınmaya özen göstermiş müminlerin de cennete gönderilmesidir. Cehennem bekçilerinin, oraya getirilenlere soracakları soruya dair kınama mahiyetindeki ifadeler, aslında bu dünyada henüz ellerinde fırsat bulunanlar için dolaylı bir uyarı maksadı taşımaktadır. Buna karşılık cennet bekçilerinin oraya gelenlere söyleyecekleri güzel sözler ve iltifatlar ile bunun ardından cennete girenlerin, rablerine karşı minnetlerini dile getiren mutluluk dolu sözleri de aslında yine bu dünyada yaşayanları imana ve takvâ çizgisinde bulunmaya, Allah’ın rızasına uygun işler yapmaya teşvik etmektedir.
Sûrenin sonunda meleklerin oradaki hitaplarıyla ilgili etkileyici bir tasvirin ardından uhrevî yargılamada hakkın yerini bulduğunun bir defa daha altı çizilmekte; nihayet bu adaletinden dolayı Allah’a duyulan derin minnet ve şükranın, “Bütün övgüler âlemlerin rabbi olan Allah içindir” şeklinde dile getirileceği bildirilmektedir.
Zümer sûresinin son âyetlerinde veciz bir şekilde anlatılan ve dinî literatürde “âhiret halleri” denilen mahşer, mizan, hesap, sırat, cennet, cehennem gibi varlık ve olaylar, henüz gerçekleşmediği, örneği yaşanmadığı için –tekrarı mümkün olmayan her olay gibi– insanların bilgi sınırlarını aşmakta, iman alanına girmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de bunlarla ilgili açıklamalar, tasvirler genellikle insanların zihinlerinde olabildiğince isabetli çağrışımlar ve gönüllerinde verimli etkiler doğmasını sağlayacak şekilde somutlaştırılarak verilmiştir. Sûrenin bu son âyetlerinde de önemli ölçüde bu anlatım tarzı hâkimdir. Bu temsilî açıklamaları tam ve doğru olarak tefsir ve te’vil etmemiz mümkün değildir; bu hususta yapılan yorumlar, te’viller ancak onu yapan kişilerin kendilerine ait yorum ve anlayışlar olup başkalarını bağlayıcı nitelikte kesin bilgiler değildir. Bu hususta öteden beri benimsenen en sağlıklı yaklaşım, bu konularda âyetlerin ve sahih hadislerin asıl anlamlarının ne olduğunu kavrayıp açıklayamasak da onların bildirdiklerine şeksiz şüphesiz iman etmek, açıklamaların amacına yönelmek ve bu imanın gereğince yaşamaktır.
Zemera زمر :
زُمَرٌ sözcüğü زُمْرَةٌ 'un çoğuludur. Bu da sayısı az topluluk anlamına gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de aynı surede isim formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli zümredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَراًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki وُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. س۪يقَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اِلٰى جَهَنَّمَ car mecruru س۪يقَ fiiline mütealliktir.
جَهَنَّمَ kelimesi gayrı munsarıf olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زُمَراً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى gaye bildiren cer harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاؤُ۫هَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاؤُ۫هَا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فُتِحَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَبْوَابُهَا naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُـهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ
Atıf harfi وَ ‘la önceki فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. خَزَنَتُـهَٓا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَأْتِكُمْ fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رُسُلٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru رُسُلٌ ‘nün mahzuf sıfatına mütealliktir. يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ cümlesi رُسُلٌ ‘ün hali olarak mahallen mansubdur.
يَتْلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru يَتْلُونَ fiiline mütealliktir. اٰيَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ
Atıf harfi وَ ‘la önceki يَتْلُونَ cümlesine matuftur. يُنْذِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لِقَٓاءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. يَوْمِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰذَا işaret zamiri يَوْمِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْذِرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَالُوا بَلٰى
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بَلٰى cevab harfidir. Mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, بلى جاءتنا الرسل (Evet, bize resuller geldi) şeklindedir.
وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. لٰكِنْ istidrak harfidir, لٰكِنّ ’den muhaffefedir.
لٰكِنَّ ’nin tahfifi لٰكِنْ şeklinde olur. Tahfif edilince amelden düşer. İsim cümlesinin başına geldiği gibi fiil cümlesinin de başına gelebilir. Kendisinden önce genellikle و gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَقَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. كَلِمَةُ fail olup lafzen merfûdur. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَى الْكَافِر۪ينَ car mecruru حَقَّتْ fiiline müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَراًۜ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki وفّيت كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayetteki henüz gerçekleşmemiş olayın mazi fiille ifadesi edilmesi, vukuunun kesinliğine işarettir.
س۪يقَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Naib-i fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَراً cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tahkir ifade eder.
اِلٰى جَهَنَّمَ car mecruru, س۪يقَ fiiline mütealliktir. زُمَراً kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Bu ayetlerde fiiller hep meçhul getirilerek muhatabın faili değil de fiili düşünmesi istenmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada, kıyamet günü herkesin amelinin karşılığının tastamam verileceği açıklanmakta ve onun keyfiyeti beyan edilmektedir. (Ebüssuûd)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا
Fasılla gelen cümlede حَتّٰٓى , ibtidaiyyedir.
Cevap cümlesine müteallık olan اِذَا , şart manalı gayrı cazim zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan جَٓاؤُ۫هَا , aynı zamanda اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فُتِحَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُـهَٓا اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur لَهُمْ , önemine binaen fail خَزَنَتُـهَٓا ‘ya takdim edilmiştir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfi muzari fiil sıygası, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp inkâr ve kınama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümlede müsnedün ileyh olan رُسُلٌ kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade eder.
مِنْكُمْ car mecruru , رُسُلٌ kelimesinin mahzuf sıfatına mütealliktir. يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتِ رَبِّكُمْ cümlesi, رُسُلٌ için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمْ , uyarıyı artırmak için mef’ûl olan اٰيَاتِ رَبِّكُمْ ‘e takdim edilmiştir.
اٰيَاتِ رَبِّكُمْ izafetinde ayetler şan ve şeref kazanmıştır. Rabb isminin cehennemliklere izafesinde, Allah'ın onlar üzerindeki rububiyet vasfını hatırlatmak vardır.
رُسُلٌ kelimesinin cemi gelmesi, tağlib yoluyla kitap verilmeyenleri de kapsamıştır. (Âşûr)
وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا cümlesi öncesindeki istifham cümlesine matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هٰذَا işaret ismi يَوْمِكُمْ ’den bedel olup ıtnâb sanatıdır.
لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَا ifadesi hesap gününden kinayedir.
يَوْمِ ’nin هٰذَاۜ ile işaret edilmesi onu tazim ve teşrif içindir.
لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ (Güne kavuşmak) ifadesinde aklî mecaz sanatı vardır.
Bekçileri onlara: Azarlamak, daha acıya gark etmek ve elem vermek için...derler. Ayette geçen الخزانة kelimesi خازن kelimesinin çoğulu olup hazinenin ve içinde bulunan şeylerin muhafızı demektir. Burada ise maksat cehennemin bekçileri ve zebanileridir. Onlar cehennemliklere azap etmekle görevli meleklerdir. (Ruhu’l Beyan)
قَالُوا بَلٰى وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekulü’l-kavl mahzuftur. Takdiri بلي جاءتنا ألرَّسولُ (Evet, bize resul geldi.) şeklindedir. بَلٰى , menfi soruya cevap harfidir.
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ cümlesi, وَ ’la mahzuf mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
Veciz ifade kastıyla gelen كَلِمَةُ الْعَذَابِ izafeti, faildir.
عَلَى الْكَافِر۪ينَ car mecruru, حَقَّتْ fiiline mütealliktir.
Ayetin başlangıcındaki كَافِر۪ينَ kelimesinde irsâd vardır.
يَأْتِ - جَٓاؤُ۫ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, كَفَرُٓوا - كَافِر۪ينَ ve قَالُوا - قَالَ kelime grupları arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
جَهَنَّمَ - الْعَذَابِ - الْكَافِر۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ
Fiil cümlesidir. ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mekulü’l-kavli ادْخُلُٓوا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ادْخُلُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَبْوَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup, gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِد۪ينَ kelimesi hal olup nasb alameti ي ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ‘ye mütealliktir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِد۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. بِئْسَ camid fiil olup, zem fiillerindendir.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
Burada بِئْسَ fiilinin faili ال ‘lı isme muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَثْوَى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, جَهَنَّمَ ‘dir.
الْمُتَكَبِّر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُتَكَبِّر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ق۪يلَ fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. ق۪يلَ fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavli olan ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خَالِد۪ينَ kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خلد aslında yetmiş yıl kaldı demektir. Kuran-ı Kerimde çokluktan kinaye olarak sonsuzluk anlamında kullanılır. İsmi fail olması dolayısıyla ف۪يهَاۚ ’nın müteallakıdır.
جَهَنَّمَ kelimesi yerine zamir gelmesi gerekirken zahir isim gelmesi durumun vehametini vurgulayan ıtnâb sanatıdır.
فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ
Ayetin fasılası olan فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ cümlesinde فَ istînâfiyyedir. Cümle gayrı talebî inşâî isnaddır. Zem fiili olan بِئْس ’nin mahsusu, mahzuftur. Bu hazif îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; جهنّم ‘dir.
Fiilin faili olan مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ , izafet formunda gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.
Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
فَ harfinden sonra gelen şeyler zemmi ve önlerinde bulunan durumun çirkinliğini artıran şeylerdir. Bu da cehenneme giriş halidir ve onlar kendi kendilerini cehenneme sokarlar. Burada zem ifade eden lafızların esası olan بِئْسَ lafzı seçilmiştir. مدخل yerine de مَثْوَى lafzı seçilmiştir. Halbuki مدخل gelseydi, فَادْخُلُٓوا sözüne daha uygun olurdu. Bunun sebebi مَثْوَى kelimesinin “ikamet etmek” manasında olmasıdır. Böylece onların bir مَدْخَل ’e (hol, giriş yeri) değil, ikamet yurduna yani devamlı kalacakları yurda girdikleri manasını vurgular. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/64, c. 1, S. 360)
مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ ifadesinde ‘sığınılacak yer’ anlamındaki مَثْوَى ‘cehennem’ anlamında kullanılarak istiare yapılmıştır.
Mekulü’l-kavl olan iki cümle Mü’min ve Nahl surelerinde de aynen tekrarlanmıştır. Bu cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
ق۪يلَ ادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا [Girin cehennem kapılarından, orada ebedî kalıcılar olarak] sözünü söyleyen kişi belirtilmemiştir, bu da onlara söylenen şeyi korkunç kılmak içindir. فَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ [kibirlilerin yeri ne kötüdür!] ifadesinde yer alan الْمُتَكَبِّر۪ينَ 'deki lâm cins içindir, mahsus bizzem de mahzûftur. Cehennemdeki yerlerinin haktan kibirlenmekten olduğunu bildirmek oraya girmelerine azap sözünün hak olmasına aykırı değildir. Çünkü kibirlenmeleri de diğer kabahatleri de ondan kaynaklanmaktadır. (Beyzâvî)وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ اِلَى الْجَنَّةِ زُمَراًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا وَفُتِحَتْ اَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَسِيقَ | ve sevk edilirler |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | اتَّقَوْا | korunan(lar) |
|
4 | رَبَّهُمْ | Rablerinin (azabından) |
|
5 | إِلَى |
|
|
6 | الْجَنَّةِ | cennete |
|
7 | زُمَرًا | bölük bölük |
|
8 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
9 | إِذَا | zaman |
|
10 | جَاءُوهَا | geldikleri |
|
11 | وَفُتِحَتْ | ve açılır |
|
12 | أَبْوَابُهَا | onun kapıları |
|
13 | وَقَالَ | ve derler |
|
14 | لَهُمْ | onlara |
|
15 | خَزَنَتُهَا | onun bekçileri |
|
16 | سَلَامٌ | selam |
|
17 | عَلَيْكُمْ | size |
|
18 | طِبْتُمْ | (ne) hoşsunuz |
|
19 | فَادْخُلُوهَا | buraya girin |
|
20 | خَالِدِينَ | ebedi kalmak üzere |
|
وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ اِلَى الْجَنَّةِ زُمَراًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا وَفُتِحَتْ اَبْوَابُهَا
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. س۪يقَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّقَوْا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّقَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
رَبَّهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَى الْجَنَّةِ car mecruru س۪يقَ fiiline mütealliktir. زُمَراً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰٓى gaye bildiren cer harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاؤُ۫هَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاؤُ۫هَا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Haliyye yada zaid olması da caizdir.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, اطمأنّوا أو سعدوا (Güvenin ya da mutlu olun) şeklindedir.
فُتِحَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَبْوَابُهَا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّقَوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dir.İftial babının fael fiili و ي ث olursa fael fiili ت harfine çevrilir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ
Atıf harfi وَ ‘la جَٓاؤُ۫هَا ‘ya matuf olup, mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. خَزَنَتُـهَٓا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli سَلَامٌ عَلَيْكُمْ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
سَلَامٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru طِبْتُمْ fiiline mütealliktir.
طِبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
فَادْخُلُوهَا خَالِد۪ينَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن دخلتموها (Oraya girerseniz) şeklindedir.
ادْخُلُوهَا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
خَالِد۪ينَ kelimesi ادْخُلُو ‘daki failin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ اِلَى الْجَنَّةِ زُمَراًۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Ayetteki henüz gerçekleşmemiş olayın mazi fiille ifadesi edilmesi, vukuunun kesinliğine işarettir.
س۪يقَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Naib-i fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اتَّقَوْا رَبَّهُمْ اِلَى الْجَنَّةِ زُمَر cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ve teşrif ifade eder.
اِلَى الْجَنَّةِ car mecruru, س۪يقَ fiiline mütealliktir. زُمَراً kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Bu ayetlerde fiiller hep meçhul getirilerek muhatabın faili değil de fiili düşünmesi istenmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبَّهُمْ izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبَّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müttakilerin cennete girişi için س۪يقَ fiilinin kullanılması önce geçen aynı fiil dolayısıyla müşakale babındandır. Müşâkele kelamı güzelleştiren sanatlardan biridir. Alimlere göre bu kullanım istiare kabilindendir. Alâka sadece lafzi alâkalardan olan cümle benzerliğidir.
(Âşûr)
71. ve 73.ayetlerde وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ زُمَراًۜ [İnkâr edenler cehenneme bölük bölük sevkedilir.] ayetine karşılık Yüce Allah, وَس۪يقَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ اِلَى الْجَنَّةِ زُمَراً [Rablerinin emrine karşı gelmekten sakınanlar bölük bölük cennete sevkedilir.] ayetini zikretmiştir. Mukabele, önce iki veya daha çok mananın, sonra da tertiple bunların karşılığının getirilmesi demektir. Bu güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
İnkâr edenler, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır; bekçileri onlara: [Size içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve karşılaşacağınız bu gün hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? derler.] (Zümer /71). [Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: “Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin” derler.] (Zümer/73). Kâfirlerden bahseden ayetlerde فُتِحَتْ kelimesinin başındaki وَ hazf edilmişken müminlerden bahseden ayette zikredilmiştir. Buradaki و hakkında farklı görüşlerden uzak olarak ister zaid, ister atıf, ister hal olsun kâfirler için cehennemin kapılarının kapalı, sadece onlar geldiğinde açılacak olması, cennete girecek olan müminler için ise kapıların onlar gelmeden önce açılacağı şeklindeki bir değerlendirme anlamını katması; ayrıca bir harf ile cennete girecek olanlara bir özen gösterileceği şeklindeki bir yorum iltifat sanatının anlama kattığı zenginliği açıkça ortaya koymaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا وَفُتِحَتْ اَبْوَابُهَا
حَتّٰٓى , ibtidaiyye olarak gelmiştir.
Cevap cümlesine müteallık olan اِذَا , şart manalı gayrı cazim zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan جَٓاؤُ۫هَا , aynı zamanda اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَفُتِحَتْ اَبْوَابُهَا cümlesi şart cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. فُتِحَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Takdiri اطمأنّوا veya سعدوا (Mutlu oldular) olan cevap cümlesi hazf edilmiştir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Beyanî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)
Cennet ehlinin cennete girişlerini anlatan ayette اِذَا ’nın cevabı mahzuftur. نَالوا سروراً وَكَراَمةً takdirindedir. (Beyzâvî)
Beyzâvî ayetin tefsirinde şunları kaydeder: اِذَا ’nın cevabı hazf edilmiştir. Bunun nedeni ise cennetin kapılarının önüne gelen cennet ehlinin görecekleri nimetleri ve karşılaşacakları saygıyı vasfetmede kelâmın yetersiz kalmasıdır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Bu cümle ile 71. ayette geçen حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫هَا فُتِحَتْ اَبْوَابُهَا cümlesi arasında mukabele oluşmuştur. Bu ayetteki هَا zamiri Cennet’e, önceki ayetteki ise Cehennem’e aittir.
وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la, şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart cümlesinin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَهُمْ amili olan خَزَنَتُهَا ’ya ihtimam için takdim edilmiştir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan سَلَامٌ عَلَيْكُمْ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve devam ifade eden isim cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمْ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Nekre gelen mübteda سَلَامٌ , selamın tamamına ve kemâline işaret içindir.
Mekulü’l-kavle dahil olan dua manasındaki طِبْتُمْ cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
فَادْخُلُوهَا خَالِد۪ينَ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Takdiri إن دخلتموها (Oraya girerseniz…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خَالِد۪ينَ kelimesi, ادْخُلُو fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خلد aslında ‘yetmiş yıl kaldı’ demektir. Kuran-ı Kerim’de çokluktan kinaye olarak sonsuzluk anlamında kullanılır. İsm-i fail vezninde gelmesi anlamını pekiştirmiştir.
Bu ayetteki cümlelerle, 71. ayetin ilk üç cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَادْخُلُوهَا - خَالِد۪ينَ kelimeleri arasında cinas-ı kalb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَاَوْرَثَنَا الْاَرْضَ نَتَبَوَّاُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَٓاءُۚ فَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve derler |
|
2 | الْحَمْدُ | hamdolsun |
|
3 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
4 | الَّذِي | o ki; |
|
5 | صَدَقَنَا | bize yerine getirdi |
|
6 | وَعْدَهُ | verdiği sözünü |
|
7 | وَأَوْرَثَنَا | ve bizi varis kıldı |
|
8 | الْأَرْضَ | yurda |
|
9 | نَتَبَوَّأُ | oturacağımız |
|
10 | مِنَ | (-ten) |
|
11 | الْجَنَّةِ | cennet |
|
12 | حَيْثُ | yerinde |
|
13 | نَشَاءُ | dilediğimiz |
|
14 | فَنِعْمَ | ne güzeldir |
|
15 | أَجْرُ | ücreti |
|
16 | الْعَامِلِينَ | çalışanların |
|
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَاَوْرَثَنَا الْاَرْضَ نَتَبَوَّاُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَٓاءُۚ
Ayet,atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, فدخلوها (Hemen oraya girdiler) şeklindedir.
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli الْحَمْدُ لِلّٰهِ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
الْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası صَدَقَنَا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَدَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَعْدَهُ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَوْرَثَنَا atıf harfi وَ ‘la صَدَقَنَا fiiline matuftur.
اَوْرَثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْاَرْضَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
نَتَبَوَّاُ cümlesi اَوْرَثَنَا ‘daki mütekellim zamirinden hal olarak mahallen mansubdur. نَتَبَوَّاُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. مِنَ الْجَنَّةِ car mecruru نَتَبَوَّاُ fiiline mütealliktir. حَيْثُ mekân zarfı, damme üzere mebni olup نَتَبَوَّاُ fiiline mütealliktir.
نَشَٓاءُۚ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
اَوْرَثَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ورث ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
نَتَبَوَّاُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بوأ ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. بِئْسَ camid fiil olup, zem fiillerindendir. اَجْرُ fail olup lafzen merfûdur. Fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, الجنّة ‘dir. الْعَامِل۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
عَامِل۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi عمل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ
Ayet, takdiri فدخلوها (Hemen oraya girdiler) olan, mukadder istînâfa matuftur. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan الْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur. لِلّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meani İlmi)
Sıla cümlesindeki habere dikkat çekmek için gelen has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , lafza-i celâl için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Mevsûlün sılası olan صَدَقَنَا وَعْدَهُ , mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede ikinci mef’ûl olan وَعْدَهُ izâfetinde Allah’a aid zamire muzâf olması vade için tazim ve teşrif ifade eder.
Burada Allah'ın (cc) vaadinden murat, tekrar dirilme ve mükâfat vaadidir. (Ebüssuûd)
وَاَوْرَثَنَا الْاَرْضَ نَتَبَوَّاُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَٓاءُۚ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَتَبَوَّاُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَٓاءُۚ cümlesi اَوْرَثَنَا ‘daki mütekellim zamirinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mekan zarfı حَيْثُ ’nun muzâfun ileyhi olan نَشَٓاءُ cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs ve teceddüt ifade etmiştir.
حَيْثُ mekan zarfıdır. Bu edat cümleye muzaf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekan zarfı yani mef’ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebnidir ve mahallen mansubdur.
Bu cümleyle istiâre yolu ile yerleştikleri mekan kastedilmiştir. Oraya mirasçı kılması da amellerinden dolayı mülk etmesidir. Yahut varisin mirasında tasarrufu gibi tasarruf imkânına kavuştukları içindir. (Beyzâvî)
فَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. Cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Medh fiili نِعْمَ ’nin faili olan اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ , izafet terkibiyle gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. نِعْمَ ‘nin, takdiri الجنة olan mahsusu, mahzuftur.
Bu cümlenin onların söyleyecekleri sözün devamı olduğu söylenmiştir. Yani bu mükâfat ne güzeldir! diyeceklerdir. Bir başka görüşe göre bu, yüce Allah'ın söyleyeceği bir cümledir. Güzel ve iyi hareket eden kimselere vermiş olduğum bu mükâfat ne güzeldir! demek olur. (Kurtubî)
اَجْرُ kelimesinde istiare vardır. Kelime, iyi amellere karşılık verilen mükâfat anlamında, işçiye ödenen ücrete benzetilerek müstear olmuştur.
Ayetin son cümlesi, cennet ve cehennem ehlinin durumlarını anlatan surede, berâat-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki و- نَ , ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.İnsan aynıydı ama dünya küçülüyordu. Hayatın yaşanma şekli değişiyordu. Bu değişimin olumlu yanları olduğu gibi olumsuzları da vardı. Zira; her şey fazlasıyla kolaylaşıyordu. Bu kolaylığın ardında yatan sorumluluğun ağırlığı ise görmezden geliniyordu.
Artık çoğunluk, her konuda fikrini söylemek istiyor ve neredeyse kimse susmak istemiyordu. Öğrendiği ilimlerde ya da okuduğu kitaplarda seçici davranmak istemiyordu. Takıldığı insanlarda ya da zamanını harcadığı işlerde doğru seçimler yapmak istemiyordu.
Nefsani duygularını öne çıkararak, kendi çıkarları uğruna Allah’ın sünnetlerinden taviz veriyordu. Eşitlik ifadeleri adı altında; kimin hakkını açıkça savunduğuna ya da dünya yollarında kiminle yürümeyi seçtiğine dikkat etmiyordu. Sanki; seçimlerinin hesabını vereceği günü unutuyordu.
Allah’ın sınırlarını alenen çiğneyenlerin çiğneme hakkını savunanın; onlar zümre zümre cehennem kapılarına yürürken de savunacak cesareti olacak mı? Allah’ın huzurunda da aynı savunmaları tekrarlamaya dili varacak mı? Yoksa zümre zümre cennet kapılarına gidenlerin arkasından bakarken kendi kurtuluşunun derdine mi düşecek?
Ey yaşatan, öldüren ve dirilten Allahım! İslam’ın gölgesinde yaşat, öldür ve dirilt bizi. Yardımın ile Senin rızan için konuşalım, susalım ve sınırlarına itaat edelim. Mağfiret rüzgarlarınla sevindir gönüllerimizi. Rahmetin ile insanlardan değil, Senden korkalım ve insanların düşüncelerini değil, öncelikle Senin rızanı kazanmayı önemseyelim. Ahiret günü, cehennem zümrelerinden uzaklaştır ve cennet zümrelerinin arasına kat bizi. Uzun bir yolculuktan sonra evine dönen biri gibi cennet kapılarında selâm ile karşılanmamızı, elhamdulillah ile soluklanmamızı nasip eyle. Hakiki ve ebedi olan evimize kavuştur bizi.
Amin.
***
Hayat, çeşitli beklentilerin eşiğinde yaşanır. Başka bir ifadeyle zaman hep bir şeyleri bekleyerek akar gider. Bunların bir kısmı beklenmedik imtihanların sonucu ortaya çıkar. Ancak çoğu insanın seçimleriyle şekillenir. Bekleme hali; üzüntü, sevinç, nefret, muhabbet, hırs ya da heyecan ile yoğrulmuştur. Olumlu ya da olumsuz farketmez, çoğu bir çeşit sabırsızlığın tetikleyicisi olarak rol oynar.
Yeryüzünde beklemeye değer birçok nimet vardır. Toplanan bulutların altında yağmuru, verilen hediye paketininin açılmasını, ağrı kesicinin tesir etmesini, pişirilen lezzetli bir yemeğin yenmesini, yeni bir canın dünyaya katılmasını, kapının önünde sevilen birinin gelmesini, başarıyla tamamlanan bir işin bitmesini, yenisinin başlamasını ve daha birçok kavuşma anı örnek olarak sayılabilir.
Sanılanın aksine değeri bilinen ufak kavuşmalar (gözlerin sabah açılan perdenin ardından mavi gökyüzüyle buluşması gibi) daha etkilidir çünkü sayıca çok daha fazladırlar. Yine sanılanın aksine sadece dünyadan ibaret bir kavuşmanın (istenen bir telefon modeline sahip olmanın) getirdiği mutluluğun süresi daha kısadır. Zira insan devamlı bir beklentiden diğerine taşınır. Bu yüzden de neyi beklemek istediğini iyi bilmelidir.
Doğru yerde, doğru şeyi beklemek bir nimettir. Belki de bir çeşit rızıktır. Şüphesiz sağlam bilgilerle ve faydalı işlerle meşgul olmak, doğruyu bekleme ihtimalini arttırır. İslam, gün içerisinde sık sık Allah için yaşadığını bilen bir kula dünyayı değil, kendisini Allah’a yaklaştıracak anları ve sonunda Allah’a kavuşacağı anı beklemesi gerektiğini hatırlatır. Zira kavuşmaların en güzeli, O’na kavuşmaktır.
Ey Allahım! Yaşatan, öldüren ve dirilten Sensin! İki cihanda da doğru yerde, doğru şekilde, doğru şeyleri beklememizi nasip eyle. Diriliş günü, bizi umut ve nur içerisinde, aydınlık yüz ve gönül ile bekleyenlerden eyle. Sana kavuşmaktan ve Senin merhametinden mahrum kalanlara benzemekten ve hatta onların o halini bile görmekten muhafaza buyur. Dünyevi ve uhrevi işlerimizi ferahlık sebebi hayırlarla kolaylaştır. Sana itaati bize sevdir. Senin için yaptıklarımızı nefsani heveslerden arındır. Rahmetin ile bizi affeyle. Sana ve Senin sevdiklerine kavuşanlardan eyle.
Amin.