1 Aralık 2025
Zümer Sûresi 32-40 (461. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zümer Sûresi 32. Ayet

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ اِذْ جَٓاءَهُۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِر۪ينَ  ...


Kim, Allah’a karşı yalan uyduran ve kendisine geldiğinde, doğruyu (Kur’an’ı) yalanlayandan daha zalimdir? Cehennemde kâfirler için kalacak bir yer mi yok!?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنْ kim olabilir?
2 أَظْلَمُ daha zalim ظ ل م
3 مِمَّنْ kimseden
4 كَذَبَ yalan uydurandan ك ذ ب
5 عَلَى hakkında
6 اللَّهِ Allah
7 وَكَذَّبَ ve yalanlayandan ك ذ ب
8 بِالصِّدْقِ doğruyu ص د ق
9 إِذْ zaman
10 جَاءَهُ kendisine geldiği ج ي ا
11 أَلَيْسَ yok mudur? ل ي س
12 فِي
13 جَهَنَّمَ cehennemde
14 مَثْوًى bir yer ث و ي
15 لِلْكَافِرِينَ kafirler için ك ف ر

“Allah hakkında asılsız inançlar uydurmak”tan maksat, O’nun ortakları bulunduğu veya çocuk edindiği gibi ulûhiyyetle bağdaşmayan bâtıl inançlara sahip olmak; “gerçeği yalan saymak”tan maksat ise kısaca Allah’ın insanlığa kurtarıcı olarak gönderdiği Kur’an’ın hak kitap ve Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu inkâr etmektir (Taberî, XXIV, 2). Bu tür haksız iddia ve isnatlarda bulunmak âyette zulümlerin en büyüğü olarak gösterilmiştir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 616

   Kezebe كذب :

  Yalan demektir. Bu iş hem sözle hem de fiille gerçekleşebilir. Yalan söylemek demek olan  كَذَبَ fiili tıpkı صَدَقَ fiili gibi iki meful alır. Bu fiilin mastarı  كِذْبٌ ,كَذِبٌ  ve كِذّابٌ şeklinde gelir. كَذَّبَ fiili doğru ya da yalan söylediğine bakmaksızın birini yalancılıkla itham etmektir. Kuran-ı Kerim’de geçen تَكْذِيبٌ kavramı ise doğru olanı yalan saymak anlamında kullanılmıştır.

  الإفْتِراء  ile  الْكِذْبArasındaki Fark
İftira; yalanı kendi sözüyle uydurmaktır.
Kizb; başkasını taklid etmek suretiyle olur.
  Kezib ile Muhal Arasındaki Fark
Muhal, hakkında haber verilmesi imkansız olan şeydir. Dolayısıyla buna inanmak doğru değildir ve batıl olduğu bilinir. Kezib ise haber verenin bir şeye ilişkin gerçeğe aykırı haber vermesidir. Buna inanmak mümkündür ve batıl olduğu istidlâli (akıl yürütme yoluyla) olarak bilinir. Kezib kelimesinin zıddı sıdq’dır.

  Kezib ile İfk  Arasındaki Fark
Kezib, haber verenin gerçeğe uygun olarak vermediği haber için konulmuş bir isimdir. İfk ise fâhiş ve kabih bir kezib anlamına gelir. 


  Kezib ile Cahd Arasındaki Fark
Kezib, haber verenin gerçeğe uygun olmayarak verdiği haberdir. Cahd ise apaçık olan bir şeyi veya bildiği bir şeyi inkar etmektir. Buna göre cahd, yukarıdaki şartlara uygun olarak inkardır. Oysa kezibde inkar olabilir de olmayabilir de. 


  Kezib - Zûr ve Buhtan Arasındaki Fark
Zûr doğru sanılsın diye görüntü itibarıyla düzeltilmiş ve süslenmiş söz anlamına gelir. 
Bühtan ise insanın sevmediği ve hayretle karşıladığı bir şey ile yüz yüze gelmesi anlamına gelir.
Kizbin her tahrif ve dalaletin mebdei olduğu aşikardır.

  Son olarak kizb hangi mevzuda olursa olsun hakkın ve gerçeğin mukabilidir. Kâzib hakkı ve hakikatı idrak etmekten mahrumdur. Dolayısıyla netice ve maksada ulaşmaktan da mahrumdur, daima dalalet içindedir. (Müfredat-Furuq-Bursevi-Tahqiq)

  Kuran’ı Kerim’de pek çok formda 282 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kâzib, tekzib, kezzap ve Kezban'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ اِذْ جَٓاءَهُۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir,  مَنْ  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَظْلَمُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَظْلَمُ  ism-i tafdiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel (karşılık), iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ism-i tafdilden sonra geldiği için karşılaştırma manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  كَذَبَ  fiiline mütealliktir.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِالصِّدْقِ  car mecruru  كَذَّبَ  fiiline mütealliktir. 

اِذْ  zaman zarfı كَذَّبَ  fiiline mütealliktir.  جَٓاءَهُ  fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun bih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

كَذَّبَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب  ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِر۪ينَ

 

Hemze istifhâm harfidir. لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

 ف۪ي جَهَنَّمَ  car mecruru  لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır – mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَثْوًى  kelimesi  لَيْسَ ‘nin muahhar ismi olup mukadder damme ile merfûdur. لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru  مَثْوًى ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. 

مَثْوًى  kelimesi maksur bir isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَافِر۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ اِذْ جَٓاءَهُۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi  فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İstifham ismi  مَنْ  mübteda konumundadır.  اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ  haberdir. 

مِمَّنْ ‘in müteallakı olan  اَظْلَمُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  كَذَبَ عَلَى اللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, kınama ve azarlama manasına geldiği için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

بِالصِّدْقِ  kelimesi, Kur’an manasında kinayedir. Ayrıca  جَٓاءَ  fiiline isnadı aklî mecazdır.

وَكَذَّبَ بِالصِّدْقِ اِذْ جَٓاءَهُ  cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِذْ  zaman zarfı  كَذَّبَ  fiiline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَهُ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

كَذَبَ - بِالصِّدْقِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

İki farklı babda gelen  كَذَبَ   fiilinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَذَبَ  ve  مَنْ  kelimelerinin  tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

كَذَّبَ - اَظْلَمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Allah'a iftira ederek O'na şirk ve çocuk izafe edenden ve peygamberin, kendisine getirdiği hakkı ve doğruyu hiç tetkik ve tefekkür etmeden yalanlayandan daha zalim kimdir? Allah'a böyle iftira eden ve daha başta, hiç düşünmeden doğruyu hemen yalanlayan o kâfirler için Cehennemde bir yer mi yok! (Ebüssuûd)

 

اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِر۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. 

ألَيْسَ في جَهَنَّمَ مَثْوًى  cümlesindeki hemzenin, takrirî ve inkari istifham olması da mümkündür. (Âşûr)

Nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي جَهَنَّمَ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  مَثْوًى , muahhar ismidir. 

Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tahkir, tevbih, korkutma amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

 مَثْوًى  burda  الثُّواءِ ‘nın ismi mekanıdır. (Âşûr)

لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru  مَثْوًى ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

جَهَنَّمَ  -  مَثْوًى  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Bu ifadede istiare vardır. مَثْوًى , aslında sığınılacak yer demektir. Burada Cehennemin, insanın huzur bulmak, rahatlamak için ve hiç itiraz etmeden gittiği bir yere benzetilmesi, cehennemin korkunçluğunu mübalağa içindir. Ayette cehennemin onların  مَثْوًى ’sı olduğunu söylemekle; aynı “cehennemle müjdele“ cümlesinde olduğu gibi tehekküm ve alay üslubu ile uyarma söz konusudur. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir. Sığınma, himaye manaları narda hayalen vardır.

İnkâr anlamı içeren soru edatlarının nefy adatıyla kullanıldığında takrîr yani kesinlik ifade ettiğine de değinen müfessir,  اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِر۪ينَ  ayetini bu bağlamda tefsir etmektedir. Buna göre, cehennemde kâfirler için çok fazla yer olduğu dikkatlerimize sunulmaktadır. (Zemahşerî, Keşşâf, III, 449) 

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَذَبَ - لِلْكَافِر۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

لِلْكَافِر۪ينَ ‘deki marifelik ahde (önceden bilinen) de cinse de ihtimali vardır. (Beyzâvî)

 
Zümer Sûresi 33. Ayet

وَالَّذ۪ي جَٓاءَ بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ  ...


Dosdoğru Kur’an’ı getiren ile onu tasdik edenler var ya, işte onlar Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِي ve kimseler
2 جَاءَ getiren(ler) ج ي ا
3 بِالصِّدْقِ doğruyu ص د ق
4 وَصَدَّقَ ve doğrulayanlar ص د ق
5 بِهِ onu
6 أُولَٰئِكَ işte
7 هُمُ onlardır
8 الْمُتَّقُونَ korunanlar و ق ي

“Gerçeği getiren” ile Cebrâil’in, “onu tasdik eden” ile Hz. Pey­gamber’in kastedildiği veya gerçeği getirenin Hz. Peygamber, onu tasdik edenin Hz. Ebû Bekir yahut Hz. Ali gibi önde gelen bazı sahâbîler olduğu yönünde görüşler varsa da burada Hz. Peygamber ile onu tasdik eden bütün müminlerin kastedildiği şeklindeki yaygın görüşün daha isabetli olduğu anlaşılmaktadır. İbn Mes‘ûd’dan nakledilen bir kıraat farkına dayanarak âyetin bu bölümünün, insanları Allah’ın birliğine inanmaya çağıran ve Allah tarafından kullarının iyiliği için konulmuş hükümlere uymaları yönünde insanları aydınlatan herkesi içine aldığı da ileri sürülmüştür (İbn Atıyye, IV, 531; Râzî, XXVI, 279; Şevkânî, IV, 350). 33. âyetteki “takvâ sahipleri” bu bağlamda üzerinde durulan tevhid ilkesiyle çelişen inançlara sapmaktan, ilâhî gerçeğe sırt çevirmekten sakınan samimi müminleri ifade etmektedir. Bunların niteliği olarak 34. âyetin metninde geçen “muhsinîn” kelimesinin masdarı olan ihsan kavramı ise her türlü iyi ve güzel davranış için kullanılmakla birlikte, bir hadiste “Allah’a O’nu görüyormuş gibi derin bir saygı ve huşû içinde ibadet etmek” şeklinde açıklanmıştır (Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 5, 7). Böylesine yüksek bir kulluk bilincine ve duyarlılığına ulaşan insanın, diğer işlerinin iyi ve güzel olmasında da aynı duyarlılığı göstereceğinde kuşku yoktur. 

İnsanın yanlışlarının, günahlarının farkına vararak hatalı yolda olduğunu kabul edip dönüş yapması da günah işlememek kadar önemlidir, değerlidir. İnsan, yanlış yoldan dönüp iyi şeyler yapma fırsatına sahip olduğu sürece İslâm ona kapıyı açık tutmaktadır. Tövbenin başlı başına bir ibadet değeri taşıması da buradan ileri gelir. Bu sebeple 35. âyette yüce Allah, bu şekilde dönüş yapanların geçmişteki en büyük kötülüklerini dahi bağışlayacağı, onları geçmişteki günahlarına göre değil yaptıkları en güzel işlere göre ödüllendireceği müjdesini vermektedir. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 616-617

وَالَّذ۪ي جَٓاءَ بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَ بِالصِّدْقِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. بِالصِّدْقِ  car mecruru جَٓاءَ  fiiline mütealliktir.  صَدَّقَ بِه۪ٓ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

صَدَّقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِه۪ٓ  car mecruru  صَدَّقَ fiiline mütealliktir.  

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ  fasıl zamiridir.  

هُمُ الْمُفْلِحُونَ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  الْمُتَّقُونَ  haber olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

صَدَّقَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  صدق ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الْمُتَّقُونَ  kelimesi, sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ي جَٓاءَ بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

 

وَ , istinafiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber  inkârî kelamdır. Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ’nin sıla cümlesi olan  جَٓاءَ بِالصِّدْقِ , müspet mazi fiil sıygasıyla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması sonraki habere dikkat çekmek ve tazim içindir.

‘Geldi’ manasındaki  جَٓاءَ  fiili,  بِ  harf-i ceriyle kullanıldığında ‘getirdi’ anlamına gelir. Fiillerin harflerle farklı anlam kazanması, tazmin sanatıdır. 

Burada sıdkı getiren Hz Muhammed, الصِّدْقِ  ise Kur’an’dır. (Âşûr)

بِالصِّدْقِ  kelimesi, Kur’an manasında kinayedir. Ayrıca  جَٓاءَ  fiiline isnadı aklî mecazdır.

صَدَّقَ  cümlesi, sılaya matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ  cümlesi  الَّذ۪ي ‘nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İşaret isminin müsnedün ileyh olduğu cümlede  هُمُ  tekid ifade eden fasıl zamiri,  الْمُتَّقُونَ  müsneddir. 

الْمُتَّقُونَ  ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve devam ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

Fasıl zamiri ve haberin  الْ  takısıyla marife gelişi  olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesinde, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmenin yanında kasr sebebidir. 

Burada fasıl zamiri kasr ifade eder. (Âşûr) 

هُمُ  mevsûf/maksurun aleyh,  الْمُتَّقُونَ  sıfat/maksur olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s sıfat’tır. Sakınanlar sadece onlardır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim içindir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Bilindiği gibi fasl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasrlarda, fasıl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nispetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasrlarda vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin haber olduğu halde marife gelmesi ve bu nedenle mübteda ile haber arasının fasıl zamiri ile ayrılması öncelikle buraya dikkati çekmektedir.

بِالصِّدْقِ - صَدَّقَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak, ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Önceki ayetin ilk cümlesiyle, bu ayet arasında mukabele sanatı vardır. 

بِالصِّدْقِ - الْمُتَّقُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bunlar peygamberimiz (sav) ile ona tabi olanlardır. Diğer bir görüşe göre ise, ayetteki “getiren” ve “tasdik eden” den murad, bütün peygamberlere ve onlara iman eden müminlere şamil olan genel bir manadır. İbn-i Mes’ûd kıraatine göre, anılan fiillerin "getirenler ve tasdik edenler" şeklinde çoğul olarak okunmaları da, bu görüşü desteklemektedir. (Ebüssuûd)

 
Zümer Sûresi 34. Ayet

لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الْمُحْسِن۪ينَۚ  ...


Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır. İşte bu, iyilik yapanların mükâfatıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُمْ onlara vardır
2 مَا her şey
3 يَشَاءُونَ diledikleri ش ي ا
4 عِنْدَ yanında ع ن د
5 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
6 ذَٰلِكَ işte budur
7 جَزَاءُ mükafatı ج ز ي
8 الْمُحْسِنِينَ güzel davrananların ح س ن

لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ 

 

Cümle önceki ayetteki  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

İsim cümlesidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاؤُ۫نَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاؤُ۫نَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عِنْدَ mekân zarfı  يَشَٓاؤُ۫نَ  fiiline mütealliktir.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

ذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الْمُحْسِن۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

جَزٰٓؤُا  mübtedanın haberidir.  الْمُحْسِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

الْمُحْسِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ 

 

Bu cümle önceki ayetteki  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin ikinci haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda olan ismi mevsûl  مَا , muahhar mübtedadır. Sılası olan  يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki habere dikkat çekmek, yüceltmek ve tazim ifade etmek içindir.

رَبِّهِمْۜ  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبَّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

عِنْدَ , Rabb ismine muzâf olmakla şan ve şeref kazanmıştır.

مَا يَشَٓاؤُ۫نَ  ifadesi onlara verilecek şeylerin çokluğundan kinâyedir. (Âşûr)


 ذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الْمُحْسِن۪ينَۚ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ذٰلِكَ  mübteda,  جَزٰٓؤُا الْمُحْسِن۪ينَۚ  haberidir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini, şerefini ve manevi değerinin çok yüksek olduğunu ifade eder. İşaret edilen Allah’ın muhsinlere verdiği mükâfatlardır. 

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)

ذٰلِكَ  işaret ismi derecelerinin yüksekliğini ifade eder.

Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.

الْمُحْسِن۪ينَۚ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

Bundan önce müminlerin dünyadaki güzel işleri beyan edildikten sonra burada da onların güzel akıbetleri beyan edilmektedir.Yani onlar için, menfaatlerin celbi ve zararların defi konusunda dileyecekleri her şey vardır ve bu, yalnız Cennette değil, ahiretin bütün safhaları içindir. Çünkü günahların örtülmesi, kıyametin o en büyük korkusundan ve diğer hallerinden emin olmak gibi dileyecekleri şeyler, daha Cennete girmeden önce gerçekleşecektir. (Ebüssuûd)

الإحْسانُ , takvanın kemâlidir. Hz peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur;  “İhsan, O’nu görüyor gibi Allah’a kulluk etmendir”. (Âşûr)

 
Zümer Sûresi 35. Ayet

لِيُكَفِّرَ اللّٰهُ عَنْهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي عَمِلُوا وَيَجْزِيَهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


Allah, işlediklerinin en kötüsünü örtmek ve onlara yaptıklarının en güzeli ile karşılık vermek için (onları böyle mükâfatlandırdı).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيُكَفِّرَ örtmesi içindir ك ف ر
2 اللَّهُ Allah’ın
3 عَنْهُمْ onlardan
4 أَسْوَأَ en kötülerini س و ا
5 الَّذِي
6 عَمِلُوا yaptıklarının ع م ل
7 وَيَجْزِيَهُمْ ve mükafatlandırması içindir ج ز ي
8 أَجْرَهُمْ ecirlerini ا ج ر
9 بِأَحْسَنِ en güzeliyle ح س ن
10 الَّذِي
11 كَانُوا olduklarının ك و ن
12 يَعْمَلُونَ yapıyorlar ع م ل

لِيُكَفِّرَ اللّٰهُ عَنْهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي عَمِلُوا وَيَجْزِيَهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

لِ  harfi,  يُكَفِّرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. Gizli  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline mütealliktir. Takdiri, يسرّ لهم ذلك (Bu onları mutlu eder.) şeklindedir.  

يُكَفِّرَ  mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  عَنْهُمْ  car mecrur يُكَفِّرَ  fiiline mütealliktir. 

اَسْوَاَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  عَمِلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَجْزِيَهُمْ  cümlesi makabline matuftur.

يَجْزِيَهُمْ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  

اَجْرَهُمْ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِاَحْسَنِ  car mecruru  يَجْزِيَهُمْ  fiiline mütealliktir.  

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانُوا  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَعْمَلُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

لِيُكَفِّرَ اللّٰهُ عَنْهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي عَمِلُوا 

 

لِيَكْفُرُوا  fiiline dahil olan  لِ , muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir.  

لِ  ve akabindeki يُكَفِّرَ اللّٰهُ عَنْهُمْ اَسْوَاَ  cümlesi, masdar teviliyle takdiri  يسرّ لهم ذلك (Bu onları mutlu eder.) olan fiile mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

اَسْوَاَ  için muzâfun ileyh konumunda olan  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  عَمِلُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَنْهُمْ , ihtimam için, mef’ûl olan  اَسْوَاَ ‘ye takdim edilmiştir.

Özellikle  اَسْوَاَ  “en kötüsünün” örtülmesi mübalağa içindir; çünkü o örtülürse diğeri daha çok örtülür. Ya da en kötüsü denilmesi günahlarını gözlerinde büyüttükleri içindir. Çünkü kendilerini kusurlu ve günahkâr sanırlar, kazara yaptıkları küçük günahları günahlarının en kötüsü kabul ederler.  اَسْوَاَ ‘nin  سَيِّء  manasında olması da caizdir. (Beyzâvî, Âşûr)

Hulasa olarak sanki şöyle denilmiştir: zararların zail olması ve sevinçlerin hasıl olması için Allah, dileyecekleri her şeyi onlara vaat etmiştir ki, bu vaadin gereği olarak, zararların defi için, işlediklerinin en kötüsünü bile örtecek ve faydalı isteklerini vermek için de, yaptıklarının en güzeline denk olarak mükâfat verecek. (Ebüssuûd)


 وَيَجْزِيَهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

لِيُكَفِّرَ اللّٰهُ عَنْهُمْ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur olan  بِاَحْسَنِ  için muzâfun ileyh konumunda olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’nin haberi olan  يَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

اَحْسَنِ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Ayetteki iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.

اَسْوَاَ - اَحْسَنِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  يُكَفِّرَ - يَجْزِيَهُمْ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatları vardır.

عَمِلُوا - يَعْمَلُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Zümer Sûresi 36. Ayet

اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍۚ  ...


Allah, kuluna yetmez mi? Seni O’ndan (Allah’tan) başkalarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Allah, kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَيْسَ değil mi? ل ي س
2 اللَّهُ Allah
3 بِكَافٍ kâfi ك ف ي
4 عَبْدَهُ kuluna ع ب د
5 وَيُخَوِّفُونَكَ ve seni korkutuyorlar خ و ف
6 بِالَّذِينَ kinselerle
7 مِنْ
8 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
9 وَمَنْ ve kimi
10 يُضْلِلِ şaşırtırsa ض ل ل
11 اللَّهُ Allah
12 فَمَا artık olmaz
13 لَهُ onu
14 مِنْ hiçbir
15 هَادٍ yola getiren ه د ي

Tefsirlerde belirtildiğine göre Kureyş putperestleri, Hz. Peygam­ber’e, “Sen putlarımız hakkında kötü sözler söylüyorsun ama biz putla­rımızın seni çarpmasından, hastalandırmasından kaygı duyuyoruz” diyerek onu korkutmaya çalışırlardı. 36. âyetle bu hususta onun gönlünün rahatlatılması amaçlanmış (Taberî, XXIV, 5; İbn Atıyye, IV, 532) ve bu tür inançların birer sapkınlık alâmeti olduğu bildirilmiştir; 37. âyette ise Allah’ın yolundan gideni hiçbir gücün bu yoldan saptıramayacağı hatırlatılmıştır. Allah azîzdir, güçlüdür; peygamberini ve onu izleyenleri düşmanları karşısında başarılı kılar; bâtıl inançları ve haksız eylemleriyle yoldan çıkmış olanları da hak ettikleri şekilde cezalandırır. Böylece her iki âyette inançları ve davranışlarıyla iyi yolda olan müminlere, doğru bildikleri yolda azimle ve güvenle ilerledikleri sürece Allah’ın yardımının kendileriyle beraber olacağı ümidi ve güvencesi verilmektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 617

اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ 

 

Hemze istifham harfidir.  لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  لَيْسَ nakıs fiillerdendir. Nakıs fiiller şunlardır.

1. كَانَ

2. لَيْس

3. صَارَ ve benzerleri: اَصْبَحَ – اَضْحَى – اَمْسَى – ظَلَّ – بَاتَ

4. Süreklilik bildirenler: مَا زَالَ – مَا بَرِحَ – مَا فَتِئَ – مَا اِنْفَكَّ 

5.  مَا دَامَ

Bu fiiller, isim cümlesinin başına gelerek, mübtedayı ref haberi de nasb eder. Mübteda bunların ismi, haber de haberi olur. Bunlara kendinden sonra gelenin îrabını değiştirdikleri için de “nevasıh” adı verilir.

İsim cümlesindeki mübteda ve haberin özellikleri ve birbirine uyumu nasılsa, nakıs fiillerin isim ve haberi arasındaki uyum ve özellikleri de öyledir.

كَانَ  ve benzerlerinin isim ve haberlerinin îrab durumları şöyledir:

a) Müfred olduklarında; ismi damme (-ُ) ile merfû, haberi fetha (-َ) ile mansub olur.

b) Tesniye olduklarında; ismi elif (ا) ile merfû, haberi cezimli yâ (يْ) ile mansub olur.

c) Cemi müzekker salim olduklarında; ismi (و) ile merfû, haberi sakin yâ (ي) ile mansub olur.

d) Cemi müennes salim olduklarında; ismi damme (اتُ) ile merfû, haberi kesra (اتِ) ile mansub olur.

Nakıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle (isim, fiil) veya şibh-i cümle (zarflı, harf-i cerli isim) olarak gelebilir.

Nakıs fiillerin mazi, muzari, masdar, emir gibi bütün kipleri aynı şekilde amel eder.

لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهُ  lafza-i celâli,  لَيْسَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  بِ  harf-i ceri zaiddir.  كَافٍ  lafzen mecrur,  لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. Nasb alameti mahzuf olan  ى ’dir. 

عَبْدَهُ  kelimesi ism-i fail olan  كَافٍ  kelimesinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَافٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفى  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  يُخَوِّفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِالَّذ۪ينَ  car mecruru  يُخَوِّفُونَ  fiiline mütealliktir.  مِنْ دُونِه۪  car mecruru mahzuf sıla cümlesine mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍۚ


وَ  atıf harfidir. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, amili  يُضْلِلِ ‘in mukaddem mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

يُضْلِلِ  şart fiili olup, meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  هَادٍ  lafzen mecrur muahhar mübteda olarak takdiren merfûdur. هَادٍ  mankus isimdir.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) irab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُضْلِلِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

هَادٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  هدي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَيْسَ اللّٰهُ بِكَافٍ عَبْدَهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i inkıtâdır. Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır. 

Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesinde müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve tazim ifadesi için lafza-i celâlle marife olmuştur.

Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Hemze takriri istifham harfidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması  عَبْدَ  için tazim ve teşrif ifade eder.

لَيْسَ ’nin haberine dahil olan  بِ , tekid ifade eden zaid harftir.

عَبْدَهُۜ , ism-i fail veznindeki  بِكَافٍ ‘nın mef’ûlüdür. 

Veciz ifade kastına matuf  عَبْدَهُۜ  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عَبْدَ , şan ve şeref kazanmıştır. 

عَبْدَهُۜ ‘daki zamir, Resulullah’a (sav) aittir. (Âşûr)

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde  ل harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا ‘nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Kur'an-ı Kerim'de  بِ  harfi 22 yerde  لَيْسَ ’nin, 19 yerde de  مَا 'nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zâidlik)

Allah'ın, kuluna yeterli olduğu, o kadar bariz bir hakikattir ki, bunun aksini hiç kimse ağzına alamaz ve bu sorunun cevabında hiç kimse tereddüt etmez.

Bu kuldan murad, Peygamberimizdir, yahut Peygamberimizin de dahil olduğu bütün peygamberlerdir.

Bu kelam, Peygamberimizi teselli etmektedir. Şöyle ki: Kureyşliler demişlerdi ki: "Sen bizim ilâhlarımızı eleştirdiğin için, onların sana bir zarar vermelerinden korkuyoruz, Sen ya ilâhlarımıza hakaret etmekten vaz geçeceksin, yahut senin aklına zarar verirler." Nitekim Hûd kavmi de şöyle demişlerdi: [‘’İlâhlarımızdan biri seni fena çarpmış!" demekten başka bir söz söylemeyiz."] (Hûd: 54) işte "Onlar, Allah'tan başkalarıyla seni korkutuyorlar" kelamının manası da budur. Yani onlar, Allah'tan başka ilah edindikleri putlarla seni korkutuyorlar. (Ebüssuûd)


وَيُخَوِّفُونَكَ بِالَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ۜ 

 

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  harfi-cerle birlikte  يُخَوِّفُونَ  fiiline mütealliktir. Sılası mahzuftur.  مِنْ دُونِه۪  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

دُونِه۪  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

دُونِه۪  tabirinin, ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah’la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)


وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍۚ

 

Ayetin son cümlesi وَ , istînâfiyyedir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلِ اللّٰهُ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir.

Müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ifadesi ve korkuyu artırmak için lafza-i celâlle marife olmuştur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd, tekrarlanması ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatlarıdır.

Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Tekid ifade eden zaid  مِنْ ‘in dahil olduğu  مِنْ هَادٍ  muahhar mübtedadır.

Cümledeki takdim kasr ifade etmektedir.

فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  cümlesinde, ihtisas manası vardır. Allah’ın saptırdığı kişi için hiçbir hidayetçi yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Gâfir/33, C. 1, S.181 )

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

هَادٍ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. İstiğrak ve tekid ifade eden  مِنْ  de bu manayı pekiştirir.  Ayrıca nefy sıyakında nekre umuma delalettir. Yani hiçbir yol gösterici yoktur anlamındadır.

Ayetteki  يُضْلِل (saptırır) ve  هَادٍ (yol gösterici) sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıddı olmanın yanı sıra birincisi fiil, ikincisi isimdir. Tıbâk-ı îcabdır.

23. ayetteki aynı cümleyle aralarında tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Şöyle denilmiştir: Efendimiz, Hâlid'i Uzza putunu kırmaya gönderdi, ona hizmet edenler: Seni uyarıyoruz, sana şiddet gösterir, dediler. Hâlit de ona doğru ilerledi, burnunu kırdı; Hâlid'i korkutmaları onu korkutma yerine konuldu. Çünkü emri veren o idi. (Beyzâvî, Âşûr)

Allah, kimi saptırırsa ve nihayet Allah'ın, kulu Hz Muhammed'e (sav) kâfi olup onu koruduğundan gafil olursa ve fayda da, zarar da asla veremeyen şeylerle onu korkutmaya kalkarsa, artık onu her hangi bir hayra ulaştıracak hiç kimse olmaz. (Ebüssuûd)

 
Zümer Sûresi 37. Ayet

وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِعَز۪يزٍ ذِي انْتِقَامٍ  ...


Allah, kimi de doğru yola iletirse artık onu saptıracak hiç kimse yoktur. Allah mutlak güç sahibi, intikam sahibi değil midir?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kime
2 يَهْدِ yol gösterirse ه د ي
3 اللَّهُ Allah
4 فَمَا artık olmaz
5 لَهُ onu
6 مِنْ hiçbir
7 مُضِلٍّ şaşırtan ض ل ل
8 أَلَيْسَ değil midir? ل ي س
9 اللَّهُ Allah
10 بِعَزِيزٍ aziz ع ز ز
11 ذِي sahibi
12 انْتِقَامٍ intikam ن ق م

وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَهْدِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.   فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلّ  cümlesi  مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  مُضِلٍّۜ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

مُضِلٍّۜ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  اَلَيْسَ اللّٰهُ بِعَز۪يزٍ ذِي انْتِقَامٍ

 

Hemze istifham harfidir.  لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  لَيْسَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  بِ  zaiddir. 

عَز۪يزٍ  lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  ذِي  kelimesi عَز۪يزٍ kelimesinin sıfatı olup beş isimden biri olduğu için cer alameti ى ’dir.  انْتِقَامٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ 

 

Bu cümle öncesine atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَهْدِ اللّٰهُ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir.

Müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve tazim için lafza-i celâlle marife olmuştur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا لَهُ مِنْ مُضِلٍّۜ  ise,  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Tekid ifade eden zaid  مِنْ ‘in dahil olduğu  مِنْ هَادٍ  muahhar mübtedadır. Cümledeki takdim kasr ifade etmektedir.

İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُضِلٍّۜ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. İstiğrak ifade eden  مِنْ  de bu manayı pekiştirir.  Ayrıca  nefy sıyakında nekre, umuma delalettir. Yani ‘hiçbir saptırıcı yoktur’ anlamındadır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bu cümleyle önceki ayetteki  وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَهْدِ - مُضِلٍّۜ  sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıddı olmanın yanısıra, biri fiil, diğeri isimdir.

Allah Teâlâ vaat, vaîd, tergîb ve terhîb (korkutma ve teşvik) için, uzun uzun sözler sarfedince, sözü bir sonuçta bitirmiştir. Esas hüküm de budur. İşte bundan dolayı O, ["Allah kimi saptırırsa, O'nun yolunu bir doğrultucu yoktur. Allah kime de hidayet ederse, onu bir saptırıcı yoktur"] buyurmuştur. Bu, "Bu lütuf ve açıklamalar, ancak Allah'ın kuluna hidayet ve tevfiki nasip etmesi halinde fayda verir" demektir. (Fahreddin er-Râzî)


 اَلَيْسَ اللّٰهُ بِعَز۪يزٍ ذِي انْتِقَامٍ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze takriri istifham harfidir. (Âşûr)

Istifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır. 

Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesinde müsnedün ileyh telezzüz, teberrük ve tazim ifadesi için bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olmuştur.

Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve istihza amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Haber üslubu yerine istifhamın tercih edilmesi, istifhamın muhatabı etkilemek, uyarmak, harekete geçirmek açısından daha etkili olmasındandır.

لَيْسَ ’nin haberine dahil olan  بِ , tekid ifade eden zaid harftir.

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zaiddir. Olumlu cümlelerde ل harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَا ‘nın haberinin başında gelen  بِ  harfi tekid bildirir. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Kur'an-ı Kerim'de  بِ  harfi, 22 yerde لَيْسَ ‘nin, 19 yerde de  مَا ‘nın haberinin başında zaid olarak gelmiştir. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zâidlik)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

بِعَز۪يزٍ ’in sıfatı olan  ذِي , beş isimden biridir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

بِعَز۪يزٍ  ve  انْتِقَامٍ  kelimelerindeki tenvin nicelik açısından kesret ve tazim ifade eder.

وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ [Allah Azîz’dir] yani öyle bir hükümranlığa sahiptir ki istediği kişiye istediği gibi azap etmekte O’na kimse karşı koyamaz. Şöyle de denilmiştir: Allah Azîz’dir, yani herkese galiptir, hiç kimse O’na mani olamaz. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsir, Maide/95)

انْتِقَامٍ  kelimesi,  نَقِمَ  kökünden olup öç, kin, hınç, garez, ceza; felaket, afet, gazap anlamına gelir. İntikam almak, cezalandırmak, hıncını çıkarmak, öcünü almak demektir. (Ebüssuûd , Maide/95)

Allah Teâlâ’nın  ذُو انْتِقَامٍ  isminin Azîz ismi ile birlikte geçmesi günah işleyenleri cezalandırmaya kādir olduğunu, bundan aciz olmadığını beyan içindir. Onun intikamı kişinin yaptığı suça cezasını vermektir. Allah intikam almak gibi duygularla vasıflanmaktan münezzehtir.

Allah’ın intikam sahibi olması tabirinde lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Yani Allah Teâlâ’nın intikam alması tabiriyle yapılan suçun cezasını verdiği etkili bir şekilde anlatılmak istenmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

انْتِقَامٍ  kelimesi Kur’an-ı Kerim’de hiç tek başına Allah’ın sıfatı olarak gelmemiş olup isim tamlaması veya fiil-fail kalıbında gelmiştir. 

Bu tabirde sahiplik ifadesi olan ذُو  gelmesi, bu intikamla kulların maslahatını ikame etmeyi dilediğine, tabiatten veya kinden kaynaklanan bir intikam olmadığına işaret eder. (Âşûr, Maide / 95)

Aziz yardıma ihtiyaç duymayan zattır ve bunun için intikam sahibi olmakla vasıflanmıştır. Allah Teâlâ’nın sıfatlarından biri de hikmettir ve işlerin sonucunun hikmete uygun olması için müfsitten öç alınmasını gerekir.

Ayetteki, ["Allah intikam sahibi, mutlak bir galip değil midir?"] ifadesi, kâfirler için bir tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zümer Sûresi 38. Ayet

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ اَوْ اَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ  ...


Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan elbette, “Allah”, derler. De ki: “Peki söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse, onlar Allah’ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese, onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?” De ki: “Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَئِنْ ve andolsun şayet
2 سَأَلْتَهُمْ onlara sorsan س ا ل
3 مَنْ kim?
4 خَلَقَ yarattı خ ل ق
5 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
6 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
7 لَيَقُولُنَّ elbette derler ق و ل
8 اللَّهُ Allah
9 قُلْ de ki ق و ل
10 أَفَرَأَيْتُمْ o halde gördünüz mü? ر ا ي
11 مَا şeyleri
12 تَدْعُونَ yalvardığınız د ع و
13 مِنْ
14 دُونِ başka د و ن
15 اللَّهِ Allah’tan
16 إِنْ eğer
17 أَرَادَنِيَ bana istese ر و د
18 اللَّهُ Allah
19 بِضُرٍّ bir zarar vermek ض ر ر
20 هَلْ mı?
21 هُنَّ onlar
22 كَاشِفَاتُ kaldıracaklar ك ش ف
23 ضُرِّهِ O’nun zararını ض ر ر
24 أَوْ yahut
25 أَرَادَنِي bana dilese ر و د
26 بِرَحْمَةٍ bir rahmet ر ح م
27 هَلْ mı?
28 هُنَّ onlar
29 مُمْسِكَاتُ durduracaklar م س ك
30 رَحْمَتِهِ O’nun rahmetini ر ح م
31 قُلْ de ki ق و ل
32 حَسْبِيَ bana yeter ح س ب
33 اللَّهُ Allah
34 عَلَيْهِ O’na
35 يَتَوَكَّلُ dayanırlar و ك ل
36 الْمُتَوَكِّلُونَ tevekkül edenler و ك ل

Putperest Araplar, aslında Allah’ın varlığına inanıyor, sorulduğunda O’nun yaratıcı kudretini tanıdıklarını ifade ediyorlardı; fakat putlarını aracı tanrılar saydıkları için Allah’ı bırakıp putlara tapıyor, onlara sığınıyor, onlardan yardım istiyor, böylelikle şirk inancına sapıyorlardı. Oysa onların insanlara yardım etmek şöyle dursun, Allah’tan gelen bir zararı veya bir rahmeti, nimet ve bereketi önleme güç ve imkânları yoktu. Bunun âyette soru ifadesiyle ortaya konması, eğer akıllarını kullanırlarsa bunun, o putlara tapanlarca dahi rahatlıkla anlaşılabilecek açık bir gerçek olduğu anlamına gelir. 

“Allah bana yeter” ikrarı ve bunun devamındaki ifade, müminin sadece Allah’a inanmakla kalmayıp her türlü tutum ve davranışında, faaliyetlerinde yalnız Allah’a dayanıp güvenmesi, ihtiyacını sadece O’na arzederek yardım ve desteği O’ndan beklemesi, böylece inancını eylemleriyle bütünleştirmesi gerektiğine işaret eder. Âyette geçen tevekkülün anlamı da budur. Bu anlamıyla tevekkül kişiye güç ve onur kazandırır, kendine güvenini arttırır; kısaca –yine Kur’an’ın tabiriyle– onu izzet sahibi yapar (bk. Münâfikūn 63/8). Nitekim 39-40. âyetler de Hz. Peygamber’in, bu anlamdaki tevekkül anlayışından kaynaklanan kendine güvenini, onurlu ve kararlı duruşunu ifade etmektedir. 

Müfessirler, 40. âyette geçen iki azaptan ilkini, putperestlerin müslümanlar karşısındaki yenilgisi, ikincisini de âhiret azabı olarak yorumlamışlardır. 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 619
Riyazus Salihin, 63 Nolu Hadis
Abdullah İbni Abbas  radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre şöyle demiştir:
Bir gün Hz. Peygamber’in terkisinde bulunuyordum. Bana:
“Yavrucuğum, sana bazı kaideler öğreteyim” dedi ve şöyle buyurdu: “Allah’ın buyruklarını gözet ki, Allah da seni gözetip korusun. Allah’ın (rızâsını) her işte önde tut, Allah’ı önünde bulursun. Bir şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen, Allah’tan dile! Ve bil ki, bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Yine eğer bütün ümmet, sana zarar vermeye kalksalar, ancak Allah’ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmaz olmuş, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. (Bundan sonra takdirde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.)
(  Tirmizî, Kıyâmet 59)
Tirmizî dışında bir rivayette de (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I, 307) şöyle buyurulmaktadır: “Allah’ın emir ve yasaklarını gözet, O’nu önünde bulursun. Bolluk içindeyken (emirlerine bağlı kalmakla) sen Allah’ı tanı ki O da darlığa düşünce (kurtarmak suretiyle) seni tanısın. Bil ki senin hakkında yazılmamış olan şey başına gelmez. Sana takdir edilen de seni atlayıp (başkalarına) gitmez. Bil ki zafer sabırla, sevinç üzüntüyle, kolaylık da zorlukla birliktedir.”

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

سَاَلْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

مَنْ  istifhâm ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَلَقَ السَّمٰوَاتِ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  الْاَرْضَ   atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. يَقُولُنَّ  fiili mahzuf  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ' ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Mekulü’l-kavli  اللّٰهُۜ ‘dir. يَقُولُنَّ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

اللّٰهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, خالقها (Onları yaratıcıdır) şeklindedir.


 قُلْ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ اَوْ اَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت 'dir. 

Hemze istifham harfidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن أراد الله ضرّي (Allah bana zarar vermek isterse) şeklindedir.  

Şart ve cevap cümleleri mekulü’l kavl cümlesidir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُونَ  fiil cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَدْعُونَ  fiili  ن 'un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  اَرَادَنِيَ öncesinin delaletiyle mahzuf şartın cevap cümlesidir. 

اَرَادَنِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ن  vikayedir. Mütekellim ى' sı mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ  lafza-i celâl muahhar fail olup lafzen merfûdur. بِضُرٍّ  car mecruru  اَرَادَنِيَ  fiiline mütealliktir.  

هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ  cümlesi ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

هَلْ  istifham harfidir.  Munfasıl zamir  هُنَّ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَاشِفَاتُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  ضُرِّه۪ٓ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَرَادَنِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim  ى ‘sı mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

هَلْ  istifham harfidir. Munfasıl zamir  هُنَّ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

مُمْسِكَاتُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَحْمَتِه۪  muzâf olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَرَادَنِيَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

كَاشِفَاتُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كشف  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُمْسِكَاتُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli  حَسْبِيَ اللّٰهُۘ ’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

حَسْبِيَ  mübteda olup  ي  üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.


عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ

 

عَلَيْهِ  car mecruru  يَتَوَكَّلُ  fiiline mütealliktir. يَتَوَكَّلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْمُتَوَكِّلُونَ  fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

يَتَوَكَّلُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

الْمُتَوَكِّلُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Âşûr bu cümlenin itiraziye olduğunu söylemiştir. (Âşûr)

Şart cümlesi olan  لَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ  cümlesi,  سَاَلْتَهُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. İsim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  مَنْ  istifham harfi mübteda,  خَلَقَ السَّمٰوَاتِ  haberdir. 

İsim cümlesinde müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nun-i sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.

يَقُولُنَّ  fiilinin mekulü’l-kavli olarak gelen cümlede, lafza-i celal, takdiri  خالقها (Onları yaratıcı) olan mukadder bir haberin mübtedasıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Sorunun cevabında haber hazf edilebilir.

Mekulü’l-kavl cümlesinde  خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ  ifadesinin hazfedilerek  اللّٰهُۜ  lafzıyla yetinilmesi, ihtibâk sanatıdır. 

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Bu ayet-i kerîmenin  لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الله  şeklinde gelmesi gerekirken müsned hazfolmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّمٰوَاتِ  - الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

سَاَلْتَهُمْ - لَيَقُولُنَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Ayeti kerime mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıe lâmı ile gelmiştir. Sadece  وإن سألتهم ‘’Onlara sorarsan’’ şeklinde gelmemiştir. Bu harf tekid ifade eder. Dolayısıyla bu kelam bazı nahivcilere göre kasem menzilindedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 473)

Bu söz onların semavat ve arzı yaratanın Allah olduğunu kesin olarak bildiklerine, bu konuda hiçbir şüphe veya tereddüt duymadıklarına delalet eder. Bunun için verdikleri cevap da  ليقولنّ الله  şeklinde  ل  ve tekid nûnu ile gelmiştir.

ليقولنّ الله  cümlesinin takdiri, ليقولن خلقهن الله (Muhakkak: «Onları yaratan Allah'tır» derler) şeklindedir. Îcâz için  خلق  fiili zikredilmemiştir. Kur'an'da semavat ve arzı veya onları kimin yarattığı sorusunun cevabında tek bir ayet dışında hiçbir zaman  خلق  fiili zikredilmemiştir. O da  Zuhruf/9. ayettir ve burada  خَلَقَهُنَّ الْعَزِيزُ الْعَلِيمُ [Onları O mutlak gâlib, O (her şeyi) hakkıyla bilen (Allah) yarattı] buyurulmuştur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C. 2, S. 473)

Allah Teâlâ, müşriklerle ilgili vaîd ile, müminlerle ilgili vaat hususunda genişçe malumat verince, putperestlerin yolunun çürük ve bozuk olduğunu göstermek için yeniden deliller getirip, bunu şu iki esasa dayamıştır.

Birinci Esas, Allah'ın Varlığındaki İttifaktir.

O müşrikler kādir, alîm, hakim ve rahîm bir ilâhın varlığını kabul etmekte idiler. Ayetteki, "Yemin olsun ki onlara, "gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, muhakkak, "Allah" diyecekler" ifadesi ile bu anlatılmaktadır. Bil ki bazı kimseler şöyle derler: Kādir, hakîm ve rahîm bir ilâhın var olduğunu bilmek, çoğu insanların, üzerinde, ittifak ettikleri bir husus olup, bu hususta onlar arasında bir münakaşa yoktur. Fıtri akıl da, bu bilginin doğruluğuna şehadet etmektedir. Çünkü göklerin, yerin, özellikle bitkilerin ve hayvanların ve insanın bedenindeki enteresan şeyler ile insandaki harikulade çeşitli hikmetler ve acayip maslahatlar hususu üzerinde düşünüldüğünde, bu düşünen kişi, mutlaka kādir, rahîm ve hakîm bir ilâhın varlığını kabul edecektir.

İkinci Esas: Putların hayra ve şerre hiçbir kudretleri yoktur. Bu husus da, ["O halde söyleyin bana, Allah benim için bir zarar dilerse, sizin Allah'ı bırakıp taptığına o şeyler, O'nun bu zararını giderebilirler mi? Yahut Allah benim için bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini engelleyebilirler mi?"] ayetiyle anlatılmıştır. Böylece bu kimsenin, mutlaka kādir, hakîm ve rahîm bir ilâhın varlığını ikrar etmesi gerektiği ve o putların ne hayra ne de şerre bir kudretinin bulunmadığı sabit olur. Durum böyle olunca, Allah'a ibadet etmek ve O'na güvenip dayanmak yeterli olur. İşte ayetteki, ["De ki: "Bana Allah yeter. Tevekkül edenler ancak O'na tevekkül ederler"] ifadesi ile bu anlatılmıştır. Böyle bir esas bulunduğuna göre, insan müşriklerin korkutmalarına aldırmaz. Binaenaleyh ayetin muradı, bu ayetten önce bahsedilen, "Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar" cümlesine karşı verilecek cevaba bir dikkat çekiştir. (Fahreddin er-Râzî)


قُلْ اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesi, takdiri, إن أراد الله ضرّي أو نفعي فأخبروني هل يمنعن ضرّي أو يحجبن نفعي  (Eğer Allah bana bir zarar vermek veya bana bir fayda vermek isterse, bana söyle: Benim zararımı mı engelliyorlar, faydamı mı perdeliyorlar?) olan mahzuf şartın cevabıdır. Cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Hemze inkari istifham,  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp taaccüp ve istihza anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil mekulü’l-kavl, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir. Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)


 اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ 

 

Ayet itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı önceki şart cümlesinin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir.

Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Lafza-i celâlin zikrinde, tecrîd sanatı vardır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

Bu ayetteki   ضُرِّه۪ٓ  lafzının başındaki  ب  ile özellikle zarar kastedilmediğini; dolayısıyla burada konuşan kişinin, Allah’ın dilemesi dışında bir şeyin gerçekleşmeyeceğine dikkat çekmek için bu sözleri söylediğini ve özellikle zararı kastetmediğini belirtmektedir. Sâmerrâî, “Bana göre durum böyle değildir” diyerek Razî’ye muhalif düşmekte ve ayetteki ضُرٍّ  lafzının başındaki ب  harfiyle özellikle “zarar” kastedildiğini ifade etmektedir. Sâmerrâi’ye göre Kur'an’ın anlatım üslubunda  ب 'nin bitiştiği her kelime, bağlamı oluşturan kelamın merkezindeki kelimedir. Dolayısıyla zikredildiği yerin en önemli kelimesidir. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)


هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ 

 

 

 اَرَادَنِيَ  fiilinin ikinci mef’ûlu konumundaki  هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinde  هَلْ  inkârî manada soru harfidir.  هُنَّ  mübtedadır. Veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelen müsned  كَاشِفَاتُ , ism-i fail veznindedir.

كَاشِفَات  lafzı  إزالَةِ  anlamında müsteardır. (Âşûr)

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tehaddi ve ikrar amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bu ayetteki her iki istifhamın cevabı, hayır şeklindedir. Fakat Kur'an bu cevabı vermek yerine [De ki: Allah bana yeter] ifadesini tercih etmiştir. Çünkü kul, Allah bana yeter deyince bu sözüyle zımnen Allah'tan başkası için zararı yok etme veya rahmeti tutma gücünün olabilmesini de aynı zamanda nefyetmektedir. Buna göre ‘’hayır’’ cevabı ‘’Allah bana yeter’’ ifadesinden zımnen anlaşılmıştır ve bunun yanında fayda vermek ve zararı defetmek hususunda Allah'ın yeterli oluşu ayrıca belirtilmek istenmiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifham Üslubu)

ضُرٍّ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 اَوْ اَرَادَن۪ي بِرَحْمَةٍ 

 

Bu cümle muhayyerlik ifade eden atıf harfi  اَوْ  ile  اِنْ اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle, cevabı mahzuf şarttır. Cevabın, öncesinin delaletiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

اَرَادَنِيَ اللّٰهُ بِضُرٍّ  cümlesiyle bu cümle arasında güzel bir mukabele oluşmuştur. 

بِرَحْمَةٍ ‘deki tenvin tazim ve herhangi bir manasında nev ifade eder.

Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu cümlede lafza-i celalin zikrinin terki, ihtibâk sanatıdır.


هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِه۪ۜ 

 

اَرَادَنِيَ  fiilinin mef’ûlu konumundaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinde  هَلْ  inkârî manada soru harfidir.  هُنَّ  mübtedadır. Veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelen müsned  مُمْسِكَاتُ , ism-i fail veznindedir.

Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp tehaddi ve ikrar amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

رَحْمَتِه۪ۜ - ضُرِّه۪ٓ  ve  كَاشِفَاتُ - مُمْسِكَاتُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır. 

هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّه۪ٓ  cümlesiyle bu cümle arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.

Ayetteki, ["Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar"] ifadesinden sonra o korkutan şeyleri müennes olarak, kâşifat ve mümsikât şeklinde ifade etmiştir. Bundan maksat, o şeylerin alabildiğine güçsüz ve zayıf olduklarına dikkat çekmektir. Çünkü dişilik, zayıflığın bulunduğu farz edilen bir durumdur. Bir de müşrikler, putlarını, müennes isimlerle niteleyip, "Lât, Uzzâ ve Menât" gibi isimler veriyorlardı. Bu sebepten de olabilir. (Fahreddin er-Râzî)


 قُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  حَسْبِيَ اللّٰهُ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır. Cümlede takdim tehir sanatı vardır.  حَسْبِيَ  mukaddem haber,  اللّٰهُۜ  muahhar mübtedadır. 

Müsnedün ileyhin izafet terkibinde gelmesi veciz ifade kastına matuftur. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Ayette ism-i celâlin dört kez zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek ve uluhiyet vasfını kalplere yerleştirmek amacına matuftur. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

Cümlede  حَسْبِيَ ‘nin takdiri  مِن كُلِّ شَيْءٍ وفي كُلِّ حالٍ (her şeyde ve her durumda) şeklinde olan müteallikı, mahzuftur. (Aşûr) 

اَرَادَن۪ي - ضُرِّ - رَحْمَتِه۪ۜ - هُنَّ - هَلْ - قُلْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ

Ayetin son cümlesi beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِ ’nin amili olan  يَتَوَكَّلُ ‘ya takdimi tahsis ifade eder. Çünkü gerçek tevekkül ehli, yalnız Cenab-ı Hakk'a tevekkül eder. Ayrıca müşriklere de tariz vardır. (Aşûr)

Takdimle oluşan kasrda  عَلَيْهِ  maksurun aleyh/mevsûf,  يَتَوَكَّلُ  maksur/sıfat olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

الْمُتَوَكِّلُونَ ‘deki tarif örfi âmmdır. (Aşûr)

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَتَوَكَّلُ - الْمُتَوَكِّلُونَ  ve  لَيَقُولُنَّ - قُلْ  kelimeleri arasında iştikak cinâsı, reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Bir gün Resûlüllah’ın terkisine binmiştim. O bana şöyle buyurdu: "Ey genç ben sana bazı şeyler söyleyeceğim. Sen Allah'ın emrini koru, O da seni korur. Sen Allah'ın emrini koru, onu yanında bulursun. Birşey istediğinde Allah’tan iste, yardım dilediğinde Allah’tan yardım dile. Şunu iyi bil ki, şayet bütün insanlar sana bir menfaat sağlamak için bir araya gelmiş olsalar, Allah'ın, senin için takdir ettiğinin dışında hiçbir fayda sağlayamazlar. Şayet insanlar sana herhangi bir zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, Allah'ın senin için takdir ettiğinin dışında sana herhangi bir zarar veremezler. Artık kalemler kaldırılmış sahifeler kurumuştur. (Tirmizî, K.el-Kıyame, bab: 59, Hadis no: 2516 Ahmed b. Hanbel, Müsned, el, S.293. Ve Taberî)

 
Zümer Sûresi 39. Ayet

قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ  ...


39-40. Ayetler Meal  :   
De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de yapacağım. Kişiyi rezil edici azabın kime geleceğini ve sürekli azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
3 اعْمَلُوا yapın ع م ل
4 عَلَىٰ göre
5 مَكَانَتِكُمْ durumunuza ك و ن
6 إِنِّي elbette ben de
7 عَامِلٌ yapıyorum ع م ل
8 فَسَوْفَ yakında
9 تَعْلَمُونَ bileceksiniz ع ل م

قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

Mekulü’l-kavli  يَا قَوْمِ ’dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Nidanın cevabı  اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ ‘dur. Îrabdan mahali yoktur.

اعْمَلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

عَلٰى مَكَانَتِكُمْ car  mecruru  اعْمَلُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِنّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَامِلٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

عَامِلٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عمل fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ

 

 

فَ  ta’lîliyyedir.  سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ

 

Bu ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevap cümlesi olan  اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen vaz edildiği anlamın dışına çıkarak tehdit ve tehaddi ifade etmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  [Usûlünüze göre amel edin] ayeti aşırı tehdit ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Kur’an'da dört yerde geçen bu ayetteki  اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ  ifadesinin îrabı konusunda Âlûsî, iki farklı îrab vechi zikretmektedir. Âlûsî'nin tercih ettiği anlaşılan birinci îrab vechine göre  مَكَانَتِ  kelimesi masdar olup fiilinin mef‘ûlun bihidir. Bu îraba göre Âlûsî, ayete şöyle anlam vermektedir: (İmkanınızın ve gücünüzün son haddine kadar çalışın) (Âlûsî, Rûhu’l-Me‘ânî) Âlûsî, aynı ayetin geçtiği iki yerde bu şekilde anlam verirken diğer iki yerde Zümer/39, Hud/121 ise َkelimesinin مَكَانَتِ  kelimesinin mecazen hal anlamında kullanabileceğini belirterek buna göre anlam vermeyi tercih etmektedir. (Harun Abacı, Kur’ân'ın Anlam Farklılaşmasına Îrabın Etkisi - Âlûsî Tefsiri Örneği)


اِنّ۪ي عَامِلٌۚ

 

Beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  عَامِلٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

اِنّ۪ ‘nin haberi olan  عَامِلٌۚ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ifade, zımnen bildiriyor ki, Peygamberimiz, durmadan Allah'ın yardım ve desteğiyle güçlenmektedir. İşte bundan dolayıdır ki, onları, "kendisini rezil rüsva edecek azap kime gelecek..." kelamıyla, her iki cihanda onlara karşı muzaffer olacağını bildirmekle onları tehdit etmiştir. Zira düşmanlarının rezil rüsva olması, Peygamberimizin galibiyetin delilidir. Nitekim Allah (cc), Bedir savaşında onları cezalandırıp kendilerini rezil rüsva etmiştir. (Ebüssuûd)


 فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ

 

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ  cümlesine dahil olan  فَ  taliliyye,  سَوْفَ  istikbal harfidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzarinin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olurlar.

Tesvif harfi  سَوْفَ ’den murad tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ  harfinin mazi fiili tekidi gibi- müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf/123)

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ  sözüyle yapılan tehdit; inkâr ve azarlamanın teferruatıdır. Mef’ûlün hazfi, korku uyandırmak içindir. Arkadan gelen cümleyle açıklanmıştır. (Âşûr Araf 123) 

Bu ifadede ‘yakında bileceksiniz’ manasına, ‘gereken karşılığı göreceksiniz’ manası idmac edilmiştir. Hem vaad, hem vaid ifade etmektedir.

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ  cümlesi, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

اعْمَلُوا - عَامِلٌۚ  kelimeleri arasında cinası iştikak  عَامِلٌۚ - تَعْلَمُونَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve bu gruplardaki kelimeler arasında ise reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

Cenab-ı Hak, müşriklere karşı, savuşturulmasına imkân bulunmayan böylesine güçlü deliller getirince, bunun peşinden, tehdit üslubu ile, "De ki: "Ey kavmim, bulunduğunuz hal ve minval üzere (dilediğinizi) yapın..." yani "Sizler, son derece güçlü ve kuvvetli olduğunuza inanıyorsunuz. Öyle ise ellerinizden gelen her türlü hile ve tuzağa başvurun. Ben de, dinimi anlatmak için çalışıp çabalayacağım. Çünkü sizler o azabın ve rezilliğin, bana mı yoksa sizin başınıza mı geleceğini göreceksiniz" buyurmuştur. Bu ifadenin maksadı, tehdit ve korkutmadır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zümer Sûresi 40. Ayet

مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kime?
2 يَأْتِيهِ geliyor ا ت ي
3 عَذَابٌ azab ع ذ ب
4 يُخْزِيهِ onu rezil eden خ ز ي
5 وَيَحِلُّ ve (kimin) konuyor? ح ل ل
6 عَلَيْهِ üzerine
7 عَذَابٌ azab ع ذ ب
8 مُقِيمٌ sürekli ق و م

مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ 

 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , önceki ayette geçen  تَعْلَمُونَۙ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْت۪يهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَأْت۪يهِ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَذَابٌ  fail olup lafzen merfûdur. يُخْز۪يهِ  fiili,  عَذَابٌ ’ün sıfatı olarak mahallen merfûdur.  

يُخْز۪يهِ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfu muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُخْز۪يهِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خزي ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ

 


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يَحِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir.  عَلَيْهِ  car mecruru  يَحِلُّ  fiiline mütealliktir. عَذَابٌ  kelimesi fail olup lafzen merfûdur.  مُق۪يمٌ  kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

مُق۪يمٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ

 


Ayet, önceki ayetin devamıdır. تَعْلَمُونَۙ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَنْ , istifhamiyedir. (Aşûr)

عَذَابٌ  kelimesi  يَأْت۪يهِ  fiilinin faili yapılarak kişileştirilmiştir. Azabın bir şahıs gibi gelecek olması azabın şiddetini, azametini artırmaktadır. Ayrıca ayette azabın tekrarlanması, mukim olmakla sıfatlanması onun korkunçluğunu tekit etmektedir. Bu ifadede istiare vardır.

يُخْز۪يهِ  cümlesi,  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümlede müsnedin ileyh olan  عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim, kesret ve nev ifade eder. 

Sıfat cümlesine matuf olan  وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِ , faili olan  عَذَابٌ ‘a, tehdidi artırmak için takdim edilmiştir. 

عَذَابٌ’daki tenvin, tazim, kesret ve nev ifade eder.

عَذَابٌ daki tenvin tazim ifade eder. (Aşûr)

عَذَابٌ kelimesi ayette siyakdaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مُق۪يمٌ  kelmesi  عَذَابٌ  için sıfattır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Ayetteki  عَذَابٌ مُق۪يمٌ  daimî azabından murad, cehennem azabıdır. (Ebüssuûd, Aşûr)

 
Günün Mesajı
Allah teala insanların Müslüman olmadan önce işledikleri küfür ve şirk gibi en kötü fiilleri bile affedecek ve onları Müslüman olduktan sonra işledikleri en güzel amellere göre mükafatlandıracaktır. Takvalı olan muhsinlere ise Allah onların takva ve ihsan mertebesine ulaşmadan önce işledikleri işlemiş olabilecekleri büyük günahlara bile affedecek ve onları bu mertebe ulaştıktan sonra yaptıkları en güzel işlere göre mükafatlandıracaktır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bazı sorular vardır, insanın iç dünyasının sokaklarında yankılanır durur. Gaflete dalmış halini uyandırır. Dünyalık sıkıntıların etkisini hafifletir. Nefsini hizaya getirir. Bedenindeki uyuşukluğu giderir. Belki: “Allah, kuluna kâfi değil mi?” sorusu bunlardan birisidir.

İnsanın kalbi, salih bir kul yetiştirmek isteyen ebeveyn gibi olmalıdır. Nefsi ise ebeveynine güvenen bir bebek gibi davranmalıdır. Allah bana yeter diyerek huzurlu hisseden kalbi gören nefis: dünyaya ve dünyalıklara doğru tepkileri vermeyi ve kendisini kontrol etmeyi öğrenir.

Nefsin, zaman zaman korkması, üzülmesi ve sıkılması normaldir. Bunların üzerini örtmek için dünyalıklara sığınmasına ihtiyacı yoktur. Zaten bu sığınmaların yani dünyalık huzurların hepsi geçicidir. Şüphesiz; kendisini ve bu alemi yaratan Allah, ona yeter. Yeter ki; Rabbine itaat eden kalbin haline güvensin. 

Allah bana yeter diyen kalp: bebeğine bakan bir ebeveyn gibi nefsini; zikirle, ibadetle ve Allah’ın kelamı ile besleyendir ve doğru olanı hatırlatandır. Lakin; önce kendisi güçlenecek, sonra himayesinde olanı yanlışlardan koruyacak. Devamlı Rabbini anan bilir ki; o dünya için değil, Allah için yaşamaya gelmiştir.

Kalbi, nefsinin efendisi olan takva sahiplerinden, Allah bana yeter diyen tevekkül ehlinden ve Allah’tan başkasından korkmayanlardan olmak duasıyla.

Ramazan’a Özel:

Daha dün gibi hatırlıyorum gidişini izlediğim, özlediğim ve yolunu gözlemeye başladığım anı. Sevdiğime kavuşacakmışım gibi bekledim seni. Getireceğin hediyelerin hepsinden faydalanabilmeyi istiyorum Rabbim'den.

Gelişinin yaklaştığını haber veren her güzel günde, gönlümün bahçe kapılarını açtım. O gün gelecekmişsin, gözlerimi yoldan yeterince ayırmazsam, bizim sokağa dönecekmişsin gibi hissettim. Annesine sarılmayı, hediyesini açmayı, oynamak için arkadaşını bekleyen bir çocuk gibiydim. 

Şehr-i Ramazan, çok bekleyenin var. Gelişin müslümanlara rahmet olsun. Birbirine sırtını dönmek için bahane arayan, en ufak fikir ayrılığında Allah'ın ilan ettiği kardeşliği inkar edecek hale bürünen müminlere kardeşlik ve ümmet duygusunu hatırlatmanı diliyorum Rabbim'den. 

Şehr-i Ramazan, çok özleyenin var. Gelişin müminlerin kalplerindeki kini silsin istiyorum. Rabbim'in bizlere şifa, rehber, hidayet ve rahmet olarak indirdiği Kuran-ı Kerim'i daha çok sevelim, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in yaşantısından ve merhametinden daha çok örnek alalım gelişinle.

Şehr-i Ramazan, sana çok ihtiyamız var. Dünyaya bağlanan gönüllerimizin ahirete dönmesine, gafletten uyanmaya, kalplerimizin imanla yıkanmasına, nefsimizin terbiye edilmesine, ümmet kardeşliğini hatırlamaya çok ihtiyacımız var. Gelişinle Rabbim öyle hayırlı duygular indirsin ki kalbimize, her mümin dönsün baksın yanındaki mümin kardeşine ve desin ki:

"Elhamdulillah müslümanlardanız, Selamun Aleyküm kardeşim, seni Rabbimin rızası için çok seviyorum."

Son hazırlıklar yapılsın. Allah'ın izniyle dua ve ibadetlerin kabul olunacağı Ramazan geldi.

Öyle hayırlarla dolu Ramazan yaşamak nasip olsun ki; Allah kullarından, Rasulullah ümmetinden, Ramazan onu ağırlamaya çalışandan ve Kuran-ı Kerim onu okuyandan razı olsun.

***

Kendisine yazdığı mektuplardan birinde şu ifadeler yer alıyordu: 

‘Allah’tan sakın!’

Hem yalnız başınayken, hem de insan içindeyken bir kul olarak sınırını bil. Haramdan uzak dur. Şüpheli işlere elini uzatırken tehlikesine değer mi diye iyi düşün. Karar verirken ne kadar reklamı yayınlanıyor ya da bak kimler yapıyor düşünceleriyle heveslenip gaflete düşme. Nefsinin değil, kalbinin tartısını kullan.

Kendi nefsini huzursuz etmekten ya da ona istediğini verememekten ve başkalarını incitmekten ya da onları öfkelendirmekten korktuğundan daha fazla seni yaratan Allah’tan kork. Hakikatte kimi memnun edilmesi gerektiğini hatırla. Zira hakiki manada sevgiye, övgüye ve saygıya asıl layık olan O’dur.

İçinden söylediğin yalanları işiten ve dışarıya çektiğin numaraları bilen Allah’tan sakın. Kimsenin birbirinin yanında durmak istemeyeceği mahşer gününü hayal et. Şöyle düşün: tek bir parmağının yandığı ilk anın içinde hatırına gelen ne olur: Acıdan kurtulmak için elini çekmek mi ya da herhangi bir dünyalık mı?

Allah’ın gazabından rahmetine, öfkesinden muhabbetine, cennetten cehenneme ve düşmanlarından dostlarına kaç.  

Ey Allahım! Bizi hakiki manada Senden sakınan, her işte Senin hoşnutluğunu arayan, iç ve dış dünyası doğru ve dürüst olan salih kullarından eyle. Mahşer günü gazabından, öfkenden, cehennemden ve düşmanlarından uzaklaştırılanlardan; rahmetine, muhabbetine, cennetine ve dostlarına kavuşan kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji