لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
2 | مُلْكُ | mülkü |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
4 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
5 | يَخْلُقُ | yaratır |
|
6 | مَا | ne |
|
7 | يَشَاءُ | diliyorsa |
|
8 | يَهَبُ | bahşeder |
|
9 | لِمَنْ | kimse için |
|
10 | يَشَاءُ | dilediği |
|
11 | إِنَاثًا | dişiler |
|
12 | وَيَهَبُ | ve bahşeder |
|
13 | لِمَنْ | kimse için |
|
14 | يَشَاءُ | dilediği |
|
15 | الذُّكُورَ | erkekler |
|
Bir önceki âyette insanoğluna ilâhî bir rahmet tattırıldığında sevinip şımardığı, ama istemediği bir durumla karşılaşınca nankörlük ettiği belirtildikten sonra burada Kur’an’ın geldiği dönemde ve toplumda bu tavrın çok açık bir örneğine, çocuk sahibi olma ve çocukların cinsiyeti konusundaki anlayışa değinilmektedir. Câhiliye dönemi Arapları, çocuğun meydana gelmesi ve özellikle cinsiyetinin belirlenmesini yüce Allah’ın irade ve kudretine bağlamak yerine insanlara nisbet edercesine; bu konuyu övme, övülme, kınama ve kınanma sebebi sayıyorlardı. Esasen değişik toplumlarda görülegelen ve günümüzde de yer yer açık veya gizli biçimde insanlar üzerinde etkisini hissettiren bu telakki Kur’an tarafından mahkûm edilmiştir. Müfessirlerin, bu âyetlerin ifade özelliklerinden hareketle ve daha çok kendi zamanlarının bilgi ve anlayışından etkilenerek yaptıkları yorumların çoğu burada verilmek istenen mesaj açısından aydınlatıcı görünmemektedir.
Bu âyetlerde biri inanç diğeri ahlâk alanıyla ilgili iki ana tema dikkati çekmektedir. İnançla ilgili olarak şu mesajın verilmek istendiği söylenebilir: Evrendeki hiçbir varlık ve oluş yüce Allah’ın hükümranlığı dışında düşünülmemelidir; insanlar için büyük önem taşıyan çocuk sahibi olma ve çocuğun cinsiyeti konusunda –tıbbî müdahalelerin etkileri dahil olmak üzere– insan irade ve çabasının ürünü gibi görünen sonuçların da gerçekte ilâhî iradeden bağımsız olmadığı ve Allah Teâlâ’nın koyduğu yasalar çerçevesinde gerçekleştiği asla göz ardı edilmemelidir. Buna bağlı olarak verilmek istenen ahlâkî mesaj da şu olmaktadır: 49. âyetin lafızlarından açıkça anlaşıldığı üzere, ister kız ister erkek cinsinden olsun, doğan her çocuk Allah’ın bağışı ve armağanı olduğuna, erkek ve kız çocuklarına birlikte sahip olmak da kısır kalmak da ilâhî iradeye bağlı bulunduğuna göre, çocuk sahibi olma veya olamama, kız veya erkek çocuğunun dünyaya gelmesi insanlar için bir övgü veya yergi konusu olmamalı, bir üstünlük ya da kusur gibi görülmemelidir. Kulun görevi, çocuk sahibi olmuşsa –bazı âyetlerde dünya hayatının süsü olarak nitelenen– bu armağanı veren Allah’a şükretmek, istediği veya gerekli meşrû sebeplere tevessül ettiği halde çocuk sahibi olamamışsa –sınav alanı olan dünya hayatında insanların sağlık, vücut tamlığı vb. bütün nimetlerde eşit tutulmadıklarını dikkate alarak– sabretmektir. İnsanın çocuk sahibi olmayı ve bunun mutluluğunu yaşamayı arzu etmesi doğaldır ve din bunu kınamaz. Fakat ister bu ister başka konuda bir kimsenin gerçekleşmesini arzuladığı bir sonucu kendi hayatı ve mutluluğu için vazgeçilmez görmesi sonuçta kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu daha çok kendisinin bildiği iddiasında bulunması gibi bir anlam taşır. Böyle bir tutumun yanlışlığı ve ilâhî takdire rıza göstermeme anlamı taşıdığı ise açıktır. Bu yanlışlığa düşülmemesi için Kur’an’ın yaptığı uyarılardan biri şöyledir: “Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara 2/216). Kaldı ki böyle bir durumda kişinin kendisini şartlandırıp gücü ve iradesi dışındaki bir sonucun meydana gelmesini isteme uğruna hayatını karartması yerine, sahip olduğu nimet ve imkânları başkalarıyla paylaşmaya çalışması, meselâ kimsesiz çocuklarla ilgilenmenin mutluluğunu yaşaması ve bunun ecrini Allah’tan beklemesi daha akılcı, hem dünya hem âhiret saadeti için daha elverişli bir yoldur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 760-762
Zekera ذكر :
ذِكْرٌ sözcüğüyle bazen insanın kazanıp elde edeceği bilgileri hıfzetmesini ve korumasını sağlayan nefisteki bir heyet kastedilir. Bu bakımdan tıpkı hıfz حِفْظٌ kelimesine benzer, ancak hıfz bilginin elde edilmesi, zikr ise söz konusu bilginin akla getirilmesi hakkında kullanılır.
Bazen de bir şeyin kalpte veya dilde hazır bulunması anlamında kullanılır. Bu da iki kısma ayrılmıştır: 1- Kalple olan zikir (hatırlamak) 2- Dil ile olan zikir (yâd etmek) Bunlardan her biri de iki kısma ayrılır: a) Bir nisyandan/unutmadan kaynaklanan zikir. b) Bir nisyandan kaynaklanmayan bilakis hıfzı devam ettirme/sürdürme amacından kaynaklanan zikir.
Her söylenen söze de zikir ذِكْرٌ denir.
ذِكْرَى ise çokça anmak/zikretmektir ve ذِكْرٌ sözcüğünden daha mübalağalıdır.
تَذْكِرَةٌ sözcüğüne gelince bir şeyin tezekkür edilmesini, hatırlanmasını hatıra getirilmesini sağlayan buna vesile olan şeydir.
ذَكَرٌ kelimesi dişi/kadın anlamındaki اُنْثَى sözcüğünün zıddıdır. Çoğulu ذُكُورٌ ve ذُكْرانٌ şekillerinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda 292 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zikir, zâkir, mezkûr, tezekkür, müzâkere ve tezkeredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ
Fiil cümlesidir. يَخْلُقُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يَهَبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَهَبُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِنَاثاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَهَبُ atıf harfi وَ ‘la ilk يَهَبُ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَهَبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَهَبُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الذُّكُورَۙ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ السَّمٰوَاتِ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَالْاَرْضِ kelimesi, tezat sebebiyle muzâfun ileyh olan السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ
Fasılla gelen bu cümle, يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ cümlesinden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَهَبُ kelimesinin masdarı هيب ; bir insanın mülkünü bir başkasına herhangi bir karşılık almaksızın vermesi demektir. Vehhâb Allah Teâlâ'dır. Çünkü O, herkese kendi hak ettiği oranda verir ve verdiklerine herhangi bir bedel istemez. (Rûhu’l Beyân)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, لِ harfiyle birlikte يَهَبُ fiiline mütealliktir. Sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Mef’ûl olan اِنَاثاً ’deki tenvin nev içindir.
وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ cümlesi aynı üslupta gelerek atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
اِنَاثاً - الذُّكُورَۙ kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الذُّكُورَ kelimesinin marife gelişi, bunların kullar tarafından bilindiğine ve tanındığına delAlet eder.
يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً cümlesi ile يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يَهَبُ - ل - مَنْ - يَشَٓاءُ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şayet erkekler dişilerden önce geliyor olmasına rağmen, ayette niçin önce dişileri sonra erkekleri zikretti; ardından neden tekrar erkekleri öne aldı? Ayrıca niçin erkekleri marife olarak zikretti de dişileri nekire zikretti? dersen şöyle derim: Çünkü bir önceki ayetin sonunda (insanın başına gelen) fenalıktan ve Allah katından gelen rahmeti unutması sebebiyle insanın nankörlüğünden bahsetmişti. Ardından mülkünden, iradesinden ve evlatların paylaştırılmasından söz ederek dişileri önce zikretti; çünkü bağlam Allah’ın insanların istediklerini değil, kendi dilediğini yapacağıyla ilgilidir. Bu durumda, o günkü insanların pek istemediği şeylerden olan dişilerin önce zikredilmesi daha önemli olmaktadır. Daha önemli olanı öne almak ise vâciptir. Ayrıca Allah, Arapların mihnet olarak gördüğü cins (kadın), fenalığın peşinden zikredilmiş olsun diye de böyle yapmış ve erkekleri sona bırakmıştır. Erkekleri bu sebeple sona bırakınca, onların sona bırakılmalarını telafi etmek için -çünkü onların o günün paradigmasında önceliği vardır- marife olarak zikretti; çünkü bir kelimeyi marife olarak zikretmek, hem övme hem de öne çıkarma anlamına gelir. Bu durumda adeta şöyle buyurmuş olmaktadır: Dilediğine de, herkesin göreceği anlı şanlı süvariler; yani savaşabilecek erkek çocukları bahşeder. Bunun ardından, her iki cinse de takdim - tehirle ilgili haklarını vermiş ve dişilerin, öncelik hakkına sahip oldukları için değil başka bir gerekçeyle öne alınmış olduklarını öğreterek erkekli-kızlı demiştir. (Keşşâf - Kurtubî - Rûhu’l Beyân)