28 Kasım 2025
Zümer Sûresi 22-31 (460. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zümer Sûresi 22. Ayet

اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...


Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse değil midir?
2 شَرَحَ açtığı ش ر ح
3 اللَّهُ Allah’ın
4 صَدْرَهُ göğsünü ص د ر
5 لِلْإِسْلَامِ İslam’a س ل م
6 فَهُوَ o
7 عَلَىٰ üzerinde
8 نُورٍ bir nur ن و ر
9 مِنْ -nden
10 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
11 فَوَيْلٌ yazıklar olsun
12 لِلْقَاسِيَةِ katılaşmış olanlara ق س و
13 قُلُوبُهُمْ yürekleri ق ل ب
14 مِنْ karşı
15 ذِكْرِ anmağa ذ ك ر
16 اللَّهِ Allah’ı
17 أُولَٰئِكَ onlar
18 فِي içindedirler
19 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
20 مُبِينٍ apaçık ب ي ن

اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ  cümlesi mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أمن أسلم (Müslüman olan mı?) şeklindedir.

Hemze isttifham harfidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَنْ  ism-i mevsûl olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.  شَرَحَ اللّٰهُ  cümlesi mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

شَرَحَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

صَدْرَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لِلْاِسْلَامِ  car mecruru  شَرَحَ  fiiline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى نُورٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  نُورٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


  فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ

 

فَ  istînâfiyyedir.  وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلْقَاسِيَةِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  قُلُوبُهُمْ  izafeti ism-i fail  لْقَاسِيَةِ ‘nin faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ ذِكْرِ  car mecruru  لْقَاسِيَةِ ‘e mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  قَاسِيَةِ  kelimesi, sülasi mücerredi قسو  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

Bu kelam, makabli yani öğüt almanın akl-ı selîm sahiplerine tahsis edilmesinin bir nevi izahıdır. (Ebüssuûd)

Ayetin ilk cümlesi, takdiri  أمن أسلم (Müslüman olan mı?) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede hemze inkarî istifham harfi, ism-i mevsul  مَنْ  mübtedadır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ  cümlesi,  مَنْ ’in sılasıdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  كمن قسا قلبه  (Kalbi sıkışan kimse gibidir) olan haber hazf edilmiştir.

Müsnedün ileyhin müşterek ismi mevsûlle marife olması sözü geçen kişilere tazim ifade eder.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkârî manada olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle, ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ  ifadesinde istiare vardır. شَرَحَ ‘nın hakiki manası ‘eti yarmak’tır. Zihnin İslam'ın rehberliğini ve sevgisini kabul etmesi anlamında kullanılmıştır.

Bu ayette  صَدْرَ  kelimesinin anlamı göğüstür. Kalbin mahalli göğüs olduğu için mahal söylenerek kalp kastedilmiştir. Göğüse isnad edilen vasıflar da bunu teyit eder. Çünkü ferahlık ve darlık kalbe isnad edilen sıfatlardır. (Süleyman Kablan, Arap Dili Ve Belâgatında Mecâz-I Mürsel Ve Alakaları, Âşûr)

فَ  atıf harfiyle sıla cümlesine atfedilen  فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪  cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan هُوَ ’nin haberi mahzuftur. عَلٰى نُورٍ  bu mahzuf habere mütealliktir.

نُورٍ ’in nekre gelmesi, tazim, kesret ve nev ifade eder.

مِنْ رَبِّه۪  car mecruru, نُورٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّه۪  izafetinde Rabb isminin muzâf olmasıyla  ه۪  zamirinin ait olduğu kişi şeref kazanmıştır.

اللّٰهُ  ve  رَبِّ  isimlerinde tecrîd sanatı, ikisi arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı Ekev Akademi Dergisi Yıl: 21 Sayı: 69 (Kış 2017))

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لِلْاِسْلَامِ 'deki lam illet lâmıdır. İslam’ı kabul etmesi sebebiyle onun kalbini açtı demektir. (Âşûr)

Ayet-i kerîmede îcâz-ı hazif vardır. Siyakın delaletiyle haberi hazf edilmiştir. Takdiri,  اَفَمَنْ شَرَحَ اللّٰهُ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِ كَمَنْ طَمَعَ الله على قلبِهِ (Allah’ın, göğsünü İslama açtığı kimse Allah’ın kalbini mühürlediği kimse gibi midir?) şeklindedir. Yani Allah tarafından, göğsü İslam için genişletilen ve bu sayede İslam’ı kabul edip onunla hidayete erişen kimse -ki bu hidayet sebebiyle, Rabbinden gelen bir nur ve basiret üzeredir. Bu, marifet ve hakkı bulma nurudur- tercihinin kötülüğü, gaflet içinde bulunması ve cehaleti sebebiyle kalbi katılaşmış ve bu suretle dalalet karanlıklarında, cehalet afetlerinde kalmış kimse gibi midir? Bunun manası, “hidayete ermiş ve İslam’a girmeye muvaffak olmuş kimse ile kalbi katı ve haktan uzak olan kimse bir değildir” şeklindedir. Bundan sonra Yüce Allah ayetin ilk cümlesindeki üslup gereği eksiltilen, hazf edilen ifadeye delalet olsun diye kalpleri katılaşmış olanların cezasını zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır:  فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ , yani Allah Teâlâ zikredildiği zaman kalpleri yumuşamayan, boyun eğip itaat etmeyen, anlamayan ve kavramayan (şuur, iz’an ve idrak yoksunu) kimselere şiddetli azap olsun. Bu kimseler haktan sapmak suretiyle içine düştükleri apaçık sapıklıkta kalpleri katılaşmış ve insanların tümü için (onları da saptırabilecek) aşikâr bir tehlike oluşturan kimselerdir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Allah'ın, göğsünü İslam'a açtığı” öyle ki, ona kolayca yerleştiği kimse, İslam'ı hiç çekinmeden kabul eden çok müsait kimseyi böyle ifade etmesi şunun içindir; çünkü göğüs kalbin mahallidir, o da ruhun kaynağıdır, o da İslam'ı kabul eden nefsin dayanağıdır. (Beyzâvî)

فَهُوَ عَلٰى نُورٍ مِنْ رَبِّه۪  [Ve onun Rabbinden bir nur üzerinde olan kimse] bundan marifeti ve hakka hidayeti kast ediyor. Aleyhis-salâtü ves-selâm: Nûr kalbe girince genişler ve açılır, dedi. Bunun alameti nedir, dediler? O da: Ebediyet yurduna özlem duymak, aldatıcı yurttan kaçınmak ve gelmeden önce ölüme hazırlanmak, dedi. Bu cümle mahzufun haberidir, ona da (vay, kalpleri Allah'ın zikrinden katılaşanlara) kavli delalet etmektedir. Allah'ın zikri için demektir ki, bu da  مِنْ  yerine  عَنْ  kullanmaktan daha mübalağalıdır; çünkü kalbi bir şeyden katılaşan onu kabul etmekten kalbi başka bir şeyden katılaşandan daha çok nefret eder. Onların kabul sıfatlarını, bunların da ret sıfatlarını mübalağa etmek için göğsün genişlemesi zikredilmiş ve Allah’a isnat edilmiştir, buna karşıt olarak da kalplerin katılığı gösterilmiş, o da kendilerine isnat edilmiştir. (Beyzâvî)


فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ

 

فَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  وَيْلٌ ’nun haberi mahzuftur.  لِلْقَاسِيَةِ  bu mahzuf habere mütealliktir.

وَيْلٌ  mübtedadır. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri caizdir.

وَيْلٌ  cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ , kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Bakara/79) 

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.

قُلُوبُهُمْ , ism-i fail olan  لِلْقَاسِيَةِ ’nin failidir.  مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ  car mecruru,  لِلْقَاسِيَةِ ’ye mütealliktir. İsm-i fail kalıbında gelen  لِلْقَاسِيَةِ  fiil gibi amel etmiştir.

