3 Aralık 2025
Zümer Sûresi 48-56 (463. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zümer Sûresi 48. Ayet

وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  ...


(Dünyada) kazandıkları şeylerin kötülükleri karşılarına çıkmış, alay etmekte oldukları şey onları kuşatmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَبَدَا ve görünmüştür ب د و
2 لَهُمْ kendilerine
3 سَيِّئَاتُ kötülükleri س و ا
4 مَا
5 كَسَبُوا yaptıkları işlerin ك س ب
6 وَحَاقَ ve kuşatmıştır ح ي ق
7 بِهِمْ onları
8 مَا şey
9 كَانُوا oldukları ك و ن
10 بِهِ onunla
11 يَسْتَهْزِئُونَ alay ediyor(lar) ه ز ا

وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ‘la önceki ayetteki  بَدَا  ya matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. بَدَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  بَدَا  fiiline mütealliktir.  سَيِّـَٔاتُ  fail olup lafzen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. حَاقَ  atıf harfi وَ ‘la  بَدَا ‘ya matuftur. 

حَاقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بِهِمْ  car mecruru  حَاقَ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا بِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiiline mütealliktir.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  هزأ ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُوا 

 

Bu cümle atıf harfi  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

لَهُمْ  car mecruru  بَدَا  fiiline mütealliktir. Cümlede takdim-tehir vardır. Car mecrur, durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

سَيِّـَٔاتُ  kelimesi için muzâfun ileyh konumunda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası  كَسَبُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması tahkiri artırarak az sözle çok anlam ifade etmek içindir. 


 وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ

 

Bu cümle  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

حَاقَ  fiilinin faili olarak merfû mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlenin müsnedinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur. 

Car mecrur  بِه۪ , ihtimam ve fasılaya riayet için, amili olan  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’ye takdim edilmiştir. (Âşûr) 

Henüz gerçekleşmemiş durum, ayette mazi fiille ifade edilmiştir.

Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (M. Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur'an’da Kullanımı)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c.5, s.124)

كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫ن  ifadesinden maksat ahiret azabıdır. Yani ayet-i kerimede ‘’azap’’ yerine  مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ibaresi gelmiştir.  بِه۪  deki mecrur zamir  بِذِكْرِهِ  manasındadır. Mecrur zamirde istiare-i mekniyye vardır. (Âşûr)
Zümer Sûresi 49. Ayet

فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...


İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, “Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir” der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 مَسَّ dokunduğu م س س
3 الْإِنْسَانَ insana ا ن س
4 ضُرٌّ bir zarar ض ر ر
5 دَعَانَا bize du’a eder د ع و
6 ثُمَّ sonra
7 إِذَا vakit
8 خَوَّلْنَاهُ ona verdiğimiz خ و ل
9 نِعْمَةً bir ni’met ن ع م
10 مِنَّا bizden
11 قَالَ der ق و ل
12 إِنَّمَا elbette
13 أُوتِيتُهُ bu bana verildi ا ت ي
14 عَلَىٰ sayesinde
15 عِلْمٍ bilgi(m) ع ل م
16 بَلْ hayır
17 هِيَ o
18 فِتْنَةٌ bir imtihandır ف ت ن
19 وَلَٰكِنَّ fakat
20 أَكْثَرَهُمْ çokları ك ث ر
21 لَا
22 يَعْلَمُونَ bilmiyorlar ع ل م

Kötülüğü Allah’a nisbet ederken nimeti, iyiliği kendinden bilme tarzındaki yanlış telakki eleştirilmekte; gerek eski inkârcı toplulukların gerekse 51. âyette “bunlar” şeklinde kendilerine işaret edilen putperest Araplar’ın bu telakkiye göre davrandıkları; sonuçta öncekiler gibi bunların da kendi kazanımları olan kötülüklerinin cezasını çekecekleri açıklanmaktadır. 52. âyette rızık örneğinden hareketle bolluğun da sıkıntının da Allah’ın irade ve takdirine bağlı olduğu ortaya konmuştur. 

Kötülüğün Allah’tan geldiğini kabul ederken iyi durumları kendinden bilen, bunları kendi bilgisinin, yetenek ve deneyiminin sonucu olarak gören anlayışı Kur’an-ı Kerîm reddeder. Aslında Allah’ın izni ve iradesi olmadan evrende hiçbir olay gerçekleşmediği gibi insanlar da herhangi bir iyi veya kötü durumla karşılaşmazlar. Bu açıdan iyilik de kötülük de Allah’tandır (bk. en-Nisâ 4/78). Öte yandan insanın kendi niyet ve seçiminin etkili olduğu iyilik veya kötülükler –her üç âyette geçen deyimiyle– onun kendi kesbi (kazanımı) olup sonuçları da etkisinin derecesine göre kendisine aittir; sorumluluğu oranında kötülüğün cezasını görür, iyiliğin ödülünü alır. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerîm’de insanlarla ilgili eylemler, iyilik veya kötülük, nimet veya sıkıntı türünden olgular, yerine göre Allah’a da insanlara da nisbet edilmiştir. 49. âyete göre nimetin verilmesi bir imtihandır; onu Allah’ın rızasına ve hükümlerine uygun olarak değerlendirenler imtihanı kazanmış, aksine hareket edenler de kaybetmiştir. 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 624-625

فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

مَسَّ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَسَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْاِنْسَانَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile  mansubdur.  ضُرٌّ  muahhar fail olup lafzen merfûdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  دَعَانَا  cümlesi şartın cevabıdır. دَعَانَاۘ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. خَوَّلْنَاهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَوَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  نِعْمَةً  ikinci mef’ûlü bih olup fetha ile mansubdur. مِنَّاۙ  car mecruru  نِعْمَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

خَوَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  خول ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ 

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org

Mekulü’l-kavli,  اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اُو۫ت۪يتُ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

 عَلٰى عِلْمٍۜ  car mecruru naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. 

اُو۫ت۪يتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

 بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ 

 

 بَلْ   idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  فِتْنَةٌ , mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de cümleyi tekid eder.

İstidrak: düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَكْثَرَهُمْ  kelimesi  لٰكِنْ ‘nin ismi olarak lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَا يَعْلَمُونَ  fiili  لٰكِنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ 

 

فَ , atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  الْاِنْسَانَ , konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir. 

Bu ayetin  ف۪  ile, surenin başında aynı manadaki Zümer 8. ayettte ise و  ile atfedilmesinin sebebi nedir?

