بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحاً مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُوراً نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | işte böyle |
|
2 | أَوْحَيْنَا | vahyettik |
|
3 | إِلَيْكَ | sana |
|
4 | رُوحًا | bir ruh |
|
5 | مِنْ | -den |
|
6 | أَمْرِنَا | emrimiz- |
|
7 | مَا |
|
|
8 | كُنْتَ | sen değildin |
|
9 | تَدْرِي | biliyor |
|
10 | مَا | nedir |
|
11 | الْكِتَابُ | Kitap |
|
12 | وَلَا | ve nedir |
|
13 | الْإِيمَانُ | iman |
|
14 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
15 | جَعَلْنَاهُ | biz onu yaptık |
|
16 | نُورًا | bir nur |
|
17 | نَهْدِي | doğru yola ilettiğimiz |
|
18 | بِهِ | onunla |
|
19 | مَنْ | kimseyi |
|
20 | نَشَاءُ | dilediğimiz |
|
21 | مِنْ | -dan |
|
22 | عِبَادِنَا | kullarımız- |
|
23 | وَإِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
24 | لَتَهْدِي | götürüyorsun |
|
25 | إِلَىٰ |
|
|
26 | صِرَاطٍ | yola |
|
27 | مُسْتَقِيمٍ | doğru |
|
Müfessirlerin genel kanaatine göre 52. âyetin metninde geçen ruh kelimesi mecazi bir anlamda ve Kur’an-ı Kerîm için kullanılmış olup, asıl anlamıyla bağlantılı olarak “insana hayat veren ilâhî mesaj” şeklinde açıklanmıştır. Fakat bu kelimenin burada vahiy meleği Cebrâil veya peygamberlik anlamında kullanıldığı kanaatini taşıyanlar da vardır (Hâzin, V, 419); Derveze’nin “Müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre burada ruh kelimesiyle melek Cebrâil kastedilmiştir” şeklinde verdiği bilgi (V, 196) kaynaklardaki bilgiyle uyumlu görünmemektedir (bk. Taberî, XXV, 46; Zemahşerî, III, 409-410; İbn Atıyye, IV, 44).
Hz. Muhammed kendisine peygamberlik verilmeden önce de putperestlikten uzak duruyor, özellikle ahlâkî erdemleriyle yakın çevresinin dikkatini çekiyordu. Peygamber olduğunu açıkladıktan ve tevhid çağrısına başladıktan sonra ona karşı sert bir mücadele başlatan Mekke’nin ileri gelenleri kendisiyle çok çetin tartışmalara girmelerine rağmen onun daha önce kendileriyle birlikte putlara taptığı yönünde bir argüman ileri sürememiş ve ahlâkî üstünlüğüne gölge düşürebilecek en küçük bir ithamda bulunamamışlardı. Şu halde 52. âyetin “Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun” diye çevrilen kısmını bu olgu ışığında şöyle açıklamak uygun olur: Sen daha önce sana verilen kitabın içeriğini ve bütün iman konularını bilmiyordun, bunların hakikatini idrak etmiş değildin. Nitekim bazı âyetlerde iman kelimesi “İslâmiyet, Allah’ın buyruklarına uygun olarak yapılan ameller ve yaşanan Müslümanlık” anlamında kullanılmıştır (meselâ bk. Bakara 2/143). Ayrıca, âyette “Mümin değildin” denmemiş, “İman nedir bilmiyordun” buyurulmuştur. Burada geçen “bilme” anlamındaki derâ fiili, sıradan bir bilgiye sahip olmayı değil, bir konunun hakikatine vâkıf olmayı ve inceliklerini idrak etmeyi ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “dry” md.; İbn Âşûr, XXV, 152-153). Pek çok âyet ve hadiste aklın ve insanın doğasına yerleştirilmiş donanımların iyiyi kötüden ayırt etmedeki rolü ve önemi üzerinde durulur; fakat bu âyet göstermektedir ki insan (aklıyla evrendeki düzene hâkim bir iradenin ve gücün varlığını tesbit edebilir ve fıtrî özellikleriyle birtakım insanî değerlere ulaşabilirse de), Allah’a nasıl kulluk edileceği ve O’nun hoşnut olacağı hayat çizgisinin hangisi olduğu hususunda ancak vahyin rehberliğinde tam ve kuşatıcı bilgiye sahip olabilir; ilâhî dinlerin ortak amacı da aklın beşerî zaaflara yenik düşmemesi için onun önündeki yolu aydınlatmaktır.
Kitap “nur”a yani ışığa benzetilmiştir; çünkü o inkârcılığın ve cehaletin karanlığını giderip insanın yolunu aydınlatmakta, iman ve hidayete erişmeye vesile olmaktadır. Fakat bu sonuca ulaşabilmek için Allah’ın dilemesi şarttır ve yüce Allah, kendisine verilen irade gücünü yerli yerince kullanıp tercihini hak yol yönünde yapanları bu kapsama alacağını bildirmiştir. Hz. Peygamber de insanların bu yolu yani göklerin ve yerin hükümranı olan Allah’ın hoşnut olduğu yolu bulmaları ve ondan sapmamaları için görevlendirilmiştir.
Hiçbir şeyin Allah’ın bilgisi dışında kalamayacağı ve insanlığın uzun gibi görünen serüveni bittiğinde O’nun huzurunda verilecek hesaptan asla kaçılamayacağı yönündeki uyarı ile sûre sona ermektedir. “İşler” şeklinde çevrilen umûr kelimesi burada, maddî ve mânevî bütün varlıkları, iş, oluş, durum ve gerçekleri ifade eden geniş bir kapsama sahiptir (İbn Âşûr, XXV, 156). İşlerin dönüp dolaşıp Allah’a varması daha çok mahşer günü verilecek hesap ile açıklandığından, Taberî “İnsanların dünyadaki işleri de bu kapsamda değil mi?” gibi hatıra gelebilecek soruya şu cevabı verir: Tabii ki dünyada da bütün işler, kezâ insanların fiilleri de O’nun bilgisi ve iradesi dahilinde olup bitmektedir; fakat burada insanların ihtilâflarına bakan yargıçlar ve yöneticiler vardır, kendilerince bunlara bir çözüm bulmaktadırlar. Her ne kadar dünyada da bütün işler Allah’ın nihaî irade ve kudretine bağlı ise de kıyamet gününde O’ndan başka yargıç ve otorite olmayacağı, bütün işlerin sonu O’na varacağı, O’na arzedileceği için burada bu noktaya özel vurgu yapılmıştır (XXV, 47).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 762-763وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحاً مِنْ اَمْرِنَاۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili اَوْحَيْنَٓا olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
Fiil cümlesidir. اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline mütealliktir.
رُوحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ اَمْرِنَاۜ car mecruru رُوحاً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Mütekellim zamiri نَاۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْحَيْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ
مَا كُنْتَ تَدْر۪ي cümlesi اِلَيْكَ ‘deki zamirden hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَدْر۪ي fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. تَدْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
مَا الْكِتَابُ cümlesi, amili تَدْر۪ي ‘nin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. تَدْر۪ي bilmek manasında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette تَدْر۪ي fiili ‘bilmek’ manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا istifham ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. الْكِتَابُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. الْا۪يمَانُ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُوراً نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنْ istidrak harfidir. Amel etmemiştir. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَا değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُوراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. نَهْد۪ي بِه۪ cümlesi, نُوراً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَهْد۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. بِه۪ car mecruru نَهْد۪ي fiiline mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası نَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
نَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. مِنْ عِبَادِنَا car mecruru mukadder aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, نشاء هدايته من عبادنا (Kullarımızın O'nunla hidayetini dileriz) şeklindedir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
تَهْد۪ٓي fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تَهْد۪ٓي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اِلٰى صِرَاطٍ car mecruru تَهْد۪ٓي fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. مُسْتَق۪يمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مُسْتَق۪يمٍ kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحاً مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Ayette îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. كَذٰلِكَ , mahzuf bir mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Takdiri, مثلَ ذلك الإحياءِ الفصل اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ (Bu açık vahiy gibi sana vahyettik) şeklindedir.
Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
اَوْحَيْنَٓا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْكَ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
اَوْحَيْنَٓا fiilinin mef’ûlü olan رُوحاً ’in nekreliği tazim ifade eder.
مِنْ اَمْرِنَاۜ car mecruru رُوحاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
اَمْرِنَا izafetinde azamet zamirine muzâf olması اَمْرِ için tazim ve teşrif ifade eder.
Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
رُوحاً kelimesiyle ona vahyedilen şey kastedilmiştir. Ona ruh demesi kalplere hayat vermesindendir. Cebrail olduğu da söylenmiştir. Mana da ‘onu sana vahiy ile gönderdik’ demektir. (Beyzâvî)
Buradaki ruh; ilk hayatlarında ve ikinci hayatlarında kendileri için neyin iyi olduğuna yönlendiren ve yine hayrı kendilerine dönen şeriat kanunundan mecaz olarak gelmiştir. Doğru yoldan saptıktan sonra akıllarının hidayete ermesi, ruhun bedene girmesine ve bedeni hayat sahibi kılmasına benzetilmiştir. (Âşûr)
كَذٰلِك , îrab açısından والأمر كذلك şeklinde mahzuf bir mübtedanın haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Buradaki كَ harfi, ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi كَ ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile كَ ‘den oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize arkadan gelecek olan şeyler şu anda “Bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır” der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/54, c. 5, s. 176-177)
مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ cümlesi اِلَيْكَ ‘deki zamirden haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَانُ ’nin haberi olan تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ cümlesi تَدْر۪ي fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesinde istifham harfi مَا mübteda, الْكِتَابُ haberdir.
الْكِتَابُ ‘a matuf olan وَلَا الْا۪يمَانُ ‘deki لَا , nefyi tekid için gelmiştir.
Kur’an’da iman, hidayet ve ilim nura, dalalet, cehalet ve küfür de karanlığa benzetildiği gibi, burada kitap hidayet sebebi olduğu için nura benzetilmiştir. (Âşûr)
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)
ا۪يمَانُ - الْكِتَابُ kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُوراً نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
لٰكِنْ istidrak harfidir. لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
جَعَلْنَاهُ fiilinin ikinci mef’ûlü olan نُوراً ‘deki nekrelik, tazim, nev ve kesret ifade eder. Fiildeki zamir مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ cümlesindeki الْكِتَابُ ‘ya aittir. Kitabın nur kılınmasında istiare vardır. نُوراً , iman ve hidayet için müstear olmuştur.
نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ cümlesi نُوراً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , durumun ona has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.
نَهْد۪ي fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَا cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Mefulünün hazfi umum manası içindir.
عِبَادِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması kulları tazim ve teşrif içindir.
Cümlede fiiller, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Burada ‘’Allah’ın dilediği kullarından’’ murat, daha önce de bir çok kez belirtildiği gibi tercihini hidayet yönünde kullanan bahtiyar kullardır. (Ebüssuûd)
وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ cümlesi اَنَّ ’nin haberidir. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلٰى صِرَاطٍ car mecruru تَهْد۪ٓي fiiline mütealliktir.
صِرَاطٍ ‘deki nekrelik nev ve tazim içindir.
مُسْتَق۪يمٍ kelimesi صِرَاطٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مُسْتَق۪يمٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
صِرَاطٍ - مُسْتَق۪يمٍۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ ifadesinde istiare vardır. Müsteâr صِرَاطٍ kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir. صِرَاطٌ kelimesi ‘yol’ demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi
صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ ibaresi, hedefine ulaştıran yoldur, bunun için bütün şartları kendisinde toplamış demektir. Yani size şeytana ibadeti yasaklayıp Bana ibadeti emretmem sıratı müstakimdir. Sırat-ı müstakimden daha sağlamı yoktur. Onun dışındaki hiçbir yol müstakim değildir. Nekre olması, ondan başka müstakim yol olmadığı, müstakim olan tek yolun o olduğu manasını taşımaz. Nekire gelmesi, sıfatını ifade etmektir. Bilindiği gibi nekrelik o şeyin tek olduğunu, hiçbir benzeri olmadığını ifade edebilir.
Burada صِرَاطٌ kelimesinin zikredilmesinde, insanın hayatında yürüdüğü yola işaret vardır. Bunun için yürüdüğü yolun müstakim olması gerekir ki ahirette saadet yurduna girmesini sağlasın. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.286,287)
Şüphesiz sen doğru bir yola götürürsün o da İslam'dır. لَتُهْدي şeklinde de okunmuştur ki, ‘Allah seni elbette hidayet eder’ demektir. (Beyzâvî)
Dosdoğru yol da İslam ile diğer şeriatler ve hükümlerdir. (Ebüssuûd)
صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | صِرَاطِ | yoluna |
|
2 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
3 | الَّذِي |
|
|
4 | لَهُ | sahibi olan |
|
5 | مَا | bulunan herşeyin |
|
6 | فِي |
|
|
7 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
8 | وَمَا | ve bulunan herşeyin |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الْأَرْضِ | yerde |
|
11 | أَلَا | iyi bilin ki |
|
12 | إِلَى |
|
|
13 | اللَّهِ | Allah’a |
|
14 | تَصِيرُ | sonunda varır |
|
15 | الْأُمُورُ | bütün işler |
|
Emera امر :
أمْرٌ kelimesi iş ve durum anlamına gelir. Çoğulu اُمُورٌ şeklindedir. Fiil ve sözlerin tümünü kapsayan genel bir lafızdır. Bir kişiye bir şeyi yapmayı yüklemek anlamını taşıyan أمَرَ fiilinin mastarıdır.
Bir nesneyi ibdâ yani aletsiz, nesnesizmaddesiz, zamansız ve mekânsız yaratmak manasında ise yalnızca Allah-u Teâlâ için kullanılır.
İftial babı formundaki إئْتَمَرَ fiili emri kabul etmek demektir. Meşverete yani istişâre etmeye de إئْتِمارٌ denir.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı türevde 248 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri emir, âmir, memur, (nefs-i) emmâre, emâre, emri (vâki), umur ve umursamaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
Ayet, önceki صِرَاطٍ kelimesinden bedel olup mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. مَا فِي الْاَرْضِۜ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ
اَلَا tenbih edatıdır. Konuşmacı dinleyicilerin dikkatini çekmek, onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır. Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
اِلَى اللّٰهِ car mecruru تَص۪يرُ fiiline mütealliktir. تَص۪يرُ damme ile merfû muzari fiildir. الْاُمُورُ fail olup lafzen merfûdur.
صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
Ayet öncesindeki صِرَاطٍ ’den bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Bedel; Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000)
Lafza-i celâlin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl االَّذ۪ي ’nin sılası olan لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsul مَا , muahhar mübtedadır.
İsm-i mevsûl مَا ’nın, îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. İsm-i mevsûl ve aynı üslupta gelen sılası وَمَا فِي الْاَرْضِۜ , tezat nedeniyle مَا فِي السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir.
السَّمٰوَاتِ - وَالْاَرْضِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınmasından maksat, kelamın amacını muhatabın zihnine iyice yerleştirmektir. Sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ şeklinde söylemek mümkünken, ism-i mevsul olan مَا ve harf-i cer olan فِي tekrar edilmiştir. Bu cümle, mülkün umumiliğini ve kapsamını, iktidarın, izzetin ve hikmetin umumiliğini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.48)
صِرَاطِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir. Aynı zamanda veciz ifade amacına matuftur.
صِرَاطِ اللّٰهِ ifaresinde istiare vardır. Müsteâr صِرَاطٍ kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir. صِرَاطٌ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَا ve فِي ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, مَا ve الَّذ۪ي arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Rabbimizin bizi çağırdığı şeriat, sırat ve minhac/yol, bize şunu hatırlatır: Bu sırat, semavatın ve arzın sahibi olan zata aittir. Dolayısıyla O, kendisinden istenmeyi, bu konuda hırslı olmayı ve ona yapışmayı hak eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.290)
Yolun, İsm-i Celile izafe edilmesi ve sonra da Allah'ın, "Bütün göklerin, .." cümlesiyle vasıflandırılması o yolun şanını tazim, istikametini kararlaştırmak ve takip edilmesinin zorunluluğunu tekit etmek içindir. Çünkü kâinattaki bütün varlıkların yaratılış, mülkiyet ve tasarruf olarak Allah'ın olması, o yolun dosdoğru olduğunu en iyi şekilde gerektirmektedir. (Ebüssuûd)
اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr ve اَلَٓا ile tekid edilen cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
İnsanların kulaklarını çekmek için cümle tenbih harfi ile başlamıştır. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَى اللّٰهِ , amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Bütün işler sadece ona döndürülür. Dönüş başkasına değildir.
تَص۪يرُ fiili الْاُمُورُ ‘ya nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan dönmek fiili, işlere isnad edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır.
Lafza-i celâlin tekrarı Allah’ın kudret ve celâlini vurgularken bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle son derece önemli yerlerde kullanılan başlangıç edatı اَلَٓا ile başlamıştır ve müteallik olan اِلَى اللّٰهِ şeklindeki car mecrur takdim edilmiştir. Zira asıl anlatılmak istenen budur. Sonra müteallak olan تَص۪يرُ muzari fiil şeklinde gelmiştir. Bu durumda sanki işlerin Allah'a dönüşü gözle görülüyor gibi olur. الْاُمُورُ kelimesi kapsamlı bir kelimedir; iş, durum şeklinde isimlendirilebilecek her şeyi kapsar. Yani salih ve fesat olan işlerin tamamı, ıslah edenin ıslahı, fesat çıkaranın fesadı, iman edenin imanı, yüz çevirenin yüz çevirmesi, adalet edenin adaleti, zulmedenin zulmü ve zalim ve mazlum, haddi aşan ve kendisine karşı haddi aşılan, korkan ve korkulan, emin olan, koruyan, vefalı olan, aldatan, ihanet eden, her şey O'na döner. O'na dönmeyen hiçbir şey yoktur. Semavatta ve onun üzerinde olanları, Rablerini hamd ile tesbih eden melekleri ve yeryüzündeki her şeyi tamamen kapsar, her şey O'na döner. Allahu a‘lem. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.290)
Surenin son ayetinde, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlaması şeklinde tarif edilen, hüsn-i intihâ sanatı vardır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
حٰمٓۜ
حٰمٓۜ
حٰمٓۜ hurûf-u mukattaâ harflerindendir.
حٰمٓۜ
Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celb eder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)
Aynı mukattaâ harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.
وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ
Kur’an’la ilgili gerçekleri bildirmek üzere söze başlanırken yine Kur’an’a yemin edilmesi, onun eşsizliğini, önemini ve ilâhî kaynaklı olduğunu anlamak için kendisinden başka bir şâhide ve delile ihtiyaç bulunmadığına işaret etmektedir.
Kur’an yazıldığı için bir kitaptır; fakat onun okunması, yazılmasına bağlı değildir. Kur’an nâzil olduğu günden beri yalnızca yazı bilenler tarafından değil, okuyup yazma bilmeyenler tarafından da ezberlenmiş ve okunmuştur; o yazılsın yazılmasın daima “okunan” bir kitaptır.
وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ
وَ harf-i cer olup, kasem harfidir. وَالْكِتَابِ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (yemin ederim) şeklindedir. الْمُب۪ينِ kelimesi الْكِتَابِ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُب۪ينِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ
Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir.
وَ , kasem harfidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur وَالْكِتَابِ , takdiri اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf kasem fiiline mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
الْكِتَابِ için sıfat olan الْمُب۪ينِ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْكِتَابِ ’nin الْمُب۪ينِۙ ’le sıfatlanması, mecâz-ı aklîdir.
الْمُب۪ينِ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Bu ayetler bize indirmesiyle ikramda bulunduğu Aziz Kitabın şanı hakkında Rabbimizin bahsettiği en kerîm sözlerdir. Bunları ilki bu kitabın yüceltilmesidir ki bu da surenin başındaki kasemle olmuştur. Burada hem muksemun bih hem de muksemun aleyh aynıdır ve o da kitaptır. Çünkü muksemun bih kitaptır, muksemun aleyh ise اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ [Arapça bir Kur’an yaptık] cümlesinde ifade edilen kitaptır. Kitaba yemin etmek ise onu yüceltir ve şanını över. الْكِتَابِ kelimesinde hem onun heyetine hem de maddiyatına delalet vardır. Heyetine olan delalet, elif-lâm'la marife olarak gelişindedir. Bu tarif, onda kitap manasının kemâl manada bulunduğunu ifade eder. Yani o, bir kitabın vasıflanabileceği bütün kemâl sıfatlara sahiptir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.43-44)
Apaçık kitaba yani Kur’an’a yemin etti ve “Biz onu Arapça bir Kur’an kıldık” cümlesini yeminin cevabı yaptı. Bu, sanatkârane, güzel yeminlerdendir; çünkü yeminle yeminin konusu birbirine uygun ve aynı mecradadır. (Keşşâf)
اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَۚ
اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. جَعَلْنَاهُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
جَعَلْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَا değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُرْءٰناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَرَبِياًّ kelimesi قُرْءٰناً ‘nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَۚ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَعْقِلُونَۚ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَعْقِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ
Ayet, kasemin cevabı olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, kemâl-i ittisaldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsned olan جَعَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
جَعَلْنَاهُ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi cümleye, hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
عَرَبِياًّ kelimesi قُرْءٰناً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Kur’an, hidayet yolunu dalalet yollarından ayrı ve apaçık göstermekte ve diyanet konusunda ihtiyaç duyulan her şeyi apaçık bildirmektedir.
Kur’an'ın tahkik ve tekidi için de onun Arapça olması gerekirdi; çünkü ancak Arapça olmasıyla, onların İslamına önem verildiği bildirilmiş olur; onlara verilen bu nimet tam olur ve özürleri tamamen kaldırılmış olur. (Ebüssuûd)
O apaçık kitap hakkı için. "Hâ-mîm"de yemin manası bulunduğuna göre (وَ) atıf vavı olmadığına göre yemin içindir, o açık kitap, Allah yolunu apaçık gösterir bir nur olan o parlak kitap, yani Kur'an. Kur'an'ın şanını beyan ederken yine Kur'an'a "beyan" vasfı ile yemin edilmesi onun kendini tanıttırmak için başka delile muhtaç olmayıp bizzat بين (açıklayıcı) olan bir nur olduğunu ifade içindir. Aynı zamanda ona yemin edilmesi hakkına tazim emrini gerektirdiğinden mealde bu lazım manayı gösterdik. (Elmalılı)
لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ ’nin haberi olan تَعْقِلُونَ ’nin muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub; “ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır.” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Siz akledesiniz diye… ifadesindeki لَعَلَّ istiâre yoluyla irade etme anlamında kullanılmış olup hem irade hem de umma anlamını göz önünde bulundurman gerekir. Bu durumda anlam şöyle olur: Arapların anlamasını istediğimiz için ve [“Ayetleri açıkça bildirilseydi ya!”] (Fussilet 41/44) diye itiraz etmesinler diye Kur’an’ı yabancı dilde değil, Arapça olarak yarattık! (Keşşâf ve Âşûr)
Tereccî, sevilen bir şeyin meydana gelmesi konusundaki beklentiyi ifade eder. Halbuki Allah Teâlâ böyle bir konumda değildir. Bunun için bazıları buradaki لَعَلَّ (umulur ki) harfinin لَ manasında olduğunu ya da Allah Teâlâ'nın burada kullarına, onların kendi aralarında konuştuğu gibi hitap ettiğini söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.45)
وَاِنَّهُ ف۪ٓي اُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَك۪يمٌۜ
Kur’an levh-i mahfûz denilen “korunmuş bir kaynak”tan gelmiştir; o yücedir ve hikmetlerle doludur. Levh-i mahfûz terkibine “Allah’ın ilmi” mânasını verenler de olmuştur. Buna göre mâna şöyle olur: Kur’an Allah’ın yüce ve hikmetlerle dolu ilminden gelmiştir, onun vahiy yoluyla bir yansımasıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 766
وَاِنَّهُ ف۪ٓي اُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَك۪يمٌۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
ف۪ٓي اُمِّ الْكِتَابِ car mecruru عَلِيٌّ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَدَيْنَا mekân zarfı olup, sükun üzere mebnidir. عَلِيٌّ ‘a müteallik olup mahallen mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. عَلِيٌّ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ kelimesi, اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
عَلِيٌّ - حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّهُ ف۪ٓي اُمِّ الْكِتَابِ لَدَيْنَا لَعَلِيٌّ حَك۪يمٌۜ
Ayet, atıf harfi وَ ile kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪ٓي اُمِّ الْكِتَابِ , ihtimam için amili olan لَعَلِيٌّ ‘e takdim edilmiştir.
الكِتابُ , burada ‘yazılan şey’ manasındadır. Belgelenen ve doğrulanmış olan demektir. Bu, değişikliği kabul etmeyen “hak"tan kinayedir. Çünkü onlar, yerine getirilmesi uzun bir müddet gerektiren vaatlerini, ihtilafları önlemek için bir sayfaya yazarak kayda geçirirlerdi. (Âşûr)
لَدَيْنَا mekân zarfı, اُمِّ ’nin veya كِتَابِ ’nin hali veya car ve mecrûrdan bedeldir. Ya da عَلِيٌّ ’a mütealliktir.
عَلِيٌّ birinci, حَك۪يمٌۜ ise اِنَّ ’nin ikinci haberidir.
Azamet zamiri ile لَدَيْ ’nın izafeti, kısa yoldan izahın yanında, Kitabın hali olarak onun mekanına tenbih ve yüceliğine işarettir.
الْعَلِيِّ ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında ألعلْوٌ istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212 ve Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada اُمِّ (anne) kelimesi ‘asıl’ manasında müsteârdır. Evladın anneden doğması gibi, füruğ da asıldan doğar. İstiâre-i tasrîhiyye asliyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
Bu اُمِّ الْكِتَابِ 'ın levhi mahfûz olduğu ya da semavat ve arzda zerre kadar bir şeyi unutmayan Allah Teâlâ'nın ilmi olduğu söylenmiştir. Bu iki tefsir arasında büyük bir fark yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.47)
Yüce kitaplar içinde gerçekten şanı yücedir. Çünkü mucize oluşuyla onlardan ayrılmaktadır. Hikmet dolu, tamamen hikmetlidir. Yani Kur’an’ın bizim katımızdaki makamı, yücelik ve hikmet sıfatlarını haiz bir kitabın makamıdır; o, Ana Kitap’ta bu şekilde kayıtlıdır. (Keşşâf)
حَكِيمٌ : Aslı, görüşleri hikmetli olan kimsedir. Burada ise kişilerin hal ve durumlarının selameti ve ümmetin sistemini oluşturan mevcut yasalar anlamında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
اَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحاً اَنْ كُنْتُمْ قَوْماً مُسْرِف۪ينَ
İnsanlar her zaman ellerinde bulunanın kıymetini bilmeyebilirler; bu yüzden değerli şeyleri saçıp savururlar, onlardan gerektiği gibi istifade edemezler. Kur’an da çok değerli bir nimettir; insanlar onun kıymetini bilmeseler, ondan uzak dursalar bile peygamberin ve ümmetin vazifelileri onunla insanları uyarmaktır; Kur’an’ın değerini, vazgeçilemezliğini onlara anlatmaktır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 766اَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحاً اَنْ كُنْتُمْ قَوْماً مُسْرِف۪ينَ
Hemze istifham harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَضْرِبُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. عَنْكُمُ car mecruru نَضْرِبُ fiiline mütealliktir. الذِّكْرَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
صَفْحاً mef’ûlü mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf ل harf-i cerle نَضْرِبُ fiiline mütealliktir. Takdiri, لأن كنتم (Çünkü siz … idiniz) şeklindedir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
قَوْماً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olup mansubdur.
مُسْرِف۪ينَ kelimesi قَوْماً ‘nin sıfatı olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُسْرِف۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi).
اَفَنَضْرِبُ عَنْكُمُ الذِّكْرَ صَفْحاً اَنْ كُنْتُمْ قَوْماً مُسْرِف۪ينَ
Hemze inkari istifham, فَ atıf harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Haberî manada olması, inşâ cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Mananın ‘’Biz sizden Kur'an'ı geri çevirip, (çeker miyiz?)" şeklinde olduğu da ileri sürülmüştür. Binaenaleyh, ifadedeki istifham, istifhâm-ı inkarî olup, "Biz, haddi aşan kimseler olmanız sebebiyle, mazeretleri ortadan kaldırmayı ve uyarmayı ihmal etmeyiz" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp inkar ve kınama anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
نَضْرِبُ fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
الضَّرْبُ (vurmak) kelimesi hakikatte bir cismi diğerine vurmaktır. En sık kullanımı şöyledir: “Deveye sopayla vurdu.” Burada durdurmak ve uzaklaştırmak manasında müstear olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
عَنْكُمُ car mecruru, نَضْرِبُ fiiline mütealliktir. الذِّكْرَ , mef’ûlu, Kur’an’dan kinayedir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْكُمُ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûl olan الذِّكْرَ ‘ya takdim edilmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki كُنْتُمْ قَوْماً مُسْرِف۪ينَ cümlesi, masdar teviliyle mahzuf harf-i cerle birlikte نَضْرِبُ fiiline mütealliktir. Yani, … لأن كنتم şeklindedir.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
كُنْتُمْ (idiniz) kelimesinde zaman manası yoktur, yaptıkları israfın, aşırılığın kendi zatlarından bir cüz olduğuna delalet eder. Bu israf adeta onların yapısında vardır, bunların mahiyetindendir, onların mevkilerinden kaynaklanmıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.50)
مُسْرِف۪ينَ kelimesi قَوْماً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُسْرِف۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)
صَفْحاً - نَضْرِبُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صَفْحاً iki şekilde yorumlanabilir:
1) صفح عنه (ondan yüz çevirdi) fiilinin masdarı olabilir ki bu durumda mef‘ûlün leh olur ve “Sizden yüz çevirdiğimiz için Kur’an’ı indirmekten ve onunla size delil getirmekten uzak mı duralım?!” anlamına gelir.
2) Yan anlamında olabilir. Bu anlam, Arapların نظر إليه بصفح وجهه / بصفح وجهه (Ona yüzünü tam dönmeden bir yanıyla baktı.) şeklindeki kullanımlarından gelir. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: [Kur’an’ı sizden uzaklaştırıp bir kenara mı atalım?!] Bu takdirde kelime, ضعهُ جانبا إمشِ جانبا (Onu bir kenara koy. Bir tarafa doğru yürü!) örneklerinde olduğu gibi zarf olduğu için mansub olur. Kelimeyi صُفْحاً şeklinde zammeli okuyanların kıraati de bunu teyit eder. Bu kıraatte başka bir ihtimal daha vardır; صُفْحاً kelimesinin صفوح (yüz çeviren) kelimesinin çoğulu olmasıdır. Bu durumda kelime صافحين مُرِدين (gözünün ucuyla bakarak, yüz çevirerek) takdirinde hal olarak mansub olur. (Keşşâf)
Azarlama için إذاَ yerine اِنْ gelmiştir. Failden bu fiilin sudurunu inkâr için olur. Burada iki kıraat vardır. اَنْ ve اِنْ şeklinde okunabilir. Bu durumda takdir, اإن كُنتم مسرفين نترُكٌُكم وَ شَاءكم şeklindedir. Yani (siz müsrif olduğunuz için Kur’ân’da bulunan emir-nehiy, vaat vaîd ne varsa hepsini terk mi edelim?) demektir. Kavmin müsrif olduğu kesindir. Dolayısıyla azarlama ifadesi için إذاَ yerine اِنْ gelmiştir. Eğer ayetler üzerinde düşünürlerse bu inad ve israfları yok olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
"Siz, haddi aşan bir kavimsiniz diye artık sizi Kur’an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?"
Bu ayet bize bildiriyor ki, tamamen küfür ve dalalete batmış olan o müşriklerin Kur’an'la uyarılmalarında, Kur’an'ın onların tepesine inip peşlerini bırakmamasında büyük bir dahi hikmet vardır. (Ebüssuûd)
وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْاَوَّل۪ينَ
Bundan sonraki âyetlerde putperestliğin anlamsızlığı ve çelişkileri, bir Allah’tan başka tanrı olmadığı, peygamberin söylediklerinin doğru olduğu konuları, müşriklerle tartışma üslûbu içinde verilecektir. Hz. Peygamber onlarla tartışırken üzülmesin, kendine kusur bulmasın ve gönül rahatlığı içinde tebliğ görevini yerine getirsin diye geçmiş ümmetler ile peygamberleri arasındaki benzer ilişkiler hatırlatılmaktadır.
“Gelip geçenlerin örnek hikâyeleri (Kur’an’da) daha önce de anlatılmıştır” diye tercüme ettiğimiz kısmı, “Öncekilerden nice benzerleri tarihe karışmıştır” şeklinde çevirmek de mümkündür.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 767وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْاَوَّل۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. كَمْ haberiyye olup, اَرْسَلْنَا fiilinin mukaddem mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.
كَمْ ‘i Haberiyye: Herhangi bir kavramın çok miktarda olduğunu belirtmek için kullanılan كَمْ ’dir. ‘Nice, ne, ne kadar çok’ gibi anlamlara gelir. Çokluktan kinaye için kullanılır.
كَمْ ’i haberiyyenin temyizi iki şekilde gelebilir:
1. Müfred mecrur veya cemi mecrur olarak gelir.
2. مِنْ harf-i ceri ile müfred mecrur veya cemi mecrur gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ نَبِيٍّ car mecruru كَمْ ‘in temyizi olup mecrurdur. فِي الْاَوَّل۪ينَ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ فِي الْاَوَّل۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
وَكَمْ اَرْسَلْنَا مِنْ نَبِيٍّ cümlesi 3. ayetteki إنّا جَعَلْناهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا cümlesine matuftur. Bu; kıssanın kıssaya atfı kabilindendir. (Âşûr)
Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Teksir ifade eden haberiyye كَمْ , mukaddem mef’ûl olarak amilinin önüne geçmiştir.
اَرْسَلْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
مِنْ نَبِيٍّ car mecruru كَمْ ’in temyizidir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
نَبِيٍّ ’in nekre gelişi tazim ve kesret ifade eder.
فِي الْاَوَّل۪ينَ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْاَوَّل۪ينَ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü zaman ifade eden evvel , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la matuftur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَأْت۪يهِمْ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. نَبِيٍّ lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ nefy, nehiy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M.Meral Çörtü Nahiv s.341)
اِلَّا hasr edatıdır. كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiiline mütealliktir. يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi هزأ ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ‘la önceki ayete atfedilmiştir. Hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eden muzari fiil sıygasında gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Ayet, iki tekid hükmündeki kasr ve zaid harf olmak üzere üç unsurla tekid edilmiştir.
يَأْت۪يهِمْ fiilinin faili konumundaki نَبِيٍّ ‘e dahil olan مِنْ zaid harftir, tekid ifade eder. نَبِيٍّ ’deki nekrelik herhangi biri tazim, özel bir nev ifade edebilir.
كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
كَانُوا ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için amili olan يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ‘ye takdim edilmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّا ile oluşan kasr, mef’ûl ile hali arasındadır. هِمْ maksur/mevsûf, كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ maksurun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)
Önceki ayetteki اَرْسَلْنَا fiiliyle, bu ayetteki يَأْت۪يهِمْ fiili arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
وَمَا يَأْت۪يهِمْ (Ne zaman bir peygamber gelse) ifadesi, halen devam eden geçmiş durumun hikayesidir; yani onlar bu hal üzere idiler. Burada, kavminin alay etmesi karşısında Peygamber (sav) teselli edilmektedir. (Keşşâf)
Bu kelam, kavminin istihza etmesinden dolayı Peygamberimizi (sav) teselli etmektedir. (Ebüssuûd)
فَاَهْلَكْـنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشاً وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّل۪ينَ
فَاَهْلَكْـنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشاً
Ayet, atıf harfi فَ ile مَا يَأْت۪يهِمْ ‘e matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اَهْلَكْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اَشَدَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aslında mukadder mevsufun sıfatıdır. Takdiri, قوما أشدّ (Daha sert, şiddetli bir kavim) şeklindedir.
مِنْهُمْ car mecruru اَشَدَّ ‘ye mütealliktir. بَطْشاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَهْلَكْـنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّل۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَضٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. مَثَلُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْاَوَّل۪ينَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَاَهْلَكْـنَٓا اَشَدَّ مِنْهُمْ بَطْشاً وَمَضٰى مَثَلُ الْاَوَّل۪ينَ
Ayet, atıf harfi فَ ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اَهْلَكْـنَٓا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
İsm-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade eden اَشَدَّ mef’ûldür veya takdiri قوما (Bir kavim) olan mahzuf mef’ûlün sıfatıdır.
مِنْهُمْ car mecruru اَشَدَّ ‘ye mütealliktir. بَطْشاً temyizdir. Temyiz, anlamı güçlendirip tamamlamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
5. ayette عَنْكُمُ ’daki muhatap zamirinden bu ayette مِنْهُمْ ’la gaib zamire iltifat edilmiştir.
Burada "onlardan" zamiri, önceki geçenler yerine değil, muhatap olan kavim yerine kullanılmıştır. Onun için buna göre "sizden" denilmesi gerekirdi. Fakat bunda Peygamber'e de bir işaret ihtimalinden dolayı "hitab"dan (ikinci şahıstan) "gıyab"a (üçüncü şahısa) geçilerek; ifade, iltifat biçiminde yalnız Peygamber'e yöneltilmiştir ve bu şekilde ona özel bir değer vermekle teselli yapılmıştır. (Elmalılı ve Âşûr)
وَ مَضٰى مَثَلُ الْاَوَّل۪ينَ cümlesi اَهْلَكْـنَٓا ’ya matuftur. وَ ’ın istînâfiyye olması da caizdir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَشَدَّ مِنْهُمْ (onlardan daha güçlülerini) ifadesindeki zamir aşırı giden topluluğa racidir; çünkü hitap artık onlardan Peygamber’e (sav) çevrilmiştir; onlar hakkında kendisine bilgi verilmektedir. Öncekilerin durumu daha önce geçmişti. Yani onların atasözü yerine geçmeyi hak edecek şaşırtıcı hal ve hikayeleri Kur’an’da birden fazla yerde geçmiştir. Bu, Peygamber (sav) için bir vaat, onlar için de bir tehdittir. (Keşşâf)
Ayetin başındaki فَ harfi, istihzalarının hemen arkasından araya mühlet girmeden onların helak edildiği manasını taşır, yani tertip içindir. Çünkü apaçık ayetlerle, ezici mucizelerle, hidayetle, apaçık otoriteyle alay etmek Allah katında günahların, çirkin davranışların en kötülerinden, en tiksindiricilerinden biridir, ki bu durumda olanlara mühlet verilmez. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.54)وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | andolsun eğer |
|
2 | سَأَلْتَهُمْ | onlara sorsan |
|
3 | مَنْ | kim? |
|
4 | خَلَقَ | yarattı |
|
5 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
6 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
7 | لَيَقُولُنَّ | elbette diyecekler ki |
|
8 | خَلَقَهُنَّ | onları yarattı |
|
9 | الْعَزِيزُ | çok üstün olan |
|
10 | الْعَلِيمُ | çok bilen |
|
Hz. Peygamber’in muhatabı olan müşrik Araplar taptıkları putları, bütün nitelikleri bakımından Allah’a eş ve eşit tutmuyorlardı; meselâ yaratma fiilinin Allah’a mahsus olduğunu, bu kâinatı ancak büyük bir güce ve bilgiye sahip bir varlığın yaratabileceğini biliyor ve itiraf ediyorlardı. Onlara göre putların işi iyiliği elde etmek, kötülüklerden korunmak için kendileri ile Allah arasında aracı olmak ve onları Allah’a yaklaştırmaktı; putlara bunun için tapınıyorlardı (Yûnus 10/18; Zümer 39/3).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 769
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۙ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاَلْتَهُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ cümlesi şart fiilinin ikinci mef’ûlü bihidir.
مَنْ istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. خَلَقَ السَّمٰوَاتِ mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
لَ kasem lam’ıdır. يَقُولُنَّ fiili mahzuf ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ' ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
Mekulü’l-kavli خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۙ ‘dir. لَيَقُولُنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
خَلَقَهُنَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَز۪يزُ fail olup lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُۙ kelimesi الْعَز۪يزُ ‘in sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۙ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۙ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan لَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ cümlesi, سَاَلْتَهُمْ fiilinin mef’ûlü konumundadır. İsim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. مَنْ istifham harfi mübteda, خَلَقَ السَّمٰوَاتِ haberdir.
İsim cümlesinde müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
يَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l kavli olarak gelen خَلَقَهُنَّ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. الْعَز۪يزُ faildir. الْعَل۪يمُۙ bedel veya sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
الْعَز۪يزُ ve الْعَل۪يمُۙ kelimelerinin her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Allah’a ait bu sıfatların ayetin konusuyla olan uyumu teşabüh-i etraf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, ikisinin birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.
سَاَلْتَهُمْ - لَيَقُولُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
خَلَقَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette müsned olan خلقهن (onları yarattı) kelimesi, soru cümlesindeki خلق (yarattı) kelimesinin delaletiyle hazf olunabilir, ancak manayı vurgular, zihne yerleştirmek için zikredilir. (Kerîme Mahmud Ebû Zeyd, -Bedî‛iyyât fî’l-Edebi’l-Arabî, s.110)
Ayeti kerime mahzuf bir kaseme delalet eden muvattıe lâmı ile gelmiştir. Sadece وإن سألتهم ‘’Onlara sorarsan’’ şeklinde gelmemiştir. Bu harf tekid ifade eder. Dolayısıyla bu kelam bazı nahivcilere göre kasem menzilindedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 473)
Delil beyanında bu yolun tercih edilmesi, zımnen şu hakikati bildirmek içindir: Allah'ın, zikredilen yüce sıfatlarla, fiillerle ve bunları gerektiren tekrar diriltme ve uhrevî ceza, şüphe götürmeyen apaçık gerçeklerdir ve onlar, kabul etsinler veya etmesinler, hüccet onların aleyhine sabittir. (Ebüssuûd)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَجَعَلَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۚ
Bu âyetten itibaren müşriklerin düşüncelerindeki çelişkilere, inançlarındaki temelsizliğe dikkat çekilmekte ve onlar dolaylı olarak tevhide davet edilmektedirler.
Yerin döşek kılınmasından maksat üzerinde yürümeye, çalışmaya ve istirahat etmeye; yani yaşamaya uygun bir şekilde olmasıdır. Yolların yaratılmasına iki mâna verilmiştir: a) Dünyanın bir yerinden diğer yerine ulaşmayı mümkün kılacak vadilerin, düzlüklerin, geçitlerin yani üzerinde yürümeye ve yol açmaya müsait arazinin yaratılması. Bu yorum, “yollar” diye çevirdiğimiz sübül kelimesinin birinci mânasını esas almaktadır. b) Kelimenin ikinci (vesîle, çare) mânasına göre yaratılan yollardan maksat, insanların çeşitli ihtiyaçlarını giderecek imkânların yaratılmasıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 769-770
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl الْعَز۪يزُ ‘nun ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمُ car mecruru ikinci mef’ûlün bih مَهْداً ‘ne mütealliktir.
جَعَل değiştirme manasında kalp fiillerindendir. değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَهْداً ikinci mef’ûlün bih fetha ile mansubdur.
وَجَعَلَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً
Cümle, atıf harfi وَ ‘ la önceki جَعَلَ ‘ye matuftur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمُ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. ف۪يهَا car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. سُبُلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۚ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَهْتَدُونَۚ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَهْتَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَهْتَدُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هدي ‘dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İftiâl kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَجَعَلَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir. Müzekker müfret has ismi mevsûl, önceki ayetteki الْعَز۪يزُ ‘nun sıfatı konumundadır. Sılası olan جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Aynı üslupta gelen وَجَعَلَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْد cümlesine atfedilmiştir. جَعَلَ fiili önemine binaen tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
مَهْداً ve سُبُلاً kelimelerindeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
İki cümlede de takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ ’un iki cümlede de mef’ûle takdimi ‘sizin için’ anlamını vurgulamak amacına matuftur.
Bu ayette teşbîh-i belîğ vardır.“Beşik ve yatak gibi kıldı” demektir. Burada benzetme edatı ile benzetme yönü (vech-i-şebeh) hazf edilmiş, böylece teşbîh-i belîğ olmuştur. (Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr)
Buradaki مَهْداً (beşik), ميهاد (döşek) şeklinde de okunmuştur. Bu da istiaredir. Burada maksat; arzı, üzerinde yerleşmeye, içinde dolaşmaya imkân verecek şekilde hazırlanıp döşenmiş bulunan döşeğe benzetmektedir. Bu istiarenin benzerleri daha önce geçmiştir. ميهاد ile مَهْداً ’in manası birdir. Bu tıpkı فرش (yaygı) ve فراش gibidir. Ancak مَهْداً , daha çok küçük çocuk için yapılan ve onu koruyan alet (beşik) için kullanılır. Fakat sonuçta bu da فراش (döşek) anlamına varır. Ayrıca مهدا kelimesi, مهد fiili mazisi - يمهد muzarisi - مهدا fiilinin masdarı da olur ki (ayağını koyacağı ve yanını yaslayacağı bir yer hazırlamak) demektir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۚ
Ayetin son cümlesi beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
لَعَلَّ ‘nin haberi olan تَهْتَدُونَۙ ’nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
“Umulur ki” anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’ demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan تَعَقُّل kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise تَفَقُّه kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
تَهْتَدُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)