Cümle haber formunda gelmiş olmasına rağmen beddua manasındadır. Muktezâ-i zahirin hilafına terkip olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celalin zikrinde tecrîd sanatı, tekrarlanmasında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/81)

 ذِكْرِ اللّٰهِۜ  izafetinde, lafz-ı celale muzâf olan ذِكْرِ , tazim ve şeref kazanmıştır. (Âşûr)

Kalplerin katılaşması ifadesinde istiare vardır. Kalp, sertleşebilen bir şeye benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki tesire kapalı olma halidir.

ذِكْرِ اللّٰهِ  ile murad edilen Kur’an’dır. Lafza-i celâle izafet edilmesi onu teşrif etmek içindir. 


اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

 

Ayetin sonunda beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ , mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

ضَلَالٍ ’deki tenvin tahkir ve kesret ifade eder.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayette zarfiyye manası taşıyan  ف۪ي  harfi gelmiş, böylece dibi görünmeyen derin bir çukurun içine düşmüş gibi “siz bu dalâlete gömülmüşsünüz” manası ifade edilmiştir Müfessirler Kur'ân'ın hidayet kelimesi ile  على  harfini, dalalet kelimesi ile ise ف۪ي  harfini kullandığına dikkat çekmişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.231)  

ضَلَالٍ  - اِسْلَامِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî,  شَرَحَ - مُب۪ينٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مُب۪ينٍ  kelimesi; kuvveti gizli olmayan güçlü kimsedir. Kuvvet ve sebat manasında bir kinayedir. Tefekkür edene onun delalet olduğunu gösterir. (Âşûr)
Zümer Sûresi 23. Ayet

اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَاباً مُتَشَابِهاً مَثَانِيَۗ تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  ...


Allah, sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de (vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 نَزَّلَ indirdi ن ز ل
3 أَحْسَنَ en güzelini ح س ن
4 الْحَدِيثِ sözün ح د ث
5 كِتَابًا bir Kitap halinde ك ت ب
6 مُتَشَابِهًا birbirine benzer ش ب ه
7 مَثَانِيَ ikişerli ث ن ي
8 تَقْشَعِرُّ ürperir ق ش ع ر
9 مِنْهُ ondan
10 جُلُودُ derileri ج ل د
11 الَّذِينَ kimselerin
12 يَخْشَوْنَ korkanların خ ش ي
13 رَبَّهُمْ Rablerinden ر ب ب
14 ثُمَّ sonra
15 تَلِينُ yumuşar ل ي ن
16 جُلُودُهُمْ derileri ج ل د
17 وَقُلُوبُهُمْ ve kalbleri ق ل ب
18 إِلَىٰ
19 ذِكْرِ zikrine ذ ك ر
20 اللَّهِ Allah’ın
21 ذَٰلِكَ işte bu
22 هُدَى rehberidir ه د ي
23 اللَّهِ Allah’ın
24 يَهْدِي doğru yola iletir ه د ي
25 بِهِ bununla
26 مَنْ kimseyi
27 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
28 وَمَنْ ama kimi
29 يُضْلِلِ sapıklığında bırakırsa ض ل ل
30 اللَّهُ Allah
31 فَمَا artık olmaz
32 لَهُ ona
33 مِنْ hiçbir
34 هَادٍ yol gösteren ه د ي

“Gerçekleri tekrar tekrar dile getiren” diye çevirdiğimiz mesânî kelimesi, sözlükte “ikili ikili” anlamına gelen mesnâ veya müsennâ kelimesinin çoğulu olup burada “tekrar tekrar söylenen, okunan veya bildirilmesi gerekeni sık sık dile getiren sözler, açıklamalar” anlamında olmak üzere Kur’an hakkında kullanılmıştır. 

Âyette Kur’an’ın başlıca özelliklerinin şu şekilde sıralandığı görülmektedir: 

a) Kur’an’ı Allah indirmiştir, o ilâhî kelâmdır; vahiy meleği ve peygamber ise bu kelâmın insanlığa ileticileridir. 

b) Bunun zorunlu sonucu olarak Kur’an “sözlerin en güzeli”dir; yani ondaki bilgiler ve haberler gerçek, hükümler adaletli ve yararlı; onun gösterdiği yol doğru ve kurtarıcıdır. 

c) Kur’an bir kitaptır; insanlığın kurtuluş rehberi olarak kıyamete kadar yaşatılması, okunması, istifade edilmesi için yazılı belge haline getirilmesi gereken ve öyle de yapılmış olan ilâhî bir rehberdir. 

d) Bu kitap aynı zamanda kendi içinde uyumlu; sözleri, nazmı ve üslûbu güzel, ahenkli, içeriği tutarlıdır; onda mâkul ve izahı mümkün olmayan hiçbir açıklama yoktur. 

e) Kur’an “mesânî”dir, yani onu okuyanı, dinleyeni yeterince aydın­latmak için aynı bilgileri bazan aynı, bazan farklı ifadelerle tekrar tekrar dile getiren veya bıkkınlık vermeden tekrar tekrar zevkle okunan, dinlenen bir kitaptır. Mesânî kelimesinin, yaratıcı-yaratılan, melek-şeytan, aydınlık-karanlık, dünya-âhiret, cennet-cehennem, vaad-vaîd (tehdit), korku-ümit, buyruklar-yasaklar gibi ikişerli kavramların, hükümlerin Kur’an’da sıklıkla yer aldığını belirtmek üzere kullanıldığı yorumları da yapılmıştır (Râzî, XXVI, 271-272). 

f) Kur’an, hem ifade ve üslûbuyla hem de içeriğiyle okuyucuyu derinden etkiler; yerine göre korkutup kaygılandırır, yerine göre sevindirip ümitlendirir. Hatta âyetlerindeki ses-anlam uyumu dolayısıyla Kur’an, mânasını anlamayanlar üzerinde bile bu etkisini gösterir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 611-612

اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَاباً مُتَشَابِهاً مَثَانِيَۗ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

نَزَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَحْسَنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْحَد۪يثِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. كِتَاباً  kelimesi  اَحْسَنَ ‘den bedel olup fetha ile mansubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُتَشَابِهاً  kelimesi  كِتَاباً ‘nin sıfatı olup mansubdur.  مَثَانِيَۗ  ikinci sıfatı olup mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَزَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُتَشَابِهاً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفاعَلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ 

 

تَقْشَعِرُّ  fiili  كِتَاباً ‘nin üçüncü sıfatı olup mahallen mansubdur. Fiil cümlesidir. تَقْشَعِرُّ  damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْهُ  car mecruru تَقْشَعِرُّ  fiiline mütealliktir.  جُلُودُ  fail olup lafzen merfûdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَخْشَوْنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَخْشَوْنَ   fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

رَبَّهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَقْشَعِرُّ  fiili üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil  افْعَلَلَّ  babındandır. Sülâsîsi  قشعر ‘dır. 


ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ 

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  تَل۪ينُ  damme ile merfû muzari fiildir.  جُلُودُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلٰى ذِكْرِ  car mecruru  تَل۪ينُ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.   


ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُدَى  haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  هُدَى  maksur isimlerdendir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَهْد۪ي بِه۪  cümlesi işaret zamirinden hal olup mahallen mansubdur.

يَهْد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِه۪  car mecruru  يَهْد۪ي  fiiline mütealliktir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ‘ dur. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.


 وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

 

وَ  istinaf içindir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, amili  يُضْلِلِ ‘in mukaddem mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

يُضْلِلِ  şart fiili olup, meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

مَا   nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir. هَادٍ  lafzen mecrur, mahallen muahhar mübteda olarak merfûdur. هَادٍ  mankus isimdir.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak irab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُضْلِلِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

هَادٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  هدي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَاباً مُتَشَابِهاً مَثَانِيَۗ 

 

Ayetin ilk cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ كِتَاباً مُتَشَابِهاً   cümlesi haberdir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Bu ayette isnadın Allah Teâlâ’ya olması tahsis için karinedir.

Müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet ve müsnedin fiil olması halinde bu terkip; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bu ayette tahsis açıktır. Çünkü bu zikredilen fiillerin tamamı Allah Teâlâ’ya aittir. O’ndan başkası bu fiilleri yapamaz. Ancak bazen bu terkip, hükmü takviye de ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlenin ism-i celâl ile başlaması, indirenin yüceler yücesi olması dolayısıyla indirilenin (vahyedilenin) sözün en güzeli olduğunu ilan eder. Haber cümlesinde celâl isminin zikri ve müsnedin fiil cümlesi olması, hükmü takviye eder ve ''O, bol bol verir'' sözü gibi gerçekleştiğini ifade eder. Hükmü takviyenin yanında ihtisas ifade eder. Kitabın indirilmesi sadece Allah’a (cc) tahsis edilmiştir. (Âşûr)    

كِتَاباً  kelimesi  اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ ’den bedel veya haldir. 

Tevabiden birisi olan bedel, atıf harfi getirilmeksizin tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

مُتَشَابِهاً  ve  مَثَانِيَۗ  kelimeleri,  كِتَاباً ’in birinci ve ikinci sıfatlarıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Allah ism-i celâli cümle başlangıcı, (indirmektedir peyderpey) ifadesinin de onun haberi kılınmasıyla sözün en güzeli ululanmakta, şanı yüceltilmekte, güzelliğine tanıklık edilmekte, onun Allah’a dayandığı tekid edilmekte, Allah katından olduğu ortaya konulmakta; böylesinin, başka bir ihtimal olmaksızın ancak Allah’tan sadır olabileceği ve onun diğer sözlerden tamamen başka mu‘ciz ilâhî bir vahiy olduğu belirtilmektedir.

مُتَشَابِهاً  birbirine benzerliği bakımından kayıtlanmamış demektir. Bu benzeşme, Kur’an’ın manalarının sıhhat ve sağlamlığı, hakkaniyet, doğruluk ve insanlık yararı üzerine bina edilmiş olması, kelimelerin isabetli, oturaklı ve yerli yerinde seçilmiş olması; îcâzda ve hasmı susturmada nazım ve telifinin birbirinde karşılık bulması vb. hususlardaki benzeşmeleri içine alır. (Keşşâf)

مَثَانِيَۗ [tekrar tekrar/ikişerli] kelimesi, müteşabihliğin beyanı da olabilir; çünkü tekrarlanan kıssalar mutlaka birbirine benzer.  مَثَانِيَۗ  kelimesi  مثني ‘nın çoğuludur; tekrarlanan anlamındadır. Kıssaları, haberleri, ahkâmı, emir ve nehiyleri, vaat ve vaîdi, mev‘izeleri tekrarlandığı için böyle nitelenmiştir. (Keşşâf)

Sözün en güzelinden murad, Kur’an-ı Kerim'dir. Kur'an'ın tekrarlanan olması, kıssalarının, haberlerinin, hükümlerinin, emir ve yasaklarının, mükâfat ve ceza vaatlerinin ve öğütlerinin tekrarlanmasıdır. (Ebüssuûd)

Allah ismi ile başlamasında ve نَزَّلَ  kalıbının kullanılmasında ona isnadı tekid, indirilene vurgu ve güzelliğine şahit vardır, (ahenktar bir kitap olarak) bu da  اَحْسَنَ 'den bedel yahut haldir. Ahenktar olması da îcâzda, nazmın birbirini okşamasında, manasının doğruluğunda ve genel menfaatlere delalette parçalarının birbirine benzemesidir. (İkişerli /katmerli) bu da müsennanın yahut  مثني 'nın veyahut مثن 'in çoğuludur, nitekim Hicr sûresinde geçmiştir. كِتَاباً 'in onunla nitelenmesi ayrıntıları itibariyledir, Mesela: Kur'an surelerdir; insan: kemikler, damarlar ve sinirlerdir sözü gibi.

Ya da  مُتَشَابِهاً 'den temyiz kılınmıştır. Mesela: رأيت رجلا حسنا شمائله (eşkali güzel bir adam gördüm) gibi. (Beyzâvî)


 تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ 

 

تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ الَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْۚ  cümlesi  كِتَاباً  için üçüncü sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْهُ , ihtimam için fail olan  جُلُودُ ‘ya takdim edilmiştir.

جُلُودُ için muzâfun ileyh konumundaki  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

رَبَّهُمْ  izafeti, Allahın onlar üzerindeki rububiyet vasfını hatırlatmak ve tazim içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb ve Allah isimlerinin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ثُمَّ  atıf harfiyle  تَقْشَعِرُّ مِنْهُ جُلُودُ  cümlesine atfedilen  تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

ثُمَّ  burada sıralı düzenlemeyi ifade eder. 

Veciz ifade kastına matuf olan  ذِكْرِ اللّٰهِۜ  izafetinde, lafz-ı celâle muzâf olan ذِكْرِ , tazim ve şeref kazanmıştır. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)

ثُمَّ تَل۪ينُ جُلُودُهُمْ وَقُلُوبُهُمْ اِلٰى ذِكْرِ اللّٰهِۜ  cümlesiyle  فَوَيْلٌ لِلْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِۜ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

تَل۪ينُ - قَاسِيَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

جُلُودُهُمْ  - قُلُوبُهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır.

Bundan önce Kur’an'ın öz vasıfları anlatıldıktan sonra burada da, dinleyicilerinde meydana getirdiği zahirî etkileri beyan edilmekte ve bir de, onun, sözlerin en güzeli olduğu açıklanmaktadır.

Burada ifade edilen tüylerin ürpermesinden murad, ya temsil ve tasvir yoluyla aşırı haşyetlerini (korkularını) beyan etmektir, ya da gerçekten bu halin hasıl olduğunu beyan etmektir.

Yani onlar, Kur’an'ın azap vaat eden ayetlerini dinledikleri zaman, o kadar heybet ve haşyete kapılırlar ki, tüyleri diken, diken olur. Allah'ın rahmeti kendilerine hatırlatıldığı zaman ise, onların haşyetleri umuda ve korkuları da rağbete dönüşür ve Allah'ın rahmetinin anılmasıyla sükûnet ve itminan bulurlar. (Ebüssuûd)

Ayet metninde açıkça ”rahmet" söylenmeyip de  ذِكْرِ اللّٰهِ (Allah'ın zikri) denmesi rahmetin önemini vurgulamak içindir ya da Allah'ın adı anıldığında rahmetin hatıra gelmesinden dolayıdır. (Ruhu’l Beyan)


ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ

 

Bu cümle istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve tazim ifade eder. 

ذٰلِكَ (işte o) aslında uzak işareti olduğu halde burada kullanılması, bu rütbenin yükseldiğini ve şerefteki mertebesinin yüceliğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 119)

Bu ayetteki  ذَ ٰ⁠لِكَ  kelimesi mübteda olarak ref mahallindedir, Allah’ın hidayetine işaret etmektedir.

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

Müsnedin izafet formunda gelmesi az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

هُدَى اللّٰهِ  izafeti muzâfa şan ve şeref kazandırmıştır. Müsnedin şeref kazanmasıyla müsnedün ileyh de şereflenmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi,  هُدَى اللّٰهِ ’den haldir. Hal ıtnâb sanatıdır.

يَهْد۪ي  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ ‘nın sılası olan  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan  مَنْ ‘e takdim edilmiştir.

يَهْد۪ي  -  هُدَى  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

 وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلِ اللّٰهُ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir.

Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  ise, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümledeki takdim kasr ifade etmektedir.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan  مِنْ هَادٍ , muahhar mübtedadır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  cümlesinde, ihtisas manası vardır. Allah’ın saptırdığı kişi için hiçbir hidayetçi yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/33, C. 1, S.181 )

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هَادٍ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. Tekid ifade eden zaid harf  مِنْ  de bu manayı pekiştirir. Ayrıca nefy sıyakında nekre umuma delalettir. Yani ‘hiçbir yol gösterici yoktur’ anlamındadır.

يَهْد۪ي  - هُدَى  - هَادٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hidayet fiili, zihinde yerleşmesi için ayette üç kez tekrarlanarak tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı yapılmıştır.

Ayetteki  يُضْلِل (saptırır) ve  هَادٍ (yol gösterici) sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıddı olmanın yanı sıra birincisi fiil, ikincisi isimdir.

فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  cümlesiyle  يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Zümer Sûresi 24. Ayet

اَفَمَنْ يَتَّق۪ي بِوَجْهِه۪ سُٓوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَق۪يلَ لِلظَّالِم۪ينَ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ  ...


Kıyamet günü kötü azaba karşı yüzüyle korunan kimse, (o gün) azaptan emin olan kimse gibi midir? Zalimlere, “Kazandıklarınızı tadın” denir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse mi?
2 يَتَّقِي korunmağa çalışan و ق ي
3 بِوَجْهِهِ yüzüyle و ج ه
4 سُوءَ en kötü س و ا
5 الْعَذَابِ azabdan ع ذ ب
6 يَوْمَ günü ي و م
7 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
8 وَقِيلَ ve denilir ق و ل
9 لِلظَّالِمِينَ zalimlere ظ ل م
10 ذُوقُوا tadın ذ و ق
11 مَا şeyleri
12 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
13 تَكْسِبُونَ kazanıyor ك س ب

Tefsirlerde, 24. âyette inanç yönünden iki insan tipinin durumu arasında bir karşılaştırma yapıldığı kabul edilir. Bunlardan inkârcı olması sebebiyle cehenneme atılacak olan zikredilmekle birlikte, bunun kiminle karşılaştırılabileceği belli olduğu için âyette onun zikredilmesine gerek görülmemiştir. Müfessirler, bu karşılaştırmada zikredilmeyen tarafı belirtmek üzere, “âhirette kendisini ateşten korumak gibi bir tehlikeyle karşılaşmayacak olan mümin” veya “mutluluğu hak eden mümin” ya da “cennette olan mümin” gibi içerik olarak birbirinden farklı olmayan değişik açıklamalar yapmışlardır (Taberî, XXIII, 212; Şevkânî, IV, 526). 

İnsan, bir tehlikeye karşı yüzünü başka bir uzvu ile korumaya çalışır ama yüzünü bir koruma aracı olarak kullanması mümkün değildir. Buna göre 24. âyetteki “şiddetli azaba karşı kendini yüzüyle korumaya çalışma” ifadesi, cehenneme atılan birinin, artık en değerli varlığı olan yüzünü dahi koruma imkânından yoksun kalacağı, tamamen çaresizlik içinde bulunacağı anlamına gelmektedir (İbn Âşûr, XXIII, 393). Sonuçta âyet, “zalimler”in yani Allah’a ait olan tanrılığı Allah’tan başkasına tanımak yahut O’nu inkâr etmekle en büyük haksızlığı işleyenlerin ve daha başka haksızlıklar yapanların acıklı durumunu dile getirmekte; bunun sebebinin de yine onların bizzat kendileri, kendi kazandıkları olduğunu hatırlatmaktadır. 25-26. âyetlerde ise ilâhî hakikatleri yalan sayıp inkâr ve isyanlarını sürdüren eski toplulukların, daha bu dünyada belâlarını buldukları, rezilliği tattıkları, âhirette ise daha ağır cezaya çarptırılacakları belirtilerek insanlığa dünya ve âhiret hayatlarını kurtarmaları hususunda hayatî bir uyarıda bulunulmaktadır. 

 


 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 612-613

اَفَمَنْ يَتَّق۪ي بِوَجْهِه۪ سُٓوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

Hemze, istifham harfidir. Atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أكل الناس سواء (Bütün insanlar eşit midir?) şeklindedir. 

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, كمن أمن منه (Ondan emin olan gibidir) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَّق۪ي ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَتَّق۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِوَجْهِه۪  car mecruru  يَتَّق۪ي  filine mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سُٓوءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْعَذَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  يَوْمَ  zaman zarfı olup  يَتَّق۪ي  filine mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَتَّق۪ي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَق۪يلَ لِلظَّالِم۪ينَ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ

 

وَ  haliyyedir. ق۪يلَ لِلظَّالِم۪ينَ  cümlesi  قَدْ  takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. لِلظَّالِم۪ينَ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline mütealliktir. ذُوقُوا  fiili  ق۪يلَ  ‘nin naib-i faili olarak mahallen merfûdur. 

ذُوقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, جزاء ما كنتم (Durumunuza karşılık) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَكْسِبُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَكْسِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

ظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَمَنْ يَتَّق۪ي بِوَجْهِه۪ سُٓوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Ayet, siyakın mazmunundan anlaşılan takdiri  أكل الناس سواء (Bütün insanlar eşit midir?) olan mukadder istînâfa matuftur. Hemze inkârî istifham harfidir. 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. Sılası olan  يَتَّق۪ي بِوَجْهِه۪ سُٓوءَ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp taaccüp ve kınama anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  ism-i mevsûl  مَّنْ ‘in haberi mahzuftur. Takdiri,  كمن آمن منه (Ondan emin olan gibidir) şeklindedir.

يَتَّق۪ي بِوَجْهِه۪ (Yüzüyle korunuyor) ifadesi, hiçbir yardımcı bulunmamasından, herhangi bir korunma aleti olmamasından kinayedir.

Ayet-i kerimede haber hazf edilmiştir. Ahfeş dedi ki: Azabın kötüsünden yüzünü korumaya çalışan kimse mi daha üstündür, yoksa mutlu olan kimse mi? Bu da yüce Allah'ın: O halde ateşe atılacak kimse mi hayırlıdır. Yoksa kıyamet gününde emin olarak gelen kimse mi? (Fussilet, 41/40) ayetine benzemektedir. (Kurtubî)

Ayet metninde yer alan  يَتَّق۪ي (korumak) bir insanın kendine zarar verecek şeyleri savmak için kendi nefsini koruması demektir. Buna göre ayetin manası şöyle olur: En önemli organı olan yüzünü kıyamet gününde şiddetli azaptan korumaya çalışan kimse -ki, bu kâfirdir - bundan emin olan kimse gibi midir? (Ruhu’l Beyan)


وَق۪يلَ لِلظَّالِم۪ينَ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ

 

Cümleye dahil olan  وَ  haliyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.   

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ق۪يلَ  fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavl cümlesi  ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ  şeklinde emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Hitap edilenlerin zamir makamında zahir isimle anılması, onları tahkir için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Azabı tatma emri ihane (hor görme) tarikiyledir. Âlûsî de emrin ihane için olduğunu söyler. Zemahşerî şöyle der: ذُوقُوا (Tadın) emri, Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasınadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

مَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ (kazanmış olduğunuz şey) ibaresi azaptan kinayedir.

ذُوقُوا (Azabı tadın) ibaresinde azap, lezzetli bir yemeğe benzetilerek istiare yoluyla azabtan kaçamayacakları etkili bir tarzda ifade edilmiştir.

[Kazandığınız şeyi tadın] sözü; vebalini çekin, demektir. وَ  hal içindir, قَدْ  edatı da mukadderdir (gizlidir). (Beyzâvî) 

Onu tattı denilir. Yani tatlılığın ve acılığın tadı tadana ulaştığı gibi, bu da o kimseye ulaştı demektir. (Kurtubî)
Zümer Sûresi 25. Ayet

كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ  ...


Onlardan öncekiler de yalanladılar ve azap kendilerine farkına varamadıkları bir yerden geldi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَّبَ yalanladılar ك ذ ب
2 الَّذِينَ kimseler
3 مِنْ
4 قَبْلِهِمْ onlardan öncekiler ق ب ل
5 فَأَتَاهُمُ böylece onlara geldi ا ت ي
6 الْعَذَابُ azab ع ذ ب
7 مِنْ
8 حَيْثُ bir yönden ح ي ث
9 لَا
10 يَشْعُرُونَ hiç farkına varmadıkları ش ع ر

كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ

 

Fiil cümlesidir. كَذَّبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur.  

مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَتٰيهُمُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَذَابُ  muahhar fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْ حَيْثُ  car mecruru  اَتٰيهُمُ  fiiline mütealliktir.  حَيْثُ  mekân zarfı olup, damme üzere mebnidir. 

لَا يَشْعُرُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَتٰيهُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sıla cümlesinde icaz-ı hazif vardır.  مِنْ قَبْلِهِمْ  mahzuf sılaya mütealliktir.

Müsnedün ileyh arkadan gelecek habere dikkat çekmek amacıyla ism-i mevsûl olarak gelmiştir.

كَذَّبَ  fiili,  تفعيل  babındadır. Bu bab fiile kesret (fiilin, failin veya mef’ûlun çokluğu) anlamı katar.

Bundan önce, bütün kâfirlere isabet edecek ahiret azabı beyan edildikten sonra burada da, bazı kâfirlere isabet eden dünyevî azap beyan edilmektedir. (Ebüssuûd)


 فَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَتٰيهُمُ الْعَذَابُ (Azap geldi) ibaresinde mecazî isnad vardır.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَشْعُرُونَ  cümlesi, mekân zarfı  مِنْ حَيْثُ ‘nun muzâfun ileyhidir. Muzari fiil anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil, bu özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Zümer Sûresi 26. Ayet

فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ  ...


Böylece Allah dünya hayatında onlara zilleti tattırdı. Elbette ki ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilselerdi!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَذَاقَهُمُ onlara taddırdı ذ و ق
2 اللَّهُ Allah
3 الْخِزْيَ rezillik خ ز ي
4 فِي
5 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
6 الدُّنْيَا dünya د ن و
7 وَلَعَذَابُ azabı ise ع ذ ب
8 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
9 أَكْبَرُ daha büyüktür ك ب ر
10 لَوْ keşke
11 كَانُوا ك و ن
12 يَعْلَمُونَ bilselerdi ع ل م

فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ 

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile önceki ayete matuftur. Fiil cümlesidir. 

اَذَاقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

الْخِزْيَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  اَذَاقَ  fiiline mütealliktir. الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘ın sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَذَاقَهُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ذوق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

  

 وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَ  ibtidâiyye olup tekid içindir. عَذَابُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَكْبَرُۢ  haber olup lafzen merfûdur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Şartın cevabı mahzuftur, Takdiri, ما كذّبوا رسلهم في الدنيا (Dünyada resulleri yalanlamazlardı.) şeklindedir.

كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. 

يَعْلَمُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ 

 

Ayet, …فَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsnedün ileyh hükmün illetini bildirmek ve korkuyu artırmak için lafza-i celâlle gelmiştir. 

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  اَذَاقَهُمُ  fiiline ya da mahzuf hale mütealliktir. الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  فِي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Hayat içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat dünyadaki yaşamı mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  على  yerine kullanılmıştır. Hayatın içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhâfaza edilmesine benzetilmiştir.

İnkârcılarla, dünya hayatı arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazrûf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür. 

فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ  [Allah onlara rezilliği tattırdı] ifadesinde istiare vardır. Rezillik tadılacak bir yiyeceğe benzetilerek istiare yoluyla bulundukları durum etkili bir tarzda ifade edilmiştir.

الإذاقَةِ ‘’tattırmak” ifadesi, rezilliğin aşağılandığı tahyîli istiaredir. Akli olan hissi olana benzetilmiştir. (Âşûr) 


 وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

İbtida lamı ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümleye dahil olan  لَ , isim cümlesinin anlamını pekiştirmek için mübtedadan önce gelir.  عَذَابُ الْاٰخِرَةِ  mübteda,  اَكْبَرُۢ  haberdir. 

Müsnedün ileyh olan  لَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ ’nin, izafet formunda gelmesi az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin, izafet formunda gelmesi az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

اَكْبَرُۢ  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Gayri munsarif olması sebebiyle tenvin almamıştır.

وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ  cümlesiyle  فَاَذَاقَهُمُ اللّٰهُ الْخِزْيَ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الدُّنْيَاۚ  - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

 

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelen şart üslubunda inşâî isnaddır. Fasıl sebebi kemâl-i inkıtâdır.  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Şartın cevabının hazfı, icaz-ı hazif sanatıdır.

Şartın, takdiri  ما كذّبوا رسلهم في الدنيا (Dünyada, resulleri yalanlamazlardı.) olan cevabı, mahzuftur. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. 

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

كَان ’nin haberi olan  يَعْلَمُونَ ‘nin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Kur'an-ı Kerim’de birçok yerde muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakînlığı arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 117)

 
Zümer Sûresi 27. Ayet

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ  ...


Andolsun, öğüt alsınlar diye biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 ضَرَبْنَا biz anlattık ض ر ب
3 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
4 فِي
5 هَٰذَا bu
6 الْقُرْانِ Kur’an’da ق ر ا
7 مِنْ
8 كُلِّ her ك ل ل
9 مَثَلٍ temsili م ث ل
10 لَعَلَّهُمْ umulur ki
11 يَتَذَكَّرُونَ öğüt alırlar ذ ك ر

Kur’an, birçok yerde olduğu gibi yukarıda geçen âyetlerde de bazı inanç ve zihniyet gruplarından örnekler vermiştir; maksadı da muhatabını bunların durumu üzerinde düşündürüp kendisi için ders çıkarmasını, aklını başına almasını, yolunu düzeltmesini sağlamaktır. 22-23. âyete göre bir tarafta gönlü İslâm’a açılmış ve bu sayede rabbinin ışıklı yolunu bulmuş olanlar var; diğer tarafta Allah’ı anma konusunda kalbi katılaşmış, bu sebeple de sapkınlığa boğulmuş olanlar var; kezâ 24. âyete göre bir tarafta kıyamet günündeki dehşetli azaba karşı korumasız durumda kalacak inkârcılar var; diğer tarafta cennetteki mutlu hayata kavuşacak müminler var. Bu örneklerin yanında 25-26. âyetlere göre ilâhî hakikatleri yalan saydıkları için dünyada cezalandırılmış, âhirette de cezalandırılmayı hak etmiş olanların durumu da ders alınması gereken bir örnektir. Kur’an’ın asıl maksadı, muhataplarından kendi kurtuluşları için bu örnekleri değerlendirmelerini sağlamaktır. Onun ilk muhatapları Araplar olduğu ve ilâhî kelâmın, ondaki çelişkisiz bilgilerin, yüce gerçeklerin insanlığa tanıtılmasına öncülük edenler de yine Araplar olacağı için doğal olarak Kur’an’ın dilinin de Arapça olması gerekiyordu.

Gerek burada, gerekse başka âyetlerde (meselâ bk. Yûsuf 12/2; Tâhâ 20/13; Fussılet 41/3) Kur’an’ın Arap diliyle indirildiği bildirilmektedir. Kur’an yalnız Araplar’ın kutsal kitabı olmadığından Arapça bilmeyenlerin de onu anlayabilmeleri ve böylece İslâm’ı birinci kaynağından öğrenme imkânını elde etmeleri için Kur’an’ın başka dillere çevrilmesi zorunludur; nitekim günümüzde bütün dünya dillerine çeviriler yapılmış ve yapılmaktadır. Ancak şu tarihî gerçeği de unutmamak gerekir ki son ilâhî vahiyde Allah’ın kelâm sıfatı Arapça olarak tecelli etmiştir ve Kur’an’ın orijinal metni bu dildeki metindir. Eğer şartlar gereği Allah onun başka bir milletin diliyle inmesini murat etseydi orijinal metin de o dildeki metin olurdu. Şu halde hiçbir çeviri Kur’an’ın kendisi değildir, sadece çeviriyi yapanın asıl metinden anladığı mânalardır; çevirinin kelimeleri Allah’ın kelâmı değil çevirenin kelâma bulduğu karşılıklardır. Ancak bu karşılıkların ilâhî kelâmı eksiksiz fazlasız karşılaması mümkün değildir. Hatta bu, sadece Kur’an çevirileri için değil, herhangi bir yazara ait bir eserin çevirisi için dahi böyledir. 

 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 613-614

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

ضَرَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. لِلنَّاسِ  car mecruru  ضَرَبْنَا  fiiline mütealliktir.  ف۪ي هٰذَا  car mecruru  ضَرَبْنَا  fiiline mütealliktir. الْقُرْاٰنِ  işaret zamiri  ذَا ‘dan bedel veya atf-ı beyan olup mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مِنْ كُلِّ  car mecruru  ضَرَبْنَا  fiiline mütealliktir. مَثَلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَتَذَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَتَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ , cümlenin, mahzuf bir kasemin cevabı olduğunun işaretidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan … وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

ضَرَبْنَا  fiilnin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

الْقُرْاٰنِ , işaret isminden bedel veya atf-ı beyan olarak ıtnâb sanatıdır.

Kur’an’a  هٰذَا  ile işaret edilmesi önemine dikkat çekmek ve tazim içindir.

مَثَلٍۜ ‘deki tenvin, kesret, tazim ve nev ifade eder. (Âşûr)

ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْقُرْاٰنِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْقُرْاٰنِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

لِلنَّاسِ ’deki el takısı istiğrak içindir. (Âşûr) 


لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۚ

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır. Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlede  لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  لَعَلَّ ‘nin haberi olan  يَتَذَكَّرُونَ  muzari fiil cümlesi olarak gelmiş, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

‘Umulur ki’ anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sibeveyhî de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar.  َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.  لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

يَتَذَكَّرُونَ  fiili  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür .

Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. 

Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)
Zümer Sûresi 28. Ayet

قُرْاٰناً عَرَبِياًّ غَيْرَ ذ۪ي عِوَجٍ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ  ...


Biz onu, Allah’a karşı gelmekten sakınsınlar diye hiçbir eğriliği bulunmayan Arapça bir Kur’an olarak indirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُرْانًا Kur’an’dır (bu) ق ر ا
2 عَرَبِيًّا Arapça ع ر ب
3 غَيْرَ olmayan غ ي ر
4 ذِي
5 عِوَجٍ pürüzü ع و ج
6 لَعَلَّهُمْ umulur ki
7 يَتَّقُونَ sakınırlar و ق ي

قُرْاٰناً عَرَبِياًّ غَيْرَ ذ۪ي عِوَجٍ 

 

قُرْاٰناً  kelimesi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattienin hali veya  قُرْاٰناً  lafzı için tekiddir. عَرَبِياًّ  kelimesi  قُرْاٰناً ‘in sıfatı olup mansubdur. غَيْرَ  kelimesi  قُرْاٰناً ‘in ikinci sıfatı veya hali olup mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذ۪ي  muzâfun ileyh olup harfle îrab olan beş isimden biri olarak cer alameti  ي ’dır.  عِوَجٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


  لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

 

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.

هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَّقُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.   

يَتَّقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir. İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

قُرْاٰناً عَرَبِياًّ غَيْرَ ذ۪ي عِوَجٍ 

 

Ayette icazı hazif vardır.  قُرْاٰناً , hal veya mahzuf bir fiilin mef’ûlü olmak üzere medih olarak mansubdur. 

عَرَبِياًّ kelimesi  قُرْاٰناً  için birinci, غَيْرَ  ise ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Eğrilik, çarpıklık manasındaki  عِوَج , şüphe ve karışıklık anlamında istiare edilmiştir. Kelimedeki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Nefy siyakında nekre, umuma delalettir. Yani hiçbir şüphe ve karışıklık yoktur anlamındadır.

قُرْاٰناً عَرَبِياًّ  [Arapça bir Kur’an olarak] ifadesi hâl-i müekkededir. جاءني ذيدٌ َرجُلاً صالحاً وَ إنساناً عقلاً (Zeyd bana salih bir adam ve akılı bir insan olarak geldi.) sözünde olduğu gibi. Medih anlamında bir fiilin mef‘ûlü olmak üzere nasb edilmiş olması da mümkündür. (Keşşâf)


 لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

 

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlede  لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  لَعَلَّ ‘nin haberi  يَتَّقُونَ ‘nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

‘Umulur ki’ anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sibeveyhî de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar.  َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.  لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad takvalı olmaya teşviktir. Kur'an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)

Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)
Zümer Sûresi 29. Ayet

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلاً ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلاً سَلَماً لِرَجُلٍۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Allah, birbiriyle çekişen ortak sahipleri bulunan bir (köle) adam ile yalnızca bir kişiye ait olan bir (köle) adamı örnek verdi. Bu iki adamın durumu hiç, bir olur mu? Hamd Allah’a mahsustur. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ضَرَبَ örnek verdi ض ر ب
2 اللَّهُ Allah
3 مَثَلًا (şöyle bir) misalle م ث ل
4 رَجُلًا bir adam (köle) ر ج ل
5 فِيهِ
6 شُرَكَاءُ ortakları ش ر ك
7 مُتَشَاكِسُونَ birbiriyle çekişen ش ك س
8 وَرَجُلًا ve bir adam ر ج ل
9 سَلَمًا bağlı olan س ل م
10 لِرَجُلٍ yalnız bir kişiye ر ج ل
11 هَلْ midir?
12 يَسْتَوِيَانِ eşit س و ي
13 مَثَلًا ikisinin durumu م ث ل
14 الْحَمْدُ hamd ح م د
15 لِلَّهِ yalnız Allah’a mahsustur
16 بَلْ fakat
17 أَكْثَرُهُمْ çokları ك ث ر
18 لَا
19 يَعْلَمُونَ bilmiyorlar ع ل م

İnsanlık tarihinin en köklü realitelerinden biri olarak binlerce yıldan beri yakın zamana kadar devam eden kölelik uygulaması, Kur’an’ın ilk muhatabı olan Arap toplumunda da geçerli idi. Bu sebeple âyette tevhid inancının makullüğü, sağlayacağı huzur ve rahat, bu toplumun bir realitesiyle, köleliğe dair bir örnekle anlatılmaktadır. Buna göre bir insan, her biri kendisinden yararlanmak isteyen, bunun için de hep birbiriyle ihtilâf ve çekişme halinde olan birkaç efendisinin olmasını mı ister, yoksa sadece bir tek efendiye bağlı olmayı mı ister? Elbette bu ikincisini tercih eder. İşte çok tanrıcılığın her çeşidini reddedip bir olan Allah’a inanmak da böyledir; bu hem aklın gereğidir, hem de huzur ve mutluluk getirir. Yalnız Allah tanrılığa lâyıktır; bunun için bütün övgüler de O’na mahsustur. 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 615-616

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلاً ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلاً سَلَماً لِرَجُلٍۜ 

 

Fiil cümlesidir.  ضَرَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. مَثَلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَجُلاً  kelimesi  مَثَلاً ‘den bedel olup mansubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

ف۪يهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شُرَكَٓاءُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

مُتَشَاكِسُونَ  kelimesi  شُرَكَٓاءُ ‘nun sıfatı olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

شُرَكَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رَجُل  atıf harfi  وَ  ile ilk  رَجُل ‘e matuftur.  سَلَماً  kelimesi  رَجُلاً ‘in sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِرَجُلٍ  car mecruru  سَلَماً ‘e mütealliktir.

مُتَشَاكِسُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan tef’a’ul babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ 

 

 هَلْ  istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz. 

يَسْتَوِيَانِ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. مَثَلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَسْتَوِيَانِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


  اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ 

 

İtiraziyyedir. İsim cümlesidir. اَلْحَمْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.   


بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَكْثَرُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْلَمُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلاً ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ مُتَشَاكِسُونَ وَرَجُلاً سَلَماً لِرَجُلٍۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. 

رَجُلاً  kelimesiمَثَلاً ‘den bedeldir. مَثَلاً ‘deki tenvin nev ifade eder.

رَجُلاً  için sıfat olan  ف۪يهِ شُرَكَٓاءُ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faideî haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

ف۪يهِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  شُرَكَٓاءُ  muahhar mübtedadır.

مُتَشَاكِسُونَ  kelimesiشُرَكَٓاءُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümledeki ikinci  رَجُلاً  birinciye matuftur.  سَلَماً  kelimesi, رَجُلاً ’in sıfatıdır.  لِرَجُلٍۜ  car mecruru  سَلَماً ’e mütealliktir. سَلَماً  kelimesinin, mübalağa ifade eden masdar vezninde gelmesi müteallik almasını mümkün kılmıştır.

Cümlede, farklı kişilere işaret eden  رَجُلا  kelimeleri arasında tam cinas ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümlede temsîli bir istiare vardır. Kâfir ve mümin tasvir edilmiştir. Kâfir, iki sahibi olan bir köleye benzetilmiştir. İki sahip birbirinden farklı isteklerde bulunmakta ve köle hangisinin isteğini yerine getirip memnun edeceğini bilememekte, şaşırıp kalmaktadır. Mümin ise tek bir sahibi olan bir köleye benzetilmiştir. Sahibi ne derse onu yapıp memnun eder, ona ihlasla hizmet eder, kafası rahattır, huzurludur. Bu temsîli istiareyle şirk kötülenir, imanın güzelliği ortaya konur, kâfirin şaşkınlığı ve parçalanmış hali, müminin mutmainliği, güven içinde oluşu, çok etkili bir şekilde anlatılmış olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi


هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i inkıtadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp takrir anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

مَثَلاً  temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.


اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ

 

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  اَلْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur.  لِلّٰهِ  bu mahzuf habere mütealliktir.  لِلّٰهِ  lafzındaki  ل  harfi, tahsis ifade eder.

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۚ  ifadesinin manası; bütün hamdleri Allah’tan başka kimsenin hak etmediğidir. Bu izafî kasrdır. Kemâl manayı ifade ederek hakiki kasr olması da caizdir. Nimet verici olarak Allah’tan gayrını övmek hoşgörü nedeniyledir. Çünkü hakikatte Allah’ın nimetinin birisine ulaşması konusunda o kişi bir vasıtadır. Maksat yine Allah Teâlâ’dır. Müşriklere reddiyedir. (Âşûr)

Bu cümle, makablini bir nevi izah olup tevhid ehlinin dikkatini şu hakikate çekmektedir: onların sahip oldukları meziyet, Allah'ın tevfiki iledir ve bu, onların devamlı hamdini ve ibadetini gerektirmektedir.

Yahut bu cümle bize şunu bildirmektedir: Allah'ın, misal vermekle, tevhid ehli olarak kendilerinin en büyük örnek olduklarını, müşriklerin ise kötü bir örnek olduklarını beyan buyurması, Allah'tan kendileri için güzel bir ihsan ve tam bir lütuf olup O'nun hamdini ve ibadetini gerektirmektedir. (Ebüssuûd)


بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  اَكْثَرُهُمْ ‘un izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.

Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  لَا يَعْلَمُونَۜ  cümlesi müsneddir.

Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü  tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَلْ  atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.

بَلْ  atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)
Zümer Sûresi 30. Ayet

اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَۘ  ...


(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّكَ şüphesiz sen
2 مَيِّتٌ öleceksin م و ت
3 وَإِنَّهُمْ ve onlar da
4 مَيِّتُونَ ölecekler م و ت

Özellikle Mekke’nin ileri gelen Arap müşrikleri, daha çok maddî çıkarlarının ve toplumsal mevkilerinin sarsılacağı korkusuyla İslâm’ın iman esaslarına, ahlâkî ve toplumsal hayatla ilgili esaslarına karşı koymuşlardı; esasında inkârcı tavırların hepsinde bu tür psikolojik ve toplumsal sebeplerin etkisinden söz edilebilir. İşte bunun için âyetlerde peygamberinden en azılı inkârcısına kadar herkesin öleceği gerçeği hatırlatılmakta; yargılanmak üzere Allah’ın huzurunda toplandıkları zaman peygamberin de inkârcının da iddiasını ortaya koyacağı belirtilmektedir. Bu durumda her insan, Allah’ın huzurunda haksız çıkıp âhiret azabıyla cezalandırılması sonucunu doğuracak inanç ve davranışlardan kaçınmalı; bunun için de duyguları ve ihtiraslarıyla değil, aklı ve basiretiyle davranmalıdır.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 616

 Mevete موت :
  Mevt مَوْتٌ hayatin zıddı, sukun demektir. Meyt ölmüş kimse meyyit ise henüz ölmemis olmakla birlikte ölecek kişi anlamına gelir. Bununla ilgili Zümer 30. Ayette Allahu Teala Efendimize hitaben انك ميت و انهم ميتون  buyurmustur.
Mevt bir şeyden kuvvetin yok olmasına denir. İçinde insanlarin yaşamadığı yada imaretin bulunmadığı yerler içinde kullanılır. Ahmak kimse için de رجل موتان الفؤاد denir.
  Şayet hayat nevilerine kıyaslarsak مَوْت'i 5 bölüme ayırabiliriz:
1- İnsan, hayvan ya da nebatta bulunan büyüme ,gelişme ve kuvvetin zıddıdır. Bununla ilgili şu ayet örnek teşkil edebilir:
Fatir 9  فأحيينا به ألأرض بعد موتها

2- His kuvvetinin (duyu organlarının) tükenmesidir.
Meryem 23 يا ليتني مت قبل هزا    Hz. Meryem in doğum sancısı başladığında ettiği kelam
3- Akıl kuvvesinin yok olmasıdır ki bundan maksat cehalettir.
Enam 122 أو من كان ميتا فأحييناه
Küfür bir nevi manen ölüm olduğu için bu şekilde gelmiştir.
4-Hayattaki kedere sevk eden hüzün halidir. Su ayette bu durum kastedilmiştir;
İbrahim 17 و يأتيه الموت من كل مكان و ما هو بميت
Ayet kafirler için hazırlanan cehennem azabından bahsederken bu ifadeyi kullanır.
5- Uyku halidir. Denilmiştir ki uyku hafif ölüm , ölüm ise ağır uykudur.
  Kısacası Mevt hayatın yok oluşudur ki hayat, varlığındaki özellik ve aslı gereği her şeyde vardır, mevcuttur. O zaman burada şöyle bir çıkarım yapabiliriz: Hayat her şeyde olduğuna göre ölümde herşeyde vardır.  كل نفس ذا ءقة الموت (Müfredat)  Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı türeviyle 165 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekilleri mevt, mevta, meyyit, (hayat) memat, mat ve (şah) mattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَۘ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  مَيِّتٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

اِنَّهُمْ  atıf harfi  وَ ‘la birinci  اِنَّ ‘ye matuftur.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مَيِّتُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَۘ

 

Bu kelâm, bundan sonra zikredilen kıyamet günündeki davalaşmaları için bir ön açıklama mahiyetindedir. (Ebüssuûd)

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِنَّهُمْ مَيِّتُونَ  cümlesi istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

مَيِّتُونَۘ  -  مَيِّتٌ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Burada muhataptan ölü diye bahsedilmiştir. Halbuki ölüye hitap edilmez. Dolayısıyla evveliyet alakasıyla mecâz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayetteki iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.

