بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّا | elbette biz |
|
2 | أَنْزَلْنَا | indirdik |
|
3 | عَلَيْكَ | sana |
|
4 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
5 | لِلنَّاسِ | insanlar için |
|
6 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
7 | فَمَنِ | artık kim |
|
8 | اهْتَدَىٰ | doğru yola gelirse |
|
9 | فَلِنَفْسِهِ | kendi yararınadır |
|
10 | وَمَنْ | ve kim de |
|
11 | ضَلَّ | saparsa |
|
12 | فَإِنَّمَا | şüphesiz |
|
13 | يَضِلُّ | sapmış olur |
|
14 | عَلَيْهَا | kendi zararına |
|
15 | وَمَا | ve değil(sin) |
|
16 | أَنْتَ | sen |
|
17 | عَلَيْهِمْ | onların üzerinde |
|
18 | بِوَكِيلٍ | vekil |
|
Kitaptan maksat Kur’an-ı Kerîm’dir. Kur’an, Resûlullah’a Allah tarafından gönderilmiştir; gönderiliş amacı ise gerçeğin ortaya konması, insanların bâtıl inançlara ve yanlış davranışlara sapmalarının önlenmesidir. Bundan sonra Kur’an’ın aydınlığından yararlanarak doğru yolu tutmak veya ona sırt çevirip yanlış yollara sapmak insanların kendi seçimlerine kalmıştır. Peygamber de insanların vekili değildir; yani insanların sorumluluğunu kendisi yüklenmek veya onları ilâhî hükümlere zorla inandırmak gibi bir görevi yoktur. “Çünkü yükümlülük zorlamaya değil, insanın kendi seçimine dayanır” (Zemahşerî, III, 348).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 619-620اِنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْكَ car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِلنَّاسِ car mecruru اَنْزَلْنَا fiiline mütealliktir. لِ sebebiyyedir. Yani, لأجل الناس (İnsanların ecelini) manasındadır. بِالْحَقِّۚ car mecruru اَنْزَلْنَا ‘daki failin veya mef’ûlünün mahzuf haline mütealliktir.
اَنْزَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَمَنِ اهْتَدٰى فَلِنَفْسِه۪ۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنِ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. اهْتَدٰى mübteda مَنِ ‘nin haberi olarak mahallen merf’ûdur.
اهْتَدٰى şart fiili olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mahallen meczumdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لِنَفْسِه۪ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri, اهتداؤه (Onun hidayete ermesi) şeklindedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اهْتَدٰى fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنِ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. ضَلَّ mübteda مَنِ ‘nin haberi olarak mahallen merf’ûdur.
ضَلَّ şart fiili olup, fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mahallen meczumdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir.Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
يَضِلُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهَاۚ car mecruru يَضِلُّ ‘nun failinin mahzuf haline mütealliktir.
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ۟
وَ istînâfiyyedir. مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتَ munfasıl zamir, مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru وَك۪يلٍ۟ ‘e mütealliktir. بِ harf-i ceri zaiddir. وَك۪يلٍ۟ lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
اَنْزَلْـنَٓا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Cümlede takdim - tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكَ , ihtimam için mef’ûl olan الْكِتَابَ ‘ye takdim edilmiştir.
بِالْحَقِّ car mecruru, اَنْزَلْـنَٓا fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir.
بِالْحَقِّ ’deki بِ harf-i ceri, mülâbese için, لِلنَّاسِ ‘deki lam ise ta’lil içindir. (Âşûr)
فَمَنِ اهْتَدٰى فَلِنَفْسِه۪ۚ
Cümle atıf harfi فَ ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda, haberî isnaddır. Şart cümlesinin haber manasında olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Şart olan مَنِ اهْتَدٰى , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنِ mübteda konumundadır. اهْتَدٰى , haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesiyle gelen şartın cevap cümlesi فَلِنَفْسِه۪ۚ ‘de îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِنَفْسِه۪ۚ takdiri اهتداؤه (Onun hidayeti) olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ
Aynı üslupta gelen وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ cümlesi, makabline atfedilmiştir. İnşaî olmak bakımından aralarında mutabakat bulunan iki cümlenin birbirine atıf sebebi tezattır.
Şart olan مَنْ ضَلَّ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنِ mübteda konumundadır. ضَلَّ cümlesi, haberdir.
Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
فَ karinesiyle gelen şartın cevap cümlesi فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ , kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
يَضِلُّ maksur/sıfat, عَلَيْهَاۚ maksurun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat alel mevsûftur. Dalalet, bahsi geçen kişilere hasrolunmuştur.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَمَنِ اهْتَدٰى فَلِنَفْسِه۪ۚ cümlesiyle وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اهْتَدٰى - يَضِلُّ ve عَلَيْ - لِ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâkı îcab, ضَلَّ - يَضِلُّ kelimeleri arasında ise cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ۟
Ayetin son cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَٓا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَيْهِمْ amili بِوَك۪يلٍ ’e takdim edilmiştir. Müsned olan بِوَك۪يلٍ ’deki بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. Olumsuz mananın yanında bir de olumlu mana ifadesi vardır. Bu kaide, haber fiile benzer bir lafız olduğu zaman da geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Sen kesinlikle onlara vekil değilsin demektir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada بِ harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde لِ harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ ve مَٓا 'nın haberinin başında gelen بِ harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)
Ayette arka arkaya gelen bu üç cümle, Kur’an-ı Kerim’in başka surelerinde de ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)اَللّٰهُ يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ ح۪ينَ مَوْتِهَا وَالَّت۪ي لَمْ تَمُتْ ف۪ي مَنَامِهَاۚ فَيُمْسِكُ الَّت۪ي قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | يَتَوَفَّى | vefat ettirir |
|
3 | الْأَنْفُسَ | canları |
|
4 | حِينَ | sırasında |
|
5 | مَوْتِهَا | ölümleri |
|
6 | وَالَّتِي | ve kimseleri |
|
7 | لَمْ |
|
|
8 | تَمُتْ | ölmeyen(leri) |
|
9 | فِي |
|
|
10 | مَنَامِهَا | uykularında |
|
11 | فَيُمْسِكُ | sonra yanında tutar |
|
12 | الَّتِي | kimseleri |
|
13 | قَضَىٰ | hükmettiği |
|
14 | عَلَيْهَا | üzerlerinde |
|
15 | الْمَوْتَ | ölümüne |
|
16 | وَيُرْسِلُ | ve salıverir |
|
17 | الْأُخْرَىٰ | ötekilerini |
|
18 | إِلَىٰ | kadar |
|
19 | أَجَلٍ | bir süreye |
|
20 | مُسَمًّى | belirli |
|
21 | إِنَّ | şüphesiz |
|
22 | فِي | vardır |
|
23 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
24 | لَايَاتٍ | ibretler |
|
25 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
26 | يَتَفَكَّرُونَ | düşünen |
|
Bir önceki âyette insanların hidayete yönelmelerinin de yoldan çıkmalarının da kendi seçimlerine bağlı bulunduğuna işaret edilmişti. Hidayetin birinci şartı Allah’a imandır. İşte burada insanların Allah’a, O’nun yaratıp yönetmesindeki hikmetlere dikkat çekilmekte; sonraki âyetlerde de diğer bazı delillere yer verilmektedir. İnsanı öteki varlıklardan ayıran en temel özelliği ruh sahibi bir varlık oluşudur. Allah Teâlâ’nın insanı öldürmesi, ruhun bedenle ilişkisini kesmesidir. Âyette de işaret buyurulduğu gibi ruhun başta gelen niteliği can ve şuur kaynağı olmasıdır. Ölüm olayında Allah ruhu bedenden tamamen ayırdığından beden hem candan hem de şuurdan yoksun hale gelmekte, uyku denilen psiko-fizyolojik olayda ise can bedende kalmakla birlikte geçici bir duyum ve bilinç kaybı yaşanmaktadır. Bu kayıp bir bakıma ruhun bedeni kısmen terketmesi anlamına geldiği için âyette uyku ölüme benzetilmiştir (Zemahşerî, IV, 349). Ölüm olayında –âyetteki deyimiyle– Allah ruhu tutarken uyku olayının sonunda ruh, uyanıklıktaki fonksiyonunu yeniden kazanır. Ama bunun da ölümle son bulacak belli bir süresi (ecel-i müsemmâ) vardır. 44. âyetin sonunda da ifade buyurulduğu üzere, sonunda herkes O’nun huzuruna dönecektir (nefis-ruh-insan ilişkisi için bk. Nisâ 4/1; İsrâ 17/85).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 621-622
اَللّٰهُ يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ ح۪ينَ مَوْتِهَا وَالَّت۪ي لَمْ تَمُتْ ف۪ي مَنَامِهَاۚ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. يَتَوَفَّى fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتَوَفَّى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْاَنْفُسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ح۪ينَ zaman zarfı يَتَوَفَّى fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. مَوْتِهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي atıf harfi وَ ‘la الْاَنْفُسَ ‘e matuf olup, mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ تَمُتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَمُتْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. ف۪ي مَنَامِهَاۚ car mecruru تَمُتْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَوَفَّى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وفي ‘dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
فَيُمْسِكُ الَّت۪ي قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ
يُمْسِكُ atıf harfi فَ ile يَتَوَفَّى ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُمْسِكُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası قَضٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
قَضٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهَا car mecruru قَضٰى fiiline mütealliktir. الْمَوْتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُرْسِلُ atıf harfi وَ ‘la يُمْسِكُ ‘ye matuftur. يُرْسِلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْاُخْرٰٓى mef’ûlü bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru يُرْسِلُ fiiline mütealliktir. مُسَمًّىۜ kelimesi اَجَلٍ ‘in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
يُمْسِكُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسك ’dir.
يُرْسِلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُسَمًّى kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. يَتَفَكَّرُونَ fiili قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَفَكَّرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَتَفَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فكر ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَللّٰهُ يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ ح۪ينَ مَوْتِهَا وَالَّت۪ي لَمْ تَمُتْ ف۪ي مَنَامِهَاۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Lafza-i celal mübteda, …يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ cümlesi, haberdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İnsanî ruhlar, ruhanî, aydınlatıcı cevherler demektir. Ruh, bedenin tamamıyla alâka kurduğunda, onun ışığı-tesiri bütün uzuvlarda ortaya çıkar. Buna hayat denir. Diyoruz ki: Ölüm esnasında bu cevherin bütün ilgi ve münasebeti, bedenin içinden ve dışından kesilir. Buna da ölüm denir. Ama uyurken, ruhun tesir ve ışığı, bazı bakımlardan, bedenin zahirinden kesilir, ama bedenin içinden kesilmez. Böylece ölüm ve uykunun aynı cins şeyler olduğu görülür. Ama ölüm, tam olarak alâkayı kesmek, uyku ise bazı bakımlardan ve eksik olarak (kısmen) alâkayı kesmektir. (Ebüssuûd)
Zaman zarfı ح۪ينَ ’nin müteallakı يَتَوَفَّى ’dır. الْاَنْفُسَ ’ye matuf olan müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي ‘nin sılası olan لَمْ تَمُتْ ف۪ي مَنَامِهَا cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي مَنَامِهَاۚ şeklindeki car mecrur يَتَوَفَّى fiiline mütealliktir.
ف۪ي مَنَامِهَاۚ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla uyku, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü uyku hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
يَتَوَفَّى - تَمُتْ kelimeleri arasında mürâat-ı nazîr sanatı vardır.
فَيُمْسِكُ الَّت۪ي قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ
Bu cümle atıf harfi فَ ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müfred müennes has ism-i mevsul الَّت۪ي ’nin sılası olan قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهَا , ihtimam için mef’ûl olan الْمَوْتَ ‘ye takdim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَجَلٍ ’deki tenvin nev ifade eder.
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَيُمْسِكُ الَّت۪ي قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ cümlesiyle, وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Bu ayette insanların ruhlarının alınması konusunda ilk önce cem‘ yapılmış sonra ölüm vakti gelenlerin ruhları ile uykuda olup da ölüm vakti gelmeyenlerin ruhları arasına tefriḳ konulmuştur. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî Sanatları) Cem' ma’at-taksim ve’t tefrik vardır.
مَوْتِهَا - تَمُتْ - الْمَوْتَ kelimeleri arasında iştikak cinâsı ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُمْسِكُ ve يُرْسِلُ fiilleri arasında muvazene ve tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
اَجَلٍ - ح۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , car mecruru, اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir. اِنَّ ’nin haberi olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
لِقَوْمٍ car mecruru, لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يَتَفَكَّرُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. Muzari sıygada gelen cümle teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَوْمٍ ‘deki tenvin nev ve tazim ve لَاٰيَاتٍ kelimesindeki tenvin ise kesret tazim ifade eder.
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمِ | yoksa |
|
2 | اتَّخَذُوا | -mi edindiler? |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | دُونِ | başka |
|
5 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
6 | شُفَعَاءَ | şefa’atçiler |
|
7 | قُلْ | de ki |
|
8 | أَوَلَوْ | bile mi? |
|
9 | كَانُوا | olsalar |
|
10 | لَا |
|
|
11 | يَمْلِكُونَ | onlar malik olmayan |
|
12 | شَيْئًا | hiçbir şeye |
|
13 | وَلَا | ve |
|
14 | يَعْقِلُونَ | düşünmeyen |
|
“Şefaatçiler”den maksat, putperestlerin, zor durumda kaldıklarında Allah katında kendileri için aracılık yaparak dileklerinin yerine gelmesine yardımcı olacağına inandıkları putlar veya bu sembollerin temsil ettiği, Allah’ın yanında hatırlı olduğuna inandıkları bazı kişilerdir (Râzî, XXVI, 285). Oysa putların böyle bir aracılıkta bulunması imkânsızdır, çünkü bunlar cansız, güçsüz ve bilinçsiz varlıklardır. Belirtilen hatırlı kişiler de böyle bir imkâna sahip olamazlar, çünkü kıyamet gününde Allah’tan başka bir güç kalmayacak ve O izin vermedikçe kimse kimseye şefaat edemeyecektir. Sonuç olarak kurtuluş yalnız Allah’a kulluktadır. Bu sebepledir ki 44. âyette şefaat yetkisinin bütünüyle Allah’a ait olduğu, yani bu yetkiyi yalnız O’nun vereceği bildirilmiş ve O’nun hükümdarlık (mülk) ve mükemmelliğine özlü bir ifadeyle dikkat çekilmiştir.
Tarihî bağlamda Mekke putperestlerinin bazı nesnelere veya kişilere kurtarıcı bir rol biçmelerini ve onlara tapmalarını eleştiren 43. âyette daha genel olarak şu gerçek ortaya konmaktadır: Ölmüş veya yaşamakta olan velîlere, azîzlere, önderlere vb. şahsiyetlere yahut hayalî varlıklara ya da bunları sembolleştiren çeşitli cansız nesnelere âdeta tanrı gibi aşkın mahiyetler yüklemek ve –ister din ister dünya konusunda olsun– onlardan olağan üstü işlevler beklemek saçmalıktan başka bir şey değildir. Halbuki –konumuz olan âyetlerde tefekkür ve akıl kelimelerine vurgu yapılarak işaret buyurulduğu üzere– insan, zihnî melekelerini doğru kullanırsa, kula kul olma zilletinden kendini koruması ve yalnızca Allah’a inanıp şefaat izni O’ndan geleceği için sadece O’na güvenmesi gerektiğini anlar.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 622-623اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ
اَمِ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اتَّخَذُوا değiştirme mansında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ دُونِ car mecruru amili اتَّخَذُوا ‘nun mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. شُفَعَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
شُفَعَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَعْقِلُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavl mahzuftur. Takdiri, أيَشّفَعُونَ (Şefaatçi olurlar mı?) şeklindedir.
Hemze istifham harfidir. وَ haliyyedir. لَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً cümlesi mukadder fiilin failinin hali olarak mahallen mansubdur.
Şartın cevabı mahzuf olup önceki cümle onu tefsir eder.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. لَا يَمْلِكُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. شَيْـٔاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Yani, شيئا من الشفاعة وغيرها (Şefaat vb bir şey) anlamındadır.
لَا يَعْقِلُونَ atıf harfi وَ ‘la لَا يَمْلِكُونَ ‘a matuftur.اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ
Müstenefe olan ilk cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. اَمِ , hemze ve بَلْ manasını taşıyan munkatıadır. Buradaki hemze inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru sorup cevap bekleme kastı taşımadan, tevbih ve takrir manasına geldiği için mecazı mürsel mürekkebdir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ دُونِ اللّٰهِ , ihtimam için mef’ûl olan شُفَعَٓاءَۜ ‘ye takdim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabını bilmemesi veya cevap beklemesi söz konusu olamadığı için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu ayeti kerime, Mekkeliler hakkında nazil olmuştur. Mekkeliler, putların Allah katında kendilerinin şefaatçisi olduğunu iddia etmekteydiler. Yüce Allah onların bu iddialarını hoş görmeyerek buyurdu ki: Yoksa Kureyşliler Allah'tan başkasını mı şefaatçi edindiler? (Rûhu-l Beyân)
اتَّخَذُٓوا fiili اِفْتِعال babındandır. اِفْتِعال babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. اِفْتِعال kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Iki mef’ûle müteaddi olan اتَّخَذُوا fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne müteallik olan دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah'la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَعْقِلُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, أيَشّفَعُونَ (Şefaatçi olurlar mı?) şeklindedir. Mekulü’l-kavlin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hal vavıyla gelen اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَعْقِلُونَ cümlesi mukadder fiilin failinden haldir. Hemze inkari istifhâm harfi, لَوْ şartiyyedir. Şart üslubunda gelen terkibin cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
Şart cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen takrir ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
كَانُ ’nin haberi olan لَا يَمْلِكُونَ شَيْـٔاً , menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
شَيْـٔاً ’deki tenvin taklil ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna delalet eder.
Nefy harfi لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعاًۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعاًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الشَّفَاعَةُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. جَم۪يعاً kelimesi الشَّفَاعَةُ ‘ün hali olup fetha ile mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَيْهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. تُرْجَعُونَ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. تُرْجَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû,meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعاًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعاً cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لِلّٰهِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الشَّفَاعَةُ muahhar mübtedadır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. لِ milk lâmıdır. (Âşûr)
لِلّٰهِ maksurun aleyh/mevsûf, الشَّفَاعَةُ maksur/sıfattır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olan kasr, şefaatin sadece Allah’a ait olduğunu kesin bir şekilde bildirmiştir. جَم۪يعاًۜ , bu anlamı tekid etmiştir.
جَم۪يعاً kelimesi الشَّفَاعَةُ ’den haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ , muahhar mübtedadır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ [Bütün göklerin ve yerin hükümranlığı yalnız O'nundur" cümlesi de, anlatılan hakikatin izahı ve tekididir. (Ebüssuûd)
Cümlede müsnedün ileyh olan مُلْكُ kelimesinin izafetle marife olması tazim ifade etmiştir.
الْاَرْضِۜ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Ayetin son cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Atfın rütbe ve terahi ifade eden ثُمَّ ile yapılması az da olsa bir zamanın geçtiğine işarettir.
ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْهِ ‘nin, amili olan تُرْجَعُونَ ‘ye takdim edilmesi fasılaya riayet, takviye ve ihtimam içindir. (Âşûr)
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُرْجَعُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ وَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | ذُكِرَ | anıldığı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | وَحْدَهُ | tek olarak |
|
5 | اشْمَأَزَّتْ | ürker |
|
6 | قُلُوبُ | kalbleri |
|
7 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
8 | لَا |
|
|
9 | يُؤْمِنُونَ | inanmayan(ların) |
|
10 | بِالْاخِرَةِ | ahirete |
|
11 | وَإِذَا | ve zaman |
|
12 | ذُكِرَ | anıldığı |
|
13 | الَّذِينَ | kimseler |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
16 | إِذَا | hemen |
|
17 | هُمْ | onlar |
|
18 | يَسْتَبْشِرُونَ | sevinirler |
|
Bâtıl da olsa geleneksel inançlardan, alışkanlıklardan kurtulmak zordur: Müşrik Araplar da atalarından gelen putperestlikle, çeşitli bâtıl inanç ve geleneklerle bütünleştikleri, bunları âdeta kişiliklerinin birer parçası olarak algıladıkları için kendi putlarının göz ardı edilerek yalnız Allah’ın isminin anılmasından nefret ediyor; Allah’ın ismiyle birlikte olsun veya olmasın, sözde tanrılarının anılmasından ise büyük bir sevinç duyuyorlardı. 45. âyette onların bu inkârcı tutumları hatırlatıldıktan sonra 46. âyette Hz. Peygamber’in şahsında müslümanlara, kendi doğru inançlarını nasıl dile getirecekleri öğretilmektedir. Bu ifadede Allah’ın özellikle yaratıcı kudretinin üstünlüğüne ve bilgisinin sınırsızlığına dikkat çekilmiştir. Çünkü yaratma kudreti olmayan veya –farzımuhal– böyle bir kudreti olsa bile neyi yaratacağını bilmeyen bir varlık için tanrılıktan söz edilemez. Hatta bazı İslâm bilginleri asıl ulûhiyyet sıfatlarının kudret ve ilimden ibaret olduğunu savunarak Allah’ın diğer sıfatlarını bu ikisi içinde değerlendirmişlerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 623وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا) ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذُكِرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ذُكِرَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl naib-i fail olup lafzen merfûdur. وَحْدَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اشْمَاَزَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. قُلُوبُ fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْاٰخِرَةِۚ car mecruru لَا يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
اشْمَاَزَّتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil ifi’lâl babındadır. Sülâsîsi شمز ’dir.(Bazı kaynaklar bu kökü rubai olarak kabul etmişlerdir ve (ش م أ ز ) maddesi altında ele almıştır.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
ذُكِرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ذُكِرَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِه۪ٓ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا müfacee harfidir. اِذَا isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında müfacee harfi olur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَسْتَبْشِرُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَبْشِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَبْشِرُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi بشر ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ
وَ , istinafiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَحْدَهُ müekked hal olarak ıtnâbtır.
Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)
ذُكِرَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fail konumundaki قُلُوبُ için muzâfun ileyh olan الَّذ۪ينَ ‘nin sılası لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
استبشار (yüzün gülmesi) ile اشْمِزَاز (yüzün kasılması) karşılıklı olarak kullanılmıştır; çünkü her iki kelime de kendi alanında en son noktayı ifade eder; zira استبشار kişinin kalbinin sevinçle dolması, bunun sonunda yüzünün derisinin açılması ve güler bir hal almasıdır. اشْمِزَاز ise kalbin, kasılmanın etkisi yüze yansıyacak kadar gam, keder ve öfke ile dolmasıdır. (Keşşâf-Âşûr)
اشْمَاَزَّتْ fiilinin قُلُوبُ ‘ya isnad edilmesinde aklî mecaz vardır. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.
وَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ
وَ atıftır. Aralarında lafzen mutabakat bulunan cümlelerin atıf sebebi tezattır.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Naib-i fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. مِنْ دُونِه۪ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
دُونِه۪ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah’la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şartın cevabı olan اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye muzâf olan zaman zarfı اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde mufacee harfi olur ve birdenbire, aniden manasına gelir.
Bu cümlenin haberi olan يَسْتَبْشِرُونَ , muzari fiil olarak gelmiştir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.(Âşûr)
Muzari fiil muhayyileyi harekete geçirerek muhatabı canlı tutar. يَسْتَبْشِرُونَ fiilinin استفعال babında gelmesi ‘istemek’ manası katmıştır.
İlk mevsûl mef’ûl olarak nasb mahalde, ikincisi naib-i fail olarak merfû mahaldedir. Farklı kişileri temsil eden mevsûller arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِذَا ve ذُكِرَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı, يَسْتَبْشِرُونَ ve اشْمَاَزَّتْ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ [Allah tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların kalpleri tiksinir.] ayetinde parlak bir mukabele sanatı vardır. Zira bundan sonra gelen وَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُون [Ama Allah'tan başkası anıldığı zaman hemen sevinirler.] bölümü ona mukabil zikredilmiştir. Yüce Allah, Allah'a karşılık putları, sevince karşılıkta tiksintiyi zikretmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلِ | de ki |
|
2 | اللَّهُمَّ | Allah’ım |
|
3 | فَاطِرَ | yoktan var eden |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
5 | وَالْأَرْضِ | ve yeri |
|
6 | عَالِمَ | bilen |
|
7 | الْغَيْبِ | görülmeyeni |
|
8 | وَالشَّهَادَةِ | ve görüleni |
|
9 | أَنْتَ | (ancak) sen |
|
10 | تَحْكُمُ | hükmedersin |
|
11 | بَيْنَ | arasında |
|
12 | عِبَادِكَ | kullarının |
|
13 | فِي |
|
|
14 | مَا | şeylerde |
|
15 | كَانُوا | oldukları |
|
16 | فِيهِ | hakkında |
|
17 | يَخْتَلِفُونَ | ayrılığa düştükleri |
|
قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُمَّ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. Nida harfi mahzuftur.
اللّٰهُمَّ ifadesindeki مَّ , nida harfi olan يَا ’nın yerine gelmiştir; dolayısıyla bu iki harf birlikte kullanılmaz. Bu, Allah lafzının hususiyetlerinden biridir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاطِرَ lafza-i celâlin sıfatıdır. Aynı zamanda muzâfdır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. عَالِمَ ikinci sıfat olup mansubdur. الْغَيْبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الشَّهَادَةِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Nidanın cevabı اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ‘dır.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَحْكُمُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَحْكُمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. بَيْنَ mekân zarfı olup تَحْكُمُ fiiline mütealliktir.
عِبَادِكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪يمَا car mecruru تَحْكُمُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ف۪يهِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
ف۪يهِ car mecruru يَخْتَلِفُونَ fiiline mütealliktir. يَخْتَلِفُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَخْتَلِفُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَخْتَلِفُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan … اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan اللّٰهُمَّ ’deki مَّ harfi, mahzuf nida harfinden ivazdır.
Lafza-i celâlin zikrinde, tecrîd sanatı vardır.
Bu ifadede onların halleri anlatıldığı gibi, Hazret-i Peygamber’i hoşgörme ve onu teselli etme, onlar için de azap tehdidi vardır. (Keşşâf)
فَاطِرَ kelimesi, اللّٰهُمَّ için sıfattır. عَالِمَ ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Nidanın cevap cümlesi olan اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ , mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet ve müsnedin fiil olması halinde bu terkîb; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ cümlesi, dua manasında haber olarak gelmiştir. ’Aramızda hükmet’ anlamındadır. Bu duanın Peygamberimize telkin edilmesinde failin hak olduğuna ima vardır. (Âşûr)
Harf-i cerle birlikte تَحْكُمُ fiiline müteallik müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ; nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانُوا ’nun haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna, veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur'an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
فٖيهِ car mecruru ihtilaf ettikleri işin önemiyle birlikte fasılaya riayet için amili تَخْتَلِفُونَ ’ye takdim edilmiştir. (Âşûr) Bu, takdim-tehir sanatıdır.
عِبَادِ ’nin, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, kullar için tazim ve teşrif ifade eder.
سَّمٰوَاتِ - اَرْضِ ve غَيْبِ - الشَّهَادَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları, عَالِمَ - غَيْبِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer olsaydı |
|
2 | أَنَّ | ve eğer olsaydı |
|
3 | لِلَّذِينَ | o kimseler için ki |
|
4 | ظَلَمُوا | zulmedenlerin |
|
5 | مَا | bulunanların |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
8 | جَمِيعًا | tümü |
|
9 | وَمِثْلَهُ | ve bir misli daha |
|
10 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
11 | لَافْتَدَوْا | mutlaka fidye verirlerdi |
|
12 | بِهِ | onu |
|
13 | مِنْ | -dan (kurtulmak için) |
|
14 | سُوءِ | kötü |
|
15 | الْعَذَابِ | azab- |
|
16 | يَوْمَ | günü |
|
17 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
18 | وَبَدَا | ve karşılarına çıkmıştır |
|
19 | لَهُمْ | onların |
|
20 | مِنَ | -tan |
|
21 | اللَّهِ | Allah- |
|
22 | مَا | şeyler |
|
23 | لَمْ | hiç |
|
24 | يَكُونُوا |
|
|
25 | يَحْتَسِبُونَ | hesabetmedikleri |
|
Hasebe حسب :
حِساب sözcüğü sayıların kullanılmasıdır.:
حَسْب Yeterlilik anlamında kullanılır.
حِسْبان İki zıt şeyden biri lehinde karar verirken, diğerini hiç aklına getirmemektir. Böylece onu hesaplar ve parmaklarıyla sayar. Bu, içinde şüphenin kalabileceği bir şey niteliğindedir. Zan da buna yakın bir anlam taşır. Şu farkla ki; zanda kişinin aklına zıt olan iki şey beraber gelir, ama sonunda biri diğerine üstün çıkar.
وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ Bakara, 2/212 ayetindeki lafzının değişik yorumları vardır:
Birincisi: Ona hak ettiğinden fazlasını vermesidir.
İkincisi: Ona verip bir daha ondan almamasıdır.
Üçüncüsü: İnsanın dökümünü yapamayacağı bir bağış vermesidir.
Dördüncüsü: Sıkışmadan vermesidir.
Beşincisi: Hesapladığından, beklediğinden fazlasını vermesidir.
Altıncısı: Onların hesaplarına göre değil, bildiği maslahata göre vermesidir. Bu Yüce Allah’ın وَلَوْلَا أَنْ يَكُونَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً لَجَعَلْنَا لِمَنْ يَكْفُرُ بِالرَّحْمَٰنِ لِبُيُوتِهِمْ سُقُفًا مِنْ فِضَّةٍ وَمَعَارِجَ عَلَيْهَا يَظْهَرُونَ Zuhruf, 43/33 ayetinde dikkat çektiği husus gibidir.
Yedincisi: mümine vermesi kendisini onunla hesaba çekmemesidir. Bu da şöyle olmaktadır: Mümin dünyadan ancak zorunlu olanı, zorunlu olduğu kadarıyla, zorunlu olduğu zaman alır. Harcaması da böyledir. Kendi nefsini hesaba çeker; bu nedenle Allah onu zarar göreceği şekilde hesaba çekmez.
Bu fiil ve türevlerinin geldiği anlamlar 4’e ayrılır;
1. Adet olarak saymak.
حِسْبَانًا : Zannetmek.
حَسَبَ : Ataları şerefli olmak. Atalarının amellerinin, meydana gelmiş işlerinin ve geçmiş hayatlarının imtihan edilmiş ve deneyimli olmasındandır (görmüş, geçirmiş). Zira onların ömürlerinde müphem ve zayıf bir nokta yoktur.
اِحْتَسَبَ : Büyük oğlunu kaybetmek ( vefat etmesi). Bu, o durumun Allah katından ona gelen yıkıcı bir durum addedilmesindendir.
الحِسْبَة : Ücret hesaplamak, işi kontrol etmek.
2.Kifayet, yeterlilik.
3. ألحُسْبان Küçük baş yastığı. Yaylardan atılan küçük oklar. وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ 18/40 ayetindeki doluyla birlikte yere düşen حُسْبان yani çekirge tabiri buradandır.
4. ألأحْسَب Derinin beyazlayıp saçların döküldüğü bir hastalık.
Bu kelimenin asıl anlamı tetkik kastıyla denetleme ve incelemedir. Saymak العدّ anlamı verilmesine gelince; bu da, araştırmak ve öğrenmek için bir başlangıç ve vesile olmasındandır. Yine الكفاية (yeterlilik, uygunluk, kabiliyet) anlamı ise bir durumu inceleme ve araştırmanın gereklerinden olduğu içindir.
الحَسِيبُ : Allah’u Teala’nın esmasındandır. O ki insanları denetleyerek ve kuşatarak onlardan haberdar ve vâkıf olur.
المحاسبة : bu siga, devamlılık (istimrar) ve sürekliliğe delalet eder.
الحُسبَانُ ve الحِسَابُ : her ikisi de mastardır. الحُسبَانُ ın lafızdaki fazlalığı (harf sayısı) sebebiyle delaleti daha kuvvetlidir. Yani حِساب mefhumunda hassasiyet ve şiddet vardır, bu sebeple de sonu حِسَابٌ ile biten yerlerde ألأخْذ ve ألعذاب ile birlikte kullanılmıştır. Bu anlam, bu kelimenin tüm müştaklarında (türemişlerinde) vardır. Aksine الكفاية ve العدّ gibi maddelerin hiçbirinde bu vurgu yoktur. Örneğin: وَيُرْسِلَ عَلَيْهَا حُسْبَانًا 18/40 ayetinde mastar olarak gelişi mübalağa ve tekid, حِسَابٌ yerine حُسْبَانًا ın tercih edilmesi ise hesaptaki hiddet ve şiddete işaret etmek içindir.
Zannetmek (الظَّنُّ) olan anlamına gelince, yine bu da, araştırma ve incelemenin bir neticesidir. (Müfredat-Tahqiq-Bursevi)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 109 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hesap, hasep (hasebiyle - hasbelkader), hasbıhal, Hasip, ihtisap, mahsup, muhasebe, muhtesip ve muhasiptir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
لِلَّذ۪ينَ car mecruru اَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت (sabit oldu). Yani, لو ثبت تملّك الذين ظلموا لأموال الدنيا ومثلها معها (Zulmedenlerin dünya malına ve benzerlerine sahip oldukları sabit olursa) manasındadır. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَا müşterek ism-i mevsûl اَنَّ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen mansubdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. جَم۪يعاً mukadder aid zamirin hali olarak fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِثْلَهُ atıf harfi وَ ‘la müşterek ism-i mevsûl مَا ‘ya matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَعَ zaman zarfı olup مِثْلَهُ ‘nin haline mütealliktir.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. افْتَدَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru افْتَدَوْا fiiline mütealliktir.
مِنْ سُٓوءِ car mecruru افْتَدَوْا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَوْمَ zaman zarfı افْتَدَوْا fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
افْتَدَوْا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi فدي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. بَدَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru بَدَا fiiline mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru بَدَا fiiline mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ يَكُونُوا ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُونُوا fiili نَ ‘un hazfıyla nakıs,meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَحْتَسِبُونَ fiili يَكُونُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَحْتَسِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَحْتَسِبُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi حسب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayet şart cümlesidir. Lam ile ile gelen, mazi fiil sıygasındaki لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ , cevap cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً , masdar teviliyle takdiri ثبت [Sabit oldu.] olan mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ ile tekid edilmiş bu masdar cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır.
اَنَّ ’nin mukaddem haberi konumunda olan car mecrur has ism-i mevsûl لِلَّذ۪ينَ ’in sılası olan ظَلَمُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muahhar mübteda konumundaki müşterek ismi mevsûl مَا ‘nın sılası mahzuftur. فِي الْاَرْضِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
جَم۪يعاً lafzî tekiddir. Mübalağa ifade eder.
مِثْلَهُ ism-i mevsûle matuftur. مَعَهُ zarfı, mahzuf hale mütealliktir. Rabıta harfinin dahil olduğu cevap cümlesi لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ sözündeki مِنْ lam-ı ta’lil manasındadır. Yani, şahit oldukları kötü azaptan dolayı onu feda etmek için demektir. سُٓوءِ الْعَذَابِ ‘dan bedel için olması da caizdir. (Âşûr)
Üç müteallakın da amili لَافْتَدَوْا fiilidir. Cümledeki مِنْ , sebebiyyedir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ
Bu cümle öncesine وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بَدَا fiiline müteallik olan car mecrurlar لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ , ihtimam için, faile takdim edilmiştir.
Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ cümlesi, menfi muzari كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَكُونُوا ’nun haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur'an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَا ’lar arasında tam cinas sanatı ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
42. ayeti kerime su noktalara dikkat çekmektedir:
- Ölen, ruh değil nefistir. Nefis, bir manada insanın kendisi olup, dolayısıyla ruhu da içine alır; ayette kullanıldığı bir diğer manada ise dünya hayatının imerkezi ve bu hayatı yaşamanın mekanizmasıdır. Ruh ise, her maddi hem de manevi hayatın kaynağıdır. Onun bedenden bağımsız bir varlığı vardır ve nefsin ölümünden sonra da varlığını devamı ettirir.
- Nefsin çeşitli boyutları vardır ve bunlar, âlimlerin lisanında insani ruh, hayvani ruh ve nebati (bitkisely ruh olarak anılır. İnsani ruhun da, mü'minlere ait olarak inanan ve ibadet eden ruh, bir de herkese ait olup düşünen, öğrenen, seven vb. ruh şeklinde iki ayrı boyutu söz konusudur.
- Ölüm ve uyku, her ikisinde de Cenab-ı Allah'ın ruhu bedeninden alması manasında aynılığı (özdeşliği) söz konusudur, Şu kadar ki, ölüm esnasında Cenab-ı Allah ruhu bütünüyle alır ve onu bir daha bedene iade etmeyerek, nefsi vefat ettirir. Fakat uyku esnasında ruhu yine alır, fakat onun bedeniyle olan münasebetini bir şekilde devam ettirir. Âyet-i kerimede buyrulduğu üzere, hakkında ölüm takdir buyurduğu kişiye, nefse ait ruhu bedenine iade etmez ve artık alıkoyar; henüz eceli gelmemiş olan kişinin ruhunu ise bedenine iade eder.
- Ölüm, ruhun bedeni bütünüyle terk etmesi ve Berzah Hayatı dediğimiz, dünya hayatı ile Âhiret hayatı arasındaki hayat derecesine başlaması hadisesidir. Bu hayatın şartlarını, kişinin dünyadaki inanç ve davranışları belirler. Bu hayat süresince ruhun kabirdeki bedenle, onun çürümeden kalan parçasıyla bir şekilde münasebeti devam eder.