Cevap: Allah Teâlâ, bu ayetten önce o müşriklerin Cenab-ı Hakk'ın birliğini duyduklarında nefrete kapıldıklarını, bozulduklarını; ama şeriklerden bahsedildiğini duyduklarında ise sevindiklerini nakletmiş, daha sonra da takip için olan  ف۪  ile bir zarara ve bir belaya düçar olduklarında, bir olan Allah'a sığındıklarını belirtmiştir. Böylece ilk fiilleri, ikinci hareketlerine ters düşmüştür. Bu sebeple Cenab-ı Hak (bu ifadeyi), bu müşriklerin o anda çok açık bir çelişkiye düştüklerine; her biri diğerine zıt olmasına rağmen, birinci ile ikinci arasında bir fasıla bulunmadığına delalet etsin diye, fâ-i takîbiyyeyi getirmiştir. İşte burada, takip için getirilen  ف۪ 'nın getirilişindeki fayda budur. Birinci ayetteki (Zümer 8) gaye ise, onların o anda bir tenakuz içinde bulunduklarını beyan etmek değildir. İşte bu sebeple Cenab-ı Hak bu ayeti,  ف۪  ile değil de  و  ile getirmiştir.(Fahreddin er-Râzî)

الْاِنْسَانَ ’deki marifelik cins içindir. Burada bütün müşrikler için kullanılmıştır. Örfî istiğrak yoluyla şirk ehli bir grup kastedilmiştir. (Âşûr)

مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ  ifadesinde isnadın ضُرٌّ ’a olması aklî mecazdır. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır. Bu ifadede istiare vardır da diyebiliriz. Canlılara mahsus olan dokunma fiili zarara nispet edilmiş, böylece bir canlı yerine konmuştur.

Zararın dokunması ibaresinde istiare yerine sebep - müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel olduğu da söylenebilir.

ضُرٌّ ‘daki tenvin, herhangi bir manasında cins ifade eder.

مَسَّ  fiilinin tercih edilmesi lafız mana uyumu açısından mürâât-ı nazîr sanatının güzel bir örneğidir. En ufak bir zarar anlamını bu fiil çok güzel ifade etmiştir. Dokunma fiili, zararı hafifleterek zararın şiddetini en az hissettirecek fiildir.

ضُرٌّ  kelimesinin nekre oluşu taklîl içindir.

ف۪  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  دَعَانَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 


ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ 

 

ثُمَّ  atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. Cümle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında inşaî olmak bakımından mutabakat mevcuttur. 

Şart manası taşıyan zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu şart cümlesi olan  خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî  Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)

مِنَّا  car mecruru,  نِعْمَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.

نِعْمَةً ’deki tenvin, muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Car mecrur  عَلٰى عِلْمٍ, naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  عِلْمٍ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

عَلٰى , ta’lil içindir. Yani ‘ilimleri sebebiyle’ manasındadır. (Âşûr) 

Cümledeki kasr, fail ile  عَلٰى عِلْمٍ’in müteallakı olan hal arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

اِنَّـمَٓا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُو۫ت۪يتُهُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

اِذَا ’larda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanat vardır.

ضُرٌّ -  نِعْمَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı,  خَوَّلْنَاهُ  -  اُو۫ت۪يتُ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


 بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ 

 

İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Cümledeki  بَلْ , iptal için gelmiş idrâb harfidir. (Âşûr) 

Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَلْ  atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.

بَلْ  atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani  hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayette  اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ  ifadesinde  نِعْمَةً  kelimesine ait olan zamir müzekker iken  هِيَ فِتْنَةٌ  ifadesinde müennese dönüşmüştür. Bu ayette  نِعْمَةً  kelimesine ait olan zamir ilk olarak manasına izafeten nimetlerden bir nimet anlamında müzekker olarak gelmişken, ikincisinde kelimenin bizzat kendisine râcî olarak müennes kullanılmıştır. Ayrıca  اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ  şeklindeki Allah’ın (cc) iki kelamı arasında böyle bir farklılığın görülmesi ve ifadenin zamirler bakımından bile bir dönüşüme uğramış olması yaratıcının kula göre nimete olan farklı bakışının metne yansıması açısından düşünüldüğünde manidar olacaktır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Allah Teâlâ onların, sıkıntı ve rahatlık içinde bulunuyorlarken, izledikleri bu tutarsız yolun kötülüğünü veciz ve fasih bir lafızla beyan ederek, "Hayır, bu bir imtihandır" buyurmuştur ki bu, "kâfire verilen bu nimet, bir imtihan vesilesidir. Çünkü, bu nimet verildiğinde şükredilmesi, geri alındığında ise sabredilmesi gerekli olan bir nimettir. Durumu böyle olan şey ise, kendisine nimet verilen kimsenin durumu o esnada sınanıp denendiği için fitne olarak nitelenebilir. Nitekim Arapça'da, özünü posasından ayırıp da miktarını belirlemek için, ateşe koyduğunda, "Altını, ateş ile fitneledim, yani hasım potasından ayırdım" denir. (Fahreddin er-Râzî)


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

 

Ayetin atıfla gelen son cümlesi istidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

"Hayır! O, bir imtihandır; fakat onların çoğu bilmiyorlar."

Yani onlara bu nimetin verilmesi, kendileri için bir denemedir: bakalım şükrünü eda edecekler mi, yoksa nankörlük mü edecekler? Bu kelam, o insanların söylediklerini reddetmektedir. (Ebüssuûd)

لَا يَعْلَمُونَ - عِلْمٍۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zümer Sûresi 50. Ayet

قَدْ قَالَهَا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ  ...


Bunu kendilerinden öncekiler de söylemişti ama kazandıkları şeyler onlara hiçbir yarar sağlamamıştı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَدْ elbette
2 قَالَهَا bunu demişlerdi ق و ل
3 الَّذِينَ kimseler
4 مِنْ
5 قَبْلِهِمْ onlardan öncekiler ق ب ل
6 فَمَا ama olmadı
7 أَغْنَىٰ yararı غ ن ي
8 عَنْهُمْ kendilerine
9 مَا şeyler
10 كَانُوا ك و ن
11 يَكْسِبُونَ kazandıkları ك س ب

قَدْ قَالَهَا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Fiil cümlesidir. قَالَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَغْنٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  عَنْهُمْ  car mecruru  اَغْنٰى  fiiline mütealliktir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel fail olarak mahallen merfûdur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

يَكْسِبُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَكْسِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَغْنٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غني ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قَدْ قَالَهَا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

قَالَهَا  fiilindeki mansub zamir,  اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ  cümlesindeki söze aittir. (Âşûr)

Fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sıla cümlesinde icaz-ı hazif vardır.  مِنْ قَبْلِهِمْ  mahzuf sılaya mütealliktir.

Müsnedün ileyh arkadan gelecek habere dikkat çekmek amacıyla ism-i mevsûl olarak gelmiştir.

قَدْ  sadece fiilin başına gelen bir tekîd harfidir. Muzari fiilin başına geldiği zaman bazen azlık bazen de çokluğa delalet eder. Ancak belâgat alimlerinin sözlerinden anladığımıza göre; fiilin gerçekleştiği anlatılmak isteniyorsa  قَدْ  harfi, başına geldiği fiil için ister mazi ister muzari olsun tekid ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 


 فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

 

Bu cümle öncesine  atıf harfi  فَ  ile atfedilmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اَغْنٰى  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كَانُوا يَكْسِبُونَ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَنْهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir. 

كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

يَكْسِبُونَ - اَغْنٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümledeki birinci  مَٓا  nefy harfi, ikincisi ise ism-i mevsûldür. Aralarında tam cinas ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zümer Sûresi 51. Ayet

فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۜ وَالَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ سَيُص۪يبُهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۙ وَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَ  ...


Nihayet kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet etmişti. Onlardan zulmedenler var ya, kazandıkları şeylerin kötülükleri onlara isabet edecektir. Onlar Allah’ı âciz bırakacak değillerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَصَابَهُمْ sonra başlarına geldi ص و ب
2 سَيِّئَاتُ kötülükleri س و ا
3 مَا
4 كَسَبُوا kazandıklarının ك س ب
5 وَالَّذِينَ kimselere
6 ظَلَمُوا zulmedenlere ظ ل م
7 مِنْ
8 هَٰؤُلَاءِ bunlardan
9 سَيُصِيبُهُمْ erişecektir ص و ب
10 سَيِّئَاتُ kötülükleri س و ا
11 مَا
12 كَسَبُوا yaptıklarının ك س ب
13 وَمَا ve değillerdir
14 هُمْ onlar
15 بِمُعْجِزِينَ engel olacak ع ج ز

فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۜ 

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile  مَٓا اَغْنٰى ‘ya matuftur.

اَصَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  سَيِّـَٔاتُ  fail olup lafzen merfûdur.  

مَا  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَصَابَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَالَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ سَيُص۪يبُهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۙ 

 

وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ظَلَمُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  car mecruru  ظَلَمُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.  

سَيُص۪يبُهُمْ سَيِّـَٔاتُ  cümlesi mübteda  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. يُص۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  سَيِّـَٔاتُ  muahhar fail olup lafzen merfûdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


وَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَ

 

وَ  haliyyedir. مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. هُمْ  munfasıl zamir  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ  harf-i ceri zaiddir. 

مُعْجِز۪ينَ  lafzen mecrur,  مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.

مُعْجِز۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۜ 

 

Bu cümle öncesine  فَ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzâfun ileyh konumundaki masdar harfi  مَا ’nın sılası olan  كَسَبُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade ve tahkir içindir.

سَيِّـَٔاتُ ’ın isabet etmesi ifadesinde sebep müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürsel sanatı vardır. سَيِّـَٔاتُ  (günah) tabiriyle esasen yapılan günahların cezası kastedilmiştir.  

Burada cezanın  سَيِّـَٔاتُ  (günah/suç) olarak isimlendirilmesi ise bunun Kur’an bağlamında  وَجَزَ ٰ⁠ۤؤُا۟ سَیِّئَةࣲ سَیِّئَةࣱ مِّثۡلُهَاۖ  Şura/40.ayetinde müşâkele-i tahkikiye üslubuna göre  سَیِّئَةࣲ (kötülük) tabiriyle anılmış olmasından dolayıdır. Burada söz konusu tabirin geçtiği bağlama telmih vardır. Dolayısıyla ayette yer alan  سَیِّئَةࣲ  lafzı müşâkil olup, müşâkeli, başka bir bağlamda ceza anlamında kullanılan  سَیِّئَةࣲ  lafzıyla aynıdır. Bu aynı zamanda Kur’an’ın Kur’an ile tefsirinin de güzel bir örneğini teşkil etmektedir. (Adem Yerinde, Belâgat İlminde Müşâkele Sanatı)


 وَالَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ سَيُص۪يبُهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۙ 

 

 

Bu cümle وَ  atıf harfiyle … مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. Müsnedin ileyhin ism-i mevsûlle marife olması tahkir ifade eder.  ظَلَمُوا مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ , ism-i mevsûlun sılasıdır. Îrabdan mahalli yoktur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekke ehlinden müşriklere işaret eden (Âşûr) مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  car mecruru, ظَلَمُوا  fiilinin failinden mahzuf hale mütealliktir.

سَيُص۪يبُهُمْ  cümlesi ism-i mevsûlun ref mahallinde haberidir.  سَيُص۪يبُهُمْ  fiilinin başındaki  سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. Cümlede müsnedin ileyhin izafetle gelmesi sözü kısaltmak ve tahkir içindir.

سَيِّـَٔاتُ ‘nün muzafun ileyhi olan  مَا , ismi mevsûl veya masdariyyedir. كَسَبُواۙ  fiili ism-i mevsûlun sılasıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

مَا - كَسَبُواۙ - سَيِّـَٔاتُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb,  اَصَابَهُمْ - يُص۪يبُهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve bu kelime grupları arasında ise reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


وَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَ

 

وَ , haliyyedir. Cümle,  سَيُص۪يبُهُمْ  fiilindeki mef’ûl zamirden haldir.

Nefy harfi  مَا , nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir.  مَٓا ‘nın haberi olan  بِمُعْجِز۪ينَ ’ye dahil olan  بِ , zaiddir. Zaid harfler cümleyi tekid eder. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

مُعْجِز۪ينَ  ism-i fail vezninde gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde  لَٓ  harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân, II, 142)

Farklı anlamlardaki  مَا ’lar arasında tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

 
Zümer Sûresi 52. Ayet

اَوَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟  ...


Bilmediler mi ki, Allah rızkı dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ mi?
2 يَعْلَمُوا bilmediler ع ل م
3 أَنَّ elbette
4 اللَّهَ Allah
5 يَبْسُطُ açar ب س ط
6 الرِّزْقَ rızkı ر ز ق
7 لِمَنْ kimseye
8 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
9 وَيَقْدِرُ ve kısar ق د ر
10 إِنَّ şüphesiz
11 فِي vardır
12 ذَٰلِكَ bunda
13 لَايَاتٍ ibretler ا ي ي
14 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
15 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن

اَوَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ

 

Hemze istifham harfidir. وَ  atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلوا (Gaflet içindeler mi?) .şeklindedir.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَعْلَمُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel amili  يَعْلَمُٓوا ‘nin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. 

يَعْلَمُٓوا  bilmek anlamında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  يَبْسُطُ الرِّزْقَ  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَبْسُطُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الرِّزْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِمَنْ  car mecruru  يَبْسُطُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. يَقْدِرُۜ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 


  اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

لِقَوْمٍ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ۟  fiiline mütealliktir.  يُؤْمِنُونَ  fiili  قَوْمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اَوَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ 

 

Ayet takdiri, …أغفلوا (Gaflet içindeler mi?) olan istînâf cümlesine matuftur. 

İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. (Âşûr)

وَ  atıf harfi,  لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren harftir.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar. 

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, inkar ve tahkir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’yi takip eden  اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi, masdar teviliyle  يَعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinin haberi olan …يَبْسُطُ  muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Harf-i cerle birlikte  يَبْسُطُ  fiiline müteallık ism-i mevsûl  مَنْ ‘nin sılası olan  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garib birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelerek … يَبْسُطُ  cümlesine atfedilen  وَيَقْدِرُ  cümlesinin atıf sebebi tezattır.

يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  dedikten sonra sadece  يَقْدِرُۜ  lafzıyla yetinilmiş, cümlenin diğer unsurları hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır.

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesiyle, وَيَقْدِرُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَبْسُطُ  - يَقْدِرُۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in  birçok suresinde ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

يَعْلَمُٓوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat) 


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

لَاٰيَاتٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim,  لِقَوْمٍ ’deki tenvin ise muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.

Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.   

يُؤْمِنُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat) 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

Bu cümle de, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Aralarında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 
Zümer Sûresi 53. Ayet

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  ...


De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا عِبَادِيَ kullarım ع ب د
3 الَّذِينَ
4 أَسْرَفُوا aşırı giden س ر ف
5 عَلَىٰ karşı
6 أَنْفُسِهِمْ nefislerine ن ف س
7 لَا asla
8 تَقْنَطُوا umut kesmeyin ق ن ط
9 مِنْ -nden
10 رَحْمَةِ rahmeti- ر ح م
11 اللَّهِ Allah’ın
12 إِنَّ şüphesiz
13 اللَّهَ Allah
14 يَغْفِرُ bağışlar غ ف ر
15 الذُّنُوبَ günahları ذ ن ب
16 جَمِيعًا bütün ج م ع
17 إِنَّهُ çünkü O
18 هُوَ O
19 الْغَفُورُ çok bağışlayandır غ ف ر
20 الرَّحِيمُ çok esirgeyendir ر ح م

“Haddi aşmak”tan maksat, günahlara dalarak Allah’ın hükümlerini çiğnemektir. “Kendi aleyhlerine olarak” diye çevirdiğimiz alâ enfüsihim deyimiyle, günah işleyen kişinin, her şeyden önce kendi ruhunu ve hayatını kirletmiş, kendisine zarar vermiş olacağına dikkat çekilmektedir (Râzî, XXVII, 4). Bu âyet, Allah’ın rahmet ve affının asla ümitsizliğe izin vermeyecek derecede geniş olduğunu en açık bir şekilde ortaya koyan ilâhî müjde olarak değerlendirilir. Allah’ın iradesini sınırlayacak hiçbir güç bulunmadığı için O’nun bağışlama yetkisine belli şartlarla sahip olduğu gibi bir görüş de ileri sürülemez. 

Bununla birlikte âyetin “Allah bütün günahları bağışlar” meâlindeki bölümünü, O’nun bir taahhüdü olarak anlayıp, inanan inanmayan, tövbe eden etmeyen, kendisine yönelen yönelmeyen herkesi bağışlayacağını düşünmek, kaçınılmaz olarak dinî ve ahlâkî gevşekliğe hatta anarşiye yol açar. Öte yandan kural olarak Kur’an’ın bir âyetini bütününden kopararak tek başına değerlendirmek ciddi yanlışlar doğurabilir. Nitekim bu âyette “Allah bütün günahları bağışlar” buyurulurken, Nisâ sûresinin 48 ve 116. âyetlerinde aynı ifadelerle, “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar” buyurulmuştur. Görüldüğü üzere burada Allah’a ortak koşanların bağışlanmayacağı açıkça belirtildiği gibi bunların dışında kalanları bağışlaması da mutlak olarak ifade edilmeyip Allah’ın dilemesi şartına bağlanmıştır. Yanlış anlama ihtimalini önlemek düşüncesiyle konumuz olan âyetin meâlinde bu şartı (dilerse) şeklinde göstermeyi yararlı gördük. Esasen bir sonraki âyet de Allah’ın affına lâyık olabilmek için her şeyden önce O’na yönelip teslim olmak gerektiğine işaret etmektedir. Bununla birlikte Ehl-i sünnet âlimleri, affın tövbe şartına bağlı olmadığını belirtmişler; bu şartı ileri sürenlerin keyfî olarak âyetin kapsamını daralttıklarını savunmuşlardır (bk. Şevkânî, IV, 538; Allah’ın affının kapsamı konusundaki değişik görüş ve yorumlar hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/48). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 627-628
Riyazus Salihin, 1882 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim dedi:
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden affını umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım.
Ey Âdemoğlu! Günahların gökyüzünü kaplayacak kadar çok olsa, sonra da benden affını dilesen, seni affederim.  
Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla karşıma gelsen; fakat bana hiçbir şeyi ortak koşmamış olsan, şüphesiz ben de seni yeryüzü dolusu bağışla karşılarım.”
(Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, V, 172)

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida harfidir. عِبَادِيَ  münada, muzâf olup mukadder fetha üzere mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harfi tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  عِبَادِيَ ‘nin sıfatı olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَسْرَفُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَسْرَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ  car mecruru  اَسْرَفُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı  لَا تَقْنَطُوا ‘dır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَقْنَطُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ رَحْمَةِ  car mecruru  تَقْنَطُوا  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِۜ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

اَسْرَفُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سرف ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 


اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاًۜ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  يَغْفِرُ الذُّنُوبَ  cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَغْفِرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الذُّنُوبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

جَم۪يعاً  kelimesi  الذُّنُوبَ ‘nin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْغَفُورُ  haber olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

الْغَفُورُ - الرَّح۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … يَا عِبَادِيَ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan  عِبَادِيَ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ cümlesi , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

عِبَادِيَ  izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan kullar için tazim ve teşrif ifade etmektedir.

Nidanın cevabı olan  لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَحْمَةِ اللّٰهِۜ  izafetinde Allah ismine muzâf olan  رَحْمَةِ , tazim edilmiştir.

عِبَادِيَ  hitabıyla  مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ  ifadesi arasında, mütekellim zamirinden gaib zamire iltifat vardır.

Ayet-i kerimede Allah Teâlâ’nın kullarına yönelmesi ve onlara seslenmesi vardır.  عِبَادِيَ (Kullarım) buyurması ise kullarını şereflendirmek içindir. Ayrıca muhatap sıygasından gaip sıygasına geçiş şeklinde iltifat bulunmaktadır. Çünkü kelamın aslında  تسَرَّفوا وَﻻَتقْنَط مِنْ رَحمَتيِ  şeklinde gelmesi beklenirdi.  اللّٰهَ  ismi Rabbimizin bütün isim ve sıfatlarını kapsayıcı olduğu için  رَحمَت  kelimesi Allah ismine izâfe edilmiştir. اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ   ifadesinde de Allah lafzı zamir olarak gelebilecek iken zahir isim olarak zikredilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Allah'ın, affedici olmasına ve bu özelliğini de günah işleyen insanIarın bilmesine rağmen günahkârları bu konuda mütereddit ve şüpheci konumda kabul edip, tekid edatı getirmek suretiyle gerçekten tövbe edenleri affedeceği ortaya çıkmaktadır. Normalde bu ayette günahlarına tövbe edenleri Allah'ın affedeceği bilindiğinden tekid edatı getirilmesi şart değildi. Ancak Allah'ın affediciliğinin çok geniş olduğunu göstermek amacıyla affedilme konusunda tereddüt olmayan bir durumdan tereddütlü bir duruma getirmiş daha sonra da tekid edatıyla bu tereddütü gidermiştir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, Arap Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberi Cümlede Tekid Edatlarının Rolü)

Edebiyatçılar şöyle der: قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا [De ki, ey nefislerine zulmeden kullarım...!] ayeti kerimesinde, güzel edebî sanat türleri mevcuttur. Onlardan biri: Yüce Allah'ın mahlukatına yönelmesi ve onlara seslenmesidir. Diğeri  عِبَادِيَ (kullarım) şeklindeki terkipte,  عِبَادِيَ (kullar) kelimesinin lafza-i celîline muzâf olması onlara değer verilmesidir. Bir diğeri, I. şahıstan III. şahsa dönülerek  مِنْ رَحمَتيِ  yerine  مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ denilmesidir. Bir diğeri, rahmetin, bütün isim sıfatları kapsayan "Allah" lafzıyla tamamlanmasıdır. Bir diğeri de, hem mübtedası hem haberi marife olan ve  اِنَّ  ve هُوَ  fasıl zamiri ile pekiştirilmiş olan  اِنَّهُ  cümlesinin getirilmesidir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

اَسْرَفُوا - لَا تَقْنَطُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat) 

اَسْرَفُوا (İsraf), mal sarfında meşhur ise de insanın yaptığı herhangi bir fiilde haddini aşmaktır. Burada cinayet manası da ilave edilerek على ile sıralanmıştır. Yani günahta aşırı giderek kendi nefislerine karşı cinayet yapmış olan kullarım! "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." Bu ayetin, Kur'an'da en ümit verici ayet olduğu söylenir. Bununla beraber dikkat edilmesi gerekir ki, bu ümit, günaha teşvik için değil, en günahkâr kimseleri bile bir an önce tövbe edip Allah'a yönelmeye teşvik içindir. Bu da hemen peşinden gelen iki ayetten açıkça anlaşılmaktadır. (Elmalılı)


اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاًۜ 

 

Ta’liliyye olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmenin yasaklanmasının sebebidir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. (Âşûr)

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması ve ayette tekrarlanması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesinde tecrîd sanatı tekrarında ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

 يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعاً  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

جَم۪يعاً  kelimesi  الذُّنُوبَ ’den haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.


اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 

Önceki cümlenin ta’lili olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. (Âşûr)

اِنَّ , kasr ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müsnedin yani  الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir. 

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada da Allah lafzı, rahmet ve mağfiret zikrine uygun olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ebû Hayyân ise şöyle demektedir: رَحمَت  kelimesinin Allah’a izafe edilmesi mütekellimden ism-i gaibe geçiş şeklinde iltifattır. Bir de Allah ismine izafet rahmetin genişliğine delalet etmektedir. Zira Allah ismi diğer bütün esmayı içine alan bir alem olup O’nun en yüce ismidir. Sonra o yüce ismi tekrar zikretmiş ve cümleyi bağışlama vaadinde mübalağa için  اِنَّ  ile tekid etmiştir. Sonra kendisini önceki iki cümlede geçen rahmet ve bağışlama sıfatlarıyla  اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  vasıflamıştır ki bu sıfatlar mübalağaya delalet etmektedir.  (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, Arap Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberi Cümlede Tekid Edatlarının Rolü)

Zamir makamında ismi celilin (Allah) zahir olarak kullanılmasından dolayı, mutlak müstağni ve ihsan sahibinin yegâne Allah olduğunun ifade edilmesi ve anılan cümlede جَم۪يعاًۜ  kelimesi ile tekid yapılması (Allah, bütün günahları bağışlar) da, anılan mağfiretin tövbe şartına bağlı olmadığına delalet etmektedir.  (Ebüssuûd)

Surenin bu ayeti, Kuran’ın en müjdeli ayetlerinden biridir.

Ayetin fasılası tezyîl cümlesidir.

 
Zümer Sûresi 54. Ayet

وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ  ...


Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنِيبُوا ve dönün ن و ب
2 إِلَىٰ
3 رَبِّكُمْ Rabbinize ر ب ب
4 وَأَسْلِمُوا ve teslim olun س ل م
5 لَهُ O’na
6 مِنْ
7 قَبْلِ önce ق ب ل
8 أَنْ
9 يَأْتِيَكُمُ size gelip çatmadan ا ت ي
10 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
11 ثُمَّ sonra
12 لَا asla
13 تُنْصَرُونَ size yardım edilmez ن ص ر

Allah’ın yardımını kazanarak affına ve rahmetine nâil olmanın, böylece ebedî kurtuluşa ermenin temel şartı, Allah’a yönelip teslim olmak yani O’na gerektiği şekilde iman edip hükümlerine boyun eğmektir. Her ne kadar Ehl-i sünnet âlimleri, 53. âyette belirtilen ilâhî af ve mağfiretin tövbe etme şartına bağlı olmadığını belirtmişlerse de buradaki, “Allah’a yönelme ve O’na teslim olma” buyruğunun anlam olarak tövbeden farkı yoktur. Zira tövbe de sonuç itibariyle kulun günahlarından pişmanlık duyup vazgeçerek Allah’a yönelip teslim olmaya karar vermesi ve bu kararını eyleme dönüştürmesidir. 55. âyetteki “Rabbinizden size indirilen en güzel hükümlere uyun” buyruğu da bunu göstermektedir.

Müfessirlerin ağırlıklı görüşlerine göre bu âyetteki “azap”la dünyevî ceza, yani müşriklerin müslümanlar karşısındaki yenilgileri kastedilmiştir; “indirilen”den maksat ise Kur’an-ı Kerîm’dir. Bu kelimenin geçtiği cümleyi, “Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun” diye çevirmek mümkünse de bu çeviri, Kur’an’ın bir bölümünün diğerinden daha güzel olduğu yönünde bir anlamaya yol açacağından isabetli görülmemiştir. Bu durumda âyetteki ahsen kelimesini, “daha güzel olan” değil, Kur’an’ın bütün hükümlerini kapsamak üzere “kusursuz güzel olan” şeklinde anlamak gerekmektedir (İbn Âşûr, XXIV, 44). 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 628

وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘ la  لَا تَقْنَطُوا cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  اَن۪يبُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِلٰى رَبِّكُمْ  car mecruru اَن۪يبُٓوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَسْلِمُوا  atıf harfi وَ ‘la  اَن۪يبُٓوا  fiiline matuftur.  لَهُ  car mecruru اَسْلِمُوا  fiiline mütealliktir. مِنْ قَبْلِ  car mecruru اَن۪يبُٓوا  ve  اَسْلِمُوا  fiillerine mütealliktir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَأْتِيَكُمُ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْعَذَابُ  fail olup lafzen merfûdur. 

اَن۪يبُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نوب ’dir. 

اَسْلِمُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سلم ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

 ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Ayet mukadder şartın cevabına matuftur. Takdiri, فإذا جاءكم عذّبتم ثم لا تنصرون (Sana gelirse azap görürsünüz, sonra yardım görmezsiniz) şeklindedir.

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُنْصَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ

 

Bu cümle önceki ayetteki … لَا تَقْنَطُوا  cümlesine وَ  atıf harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

رَبِّكُمْ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. 

الإنابَةُ : Tövbe etmektir. Her ikisinde de geri dönme (الرُّجُوعِ) manası vardır. Her iki fiil de إلى harfiyle müteaddi olur. (Âşûr)

‘Şirk koştuğunuz şeylerden dolayı Allah'a tövbe edin’ demektir. (Âşûr)

وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ  cümlesi aynı üslupla gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ  cümlesi, masdar teviliyle  قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَذَابٌ  kelimesi  يَأْتِيَكُمُ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Bu ifadede sebep müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı ya da istiare vardır. 

الْعَذَابُ 'deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

Ondan gelen azap da Allah'ın dilemesiyle dünyada olup bitenler (meydana gelen) şeylerdir. Ve bu müşriklere mahsustur. (Âşûr)

Bu hitapta her grup için bir pay vardır. Müşriklerin payı tevhid ve İslam dinine uyup yönelmektir. Müminlerin payı da haddi aştıkları zaman tövbe etmek ve iyilikleri (sevapları) çoğaltmaktır. İslam'a gelince; bu şekilde ona kavuşurlar. (Âşûr)

"Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize yönelin; O'na teslim olun;

Bu ayette tövbe ve ihlasın emredilmesi de, bundan önce genel olduğu delilleriyle açıklanan mağfiretin, tövbe şartına bağlı olmasını gerektirmez. Çünkü bu konuda iddia edilen, bundan önceki ayetin öncesinde tövbe ve azap hiç olmaksızın herkes için bağışlamanın hasıl olacağına delalet etmesi değildir ki, tövbe ve ihlasın emredilmesine gerek kalmasın ve bundan sonra zikredilen, azap vaadiyle çelişki oluştursun.  (Ebüssuûd)


ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ

 

Mukadder şartın cevabına  ثُمَّ  ile matuf olan  لَا تُنْصَرُونَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin takdiri, فإذا جاءكم عذّبتم ثم لا تنصرون (Size geldiğinde azap görürsünüz, sonra yardım göremezsiniz) şeklindedir.

تُنْصَرُونَ  fiili, fiile dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

قَبْلِ - ثُمَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, اَن۪يبُٓوا - اَسْلِمُوا  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Zümer Sûresi 55. Ayet

وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ  ...


55-56. Ayetler Meal  :   
Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki, kişi, “Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim” demesin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّبِعُوا ve uyun ت ب ع
2 أَحْسَنَ en güzeline ح س ن
3 مَا
4 أُنْزِلَ indirilenin ن ز ل
5 إِلَيْكُمْ size
6 مِنْ -den
7 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
8 مِنْ
9 قَبْلِ önce ق ب ل
10 أَنْ
11 يَأْتِيَكُمُ size gelmezden ا ت ي
12 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
13 بَغْتَةً ansızın ب غ ت
14 وَأَنْتُمْ ve siz
15 لَا hiç
16 تَشْعُرُونَ farkına varmadan ش ع ر

   Beğate بغت : 

  بَغْتٌ  bir şeyin beklenmedik bir yerden ansızın meydana gelmesidir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 13 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً 

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la  اَسْلِمُوا  cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir. اتَّبِعُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَحْسَنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl muzâfun ileyhtir. İsm-i mevsûlun sılası  اُنْزِلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  اِلَيْكُمْ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline mütealliktir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يَأْتِيَكُمُ  fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْعَذَابُ  fail olup lafzen merfûdur. 

بَغْتَةً  mef’ûlü mutlaktan naib olup hal olarak fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اتَّبِعُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اُنْزِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ

 

اَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ  hal cümlesidir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا تَشْعُرُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَشْعُرُونَۙ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ

 

Bu cümle atıf harfi  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اَحْسَنَ  kelimesi için muzâfun ileyh konumunda olan müşterek  ism-i mevsûl  مَٓا ‘nin sılası olan   اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu izafet sıfatın mevsûfuna muzâf olması şeklindedir.

أحْسَنُ , bazılarını bazılarına üstün kılma anlamında değil, kâmil bir iyilik manasında kullanılan ism-i tafdildir. Çünkü Kur’an’daki her şey güzeldir. (Âşûr)

أحْسَنَ kelimesinin  ما أُنْزِلُ 'ye muzâf oluşu, sıfatın mevsufuna olan izafeti kabilindendir. (Âşûr)

رَبِّكُمْ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً  cümlesi, masdar teviliyle  قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَغْتَةً  hal konumunda masdardır. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Masdar vezninde gelmesi mübalağa ifade etmiştir.

كُمْ ’lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin sonundaki  وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ  cümlesi  وَ ’la gelmiş haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ  ibaresi önceki ayettekinin tekrarıdır. Muhatabı uyarıp dikkatini çekmek amacıyla yapılan bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

"Sizin haberiniz yok iken o azabın birdenbire gelivermesinden önce, Rabbinizden size indirilmiş olanın en güzeline uyun."

Burada, indirilmiş olanın en güzelinden murat Kur’an'dır, yahut yasaklar değil emirlerdir, yahut ruhsatlar değil azimetlerdir (asli hükümlerdir), yahut nesh edilmiş olan değil öncekini nesh eden son hükümdür. Muhtemeldir ki, ondan murat, Allah'a tamamen yönelmek ve itaat ile ibadetleri devamlı yerine getirmektir. (Ebüssuûd)

 
Zümer Sûresi 56. Ayet

اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنْ
2 تَقُولَ demesinden (sakının) ق و ل
3 نَفْسٌ nefsin ن ف س
4 يَا حَسْرَتَا vah (bana) ح س ر
5 عَلَىٰ dolayı
6 مَا
7 فَرَّطْتُ kusur edişimden ف ر ط
8 فِي
9 جَنْبِ yanında ج ن ب
10 اللَّهِ Allah’ın
11 وَإِنْ ve gerçekten
12 كُنْتُ ben oldum ك و ن
13 لَمِنَ kimselerden
14 السَّاخِرِينَ alay edenlerden س خ ر

Burada, dünyada fırsat eldeyken Allah’a yönelip O’na teslim olmaları ve O’nun “en güzel hükümler”ine uymaları gerektiği halde bu fırsatı kaçıranların; Allah’ın varlığını, birliğini ve hükümlerini tanımayan, İslâm’a ilgi duyup yönelmeyen veya ona karşı düşmanlık tavırları sergileyerek ömürlerini küfür ve günahlar içinde tüketenlerin âhiretteki derin pişmanlıkları, itirafları, yakınmaları ve karşılıksız kalacak temennileri etkileyici ifadelerle yansıtılmaktadır. 

“Gerekeni yapmamak” şeklinde çevirdiğimiz bu âyetteki tefrît kavramı değişik şekillerde yorumlanmışsa da bu yorumların sonucu İbn Âşûr’un verdiği (XXIV, 46), bizim de tercih ettiğimiz anlama varmaktadır. “Allah’a itaat” diye çevirdiğimiz cenbullah deyimi de farklı şekillerde açıklanmış olup bizim tercihimiz Zemahşerî (III, 352) ve Şevkânî’nin (IV, 539) yorumuna dayanmaktadır. Taberî’nin aktardığı bazı rivayetlerde bu deyim “Allah’ın emri” şeklinde de açıklanmıştır (XXIV, 19).

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur :”Bütün Cehennemlikler Cennet’teki yerini görecek ve:” Ah! Keşke Allah beni doğru yola iletseydi!” diyecek ve  yaptıklarına pişman olacaklar. Bütün Cennetlikler de Cehennem’deki yerini görecekler ve:” Ya Allah beni doğru yola iletmesiydi, halim nice olurdu!” diyecek ve bu söz onun için bir şükür vesilesi olacak. Bunları söyledikten sonra Resulü Ekrem (sav), “ Öyle bir gün geldiğinde, kişi :’Allah’a karşı işlediğim kusurlar yüzünden yazıklar olsun bana; ben Allah‘ın dini ile alay edenler arasındaydım!’ demesin”( Zümer 39/56) âyetini okudu. 
( Ahmed b Hanbel, Müsned, V,512; Elbâni, Silsiletü’l-ehâdis’s-sahiha ,V,54).

اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ 

 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel amili  اَن۪يبُٓوا ‘nun mef’ûlun lieclihi olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, كراهة أن تقول نفس (Kişinin …. demesinden hoşlanmayarak) şeklindedir.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  masdar harfidir. تَقُولَ  fetha ile mansub muzari fiildir. نَفْسٌ  fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli  يَا حَسْرَتٰى ‘dir.  تَقُولَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

يَا  nida harfidir.  حَسْرَتٰى  münada olup, mukadder elif üzere mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel  عَلٰى  harf-i ceriyle  حَسْرَتٰى ‘ya mütealliktir. فَرَّطْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي جَنْبِ  car mecruru  فَرَّطْتُ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَرَّطْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فرط ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ

 

وَ  haliyyedir. اِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ  hal cümlesidir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اِنْ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  إنّهُ  şeklindedir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  

لَ  harfi,  اِنْ ‘in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır. 

مِنَ السَّاخِر۪ينَ  car mecruru  كان ’nin mahzuf haberine müteallık olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

سَّاخِر۪ينَۙ  kelimesi, sülasi mücerredi سخر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ

 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَقُولَ نَفْسٌ  cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlun lieclih konumundadır. 

Önceki iki ayetin ta’lili olarak gelen ayette ta’lil lamı mahzuftur. اَنْ ‘den sonraki  nefy lamı da hazf edilmiştir. (Âşûr)

لا ’nın takdiriyle menfî muzari fiil sıygasındaki masdar-ı müevvelde  تَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle nida üslubunda geldiği halde gerçekte pişmanlık ve üzüntü ifade etmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mecazî manada bir sesleniştir.  يَا , harfi nidadır. Münada  حَسْرَتٰى ’dır. Bu nida, meknî istiaredir. Pişmanlık, seslenilebilen akıllı bir varlık yerine kullanılmıştır. (Âşûr)

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ  cümlesi, masdar tevilinde, عَلٰى  harfi ceriyle birlikte  حَسْرَتٰى ‘ya mütealliktir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafât, S.107)

Bu ayette kinaye vardır. Çünkü, Allah'ın yanı manasına gelen  جَنْبِ اللّٰهِ  Allah'ın hakkı ve O'na itaatten kinayedir. Bu, latîf kinayelerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

نَفْسٌ ’daki tenvin herhangi bir nev manasının yanında tahkir ifade eder.

نَفْسٌ  kelimesindeki nekrelik nev içindir. (Âşûr)

“Diyeceği gün (gelmeden)...” Yani “böyle demesini istemediği için…” takdirindedir. “Peki, نَفْسٌ  niye nekre getirilmiştir?” dersen şöyle derim: Çünkü ondan maksat bazı nefislerdir ki o da kâfir nefsidir. Ya da nefisler içinde temayüz etmiş bir nefis şeklinde murad edilmiş de olabilir. Bu da ya küfre şiddetli bir şekilde bulaşma yüzünden ya da büyük bir azap ile olabilir. Bununla cem-i teksir murad edilmesi de mümkündür. (Keşşâf)

الحَسْرَةُ  şiddetli pişmanlıktır. (Âşûr)


وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ

 

Ayetin son cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümledeki  اِنْ  harfi  اِنَّ ’den hafifletilmiş tekid harfidir. Takdiri  إنّهُ  olan isminin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  اِنَّ ’nin haberi, nakıs fiil  كُنْتُ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.

Haberin başına gelen lam-ı farika ve  اِنْ  olmak üzere iki tekid unsuru taşıyan cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ السَّاخِر۪ينَ  car mecruru, اِنَّ  ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Cümlenin iki unsurla tekit edilmesi mütekellimin pişmanlığının ne denli fazla olduğunu gösterir.

السَّاخِر۪ينَۙ - حَسْرَتٰى  kelimeleri arasında cinâs-ı muzari ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Günün Mesajı
53. ayet, her şeyden önce büyük bir müjde ifade etmekte ve affolmayacak günahın bulunmadığını beyan buyurmaktadır. Şu kadar ki mana itibariyle mutlak olup, ilgili başka bazı ayetler onu sınırladığı gibi -çünkü Allah, şirk ve küfrü, (onlardan vazgeçmedikçe) affetmez (Nisâ Suresi, 4/48)gelecek ayetlerde de ifade buyurulacağı üzere O, affını en azından çok defa tevbe ve  halini ıslah etmeye bağlamıştr. Kurân'da en büyük müjde ifade eden bu ayetin hemen arkasından peş peşe ciddi ikazların gelmesi, Kur'ân'ın sakındırma-müjdeleme usulünün en anlamlı misallerinden birini teşkil etmekte ve insanları, Allah'ın engin rahmetine güven içinde kendilerini salıvermemeleri konusunda uyarmaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Fırtınayla beraber kararan ve şiddetlenen denizin dalgalarında boğulmamak için başını suyun üstünde tutmaya çalışıyordu. Fırtınanın dinmesi ve denizin sakinleşmesi için dualar ediyor, Allah’a yalvarıyordu.

Düştüğü sandalın parçalarından birinin geldiğini görünce umutla doldu ve tutundu. Tutunmasıyla beraber güneş bulutları dağıtarak ortaya çıktı. Biraz önce fırtına olmamış gibi deniz sakinleşti.

Kıyıya yaklaştıkça yüzündeki gülümseme yayıldı. Endişelerden sıyrılınca, nefsi harekete geçti. Övünerek ‘nasıl kurtuldum ama’ dedi. ‘Aklım, cesaretim ve çevik hareketlerim sayesinde tabi ki.’ 

Müthiş kahramanlığını anlatmanın ve övgüleri toplamanın heyecanıyla doldu taştı. Hayallerine o kadar derin dalmıştı ki, elleri, tutunduğu tahtadan kaydı, düştü ve uyanan fırtınayla beraber suda kayboldu.

İnsan nefsi nankörlüğe meyillidir, keyfine geleni unutmaya da hazırdır. Hatalarının sonucu başkalarının suçudur, nimetlerin açıklaması ise ‘hakkı olduğundandır’. Sıkıştığında kurtuluş ancak Allah’tandır, kurtulduğunda ise kendisindendir. 

Allahım! İman ederiz ki: hastalıkları şifalandıran, acıları dindiren, sıkıntıları ferahlatan ve dertlerden kurtaran Sensin. Kuluna ihtiyacı olanı; dayanma gücünü, iyileşme hızını, beden sağlığını ve cesaretini veren Sensin. Bugün sahip olduklarımızın, yarın eksikliğini gösterme. Bizi, bize verdiğin nimetlerin şükrünü edenlerden ve onları Senin yolunda, Senin rızana uygun şekilde kullananlardan ve iki cihanda da nimetlerinle donattıklarından eyle. 

Amin.

***

Sonunda varacağı nokta açısından bakıldığında Allah’ın yolundan uzaklaşan kişi, yeryüzünde zalim bile olsa en çok kendisine zulmeder. Zira itaatkar kulun Allah katında bir değeri varken o değersizdir ve itaatkarın bekleyeceği bir mükafatı varken, o bir hiçlikten ibarettir yani ufak bir umut kırıntısına bile sahip değildir. 

Allah’a itaatsizlik eden, bulunduğu anı doğru değerlendirmenin değil, keyfine göre yaşamanın derdindedir. Elindeki ya da aklındaki geçici güce güvenir ve her şeyin üstesinden gelebileceğine inanır. Böylece yanlış kararlar alır, batıldan yana ilerler. İşlerini, arkadaşlarını, hedeflerini ve fikirlerini bu doğrultuda belirler ya da besler.

Allah’ın sınırlarından uzaklaşan insan, hayatının çeşitli noktalarında aşırıya kaçar. Aşırıya kaçılan herhangi bir nimetin zararı illa ki ortaya çıkar. Bilinçli yaşamaya çalışan mümin ise şunu bilir: hakiki manada nimet olan; aşırılıklardan arınmıştır, şükür ile anılır ve asıl önemli olan kendisini bir kul olarak Allah’a yaklaştırır.

Denir ki: Kaza bir kere olur, insan bir kere ölür. Kıyısından dönülen uçurumlar bir gün tükenir.

Bedenine zulmeden, tek bir anın içinde hastalığını işitir. Başkasına zulmeden, tek bir anın içinde zelil olur. Zamanına, kalbine ve ruhuna zulmeden, tek bir anın içinde canını teslim eder. Artık bu andan geri dönüş yoktur. Kişi o anın getirdiği yükün yani kaybettiklerini hatırlamanın ağırlığı ile olduğu kadar yaşar.

Nefes tükenmeden tövbe kapısı çalınmalıdır. Hem bedenin, hem de kalbin ayakları denk alınmalıdır.

Ey Allahım! Kelamın ve sünnetin ile hakikati hatırlatansın. Bizi ibret alanlardan ve maddi-manevi aleminde ayağını denk alıp Senin rızan için doğru adım atmak için çabalayanlardan eyle. Saymaktan aciz kalacağımız ve şükrünü etmeyi akıl edemediğimiz nice nimetlerle ömürlerimizi süsleyensin. Bizi her türlü aşırılıktan ve iki cihanda da nimetlerinden mahrum kalmaktan muhafaza buyur. Doğru düşünen, doğru seçim yapan, doğru işlerle meşgul olan ve nimetlerinden doğru şekilde faydalanan kullarından eyle. Taat, zikir, şükür, istiğfar ve iman ile, ihlas ile kapını çalan; Senin rızan ile huzuruna ve cennetine alınan kullarından kıl. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji