وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve ne varsa |
|
2 | اخْتَلَفْتُمْ | ayrılığa düştüğünüz |
|
3 | فِيهِ | hakkında |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | شَيْءٍ | herhangi bir |
|
6 | فَحُكْمُهُ | hüküm vermek |
|
7 | إِلَى | aittir |
|
8 | اللَّهِ | Allah’a |
|
9 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | رَبِّي | Rabbim |
|
12 | عَلَيْهِ | O’na |
|
13 | تَوَكَّلْتُ | dayandım |
|
14 | وَإِلَيْهِ | ve O’na |
|
15 | أُنِيبُ | yöneldim |
|
Bu âyette kastedilen ayrılığın tarafları ve konuları hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Bir yoruma göre burada müminler ile inkârcılar arasında gerek dinî gerekse dünyevî konularda ortaya çıkan inanç ve fikir ayrılıkları kastedilmekte, bu ihtilâfların ancak Allah tarafından hükme bağlanacağı, kıyamet günü kimin haklı kimin haksız olduğunun net bir şekilde ortaya çıkarılacağı belirtilmektedir (Elmalılı, VI, 4224). Sûrenin Mekke döneminde inmiş olması ve 7-8. âyetlerin içeriği bu anlayışı destekleyici niteliktedir. Nitekim Mukātil’den, Mekkeliler’in bir kısmının Kur’an’a inanıp bir kısmının onu inkâr etmesi üzerine bu âyetin indiği nakledilmiştir (Şevkânî, IV, 603). Diğer bir yoruma göre burada bütün insanları kapsamına alan bir ifade bulunmaktadır ve dinî konularda insanlar arasında çıkan her türlü ayrılığın ancak Allah tarafından sonuca bağlanacağı, yüce Allah’ın kıyamet günü hakkı bâtıldan açık biçimde ayırt edeceği anlatılmaktadır (İbn Atıyye, V, 28; Şevkânî, IV, 603). Zemahşerî bu âyette müminlere yönelik bir buyruk bulunduğu noktasında birleşen şu yorumları da nakleder: a) Aranızda bir uyuşmazlık çıktığında Nisâ sûresinin 59. âyetinde belirtildiği gibi Resûlullah’ın hakemliğine başvurunuz ve başkalarının hükmünü onunkine üstün tutmayınız.
b) Bir âyetin yorumunda kapalılık bulunur ve ihtilâfa düşerseniz, Allah’ın kitabındaki muhkem âyetlere ve Resûlullah’ın sünnetindeki açık ifadelere başvurunuz. c) Ruhun mahiyetinin ne olduğu gibi size yükümlülük getirmeyen ve künhüne vâkıf olamayacağınız konularda görüş ayrılığına düşerseniz “Bunu en iyi bilen Allah’tır” deyiniz. Daha sonra Zemahşerî bu âyetin, müctehidlerin şer‘î konulardaki ihtilâflarına yönelik olup olmadığı sorusuna, “Hayır, çünkü Resûlullah hayatta iken ictihad câiz değildir” cevabını verir (III, 398). Öte yandan dinî meselelerin çözümünde kıyas metodunun kullanılmasına karşı çıkanların bu âyetten destek almaya çalıştıkları görülür. Fakat bağlamı ve indiği dönemin şartları dikkate alınırsa bu âyetin, İslâm âlimlerinin gerek akaid gerekse fıkıh alanındaki görüş ayrılıklarıyla ilgisi bulunmadığı ve bu istidlâlin zayıf olduğu ortaya çıkar (İbn Âşûr, XXV, 42). Kanaatimize göre –Râzî’yi takiben– âyetin asıl amacını şöyle özetlemek mümkündür: Yüce Allah nasıl resulünü inkârcıları iman etmeye zorlamaktan menetmişse aynı şekilde müminlerin de onlarla çekişmelerini ve husumeti arttırmalarını yasaklamış, haklıların mükâfatının ve haksızların cezasının kendisi tarafından verileceğini bildirmiştir (XXVII, 149). Burada âyetin ilk cümlesi Hz. Peygamber’in sözü olarak kabul edilirse, “İşte O Allah benim rabbimdir; yalnız O’na güvenip dayanmışımdır ve daima O’na yönelirim” anlamındaki sözler de bunun devamı olur; ilk cümle Cenâb-ı Allah’ın hitabı olarak kabul edildiğinde ise devamında, “Ey Muhammed! Şöyle de...” şeklinde bir hitap cümlesinin bulunduğu var sayılır (Taberî, XXV, 11; Zemahşerî, III, 398).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 732-733
Ekele اكل : أكْلٌ yemeği yemektir. Teşbih yoluyla ateş odunu yedi de denir.
اُكْلٌ - اُكُلٌ ise yenen şeydir. Yine اُكُلٌ nasip, pay, hisse anlamında kullanılır. Kur'an-ı Kerim'de de geçen أكَّالٌ formu çok yiyen demektir. Bazen fesad ve bozulma da مَاْكُولٌ sözcüğüyle ifade edilmiştir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve birkaç isim formunda 109 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli olmamakla birlikte küllenmek ifadesi işari olarak bu kökü hatırlatmaktadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اخْتَلَفْتُمْ şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru اخْتَلَفْتُمْ fiiline mütealliktir.
مِنْ شَيْءٍ car mecruru ف۪يهِ ‘deki zamirin temyizidir.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
حُكْمُهُٓ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
اخْتَلَفْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ
İsim cümlesidir. Mukadder istînâf için mekulü’l-kavl olup, mahallen mansubdur. Takdiri, ..قل لهم- والخطاب للرسول عليه السلام- ذلك الله ربّي (Hitap Resulullah (sav)’edir. Onlara İşte bu Rabbim Allah’tır de) şeklindedir.
İşaret ismi ذٰلِكُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur. رَبّ۪ي ikinci haber olup, mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ üçüncü haber olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru تَوَكَّلْتُ fiiline mütealliktir.
تَوَكَّلْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir تُۗ fail olarak mahallen merfûdur.
تَوَكَّلْتُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la تَوَكَّلْتُ ‘ye matuftur. اِلَيْهِ car mecruru اُن۪يبُ fiiline mütealliktir.
اُن۪يبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
اُن۪يبُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ cümlesi, مَا ’nın haberidir.
İsim cümlesinde müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
ف۪يهِ car mecruru اخْتَلَفْتُمْ ‘a , مِنْ شَيْءٍ car mecruru ise ف۪يهِ ’deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
شَيْءٍ ’indeki tenvin kesret ve nev ifade eder. Bu kelime مَا ‘daki ibhamı temyiz içindir.
فَ karinesiyle gelen فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِ cevap cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade için izafet formunda gelen حُكْمُهُٓ , mübtedadır. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur اِلَى اللّٰهِ , mahzuf habere mütealliktir.
اِلَى اللّٰهِۜ ’deki اِلَى harfi, temsilî mecaz olarak intihâ içindir. (Âşûr)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
مِنْ شَيْءٍ ’in ibaresi gelerek onlar arasında meydana gelen muhalefet kemâl surette ifade edilmiştir. Yani, herhangi bir şey veya herhangi bir konu manası taşır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.79)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَحُكْمُهُٓ - اخْتَلَفْتُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ
Cümle mukadder bir sözün mekulü’l-kavlidir. Müstenefe olan cümlenin takdiri … قل لهم [Onlara deki] şeklindedir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mekulü’l-kavl konumundaki sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi ذٰلِكُمُ , mübteda, lafz-ı celâl haberdir. رَبّ۪ي ikinci, عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ üçüncü haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/64, c. 1, s. 318)
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
اللّٰهُ ve رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَبّ۪ي izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif ifade eder.
رَبّ۪ي sözünde hitap zamirinden mütekellim zamirine iltifat yapılmıştır. Takdiri, ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكم (İşte bu sizin rabbinizdir.) şeklindedir. عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ cümleleri mu’tarızadır. (Âşûr)
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ cümlesi ذٰلِكُمُ ’ün üçüncü haberidir. Sebat, temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
عَلَيْهِ car mecruru تَوَكَّلْتُۗ fiiline, اِلَيْهِ car mecruru da اُن۪يبُ fiiline mütealliktir. Car mecrurların takdimi tahsis ifade eder. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen اِلَيْهِ اُن۪يبُ cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Atıfla gelen son iki cümlede car-mecrurların takdimi ihtisas ifade eder.(Âşûr) Tevekkül etmeyi ve dönüşü O’na hasretmiştir. Her iki cümle de kasr-ı sıfat alel mevsuf ve hakiki kasırdır. Takdim edilen maksûrun aleyhtir.
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)
İşaret ismi, ihtilaflar konusunda hüküm vermekle vasıflanmış olan lafza-i celâle aittir. O'nun sıfatları; veli oluşu, ölüleri diriltmesi ve her şeye gücünün yetiyor olmasıdır. İşaret ismi, bunların hepsini gözümüzün önünde canlandırır, lafza-i celâl, bu cümlede haber olur ve hükmedenin, veli olanın ve ölüleri diriltenin Allah olduğunu ifade eder. Mühim olan bunların, konuşanın kendinden kaynaklanmasıdır. Arkadan da ulûhiyetin celâlinden, ihsan, ikram, rahmet ve iyilik mertebesine intikal etmek için رَبّ۪ي lafzı gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.80)
Kurtubî şöyle der: Burada hazif vardır. Yani, ey Peygamber! Onlara de ki : İşte ölüleri dirilten ve ihtilaf edenler arasında hükmeden o Allah, benim Rabbimdir. عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ [Bütün işlerimde sadece O'na dayandım.] وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ [Önüme çıkan bütün müşkil ve zorluklarda, O'ndan başka hiç kimseye değil, sadece O'na başvururum.] Râzî şöyle der: Bu ibare, hasr ifade eder. Yani, sadece O'na dayanır ve sadece ona başvururum demektir. Bu, Allah'tan başkasını dost edinen kimsenin tuttuğu yolun değersiz olduğuna işarettir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir - Fahreddin er-Râzî)
تَوَكَّلْتُۗ fiilinin mazi sigasıyla اُن۪يبُ fiilinin muzari sıygasıyla gelişi, onun Allah'a olan güveninin, halkının onu onaylamamasından önce olduğuna işaret içindir. (Âşûr)