El-Hasen, el-Ferrâ  ve el-Kisaî şöyle demişlerdir:  مَيِّت  şeddeli olarak henüz ölmemiş fakat gelecekte ölecek kimse için kullanılır. مَيْت  ise canı ayrılmış olan kimse demektir. Bundan dolayı burada hafif (şeddesiz) okunmaz. (Kurtubî)

 
Zümer Sûresi 31. Ayet

ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ۟  ...


Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 إِنَّكُمْ şüphesiz siz
3 يَوْمَ günü ي و م
4 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
5 عِنْدَ divanında ع ن د
6 رَبِّكُمْ Rabbinizin ر ب ب
7 تَخْتَصِمُونَ davalaşacaksınız خ ص م
Bu âyet nazil olunca Zübeyr ibni Avvam “Ya Resulallah dünyada hesaplaştıktan sonra ahirette bir daha mı hesaplaşacağız” diye sordu. Peygamber Efendimiz “Evet , öyle olacak “boyurunca , Zübeyr “O zaman iş pek çetin” dedi,
( Tirmizi ,tefsir 39/1; Ahmet b.  Hanbel,müsnet ,I,167).
 Burada şu hadis de hatırlamalıdır:” Kıyamet gününde haklar sahiplerine mutlaka verilecektir.  Hatta boynuzsuz koyunun hakkı boynuzlu koyundan kısas yapılarak alınacaktır”
(Müslim, Tahrimü’z-zulm 60).

ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ۟

 

 ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

يَوْمَ  zaman zarfı  تَخْتَصِمُونَ۟ ‘ye mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عِنْدَ  mekân zarfı  تَخْتَصِمُونَ۟ ‘ye mütealliktir.  رَبِّكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَخْتَصِمُونَ۟  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup mahallen merf’udur. تَخْتَصِمُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَخْتَصِمُونَ۟  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  خصم ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عِنْدَ رَبِّكُمْ تَخْتَصِمُونَ۟

 

Bu cümle rütbe açısından tertibe delalet eden  ثُمَّ  atıf harfi ile atfedilmiştir. Çünkü kıyamet günü aralarının ayrılacağı haberi bu makamda, ölüme gidecekleri haberinden daha önemlidir. (Âşûr)

Terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle makabline atfedilen  ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ , ihtimam için amili olan  تَخْتَصِمُونَ۟ ‘a  takdim edilmiştir. Müsned  تَخْتَصِمُونَ۟  şeklinde müspet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عِنْدَ رَبِّكُمْ  izafeti muzâfun ileyhin ve  عِنْدَ ’nin şanı içindir. Bu izafetle, muzâfun ileyh olan  كُمْ zamirinin işaret ettiği kişilerce Allah'ın rububiyet vasfının hatırlanması ve haşyetin artması murad edilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبَّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu davalaşma aşamasında ey Peygamberim! Sen, Allah katından sana verilen hükümleri ve öğütleri ve ezcümle bu ayetlerin içerdiği hakikatleri onlara tebliğ ettiğini ve hakka daveti tam olarak gerçekleştirdiğinı, onların ise, kibir ve inada daldıklarını hüccetle ileri süreceksin.

Diğer bir görüşe göre ise, bu davalaşmaktan murad, dünyada insanlar arasında cereyan eden davalaşmalardır. Ancak birinci görüş, en zahir ve bundan sonra zikredilecek ayetlere en münasip olanıdır. Çünkü bu ayetler, küfür ve iman konusunda iki taraf arasında cereyan eden davalaşmayı beyan etmektedir. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
Kur'ân, üslübu, okunuşu, ele aldığı meseleler, vaadleri ve tehditleriyle, kendisini okuyanı da, dinleyeni de ürpertiye sevkeder. Kalblerde hem kendisi, hem de Sahibi için derin bir saygı uyarır. O, bu celâl ve haşmetinin yanı sıra, o kadar da tatlıdır ki, kalblere sükünet verir. Ayrıca, zihinleri ve kalbleri her hususta tatmin eder, bütün zihni ve kalbi problemlere çözüm getirir. Dolayısıyla, onu önyargısız ve imana temayülü olan her kim okusa veya dinlese, çarpılmaktan kendini alamaz. 
Kur'ân ve onun Sahibi gibi, Cenab-ı Allah'ın O'na en yakın kulları da -peygamberler ve veliler aynı zamanda hem celâl ve haşmet hem de cemal sahibidirler. Onlar, ilk anda celâl ve haşmetleriyle insanı çarpar; fakat bu celâl ve haşmet cemal yüklü olduğu için, biraz sohbetlerine oturulduğunda bu defa cemalleriyle cezbederler. İnsanın gözünde onlardan sevimli kimse olmaz. Kur'ân'ın ve onun ehli olan peygamberlerin ve evliyanın kalblerde uyandırdığı bu celâl cemâl duygusu ve kalblere verdikleri tatmin ve sükünet, Allah'ın bir lütfu olup, Allah onunla insanları hidayet eder. Kur'ân ve onun ehli zatlar karşısında hiçbir haşmet ve güzellik duygusu duymayanlar, Allah'ın kalblere koyduğu inanma kabiliyetini yitirmiş ve kalbleri kaskatı kesilmiş demektir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bir zamanlar, bir şehir vardı ve bu şehir, onu diğerlerinden ayıran bir özelliğe sahipti. Gelen yabancılar, açıklanmadığı sürece, kolay kolay bunun farkına varamazdı. 

Küçük bir kuş çeşidi, şehrin sokaklarında yaşar ve dolaşırdı. Eğer bir nüfus sayımı yapılsaydı, her kişi başına, bir kuşun düştüğü anlaşılırdı.

Her gün, sabahtan akşama kadar kuşlar, eşleri olan insanın etrafında uçar ya da omzuna konardı. Bilmeyen biri, insanların onları eğittiğini sanardı ama aslında tam tersiydi.

Kuşlar, zaman zaman, bulundukları omzun sahibinin kulağını kemirirdi. Bunun ardından, o kişi, durup yaptıklarını ya da söylediklerini gözden geçirir ve hatasını düzeltir ya da telafi ederdi.

Artık bu kuşlardan eser kalmamıştı çünkü zamanların birinde yaşamış bir kralın emriyle, hepsi öldürülmüşlerdi. Zira; o, kuşların görevinden oldukça rahatsızlık duymuştu.

Kuşlar; sorumlu oldukları insanın bir taşkınlığını gördüğünde kulağını kemirirdi. Bunun amacı, ona bir gün öleceğini hatırlatmaktı. Böylece; insanın nefsani hevesleri törpülenirdi. Tevbeye ve şükre yaklaşır. İtaatsizlikten ve sapkınlıktan uzaklaşırdı.

Ey gönüllerimizi İslam’a açan Allahım! Bizi; sapkınlığa düşmekten ve sapkınların amellerinden muhafaza buyur. İmanını, muhabbetini, zikrini ve kelamını; kalplerimize ve dillerimize yerleştir. Bedenlerimizi ve kalplerimizi, hakiki huzuruna kavuştur. Dünya hayatımızı, hep bir gün öleceğimizi hatırlayarak yaşamamızı nasip eyle. Ölümü, dünyadan ayrılık olarak değil, Sana kavuşma olarak görenlerden; öldüğü ve dirildiği gün üzülenlerden değil, sevinenlerden eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji