بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَتَرَاهُمْ | yine onları görürsün |
|
2 | يُعْرَضُونَ | sunulurlarken |
|
3 | عَلَيْهَا | ona (ateşe) |
|
4 | خَاشِعِينَ | başlarını öne eğik |
|
5 | مِنَ |
|
|
6 | الذُّلِّ | aşağılıktan |
|
7 | يَنْظُرُونَ | bakarlar |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | طَرْفٍ | göz ucuyla |
|
10 | خَفِيٍّ | gizli gizli |
|
11 | وَقَالَ | ve demişlerdir |
|
12 | الَّذِينَ |
|
|
13 | امَنُوا | inananlar |
|
14 | إِنَّ | şüphesiz |
|
15 | الْخَاسِرِينَ | asıl ziyana uğrayanlar |
|
16 | الَّذِينَ |
|
|
17 | خَسِرُوا | ziyan edenlerdir |
|
18 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerini |
|
19 | وَأَهْلِيهِمْ | ve ailelerini |
|
20 | يَوْمَ | günü |
|
21 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
22 | أَلَا | bakın |
|
23 | إِنَّ | gerçekten |
|
24 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
25 | فِي | içindedirler |
|
26 | عَذَابٍ | bir azab |
|
27 | مُقِيمٍ | sürekli |
|
وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki تَرَى الظَّالِم۪ينَ cümlesine matuftur.
تَرٰيهُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَرٰيهُمْ ‘bilmek’ manasında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُعْرَضُونَ fiili تَرٰيهُمْ ‘deki zamirden hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُعْرَضُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهَا car mecruru يُعْرَضُونَ fiiline mütealliktir.
خَاشِع۪ينَ kelimesi يُعْرَضُونَ ‘deki naib-i failin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مِنَ الذُّلِّ car mecruru خَاشِع۪ينَ ‘ye mütealliktir.
يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ cümlesi خَاشِع۪ينَ ‘deki zamirden hal olarak mahallen mansubdur.
يَنْظُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ طَرْفٍ car mecruru يَنْظُرُونَ fiiline mütealliktir. خَفِيٍّ kelimesi طَرْفٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
خَاشِع۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خشع olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
خَاسِر۪ينَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَسِرُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
خَسِرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَهْل۪يهِمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يَوْمَ zaman zarfı خَسِرُٓوا veya قَالَ fiiline müteallik olup mahallen mansubdur. الْقِيٰمَةِۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
خَاسِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خسر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ
اَلَا tenbih içindir. Konuşmacı dinleyicilerin dikkatini çekmek, onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır. Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الظَّالِم۪ينَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
ف۪ي عَذَابٍ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. مُق۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُق۪يمٍ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ
Ayet, atıf harfi وَ ile önceki ayetteki … تَرَى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ cümlesi, تَرٰيهُمْ ‘deki zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. خَاشِع۪ينَ ise يُعْرَضُونَ fiilinin naib-i failinden haldir.
يُعْرَضُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ cümlesi خَاشِع۪ينَ ’deki zamirden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَنْظُرُونَ ‘nin mef’ûlu umumu kapsadığından mahzuftur. (Âşûr)
مِنْ طَرْفٍ car mecruru يَنْظُرُونَ ’ye mütealliktir. Kelimedeki nekrelik, muayyen olmayan cinse işaret eder.
خَفِيٍّۜ kelimesi طَرْفٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayet metninde yer alan طَرْفٍ kelimesi, ‘göz kapağını hareket ettirmek’ demektir. Bu ifadeyle kastedilen bakıştır. Çünkü göz kapağı hareket ediyorsa bundan bakma sonucu çıkar. Buna göre ayetin manası şöyle olur: ‘’Ateşe arz olunurlarken onların zilletten başlarını öne eğerek ateşten korkularından dolayı ona gizli gizli baktıklarını görürsün.’’ (Rûhu-l Beyân)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ
وَ , istînâfiyedir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidai kelamdır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
قَالَ fiilinin mekulü’l- kavli olan اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ‘nin haberi konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meân’i İlmi)
الْخَاسِر۪ينَ ‘nin elif lamla marifeliği cins içindir. (Âşûr)
خَاسِر۪ينَ /hüsran kelimesi, sermayenin eksikliği anlamındadır. Bu kelime hem insana hem de fiile nispet olunur. Sağlık, selamet, akıl, iman ve sevap gibi değerli olan şeylere de hüsran nispet olunabilir. Hüsrana uğrayan kişi, Yüce Allah'ın apaçık hüsranı kendisine yazmış olduğu kişidir. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah'ın zikretmiş olduğu bütün hüsran, bu son manadadır. Yoksa dünyevî işlerde ve insanların birbirleriyle ticaretlerinde uğradıkları hüsran değildir. (Rûhu-l Beyân)
الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
خَسِرُٓوا - خَاسِر۪ينَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ (Kıyamet günü) kelimesi, ya hüsrana uğratmaya taalluk eder, onunla ilgilidir ki bu durumda müminlerin bu sözü dünyada söylenmiş bir söz olur, yahut da "diyeceklerdir" fiiline taalluk eder, yani "müminler, kâfirleri bu halde görünce, Kıyamet günü böyle söylerler" demektir. (Keşşâf)
اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede mütekellim, Allah Teâlâ’dır.
اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade eden tenbih edatıdır. اِنَّ ve اَلَٓا ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Kafirlerin, zamir makamında zahir isimle الظَّالِم۪ينَ şeklinde zikredilmeleri, küfrün zulüm olduğuna işaret eden ıtnâb sanatıdır.
Kur'an'da mutlak (sıfatsız) olarak geçen zalim kelimesi, kâfir manasındadır. Nitekim Cenab-ı Hak, ["Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir"] (Bakara, 253) buyurmuştur. Bu hususu, Hak Teâlâ'nın bu ayetten sonraki, ["Onların Allah'tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur"] ifadesi de tekid eder. (Fahreddin er-Râzî)
الظَّالِم۪ينَ kelimesi اِنَّ ’nin ismidir. ف۪ي عَذَابٍ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِنَّ ’nin haberi mahzuftur.
مُق۪يمٍ kelimesi عَذَابٍ için sıfatttır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ cümlesi, öncesindeki وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ (Şura; 44) cümlesi için tezyîldir. Çünkü onların sürekli azabda olma halleri, dünyaya dönme isteğii zillet ve kötü söz işitme hallerinden daha umumidir. (Âşûr)
تَرٰيهُمْ - يَنْظُرُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, اٰمَنُٓوا - خَسِرُٓوا ve ظَّالِم۪ينَ - اٰمَنُٓوا gruplarındaki kelimeler arasında ise tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
عَذَابٍ ’deki tenvin azabın tarifi imkansız bir nev olduğuna işaret eder.
عَذَابٌ ‘in مُق۪يمٍ ile sıfatlanması istiaredir. Azap, orayı mesken edinmiş bir şahsa benzetilmiştir.
مُق۪يمٍ mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiye olan ف۪ي harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. عَذَابٍ , içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat azabın korkunçluğunu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Azaba düçar olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Azapla insan arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve tenbih edatı sebebiyle birden fazla tekit unsuru taşıyan çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve yoktur |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | لَهُمْ | onların |
|
4 | مِنْ | hiçbir |
|
5 | أَوْلِيَاءَ | velileri |
|
6 | يَنْصُرُونَهُمْ | kendilerine yardım edecek |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | دُونِ | başka |
|
9 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
10 | وَمَنْ | ve kimi |
|
11 | يُضْلِلِ | sapıklıkta bırakırsa |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | فَمَا | artık yoktur |
|
14 | لَهُ | onun için |
|
15 | مِنْ | hiçbir |
|
16 | سَبِيلٍ | yol |
|
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ‘ye matuftur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لَهُمْ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ harfi ceri zaiddir. اَوْلِيَٓاءَ lafzen mecrur, كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
اَوْلِيَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıftır.
يَنْصُرُونَهُمْ cümlesi اَوْلِيَٓاءَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrur veya merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْصُرُونَهُمْ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ دُونِ car mecruru يَنْصُرُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, يُضْلِلِ ‘in mukaddem mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
يُضْلِلِ şart fiili olup, meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. سَب۪يلٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُضْلِلِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … اِنَّ الظَّالِم۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمُ car mecruru كان ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِنْ zaid harftir. اَوْلِيَٓاءَ kelimesi gayri munsarif olduğu için lafzen mansub, mahallen merfû olarak كَانَ ’nin muahhar ismidir.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
كَانَ ’nin muahhar ismi olan مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ’deki nekrelik kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre umum ve şümule işarettir. Tekid ifade eden zaid مِنْ harfi de kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır.
يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ cümlesi, اَوْلِيَٓاءَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ izafetinde مِنْ tekid ifade eden zaid harftir. دُونِ zarfı, fiile mütealliktir. (Âşûr)
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُضْلِلِ اللّٰهُ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍ ise, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مِنْ سَب۪يلٍ , muahhar mübtedadır. مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu ayetin fasılasıyla 41. ayetin fasılası birbirine benzemektedir. مِنْ سَب۪يلٍۜ ibarelerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
سَب۪يلٍۜ ’deki nekrelik, nev ve kıllet ifade eder. Kelimeye dahil olan zaid harf مِنْ , ‘hiçbir’ manasında olumsuzluğu tekid eder. Nefy sıygada nekrelik, selbin umumuna işarettir.
اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اسْتَجِيبُوا | uyun |
|
2 | لِرَبِّكُمْ | Rabbinize |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | قَبْلِ | önce |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | يَأْتِيَ | gelmezden |
|
7 | يَوْمٌ | bir gün |
|
8 | لَا | mümkün olmayan |
|
9 | مَرَدَّ | geri çevrilmesi |
|
10 | لَهُ | onun |
|
11 | مِنَ | -tan |
|
12 | اللَّهِ | Allah- |
|
13 | مَا | yoktur |
|
14 | لَكُمْ | sizin için |
|
15 | مِنْ | hiçbir |
|
16 | مَلْجَإٍ | sığınacak yer |
|
17 | يَوْمَئِذٍ | o gün |
|
18 | وَمَا | ve yoktur |
|
19 | لَكُمْ | sizin için |
|
20 | مِنْ | hiçbir |
|
21 | نَكِيرٍ | inkar |
|
اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ
Ayet, mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. اِسْتَج۪يبُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
لِرَبِّ car mecruru اِسْتَج۪يبُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ قَبْلِ car mecruru اِسْتَج۪يبُوا fiiline mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَأْتِيَ fetha ile mansub muzari fiildir. يَوْمٌ fail olup lafzen merfûdur. لَا مَرَدَّ لَهُ cümlesi يَوْمٌ ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. مَرَدَّ kelimesi لَا ‘nın ismi olup, fetha üzere mebnidir. لَهُ car mecruru لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru مَرَدَّ ‘ye mütealliktir.
اِسْتَج۪يبُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi جوب ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ
İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. مَلْجَاٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı إذ için muzâf olup مَلْجَاٍ ‘ye mütealliktir. إذ mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la önceki cümleye matuftur. İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. نَك۪يرٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ
Mukadder müstenefe bir cümlenin mekulü’l-kavli olan اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ cümlesi, masdar tevili ile قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِرَبِّكُمْ ‘deki lam, fiilin mef’ûle ta’diyetini tekid eder. حَمِدْتُ لَهُ وشَكَرْتُ لَهُ (O’na hamd ettim ve O’na şükrettim) cümleleri gibi. Bu harf, lam-ı tebliğ ve lam-ı tebyin olarak isimlendirilir. (Âşûr)
يَوْمٌ için sıfat olan لَا مَرَدَّ لَهُ cümlesi, cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. مَرَدَّ , cinsini nefyeden لَا ’nın ismidir. Haberi mahzuftur. Car mecrur لَهُ , bu mahzuf habere mütealliktir. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru يَأْتِيَ fiiline mütealliktir.
لَهُ ‘daki لي , ihtisas içindir. يَأْتِيَ fiiline veya لَا ’nın haberine müteallık olan مِنَ اللّٰهِۜ ‘deki مِنَ ise Allah’ın hükmü manasında mecazî ibtidaiyyedir. يَوْمٌ , kıyamet günüdür. Çünkü onunla ilgili hadiseler devam etmektedir. (Âşûr)
يَوْمٌ ’deki nekrelik cins veya nev ifadesi içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لِرَبِّكُمْ izafeti muzâfun ileyhi teşrif ifade eder.
مَرَدَّ - يَأْتِيَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Önceki ayetteki gaib sıygadan bu ayette muhatap sıygasına geçilmiştir. Bu, dikkati çekmek ve önemi artırmak için yapılan iltifat sanatıdır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
اِسْتَج۪يبُوا fiilindeki elif, sin ve te harfleri kabul etme manasını tekid etmek içindir. لِرَبِّكُمْ sözündeki لِ harfi de fiilin mef‘ûlüne müteaddi olduğunu tekid etmek içindir. Çünkü bu fiil aslında kendisine müteaddidir. Yani mef‘ûlünü harf-i cersiz alan bir fiildir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.262)
مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مَلْجَاٍ , muahhar mübtedadır.
Habere müteallik olan يَوْمَئِذٍ zaman zarfının sonundaki tenvin takdir edilen muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Takdiri, يوم إذ يأتي ذلك اليوم (İşte bu gün geldiği zaman) şeklindedir.
Bu cümlede car mecrur şeklindeki haberin başına olumsuzluk harfi gelmiştir, mübteda nekredir ve bu nekre mübteda ile birlikte zaid bir مِنْ harfi vardır. Burada ihtisas manası kastedilmemiştir. Çünkü ihtisas; sadece size mahsus bir مَلْجَاٍ /sığınak yoktur manasını taşır. Bu mana ise Allah Teâlâ’nın muradına uygun değildir. Çünkü ne onlar için ne de başkaları için bir sığınak yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.264)
مَلْجَاٍ , bir kişinin durmak için gittiği yerdir. Ayette mecazî olarak yardım anlamı murad edilmiştir. Yani, sizi azaptan koruyacak başka bir şey yoktur. (Âşûr)
Aynı üslupla gelen مَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Menfi siyaktaki cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur, mahallen merfû olan نَك۪يرٍ , muahhar mübtedadır.
Habere müteallik olan مِنْ نَك۪يرٍ ‘de ismi mecrurdaki nekrelik tahkir ifade eder. Her türlü cinse işaret eden masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Ayrıca olumsuz siyakta nekre selbin umumuna işaret ederek olumsuzluğu tekid etmiştir. Ayette ليوم önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نَك۪يرٍ , inkâr demektir; yani sizin için azaptan kurtuluş yoktur demektir. Yapıp durduğunuz; amel defterinizde kayıtlı şeyleri inkâr edemezsiniz! (Keşşâf -Fahreddin er-Râzî)
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | أَعْرَضُوا | yüz çevirirlerse |
|
3 | فَمَا |
|
|
4 | أَرْسَلْنَاكَ | biz seni göndermedik |
|
5 | عَلَيْهِمْ | onların üzerine |
|
6 | حَفِيظًا | bekçi |
|
7 | إِنْ | değildir |
|
8 | عَلَيْكَ | sana düşen |
|
9 | إِلَّا | başkası |
|
10 | الْبَلَاغُ | duyurmaktan |
|
11 | وَإِنَّا | elbette biz |
|
12 | إِذَا | zaman |
|
13 | أَذَقْنَا | taddırdığımız |
|
14 | الْإِنْسَانَ | insana |
|
15 | مِنَّا | bizden |
|
16 | رَحْمَةً | bir rahmet |
|
17 | فَرِحَ | sevinir |
|
18 | بِهَا | ona |
|
19 | وَإِنْ | ama eğer |
|
20 | تُصِبْهُمْ | başlarına gelirse |
|
21 | سَيِّئَةٌ | bir kötülük |
|
22 | بِمَا | dolayı |
|
23 | قَدَّمَتْ | öne sürdüğü işlerden |
|
24 | أَيْدِيهِمْ | ellerinin |
|
25 | فَإِنَّ | şüphesiz hemen |
|
26 | الْإِنْسَانَ | insan |
|
27 | كَفُورٌ | nankör olur |
|
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile mukadder müste’nef söze matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْرَضُوا şart fiili olup, damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ mukadder cevap için ta’liliyyedir. Takdiri, إن أعرضوا. فلا تحزن فما أرسلناك (Eğer yüzçevirirlerse. Üzülme biz seni …… göndermedik.) şeklindedir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru حَف۪يظاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. حَف۪يظاً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اَعْرَضُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عرض ’dir.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَيْكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
اِلَّا hasr edatıdır. الْبَلَاغُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّٓا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Şart cümlesi ve cevabı اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِذَٓا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اَذَقْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَذَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْاِنْسَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنَّا car mecruru رَحْمَةً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. رَحْمَةً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
فَرِحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِهَا car mecruru فَرِحَ fiiline mütealliktir.
اَذَقْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ذوق ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ
Cümle, atıf harfi وَ ile اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ ‘ne matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُصِبْهُمْ şart fiili olup, meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. سَيِّئَةٌ fail olup lafzen merfûdur. بِ sebebiyyedir.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle تُصِبْهُمْ fiiline mütealliktir.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْد۪يهِمْ fail olup mukadder ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُصِبْهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsisi صاب ’ dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ mukadder cevap için ta’liliyyedir. Takdiri, إن تصبهم سيّئة كفروا بالنعمة وذكروا البليّة، إنّ الإنسان كفور (Başlarına bir musibet gelse, nimeti inkar ederler ve musibeti hatırlarlar, çünkü insan nankördür.) şeklindedir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اِنْسَانَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansıbdur. كَفُورٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
كَفُورٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ
Ayet, atıf harfi فَ ile mukadder müstenef söze matuftur. Şart üslubunda gelen cümlede, müspet mazi fiil sıygasındaki اَعْرَضُوا cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri فلا تحزن (Üzülme) olan cevap cümlesi mahzuftur. Bu takdire göre, şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ cümlesi, mukadder cevap cümlesi için ta’liliye olarak fasılla gelmiştir.
Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَرْسَلْنَاكَ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
عَلَيْهِمْ car mecruru, mef’ûlün hali olan حَف۪يظاًۜ ‘e mütealliktir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
حَف۪يظاًۜ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Önceki ayetteki gaib sıygasından bu ayette اَرْسَلْنَاكَ şeklindeki azamet zamirinin zikri dolayısıyla mütekellim sıygasına iltifat vardır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafât, s. 114)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
Burada vuku bulma ihtimali zayıf olan olaylarda kullanılan şart harfi gelmiştir. Halbuki onların yüz çevirdikleri kesindi. Bu harf dolayısıyla da ‘eğer düşünseler yüz çevirmezlerdi’ manasına işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.267)
Buradaki irtibat اسْتَجِيبُوا لِرَبِّكُمْ (Şura;47)‘deki hitap üslubundan فَاِنْ اَعْرَضُوا cümlesindeki gaib zamire yapılan iltifat nüktesindendir. (Âşûr)
Biz seni (zaten) onların üzerine bir bekçi göndermedik sözü, cevap makamında gelmiş olsa da cevap değildir. Çünkü onun (sav) gönderilmesi, onların tebliğden yüz çevirmelerine veya kabul etmelerine bağlı bir görevlendirme değildir. Burada cevap mahzuftur, bu cevabın mahzuf olması okuyucuya cevap takdir etmek konusunda bir serbestlik sağlar. Bunun için okuyucu siyaka geri döner, üzerinde tekrar düşünür, çalışır ve sonra cevabın ‘eğer yüz çevirirlerse onlar için üzülme veya esef duyma’ ya da ‘eğer yüz çevirirlerse sana kınanma yoktur’ şeklinde olabileceğini anlar. فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ sözündeki فَ harfi, kendinden sonra gelenlerin mahzuf cevaba tertibini ifade eder. Çünkü mahzuf olan şey takdir edilir ve takdir edilen şey de mezkûr gibidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.267)
اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَيْكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَلَاغُ muahhar mübtedadır.
اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. عَلَيْكَ maksûr/mevsûf, الْبَلَاغُ maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Hz. Peygamberin görevi, tebliğe hasredilmiştir.
Mecrur şeklindeki haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُ sözü, öncesini tekid eden bir cümledir. Çünkü bu cümlede onun risaleti tebliğe kasr edilmiştir, bu da حَف۪يظ olmadığını tekid eder. Bunun için atıfsız olarak gelmiştir. Kasr, nefy ve istisna şeklinde gelmiştir. Halbuki muhatap Peygamber Efendimizdir (sav) ve makam da inkâr makamı değildir. Buna rağmen ayet kasr şeklinde gelmiş ve öncesindeki cümle de buna hazırlık yapmıştır. Bu üslup, İslam akaidinde son derece önemli olan bir manayı tekid etmek içindir. Bu mana da ulûhiyet makamıyla risalet makamı arasındaki kesin farkı ifade etmektir. حَف۪يظاً ve وكيل olan sadece Allah Teâlâ’dır, başkası değildir, O’nun bu konuda hiçbir ortağı yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.268)
وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayet metninde أذاق (tattırma) fiilinin nûnu, azamet nûnuna ( نَّٓا zamirine) isnadıyla birlikte ayetin en başına اِذَٓا getirilmesi, nimetin insanlara verileceğinin kesinliğine ve çokluğuna işaret etmek, dikkat çekmek içindir. Belâdan bahseden ayetin başına اِنْ kelimesinin getirilmesi ve أصاب fiilinin, nimet verme fiilinde olduğu gibi Allah'a değil de kötülüğe isnad edilmesi ve belanın insanların amellerinin sonucu olduğu şeklinde bir açıklama yapılması belanın nadiren vukuuna işaret etmek içindir. (Rûhu-l Beyân)
اِنَّ ’nin haberi olan اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
اَذَقْنَا fiili azamet zamirine isnadla, tazim edilmiştir.
مِنَّا car mecruru رَحْمَةً ‘in mahzuf haline mütealliktir.
El-Kâşifî der ki,: ”Şurası gerçektir ki, Allah'ın nimeti dünyada her ne kadar muazzam ise de ahiret saadetine kıyasla, denize oranla bir damla gibidir. Bu sebeple dünyada nimet verme ifade edilirken أذاق (tattırma) fiili kullanılmıştır. İnsanoğlu böylesine değersiz ve düşük miktarda dünya nimeti elde ettiğinde buna sevinir, kendini beğenmişlik ve kibre kapılır. Zanneder ki, bütün arzu ve isteklerini elde etmiştir. Bu sebeple ahiret mutluluklarına dair inancı zayıflar. Zayıflamasaydı insan, baki olanı fani olana tercih ederdi. Çünkü fani olan hem az ve hem de topraktan yapılmış tuğla, kiremit gibidir. Baki olan ise hem çok ve hem de altın gibidir." (Rûhu’l Beyan)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi فَرِحَ بِهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
رَحْمَةً - فَرِحَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin iki yerinde bahsedilen الإنْسانَ kelimesinden kasıt aynıdır. الْاِنْسَانَ ‘daki tarif, istiğrak ifade eden cins manası içindir; yani ‘İnsana tattırdığımız zaman ve insan çok küfredicidir’ demektir. İşte bu zaman ve mekanda insan cinsinin ekserisi kastediliyorsa örfî istiğrak olur. Çünkü insanların çoğu o gün müşriktir. (Âşûr)
رَحْمَةً ’in nekreliği teşrif ve kesret içindir.
“Rahmeti tattırmak” ifadesi, tehekkümî istiâredir. Rahmet bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Câmi’ güzelliği hissetmektir.
Cümlede şart harfi olarak vukuu kesin olan اِذَٓا gelmiştir. Sonraki cümle de göz önüne alındığında Allah Teala’nın kullarına olan rahmetinin enginliği anlaşılmaktadır.
وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ
Önceki şart cümlesine matuf bu cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi tezattır.
Şart cümlesi olan اِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
سَيِّئَةٌ ‘un nekreliği herhangi bir manasında cins ve kıllet içindir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte تُصِبْهُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri إن تصبهم سيّئة كفروا بالنعمة وذكروا البليّة (Başına bir kötülük gelse nimeti küfreder, musibeti hatırlar) olan cevap cümlesi mahzuftur. Bu takdire göre, şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
سَيِّئَةٌ - رَحْمَةً kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
تُصِبْهُمْ fiili سَيِّئَةٌ ’e mecâz-ı mürsel yoluyla isnad edilmiştir. Bu isnat mecaz-ı aklîdir.
بِمَا قَدَّمَتْ ifadesine dahil olan بِ harfi sebebiyyedir.
اِنْ şart harfi fiilin vuku bulma ihtimalinin şüpheli olduğu durumlarda kullanılır.
بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ ifadesinde cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
تُصِبْهُمْ - اَذَقْنَا kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ cümlesiyle, وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ
Ayetin son cümlesi, mahzuf cevap cümlesi için ta’liliye olarak gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
الْاِنْسَانَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi, كَفُورٌ haberidir.
كَفُورٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
الْاِنْسَانَ kelimesi cümlede önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفُورٌ , nankörlükte zirvede olan demektir. Cenab-ı Hak insan tabiatının Allah'ın gösterdiği terbiye metodlarıyla terbiye edilmediği müddetçe, bu nankörlüğü gerektireceğini anlatmak için, "O nankördür" dememiş de, "insan nankördür" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Nimete nankörlük özelliğinin insanların arasında günahkârlara ait bir özellik olmasına rağmen insan cinsine isnad edilmesi, nankörlük edenlerin çoğunlukta olmasındandır. Yani insan cinsi hakkında nimete nankörlük hükmünün verilmesi, fertlerinin ekserisinin bu sıfatı taşımasından dolayıdır. (Rûhu’l Beyân)
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
2 | مُلْكُ | mülkü |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
4 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
5 | يَخْلُقُ | yaratır |
|
6 | مَا | ne |
|
7 | يَشَاءُ | diliyorsa |
|
8 | يَهَبُ | bahşeder |
|
9 | لِمَنْ | kimse için |
|
10 | يَشَاءُ | dilediği |
|
11 | إِنَاثًا | dişiler |
|
12 | وَيَهَبُ | ve bahşeder |
|
13 | لِمَنْ | kimse için |
|
14 | يَشَاءُ | dilediği |
|
15 | الذُّكُورَ | erkekler |
|
Bir önceki âyette insanoğluna ilâhî bir rahmet tattırıldığında sevinip şımardığı, ama istemediği bir durumla karşılaşınca nankörlük ettiği belirtildikten sonra burada Kur’an’ın geldiği dönemde ve toplumda bu tavrın çok açık bir örneğine, çocuk sahibi olma ve çocukların cinsiyeti konusundaki anlayışa değinilmektedir. Câhiliye dönemi Arapları, çocuğun meydana gelmesi ve özellikle cinsiyetinin belirlenmesini yüce Allah’ın irade ve kudretine bağlamak yerine insanlara nisbet edercesine; bu konuyu övme, övülme, kınama ve kınanma sebebi sayıyorlardı. Esasen değişik toplumlarda görülegelen ve günümüzde de yer yer açık veya gizli biçimde insanlar üzerinde etkisini hissettiren bu telakki Kur’an tarafından mahkûm edilmiştir. Müfessirlerin, bu âyetlerin ifade özelliklerinden hareketle ve daha çok kendi zamanlarının bilgi ve anlayışından etkilenerek yaptıkları yorumların çoğu burada verilmek istenen mesaj açısından aydınlatıcı görünmemektedir.
Bu âyetlerde biri inanç diğeri ahlâk alanıyla ilgili iki ana tema dikkati çekmektedir. İnançla ilgili olarak şu mesajın verilmek istendiği söylenebilir: Evrendeki hiçbir varlık ve oluş yüce Allah’ın hükümranlığı dışında düşünülmemelidir; insanlar için büyük önem taşıyan çocuk sahibi olma ve çocuğun cinsiyeti konusunda –tıbbî müdahalelerin etkileri dahil olmak üzere– insan irade ve çabasının ürünü gibi görünen sonuçların da gerçekte ilâhî iradeden bağımsız olmadığı ve Allah Teâlâ’nın koyduğu yasalar çerçevesinde gerçekleştiği asla göz ardı edilmemelidir. Buna bağlı olarak verilmek istenen ahlâkî mesaj da şu olmaktadır: 49. âyetin lafızlarından açıkça anlaşıldığı üzere, ister kız ister erkek cinsinden olsun, doğan her çocuk Allah’ın bağışı ve armağanı olduğuna, erkek ve kız çocuklarına birlikte sahip olmak da kısır kalmak da ilâhî iradeye bağlı bulunduğuna göre, çocuk sahibi olma veya olamama, kız veya erkek çocuğunun dünyaya gelmesi insanlar için bir övgü veya yergi konusu olmamalı, bir üstünlük ya da kusur gibi görülmemelidir. Kulun görevi, çocuk sahibi olmuşsa –bazı âyetlerde dünya hayatının süsü olarak nitelenen– bu armağanı veren Allah’a şükretmek, istediği veya gerekli meşrû sebeplere tevessül ettiği halde çocuk sahibi olamamışsa –sınav alanı olan dünya hayatında insanların sağlık, vücut tamlığı vb. bütün nimetlerde eşit tutulmadıklarını dikkate alarak– sabretmektir. İnsanın çocuk sahibi olmayı ve bunun mutluluğunu yaşamayı arzu etmesi doğaldır ve din bunu kınamaz. Fakat ister bu ister başka konuda bir kimsenin gerçekleşmesini arzuladığı bir sonucu kendi hayatı ve mutluluğu için vazgeçilmez görmesi sonuçta kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu daha çok kendisinin bildiği iddiasında bulunması gibi bir anlam taşır. Böyle bir tutumun yanlışlığı ve ilâhî takdire rıza göstermeme anlamı taşıdığı ise açıktır. Bu yanlışlığa düşülmemesi için Kur’an’ın yaptığı uyarılardan biri şöyledir: “Hakkınızda hayırlı olduğu halde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu halde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz bilmezsiniz” (Bakara 2/216). Kaldı ki böyle bir durumda kişinin kendisini şartlandırıp gücü ve iradesi dışındaki bir sonucun meydana gelmesini isteme uğruna hayatını karartması yerine, sahip olduğu nimet ve imkânları başkalarıyla paylaşmaya çalışması, meselâ kimsesiz çocuklarla ilgilenmenin mutluluğunu yaşaması ve bunun ecrini Allah’tan beklemesi daha akılcı, hem dünya hem âhiret saadeti için daha elverişli bir yoldur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 760-762
Zekera ذكر :
ذِكْرٌ sözcüğüyle bazen insanın kazanıp elde edeceği bilgileri hıfzetmesini ve korumasını sağlayan nefisteki bir heyet kastedilir. Bu bakımdan tıpkı hıfz حِفْظٌ kelimesine benzer, ancak hıfz bilginin elde edilmesi, zikr ise söz konusu bilginin akla getirilmesi hakkında kullanılır.
Bazen de bir şeyin kalpte veya dilde hazır bulunması anlamında kullanılır. Bu da iki kısma ayrılmıştır: 1- Kalple olan zikir (hatırlamak) 2- Dil ile olan zikir (yâd etmek) Bunlardan her biri de iki kısma ayrılır: a) Bir nisyandan/unutmadan kaynaklanan zikir. b) Bir nisyandan kaynaklanmayan bilakis hıfzı devam ettirme/sürdürme amacından kaynaklanan zikir.
Her söylenen söze de zikir ذِكْرٌ denir.
ذِكْرَى ise çokça anmak/zikretmektir ve ذِكْرٌ sözcüğünden daha mübalağalıdır.
تَذْكِرَةٌ sözcüğüne gelince bir şeyin tezekkür edilmesini, hatırlanmasını hatıra getirilmesini sağlayan buna vesile olan şeydir.
ذَكَرٌ kelimesi dişi/kadın anlamındaki اُنْثَى sözcüğünün zıddıdır. Çoğulu ذُكُورٌ ve ذُكْرانٌ şekillerinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda 292 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zikir, zâkir, mezkûr, tezekkür, müzâkere ve tezkeredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
İsim cümlesidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ
Fiil cümlesidir. يَخْلُقُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يَهَبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَهَبُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِنَاثاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَهَبُ atıf harfi وَ ‘la ilk يَهَبُ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَهَبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَهَبُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الذُّكُورَۙ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ السَّمٰوَاتِ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَالْاَرْضِ kelimesi, tezat sebebiyle muzâfun ileyh olan السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ
Fasılla gelen bu cümle, يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ cümlesinden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَهَبُ kelimesinin masdarı هيب ; bir insanın mülkünü bir başkasına herhangi bir karşılık almaksızın vermesi demektir. Vehhâb Allah Teâlâ'dır. Çünkü O, herkese kendi hak ettiği oranda verir ve verdiklerine herhangi bir bedel istemez. (Rûhu’l Beyân)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, لِ harfiyle birlikte يَهَبُ fiiline mütealliktir. Sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Mef’ûl olan اِنَاثاً ’deki tenvin nev içindir.
وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ cümlesi aynı üslupta gelerek atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
اِنَاثاً - الذُّكُورَۙ kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الذُّكُورَ kelimesinin marife gelişi, bunların kullar tarafından bilindiğine ve tanındığına delAlet eder.
يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً cümlesi ile يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يَهَبُ - ل - مَنْ - يَشَٓاءُ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şayet erkekler dişilerden önce geliyor olmasına rağmen, ayette niçin önce dişileri sonra erkekleri zikretti; ardından neden tekrar erkekleri öne aldı? Ayrıca niçin erkekleri marife olarak zikretti de dişileri nekire zikretti? dersen şöyle derim: Çünkü bir önceki ayetin sonunda (insanın başına gelen) fenalıktan ve Allah katından gelen rahmeti unutması sebebiyle insanın nankörlüğünden bahsetmişti. Ardından mülkünden, iradesinden ve evlatların paylaştırılmasından söz ederek dişileri önce zikretti; çünkü bağlam Allah’ın insanların istediklerini değil, kendi dilediğini yapacağıyla ilgilidir. Bu durumda, o günkü insanların pek istemediği şeylerden olan dişilerin önce zikredilmesi daha önemli olmaktadır. Daha önemli olanı öne almak ise vâciptir. Ayrıca Allah, Arapların mihnet olarak gördüğü cins (kadın), fenalığın peşinden zikredilmiş olsun diye de böyle yapmış ve erkekleri sona bırakmıştır. Erkekleri bu sebeple sona bırakınca, onların sona bırakılmalarını telafi etmek için -çünkü onların o günün paradigmasında önceliği vardır- marife olarak zikretti; çünkü bir kelimeyi marife olarak zikretmek, hem övme hem de öne çıkarma anlamına gelir. Bu durumda adeta şöyle buyurmuş olmaktadır: Dilediğine de, herkesin göreceği anlı şanlı süvariler; yani savaşabilecek erkek çocukları bahşeder. Bunun ardından, her iki cinse de takdim - tehirle ilgili haklarını vermiş ve dişilerin, öncelik hakkına sahip oldukları için değil başka bir gerekçeyle öne alınmış olduklarını öğreterek erkekli-kızlı demiştir. (Keşşâf - Kurtubî - Rûhu’l Beyân)اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَاناً وَاِنَاثاًۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماًۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوْ | yahut |
|
2 | يُزَوِّجُهُمْ | onları çift (ikiz) yapar |
|
3 | ذُكْرَانًا | erkekler |
|
4 | وَإِنَاثًا | ve dişiler |
|
5 | وَيَجْعَلُ | ve yapar |
|
6 | مَنْ | kimseyi |
|
7 | يَشَاءُ | dilediği |
|
8 | عَقِيمًا | kısır |
|
9 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
10 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
11 | قَدِيرٌ | gücü yetendir |
|
اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَاناً وَاِنَاثاًۚ
Ayet, atıf harfi اَوْ ile يَهَبُ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. يُزَوِّجُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ذُكْرَاناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِنَاثاً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يُزَوِّجُهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زوج ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماًۜ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. يَجْعَلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dür. ÎrabDan mahalli yoktur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَق۪يماً amili يَجْعَلُ ‘nün ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَل۪يمٌ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. قَد۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ - قَد۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَاناً وَاِنَاثاًۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماًۜ
Ayet, atıf harfi اَوْ ile وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl olan ذُكْرَاناً ve اِنَاثاًۚ kelimelerindeki nekrelik nev ifade eder.
Aynı üslupta gelen وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماً cümlesi makabline atfedilmiştir. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يَشَٓاءُ عَق۪يماً cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tefsir Alimleri derler ki; çocukların çift olarak verilmesi, kadının, önce erkek çocuk sonra da kız çocuk doğurması; yahut önce kız sonra da erkek çocuk doğurması veyahut da erkek ve kız çocukları ikiz olarak doğurmasıdır. (Ebüssuûd)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl olan عَق۪يماً ‘deki nekrelik, nev ve taklil ifade edebilir.
اِنَاثاً - ذُكْرَاناً kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ (Dilediğini yaratır) ifadesinden sonra erkek, dişi, çifter olması veya kısırlık şeklinde bütün hallerin sayılması cem' ma’at-taksim sanatıdır.
يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَاناً وَاِنَاثاًۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماًۜ (Şura/49-50) cümleleri يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ cümlesinden bedel-i iştimâldir. Çünkü, Allah Teâlâ’nın dilediğini yaratması, dilediğine dilediği şeyi vermesini kapsar. (Âşûr)
Ayette, اِنَاثاً (kızlar/dişiler) lafzının ذُكْرَاناً (erkekler) lafzından önce zikredilmesiyle ilgili Beyzâvî birkaç nükteden bahseder: Belki de dişilerin öne alınması nesli daha çoğaltıcı olmalarındandır ya da dişilerin de insanların dilemesine göre değil Allah’ın dilemesine bağlı olduğunu göstermek içindir. Ya da sözün bela (kötülük) hakkında olmasındandır. Zira Araplar kızları bela sayarlardı. Zikirleri öne alınarak böyle olmadıkları vurgulandı. Ya da ayet sonlarının tutması (fasıla) içindir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı - Ebüssuûd)
عَق۪يم , ‘çocuğu olmayan’ demektir. Nitekim Arapça'da, Doğurmayan (çocuğu olmayan) akîm erkek ve doğurmayan akîm kadın denir. عقم kelimesi, kesmek-sona erdirmek demektir. "Mülk (krallık) akîmdir" darb-ı meseli de bu kabildendir; zira saltanatta bazan öldürme veya hukuku çiğneme gibi durumlarla akrabalık bağlan kesilir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Ta’lil cümleleri anlamı pekiştirmek ve kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Allah’ın قَد۪يرٌ ve عَل۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَل۪يمٌ - قَد۪يرٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin fasılası, tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle birlikte ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve yoktur, olmaz |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | لِبَشَرٍ | bir insanla |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يُكَلِّمَهُ | (karşılıklı) konuşması |
|
6 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
7 | إِلَّا | dışında |
|
8 | وَحْيًا | vahiy |
|
9 | أَوْ | yahut |
|
10 | مِنْ | -ndan |
|
11 | وَرَاءِ | arkası- |
|
12 | حِجَابٍ | perde |
|
13 | أَوْ | yahut |
|
14 | يُرْسِلَ | gönderir |
|
15 | رَسُولًا | bir elçi |
|
16 | فَيُوحِيَ | vahyedecek |
|
17 | بِإِذْنِهِ | izniyle |
|
18 | مَا | ne |
|
19 | يَشَاءُ | diliyorsa |
|
20 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
21 | عَلِيٌّ | yücedir |
|
22 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Cenâb-ı Allah’ın bir insanla ancak burada sayılan yollardan biriyle konuştuğu belirtilmekte, çok yüce ve engin hikmet sahibi olan Allah’ın kelâmının bir insanın hemcinsleriyle konuşması gibi tasavvur edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir (vahyin mahiyeti, çeşitleri ve bu âyette sayılan yolların açıklaması için bk. Giriş; Allah’ın konuşması hakkında bilgi için bk. Bakara 2/253; Nisâ 4/164; A‘râf 7/143).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 762
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لِبَشَرٍ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
يُكَلِّمَهُ fetha ile mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا istisna edatıdır. وَحْياً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur. Takdiri, إلّا أن يوحي إليه وحيا (Ona bir vahiy vahyetmedikçe) şeklindedir.
Bu takdire göre اَنْ ve masdar-ı müevvel istisna-i munkatı’ olarak mahallen mansubdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır. 2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir. 3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ وَرَٓائِ۬ car mecruru وَحْياً ‘nin mahzuf amiline mütealliktir. Takdiri, أو إلّا أن يكلّمه من وراء حجاب.. أو إسماعا من وراء حجاب (Veya onunla perde arkasından konuşmadıkça veya perde arkasından dinlemedikçe..) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. حِجَابٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel atıf harfi اَوْ ile makabline matuftur. يُرْسِلَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَسُولاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُكَلِّمَهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كلم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يُرْسِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ
Cümle atıf harfi فَ ile يُرْسِلَ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوحِيَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِـاِذْنِه۪ car mecruru يُوحِيَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُوحِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَلِيٌّ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ kelimesi, اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
عَلِيٌّ - حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ
وَ istînâfiyye, مَا nafiyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkarî kelamdır. Kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan لِبَشَرٍ , nakıs fiil كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79.)
بَشَرٍ kelimesi önceki ayetteki dişi ve erkeğe aittir. بَشَرٍ ’deki nekrelik ‘herhangi bir’ anlamındadır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin muahhar ismi konumundadır. Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Allah Teâlâ, insanlar ile ancak şu üç şekilde konuşur:
a) Vahiy yoluyla, ki bu vahyden maksat kalbe atılan ilham, yahut da rüyadır. Nitekim Cenab-ı Hak, Hazret-i Musa'nın annesine ve oğlunu kesmesi için Hazret-i İbrahim'e bu şekilde vahiyde bulunmuştur. Mücahidin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Teâlâ Zebur'u, Dâvud (as)'a, kalbine vahyederek indirmiştir."
b) Allah (cc), kelamını herhangi bir elçiyi vasıta kılmaksızın, peygambere doğrudan doğruya duyurur ki bu da vahiydir. Bunun delili, Hak Teâlâ'nın Hazret-i Musa'ya vasıtasız olarak duyurduğu kelamına "vahiy" demiş olmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ, ["Vahyolunana kulak ver, dinle"] (Taha, 13) buyurmuştur.
c) Allah'ın, peygambere, melek bir elçi gönderir ve bu melek, Allah'ın vahyini, insan olan peygambere tebliğ eder, ulaştırır. Bu hususu hasr yoluyla ifade edersek şöyle denilebilir: "Allah'tan olan vahyin insana ulaşması, ya bir tebliğ edici vasıta kılınmaksızın, yahut böyle bir tebliğ edici, vasıta kılınarak olur. (Fahreddin er-Râzî)
İstisna harfi اِلَّا , hasr içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar vezninde gelen وَحْياً , lafza-i celâlden haldir.
مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ car mecruru, وَحْياً ‘in amilinin mahzuf haline müteallık olarak وَحْياً ‘e matuftur.
حِجَابٍ ’deki nekrelik, nev ifade eder.
Masdar ve atıf harfi اَوْ ‘in gizli اَنْ ‘le masdar yaptığı يُرْسِلَ رَسُولاً cümlesi, masdar veznindeki وَحْياً ‘e mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَسُولاً ‘in nekreliği kesret ve tazim ifade eder.
Kasırla tekid edilen cümlede مَا ve اِلَّا ile oluşan kasr, faille mef’ûl arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani, bu durumda fail, zikredilen mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. Allah’ın insanla konuşması bu bahsedilen yollara hasredilmiştir.
فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُ cümlesi, atıf harfi فَ ile يُرْسِلَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Vahiy, sülasi fiilden gelir ise de, Kur'an'da hep إفعال ölçüsünde gelmiştir. إفعال babından إيحا kelimesi, sülasisi gibi vahyetmek, vahiy vermek manasına gelmekle birlikte müteaddî (geçişli) olarak vahyettirmek göndermek manasına dahi gelir. Burada vahyin çeşitlerini birbirinden ayırmak için doğrudan doğruya olan öncekine vahiy, elçi aracılığı ile olan üçüncüye إيحا denilmiştir. (Elmalılı)
بِـاِذْنِه۪ car mecruru, يُوحِيَ fiiline mütealliktir. Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِـاِذْنِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan مَا يَشَٓاءُ ‘ya takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf بِـاِذْنِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ـاِذْنِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede muzari sıygada gelen fiiller; hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُرْسِلَ - رَسُولاً ve وَحْياً - يُوحِيَ gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Ta’lil cümleleri anlamı pekiştirmek ve kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Allah’ın عَلِيٌّ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının nekre gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَلِيٌّ ve حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eder. Çünkü bunlar mübalağa kalıplarındandır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin fasılası, tezyîldir.Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Böyle birlikte ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
Bu ayet 4. ayetle ilişkilidir. Oradaki عظيم yerine burada حَك۪يمٌ sözü gelmiştir. عظيم , vahyin ilk defa zikredilmeye başladığı yerde gelirken, حَك۪يمٌ ismi vahiyden bahsedilen bir bölümde gelmiştir. Vahyin başlangıcında O’nun azameti tecelli eder, vahyin bitiminde ise hikmeti tecelli eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.281)
Yaşadığı sıkıntıların ardından, hep hatırlamak duasıyla kendisine bir not yazdı:
Kimi zaman, nefsinin oyununa gelir ve sahip olduğu nimetlerle büyüklenir. Belki bir an unutur; aslında hepsi Allah’tandır.
Öğrendiği ilimlerle ya da yetenekleriyle böbürlenir. Belki çok çalışmıştır ama öğreten Allah’tır. Yendiği hastalıklarla ya da atlattığı zorluklarla gururlanır. Belki çok savaşmıştır ama iyileştiren Allah’tır. Evlatlarını ya da mallarını övünerek anlatır. Dünyada yükselmenin sırlarını paylaşır. Belki gerçekten isteyerek çabalamıştır ama başarıya ulaştıran Allah’tır. Zira; imtihan sebebiyle istediğini elde edemeyen ya da kaybeden çoktur. Ancak; bazen sahip olamamak değil de, sahip olmanın kendisi imtihandır.
Allah muhafaza, birinden birini kaybedenlerin olası yanlışlarını söyler ya da dünyadaki güzel nimetlerden birine sahip olmayanların üzüntüsünü gözünde büyütür ve yorumlar.
Allah muhafaza, imtihan vesilesiyle birinden birini kendisi kaybettiğinde, duraklar. Tek başına çabasıyla kazandıkları elinden alınmış hissinin getirdiği hayal kırıklığıyla sarsılır.
Her nimeti veren Allah’tır. Birinden birine kalbiyle bağlananın imtihanı daha da ağırdır. Allah’tan başka yardımcısı yoktur.
Ey Allahım!
Verdiğin ve yarattığın her nimet için hamd olsun.
Rahmetin ile; Kalbim, vermediklerinde ya da kaybettiklerimde bir hikmet olduğuna iman ederek ve Senden yardımın ile dostluğunu isteyerek razı olsun. Dilim, bilmediği konular hakkında susmayı seçsin. Zihnim, yaşamadığı anları yorumlamayı bıraksın. Nefsim, kaybettiği dünyalıkların peşinden sürüklenmeyi kessin. Dünyalık nimetlerden kalbim özgürleşsin. Hepsi ile rızanı kazanmak nasip olsun.
Amin.
***
Kendisi için yaşayan bir nefs için iman ve amel bakımından yaratıcısından uzak olmak çok da önemli değildir. Allah’ı unutmakla harcadığı ömrünün bereketsizliğinden habersizdir. Rabbini hatırladığı anları ise acıklı derecede azdır. Huzursuzdur ama yine de sevdikleriyle beraberliğin yeterli olduğu yanılgısındadır. İstediği işi yapmakla doyduğunun hayalindedir.
Aslında bir şeylerin eksikliğinin farkındadır. Bu yüzden de dönemin kabul edilir meşhur akımlarıyla meşguldur. Dünyalık hırslardan arınmak için yine dünyaya kaçar. Benliğini susturmak için nefsine kulak verir. Hakikate çağrıldığı zaman da seçim hakkını batıldan yana kullanır. Bazen de bu tür şeylerin içinde yaşanması gerektiğini savunarak kendisini kandırır.
Uğruna yaşadıklarının yetersizliğini farkettiğinde ve tutunduğu dünyalıkları kaybedip de ölüme yaklaştığında tedirginliği artar. Maddi ve manevi aleminde karanlıklara düşer de iman ışığını açma fikrinden uzaktır. Alçalır ve alçaldıkça daralır. Yine de nefsini dinler. Karanlığa gözlerin, nefessizliğe kalbin alıştı diye diye çeşitli dünyalıklarla uyuşuk bir halde yaşar.
Durumunun vehametinden bihaberdir. Değer verdiği dünyalıklarla dik duran başı, mahşerde düşer. Kendisini güçlü gibi hissettiren vesveseleri terk ettiğinde oldukça zayıftır. Allah huzurunda rezil olmak dünyalık hiçbir kayba ve zillete benzememektedir. Eli boştur, kalbi boştur. Artık tek bir hatırlayanı bile yoktur. Hiçtir. Anlar ki, Allah’tan başka her şey yalan ama geç kalmıştır.
Ey Allahım! Dünyalık hisleriyle her şeyi bildiğini ve yaşadığını sanan nefsin hallerinden Sana sığınırız. Bulunduğu anı gerçeğin kendisi sanan nefsin cahilliğinden ve gafletinden Sana sığınırız.
Ey Allahım! Bizi geri dönüşü olmayan pişmanlıklardan ve körü körüne dünyalıklara sarılıp kendimizi kandırmaktan muhafaza buyur. Hamd, istiğfar ve itaat ile yalnız Sana yönelen kullarından eyle. Hakikat alametlerini okuyanlardan ve Sana şüphesiz iman ile sarılanlardan eyle.
Ey Allahım! İki cihanda da zillete uğrayanlardan ve onların amellerinden uzak eyle. En güzel dost, en güzel yardımcı Sensin. Bizi affeyle. Rahmetin ve kudretin ile iki cihanda da aziz eyle.
Amin.