بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَالَّذ۪ي نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍۚ فَاَنْشَرْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاًۚ كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِي | ve o ki |
|
2 | نَزَّلَ | indirendir |
|
3 | مِنَ | -ten |
|
4 | السَّمَاءِ | gök- |
|
5 | مَاءً | su |
|
6 | بِقَدَرٍ | bir ölçü ile |
|
7 | فَأَنْشَرْنَا | böylece canlandırdık |
|
8 | بِهِ | onunla |
|
9 | بَلْدَةً | bir ülkeyi |
|
10 | مَيْتًا | ölü |
|
11 | كَذَٰلِكَ | işte öyle |
|
12 | تُخْرَجُونَ | siz de çıkarılacaksınız |
|
وَالَّذ۪ي نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍۚ
وِ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayette geçen اَلَّذ۪ي ‘ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası نَزَّلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
نَزَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru نَزَّلَ fiiline mütealliktir. مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِقَدَرٍ car mecruru مَٓاءً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
نَزَّلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاَنْشَرْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاًۚ
Fiil cümlesidir. Atıf harfi فَ ile sıla cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْشَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru اَنْشَرْنَا fiiline mütealliktir.
بَلْدَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَيْتاً kelimesi بَلْدَةً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْشَرْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi نشر ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare, amili تُخْرَجُونَ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
تُخْرَجُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
تُخْرَجُونَ۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالَّذ۪ي نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍۚ فَاَنْشَرْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاًۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki sıfat konumunda olan ismi mevsule atfedilmiştir. Müfret has ismi mevsul الَّذ۪ي ’nin sılası olan نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنَ السَّمَٓاءِ , ihtimam için, mef’ûl olan مَٓاءً ‘e takdim edilmiştir.
بِقَدَرٍۚ car mecruru مَٓاءً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
مَٓاءً ’deki ve بِقَدَرٍ ’deki nekrelik tazim ifade eder.
Aynı üslupta gelen فَاَنْشَرْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاً cümlesi, makabline فَ ile atfedilmiştir. Cümleler arasında hükümde ortaklık vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْشَرْنَا fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için mef’ûl olan بَلْدَةً ‘e takdim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
مَيْتاً kelimesi بَلْدَةً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. بَلْدَةً ‘deki tenvin cins ifadesi içindir.
نَزَّلَ - اَنْشَرْنَا kelimeleri arasında gâibten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
اَنْشَرْنَا - مَيْتاًۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
فَاَنْشَرْنَا بِه۪ بَلْدَةً مَيْتاً [Ölü bir beldeyi onunla dirilttik.] cümlesinde istiâre-i tebeiyye vardır. Allah, yağmur yağmadan önceki yeryüzünü ölü insana benzetti, sonra yağmurla ona hayat verdi. Bunda istiâre-i tebeiyye vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ
İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İtiraz, peş peşe gelen iki söz veya sadece bir sözün içerisinde, îrabda mahalli olmayan bir veya daha fazla ara cümle getirilerek yapılan ıtnâbdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكَ , amili تُخْرَجُونَ۟ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
تُخْرَجُونَ۟ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
تُخْرَجُونَ fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Fiil; bize döndürmekle kalmaz, gereken cezayı veririz manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayetin başındaki كذلك sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’anı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)
كَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ sözündeki muzari fiilde iki olayın tasviri vardır. Müşebbeh, kuru arzın canlanması, müşebbehün bih ise insanların ölümden sonra dirilmesidir. Arzın yetiştirdiği bitki, ot, çayır ve ekin gibi şeyler yavaş yavaş çıkar; hergün ve her an bu çıkış tekrarlanır. Bu müşebbehin çıkış halidir, müşebbehün bihin çıkış haline gelince, onda bu çıkışın zaman zaman yenilendiği manası yoktur, onda bu çıkışın birdenbire olduğu tasvir edilir ve bu birçok ayette dile getirilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.67)
Buradaki, vech-i şebeh (benzetme yönü) Cenab-ı Hakk'ın, ölü halde iken bir beldeye can vermesi gibi, insanları da ölümlerinden sonra, onları canlılar ve hayat sahibi varlıklar haline getirmesidir. (Fahreddin er-Râzî)
وَالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْاَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَۙ
وَالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْاَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayette geçen اَلَّذ۪ي ’ye matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْاَزْوَاجَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
كُلَّهَا manevi tekittir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَكُمْ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. مِنَ الْفُلْكِ car mecruru مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
الْاَنْعَامِ kelimesi atıf harfi وَ ‘la الْفُلْكِ ‘ye matuf olup kesra ile mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl, mef’ûl ’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَرْكَبُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَرْكَبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْاَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَۙ
Ayet atıf harfi وَ ile 10. ayetteki ismi mevsule atfedilmiştir. Müfret has ism-i mevsul الَّذ۪ي ‘nin sılası olan خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
كُلَّهَا izafeti, الْاَزْوَاجَ için manevi tekittir.
Aynı üslupta gelen وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْفُلْكِ وَالْاَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَۙ cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle sıla cümlesine atfedilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , ihtimam için mef’ûl olan مَا ‘ya takdim edilmiştir.
جَعَلَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَا ’nın sılası olan تَرْكَبُونَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَلَقَ - جَعَلَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada da, خَلَقَ fiilinden sonra جَعَلَ fiili gelmiştir. Bu, خَلَقَ (yarattı) fiilinin ‘yoktan örneksiz olarak yaratmak, inşa etmek’ manası sebebiyledir ki semâvât, arz ve çiftler böyle yaratılmıştır. جَعَلَ fiili ise, mevcut olan bir varlıkta geçerli olan bir fiildir, onu bir halden başka bir hale değiştirmeyi ifade eder. Arzın yaratıldıktan sonra beşik haline çevrilmesi ve üzerinde yollar yapılması gibi. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri BelâGî Tefsiri, C. 4, s.69)
Burada الْاَزْوَاجَ eşyanın çeşitleri ve sınıfları veya genel olarak birbirine karşılık olanlarla tefsir edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
لِتَسْتَوُ۫ا عَلٰى ظُهُورِه۪ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ اِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِتَسْتَوُوا | binmeniz için |
|
2 | عَلَىٰ | üzerine |
|
3 | ظُهُورِهِ | onların sırtları |
|
4 | ثُمَّ | sonra |
|
5 | تَذْكُرُوا | anmanız için |
|
6 | نِعْمَةَ | ni’metini |
|
7 | رَبِّكُمْ | Rabbinizin |
|
8 | إِذَا | zaman |
|
9 | اسْتَوَيْتُمْ | bindiğiniz |
|
10 | عَلَيْهِ | onlara |
|
11 | وَتَقُولُوا | ve (şöyle) demeniz için |
|
12 | سُبْحَانَ | şanı yücedir |
|
13 | الَّذِي |
|
|
14 | سَخَّرَ | hizmetimize verenin |
|
15 | لَنَا | bizim |
|
16 | هَٰذَا | bunu |
|
17 | وَمَا | yoksa |
|
18 | كُنَّا | biz değildik |
|
19 | لَهُ | bunu |
|
20 | مُقْرِنِينَ | (hizmetimize) yanaştıracak |
|
Hayvanlardan binme, yük taşıma, bekçilik, tarla ve harman sürme gibi işlerde yararlanabilmek için onların ehlîleşme kabiliyetlerinin olması şarttır. Eğer yüce yaratıcı hayvanlara bu kabiliyeti vermeseydi, zikredilen hizmetlerinden istifade etmek mümkün olmazdı.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 770لِتَسْتَوُ۫ا عَلٰى ظُهُورِه۪ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ
لِ harfi, تَسْتَوُ۫ا fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْتَوُ۫ا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى ظُهُورِه۪ car mecruru تَسْتَوُ۫ا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَذْكُرُوا cümlesi atıf harfi ثُمَّ ile makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَذْكُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
نِعْمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَوَيْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اسْتَوَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru اسْتَوَيْتُمْ fiiline mütealliktir.
وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا
تَقُولُوا cümlesi atıf harfi وَ ile لِتَسْتَوُ۫ا fiiline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
سُبْحَانَ mahzuf fiilin mef’ûlun mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, نسبّح (tesbih ederiz.) şeklindedir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası سَخَّرَ لَنَا هٰذَا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَنَا car mecruru سَخَّرَ fiiline mütealliktir. İsmi işaret هٰذَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَۙ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا muttasıl zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru مُقْرِن۪ينَ ‘e mütealliktir.
مُقْرِن۪ينَ kelimesi, كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُقْرِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِتَسْتَوُ۫ا عَلٰى ظُهُورِه۪ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ اِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ
Ayet önceki ayetin devamıdır.
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِتَسْتَوُ۫ا عَلٰى ظُهُورِه۪ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup önceki ayetteki جَعَلَ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ cümlesi terâhî ve tertip ifade eden ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
رَبِّكُمْ izafetinde Rabb isminin كُمْ zamirine muzâf olmasında, Rabbin insanlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Allah Teâlâ’nın gemileri ve hayvanları yaratma sebeplerininin sayılması taksim sanatıdır.
Şarttan mücerret اِذَا zaman zarfı تَذْكُرُوا fiiline mütealliktir. اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
تَسْتَوُ۫ا - اسْتَوَيْتُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اسْتَوَيْ kelimesinin ذكر 'in yanında tekrar edilmesi bu nimeti hissettirmeyi, şuurda ve hayalde bu manayı yerleştirmeyi tekid içindir. Çünkü ibarenin tekrarı ve kelamın uzatılmasının şanı, bir hakikati yerleştirmek istediği zamanlarda yapılmasıdır. Böyle zamanlarda tekrara başvurulur ve istenen hakikat yerleştirilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.75)
وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا
Cümle atıf harfi و ile … تَسْتَوُ۫ا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli olarak gelen سُبْحَانَ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَنَا هٰذَا cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. سُبْحَانَ ifadesi, takdiri نسبّح olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır.
Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır.
Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan سَخَّرَ لَنَا هٰذَا cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
لَنَا car mecruru سَخَّرَ fiiline mütealliktir. هٰذَا mef’ûl olarak mahallen mansubdur. Car mecrur önemine binaen mef’ûlün önüne geçmiştir. Bu takdim-tehir sanatıdır.
تَذْكُرُوا - تَقُولُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سُبْحَانَ (münezzeh) kelimesi masdardır, bu kelimenin fiili mahzuftur, kelamın aslı إسباح سُبْحَانَ (sübhanı tesbih et) şeklindedir. Tesbîh'in manası “takdis ve tenzih etmek”tir. O'nun azametini, rububiyetinin izzetini ve ulûhiyetinin celâlini canlandırmadıkça kulluk olmaz. Kalpte bu manaların canlandırılması, kulun Rabbi hakkındaki marifetinin derecesine ve yakınlığına göredir. Dolayısıyla ne kadar insan varsa o kadar da farklı mana söz konusudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.76)
وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِن۪ينَۙ
Ayetin son cümlesi, وَ ’la gelen hal cümlesidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لَهُ , ihtimam için amili olan مُقْرِن۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
كَانَ ‘nin haberi olan مُقْرِن۪ينَۙ ‘nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)وَاِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ
وَاِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِلٰى رَبِّنَا car mecruru مُنْقَلِبُونَ ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مُنْقَلِبُونَ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُنْقَلِبُونَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan infiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ
Ayet atıf harfi و ile mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلٰى رَبِّنَا , önemine binaen amili olan مُنْقَلِبُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Muzâfun ileyhe şeref ifade eden رَبِّنَا izafeti, mütekellimin, Allah Teâlâ’nın rububiyet sıfatına sığınma isteğine işaret eder.
إِنَّ ’nin haberi olan مُنقَلِبُونَ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِه۪ جُزْءاًۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُب۪ينٌۜ
Müşrik Araplar kız çocuklarını istemedikleri, onları doğru dürüst insan saymadıkları, savaşa dayanıklı olmayıp, ömürlerini güzel görünmek için süslenmekle geçirmeleri gerekçesiyle kadın cinsini hor gördükleri halde hem meleklerin hem de Allah’a ortak kıldıkları putların dişi olduklarına inanır, ayrıca bu dişi putları Allah’ın kızları olarak kabul ederlerdi. Ayetlerde bu hurafî ve tutarsız inançlar reddedilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 770وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِه۪ جُزْءاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. جَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. مِنْ عِبَادِه۪ car mecruru جَعَلُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جُزْءاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُب۪ينٌۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْاِنْسَانَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. كَفُورٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌۜ sıfat olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كفَّارٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَعَلُوا لَهُ مِنْ عِبَادِه۪ جُزْءاًۜ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı).
Mef’ûl olan جُزْءاًۜ kelimesinin nekreliği tahkir ifade eder.
Veciz ifade kastına matuf عِبَادِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır. مِنْ harfi ise ba’diyet içindir.
اِنَّ الْاِنْسَانَ لَكَفُورٌ مُب۪ينٌۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümle önceki anlamı tekid eden tezyîl hükmünde ıtnâb sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَفُورٌ için sıfat olan مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
مُب۪ينٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
جَعَلُوا - الْاِنْسَانَ kelimeleri cemi-müfred arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
عِبَادِه۪ - الْاِنْسَانَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.اَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَاَصْفٰيكُمْ بِالْبَن۪ينَ۟
Beneve بنو :
Fiil olarak bina etmek, kurmak, inşa etmek ve yapmak anlamında kullanılır. بِناءٌ sözcüğü bina ve inşa edilen yapının adıdır.
إبْنٌ kelimesinin aslı بنو kökünden gelir. Araplar çoğulu olarak أبْناءٌ ve بَنُونَ sözcüğünü, küçültme isminde ise بُنَيٌّ 'ü kullanırlar.
Oğulun إبْنٌ diye adlandırılmasının nedeni, onun babanın kurduğu bir bina mesabesinde olmasıdır. إبْنٌ kelimesinin dişili إبْنَةٌ ve بِنْتٌ şekillerinde gelir. Bunların çoğulu ise بَناتٌ şeklindedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil formunda ve pek çok isim türeviyle 184 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri İbn (Haldun), Benî (Âdem), Benî (İsrâil), binâ, binâen, binâenaleyh, bünye ve mebnîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَاَصْفٰيكُمْ بِالْبَن۪ينَ۟
اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır.
İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ , Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّخَذَ cümlesi mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, أم تقولون اتّخذ (Allah … edindi mi? dediler) şeklindedir.
اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مَا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle birlikte اتَّخَذَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَخْلُقُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَخْلُقُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَنَاتٍ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْفٰيكُمْ fiili ى üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالْبَن۪ينَ۟ car mecruru اَصْفٰيكُمْ fiiline mütealliktir.
اتَّخَذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَاَصْفٰيكُمْ بِالْبَن۪ينَ۟
Müstenefe olan ilk cümle istifham üslubunda talebi inşai isnaddır. اَمِ , hemze ve بل manasını taşıyan munkatıadır. Buradaki hemze inkârî manadadır. Mazi fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, soru sorup cevap bekleme kastı taşımadan, tevbih ve takrir manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabını bilmemesi veya cevap beklemesi söz konusu olmadığı için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَمِ harfi, ayeti inkarî anlamdaki mahzuf bir istifhama bağlar. Takdiri; أم تقولون اتّخذ ... (edindiğini mi söylüyorlar) şeklindedir. (Derviş)
İlk cümle hemze ve بَلْ manasında olan اَمِ kelimesiyle başlamıştır. Hemzenin manası inkâr, بَلْ 'in manası idrâb ve başka bir manaya geçmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s. 87)
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harfiyle birlikte اتَّخَذَ fiiline mütealliktir. Sılası olan يَخْلُقُ بَنَاتٍ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَنَاتٍ ‘deki tenvin cins ve tahkir ifade eder.
وَاَصْفٰيكُمْ بِالْبَن۪ينَ۟ cümlesi atıf harfi وَ ‘la …اَمِ اتَّخَذَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
بَنَاتٍ - الْبَن۪ينَ۟ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak, tıbâk-ı îcab, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اتَّخَذَ fiili افتعال sıygasının delaletiyle, Allah Teâlâ’nın kızları büyük bir arzu ve hevesle kendisine seçtiği manasını taşır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.88)
Burada kınama ve azarlama ifade etmesi için alay üslubu kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
اَمِ اتَّخَذَ [Yoksa kendisi mi aldı?!] Hemze yadırgama ifade eder. Müşriklerin cahilliğini ve durumlarının şaşırtıcı oluşunu vurgulamaya yöneliktir; çünkü onlar kullarından Allah’a bir parça nispet etmekle kalmamışlar, bunu da (yerleşik kanaate göre) en kötüsünden seçmişlerdir; yani parça erkeklerden değil de kızlardan oluşmaktadır. Oysa müşrikler, Allah’ın kulları içinde kızlardan en çok nefret eden ve onlara en çok buğzeden kimselerdi; kızlara olan buğzları onları diri diri gömmeye kadar varmıştı! Bu sebeple adeta şöyle denmektedir: Haydi -farazî olarak ve temsil kabilinden- Allah’a çocuk nispet edilebilir diyelim; peki bu paylaşımdaki dengesizlikten, onun ‘en hayırlı ve üstün’ payı size vererek sizi kendisine tercih ettiğini, (sizce) ‘en kötü ve aşağı olanı kendisine bıraktığını söylemekten de mi utanmıyorsunuz.(Keşşâf)
بَنَاتٍ (kızlar) kelimesinin nekre ve الْبَن۪ينَ۟ (oğullar) kelimesinin marife gelişi, birincisinin daha önce zikredilişi, [Dilediğine kızlar bağışlıyor; dilediğine erkekler bağışlıyor.] (Şûrâ 42/49) ayetinde belirttiğim sebepten dolayıdır. (Keşşâf)وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلاً ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve ne zaman ki |
|
2 | بُشِّرَ | müjdelense |
|
3 | أَحَدُهُمْ | onlardan birine |
|
4 | بِمَا |
|
|
5 | ضَرَبَ | anlattığı |
|
6 | لِلرَّحْمَٰنِ | Rahman’a |
|
7 | مَثَلًا | benzer olarak |
|
8 | ظَلَّ | kesilir |
|
9 | وَجْهُهُ | yüzü |
|
10 | مُسْوَدًّا | kapkara |
|
11 | وَهُوَ | ve o |
|
12 | كَظِيمٌ | öfkesinden yutkunup durur |
|
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلاً ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بُشِّرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بُشِّرَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. اَحَدُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte بُشِّرَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası ضَرَبَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
ضَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لِلرَّحْمٰنِ car mecruru ضَرَبَ fiiline mütealliktir. مَثَلاً kelimesi ضَرَبَ fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Birinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri, ضربه şeklindedir.
فَ karînesi olmadan gelen ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ cümlesi şartın cevabıdır.
ظَلَّ fetha üzere mebni nakıs, mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
وَجْهُهُ kelimesi ظَلَّ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُسْوَداًّ kelimesi ظَلَّ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
بُشِّرَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
مُسْوَداًّ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan افْعَلَّ babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ كَظ۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
كَظ۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur.
كَظ۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلاً ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌ
وَ , istinafiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلاً , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
بُشِّرَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte اتَّخَذَ fiiline mütealliktir. Sılası olan ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلاً müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ , nakıs fiil ظَلَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. ظَلَّ istimrar fiillerindendir. Yüzün kararmasının devam ettiğine işaret eder. Dönüşüm ifade eder. Nitekim nakıs fiillerin çoğu bu anlamda kullanılır.
ظَلَّ ’nin ismi olan وَجْهُهُ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ cümlesi, nasb mahallinde hal olarak gelmiştir. وَ haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَظ۪يمٌۚ , mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
ظَلَّ - مُسْوَداًّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بُشِّرَ ve كَظ۪يمٌۚ arasında îhâm-ı tıbâk vardır.
Benzer manasındaki مَثَلاً ‘deki tenvin tahkir ifade eder.
Yüzün kararması, kötü haber almaktan kinayedir.
ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ [Yüzün kararması] ifadesinde sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
مَثَلاً ‘in nekreliği cüns ve tahkir içindir.
Şart, cevap ve hal olmak üzere üç cümleden oluşmuş ayette şart cümlesi, vuku bulma ihtimali yüksek durumlarda kullanılan şart harfi olan اِذَا ile gelmiştir.
بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمٰنِ مَثَلاً [Kendisinin, temsilen Rahmân’a isnat ettiği] ifadesi, Allah’a misl -yani benzer- kıldığı cins ile demektir; çünkü müşriklerden biri melekleri Allah’ın bir cüzü ve parçası kıldığında onu Allah’ın cinsi ve benzeri kılmış olmaktaydı; zira çocuk babanın cinsinden olur; yani onlar, Allah’a bu cinsi nispet etmişlerdir. (Keşşâf)
ظَلَّ dönüşüm ifade eder. Nitekim nakıs fiillerin çoğu bu anlamda kullanılır. مُسْوَداًّ kelimesi مُسْوَدٍ (kara) ve مُسْوَدْ (kapkara) şeklinde okunmuştur. Bu takdirde ظَلَّ ‘de, müjdelenen kişiye raci bir zamir vardır; وَجْهُهُ مُسْوَدٌ (yüzü simsiyah) ifadesi ise haber yerine geçen bir cümle olur. (Keşşâf)
كَظ۪يمٌ , ‘açıklamadığı bir tasadan, endişeden bir yudum almak, yutmak’ manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.92)اَوَمَنْ يُنَشَّؤُ۬ا فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُب۪ينٍ
اَوَمَنْ يُنَشَّؤُ۬ا فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُب۪ينٍ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. وَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يجعلون (Yaparlar) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası يُنَشَّؤُ۬ا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُنَشَّؤُ۬ا merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. فِي الْحِلْيَةِ car mecruru يُنَشَّؤُ۬ا fiiline mütealliktir.
هُوَ فِي الْخِصَامِ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي الْخِصَامِ car mecruru مُب۪ينٍ ‘e mütealliktir. غَيْرُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٍ muzâfun ileyh olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى’dir.
يُنَشَّؤُ۬ا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نشأ ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَوَمَنْ يُنَشَّؤُ۬ا فِي الْحِلْيَةِ وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُب۪ينٍ
Hemze istifham, وَ atıf harfidir. Ayet takdiri أيجترئون ويجعلون (Cesaret edip yapıyorlar mı?) olan istinaf cümlesine atfedilmiştir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan ayette müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mahzuf fiilin mefulu olarak mahallen mansubdur. Sılası olan يُنَشَّؤُ۬ا فِي الْحِلْيَةِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp inkâr anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
مُب۪ينٍ ‘deki tenvin teksir ve nev içindir.
وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُب۪ينٍ cümlesi, nasb mahallinde hal olarak gelmiştir. وَ haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Kızların, yüzleri karartmaya sebep olan iki özellliğinin belirtilmesi taksim sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur فِي الْخِصَامِ , ihtimam için amili olan مُب۪ينٍ ‘e takdim edilmiştir. غَيْرُ , nefy manasında olduğu için muzâfun ileyh konumundaki مُب۪ينٍ ‘in amel etmesine mani olmamıştır.
فِي الْخِصَامِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْخِصَامِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü الْخِصَامِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Burada kadına ait iki sıfat zikredilmiş ve bu sıfatların mevsûfu olan kadın kastedilmiştir. Bu sıfatlar süs içinde büyütülmüş olmak ve tartışma esnasında delillerini açıkça ortaya koyamamaktır. Araplar kızları kerih görüyorlar ama buna rağmen meleklerin Allah Teâlâ’nın kızları olduğunu iddia ediyorlardı. Ayet-i kerîme onların bu cahili düşüncelerini red mahiyetinde gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müşriklerin bozuk itikatlarını mahsus hale getirmiştir. Meleklerin Allah’ın kızları olduğuna inanıyorlardı ama kendilerinin kızı olduğu vakit kızgınlıktan, sinirden yüzleri kapkara oluyordu. Zemahşerî, süs içinde büyütülmenin zemmedildiğini, çünkü utanmaya sebep olduğunu söylemiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Burada kızların süs içinde yetiştirilmeleri Arapların onlara olan meylini, وَهُوَ فِي الْخِصَامِ غَيْرُ مُب۪ينٍ cümlesi ise savaşta faydası olmayacağını göstermektedir. Elmalılı merhum ayetin mealini şöyle vermiştir: Yoksa onlar, süs ve zinet içerisinde yetiştirilip de mücadelede erkek gibi kendisini savunmaya açık olmayan kızları mı O'na isnad ediyorlar?
Cahiliye toplumunun gözünde değer taşıyan iki şey, söz ve savaş idi. Bu ikisinde işe yaramayan kız çocuklarını utanç kaynağı olarak görürlerdi. Böyle iken, bir yandan Allah’a evlat yakıştırmak gibi bir suçun üzerine, bir de kendi utandıkları şeyi Ona ayırmak gibi ikinci bir suç daha katıyorlardı. Bundan önceki sûrenin sonlarında (42:49-50) ise, Allah, kız çocuklarını da, erkek çocuklarını da kullarına bağışladığı nimetler arasında saymış ve bir ayrım yapmamıştır. Buradaki ayrımı, tamamen Cahiliye toplumunun değer yargılarını söz konusu etmekte ve onların kendi değerleri içinde de suçlu düştüklerini ortaya koymaktadır.
وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثاًۜ اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَعَلُوا | ve saydılar |
|
2 | الْمَلَائِكَةَ | melekleri |
|
3 | الَّذِينَ | olan |
|
4 | هُمْ | onlar |
|
5 | عِبَادُ | kulları |
|
6 | الرَّحْمَٰنِ | Rahman’ın |
|
7 | إِنَاثًا | dişi |
|
8 | أَشَهِدُوا | şahid mi oldular? |
|
9 | خَلْقَهُمْ | onların yaratılışlarına |
|
10 | سَتُكْتَبُ | yazılacaktır |
|
11 | شَهَادَتُهُمْ | şahidlikleri |
|
12 | وَيُسْأَلُونَ | ve (bundan) sorulacaklardır |
|
“Rahmânın kulları” tamlamasındaki kulları kelimesinin metindeki karşılığı, kul mânasındaki abdin çoğulu olan ibâddır. Kelime, “yanında, katında” mânasındaki “inde” şeklinde de okunmuştur. Buna göre meleklerin Tanrı katında olmaları onların şeref, mevki ve Allah’a olan yakınlıklarını ifade etmektedir.
“Yaratılışlarına tanık mı oldular?” cümlesi bilgi teorisi bakımından oldukça önemlidir. Kur’an’ın bilgi anlayışına göre madde âlemine ait varlıkların bilgisi tanıklıkla (gözlem ve deney) elde edilir. Melekler ise madde âlemine dahil olmayan varlıklardır, insanlar onlar hakkında gözleme dayalı bilgi sahibi olamazlar. Bilmek için geriye kalan yol vahiydir; ya ona inanılacaktır ya da karanlıkta taş atarcasına isabetsiz sözler söylenmiş, aslı olmayan şeylere inanılmış olacaktır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 770وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثاًۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. جَعَلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْمَلٰٓئِكَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
جَعَلَ değiştirme manasında kalp fiillerindendir. değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette ‘bir halden başka bir hale geçmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl الْمَلٰٓئِكَةَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثاً ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عِبَادُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الرَّحْمٰنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِنَاثاً kelimesi جَعَلُوا fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. شَهِدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
خَلْقَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ
Fiil cümlesidir. Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. تُكْتَبُ merfû, meçhul muzari fiildir. شَهَادَتُهُمْ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُسْـَٔلُونَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. يُسْـَٔلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari, meçhul fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثاًۜ
Ayet, atıf harfi و ile önceki ayetteki mukadder istinaf cümlesine atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
الْمَلٰٓئِكَةَ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan هُمْ عِبَادُ الرَّحْمٰنِ اِنَاثاً cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِنَاثاً kelimesinin nekra gelmesi tahkir ve nev içindir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin veciz anlatım yollarından biri olan izafet formunda gelmesi muzâfı tazim içindir.
عِبَادُ - الرَّحْمٰنِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, الْمَلٰٓئِكَةَ - عِبَادُ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette muhatapların iddiaları gayr-ı sarihtir. Yani meleklerin dişi olduklarını dile getirmemişlerdir. Fakat onların yaratılışına bizzat şahit olup dişi olduklarını görenlerin inanması gibi kesin olarak inandıklarından, onların yaratılışına şahit olduk diyenlerin muamelesine tabi tutulup bu gayr-ı sarih iddiaları istifhâm üslubuyla inkâr edilmiştir.
Ya da tekzip şimdi meydana gelen veya istikbalde meydana gelecek bir şeyi yalanlamak şeklinde olur ve لايكون ‘olmaz, olmayacak’ manasını alır. (Sahip Aktaş, Kur’anda İstifham Üslubu)
عِبَادُ الرَّحْمٰنِ ifadesi aynı anlamda عبيد الرحمن (Rahmân’ın kulları) ve عبد الرحمن (Rahmân’ın kulu) şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)
اَشَهِدُوا خَلْقَهُمْۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp inkâr, taaccüp ve kınama anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.
سَتُكْتَبُ شَهَادَتُهُمْ وَيُسْـَٔلُونَ
Bu cümle beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin başındaki سَ harfi tekid içindir.
سَتُكْتَبُ fiili meçhul bina edilerek faile değil mef’ûle dikkat çekilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
وَيُسْـَٔلُونَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَهِدُوا - شَهَادَتُهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İnsanın yaptığı her şey yazılmaktadır ve ondan sorumludur. Bu hatırlatılmasa da bilinen bir şeydir. Bunun hatırlatılması, sadece bu fiilin çirkinliği konusunda uyarmak, bu fiili yapana karşı Allah Teâlâ'nın gazabının şiddetini ve daha çok ceza gerektirdiğini bildirmek içindir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.103)
وَقَالُوا لَوْ شَٓاءَ الرَّحْمٰنُ مَا عَبَدْنَاهُمْۜ مَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۗ اِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
2 | لَوْ | eğer |
|
3 | شَاءَ | dileseydi |
|
4 | الرَّحْمَٰنُ | Rahman |
|
5 | مَا |
|
|
6 | عَبَدْنَاهُمْ | biz onlara tapmazdık |
|
7 | مَا | yoktur |
|
8 | لَهُمْ | onların |
|
9 | بِذَٰلِكَ | bu hususta |
|
10 | مِنْ | hiçbir |
|
11 | عِلْمٍ | bilgileri |
|
12 | إِنْ |
|
|
13 | هُمْ | onlar |
|
14 | إِلَّا | sadece |
|
15 | يَخْرُصُونَ | saçmalıyorlar |
|
O’ndan alınan bir bilgiye (vahye, kitaba) dayanmadan “O isteseydi biz putlara tapmazdık, şöyle veya böyle yapardık” demek, boş bir iddiada bulunma örneği olmanın ötesinde bir anlam taşımaz.
22. âyetin ortaya koyduğu gerçek evrenseldir; tarihte ve günümüzde inanç ve kanaatlerin büyük bir kısmı taklide dayanır. Burada taklitten maksat, kanıt aramadan, aklını işletmeden, şüphe ve test etmeden bir otoritenin söylediklerini kabul etmek ve ona inanmaktır. Müşrik Araplar da Allah, din, putlar ve melekler gibi konulardaki bilgilerini vahiy, akıl, gözlem gibi muteber bilgi kaynaklarına değil, taklide dayandırıyorlardı.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 770-771وَقَالُوا لَوْ شَٓاءَ الرَّحْمٰنُ مَا عَبَدْنَاهُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَوْ شَٓاءَ الرَّحْمٰنُ ‘dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. شَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الرَّحْمٰنُ fail olup lafzen merfûdur.
مَا عَبَدْنَاهُمْۜ şartın cevabıdır. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَبَدْنَاَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۗ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. بِذٰلِكَ car mecruru عِلْمٍ ‘e mütealliktir. مِنْ zaiddir. عِلْمٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَۜ
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. يَخْرُصُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَخْرُصُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَقَالُوا لَوْ شَٓاءَ الرَّحْمٰنُ مَا عَبَدْنَاهُمْۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki وَجَعَلُوا الْمَلٰٓئِكَةَ الَّذ۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ شَٓاءَ الرَّحْمٰنُ مَا عَبَدْنَاهُمْۜ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.
Nahivciler لَوْ edatını: Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
Şart cümlesi olan شَٓاءَ رَبُّنَا faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı olan مَا عَبَدْنَاهُمْ cümlesi, menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
شَٓاءَ (dileseydi) kelimesi, şarttan sonra gelmiştir. Kurallara göre bu durumda onun mef‘ûlü hazfolur ve şartın cevabı onun mef‘ûlüne delâlet eder. Çünkü bu mef‘ûl çoğunlukla şartın cevabının kaynağıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.105)
مَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۗ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مِنْ عِلْمٍ , muahhar mübtedadır.
Bazı alimlerimize göre bu takdim ihtisas ifade eder. Çünkü onlar Allah Teâlâ'nın dilediği şeylerin tafsilatını, kâinatta gerçekleşen arzusunu bilmezler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.109)
بِذٰلِكَ car mecruru عِلْمٍۗ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
عِلْمٍۗ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid مِنْ harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir ilim’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile müşriklerin inancına işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَۜ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Menfi isim cümlesi formundaki terkip kasrla tekid edilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خْرُصُ kelimesi ‘tahmin etmek’ demektir. Bu, ilmin zıddıdır. Cümle, öncesindeki [Onların buna dair hiçbir bilgisi yoktur] cümlesini tekid eder. Öncesindeki cümle de ilmin olumsuzluğunu tekid etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.109)اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَاباً مِنْ قَبْلِه۪ فَهُمْ بِه۪ مُسْتَمْسِكُونَ
اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَاباً مِنْ قَبْلِه۪ فَهُمْ بِه۪ مُسْتَمْسِكُونَ
اَمْ munkatı’ dır. بل ve hemze manasındadır.
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. كِتَاباً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru كِتَاباً ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru مُسْتَمْسِكُونَ ‘ye mütealliktir. مُسْتَمْسِكُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتى ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُسْتَمْسِكُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَاباً مِنْ قَبْلِه۪ فَهُمْ بِه۪ مُسْتَمْسِكُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle istifham üslubunda talebi inşai isnaddır. اَمِ , hemze ve بل manası taşıyan munkatıadır. Buradaki hemze inkâri manadadır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, soru sorup cevap bekleme kastı taşımayıp tahkir ve inkâr manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Sorunun cevabını bilmemesi veya cevap beklemesi söz konusu olmadığı için ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.
كِتَاباً ‘deki tenvin herhangi bir manasındadır. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru, كِتَاباً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
مِنْ قَبْلِه۪ (bundan önce) ifadesindeki zamir Kur’an’a veya peygambere raci olup anlam şöyledir: Onlar Allah’tan başkasına kulluğu Allah’ın iradesiyle ilişkilendirdiler. Bunu hiçbir bilgiye dayanmaksızın söylediler! (Keşşâf)
فَهُمْ بِه۪ مُسْتَمْسِكُونَ cümlesi atıf harfi فَ ile اٰتَيْنَاهُمْ كِتَاباً مِنْ قَبْلِه۪ cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
هُمْ mübtedadır. بِه۪ car mecruru, مُسْتَمْسِكُونَ ‘ye mütealliktir. Car mecrur, önemi nedeniyle takdim edilmiştir. مُسْتَمْسِكُونَ haberdir.
Müsned olan مُسْتَمْسِكُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
Cümle istifhamın devamıdır.
مُسْتَمْسِكُونَ sülasisi مسك olan fiilin استفعال babında ismi failidir. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
Burada هُمْ zamirinin tekrarı ve takdim edilen car mecrur önem ifade eder. Eğer burada هُمْ مُسْتَمْسِكُونَ بِه۪ buyurulsaydı mana değişirdi. Haber اَمْسَكَ fiilinden değil اِسْتَمْسَكَ fiilinden مُسْتَمْسِكُونَ şeklinde ism-i fail olarak gelmişti. استفعال babı, önemi pekiştirir ve bu ilişkinin ne kadar kuvvetli olduğuna işaret eder. Bütün bunlarda onların batıl düşüncelerini şiddetli bir inkâr manası ve batıl düşüncelerine ne kadar sımsıkı yapıştıklarına delalet vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.113-114)
Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
بَلْ قَالُٓوا اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُهْتَدُونَ
Vecede وجد :
Vücud وُجُودٌ kavramı varoluş, yoktan var olma ve hazır bulma anlamlarındadır. Bunun da birkaç çeşidi vardır: 1- Beş duyudan biri aracılığıyla bulmak. 2- Şehvet kuvvesi aracılığıyla bulmak. 3- Gazap ve öfke aracılığıyla bulmak. 4- Akılla ya da akıl aracılığıyla bulmak.
Bu köke ait mevcudat مَوْجُوداتٌ kavramı üç kısımdır: a- Başlangıcı ve sonu olmayan varlık. Bu sadece Yüce Allah için söz konusudur. b- Başlangıcı ve sonu olan varlıklar İlk yaratılış anında var edilen insanlar ve dünyadaki elementler. c- Başlangıcı olan ancak sonu olmayan varlık. İnsanların ahiretteki yaratılışlarından sonraki halleri gibi. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve bir isim formunda toplam 107 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri icad, mucit, mevcûd, vecd, vicdan ve vücuddur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
بَلْ قَالُٓوا اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ
بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. ‘Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki’ anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavlİ اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا cümlesidir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
وَجَدْنَٓا fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. وَجَدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
وَجَدْنَٓا değiştirme manasına gelen kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰبَٓاءَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَّا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰٓى اُمَّةٍ car mecruru وَجَدْنَٓا fiiline mütealliktir.
وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُهْتَدُونَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la اِنَّا وَجَدْنَٓا ‘ya matuftur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ car mecruru مُهْتَدُونَ ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُهْتَدُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُهْتَدُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ قَالُٓوا اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette بَلْ , idrâb harfidir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İdrâb, sözlükte ‘dönüş yapmak, vazgeçmek’ demektir. Rummânî بَلْ edatını ‘sözdeki ilk kısımdan vazgeçip ikinciyi zorunlu kılmaktır’ şeklinde tanımlamıştır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Müsned olan وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا عَلٰٓى اُمَّةٍ cümlesinin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.
اُمَّةٍ kelimesi burada din manasındadır. Kelimedeki tenvin tazim içindir. İstila harfi عَلٰٓى ile gelmesi onların dinlerinin ne kadar sağlam olarak yerleştiğini ifade eder.
16 ve 21. ayette geçen أَمْ kelimelerinde gizli olarak bulunan بَلْ harfi, burada açıktan gelmiştir. Bunun sebebi, idrâb manasını açıkça ortaya koymaktır. Buradaki idrâb, intikal manasında değil iptal manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.116)
وَاِنَّا عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ مُهْتَدُونَ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ , ihtimam için amili olan إِنَّ ‘nin haberi مُهْتَدُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Müsned olan مُهْتَدُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
مُهْتَدُونَ kelimesinde bir nevi tenazu (çekişme, mücadele) vardır. Çünkü hidayet ve ihtida aklın çalışması ve delil çıkarma miktarıncadır, bu da taklide zıddır. Taklidî ihtida, onların izleri üzerinde gitmektir, ihtida onların izleri ile gerçekleşmez. Burada harflerin kullanımıyla alakalı farklar vardır. يهتدي بالأثر sözü, ‘izin arkasında gizli olan şeyi ortaya çıkarmak’ demektir ve bu aklî bir iştir. يهتدوا عَلٰٓىالاثر sözü ise, yolda yürümeyi ve yol onu nereye götürürse oraya gitmeyi ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.118)Kız çocuklarını gömmek Arap ahlakından değildir. Bu; kaba, gayri medeni Arapların âdeti olup gerçekten az görülen bir şeydir. Bu öyle bir musîbettir ki düşman saldırısında kadınların esir düşmesiyle vuku bulur. Böyle durumlarda elde edilen erkek esirler de başa bela olmuştur, ancak esir kadınlar daha büyük beladır. Araplar mallarını, evlerini, arazilerini, kadınlarını ve bundan daha değerli birçok şeyi savunmak için savaşıyorlardı. Kadınlar, Araplara savaşlarında eşlik eder, kuvvetlerini takviye eder, destek olurdu. Bir Arabın aklı arkasında bıraktığı şeylerde veya arazisinde kalırsa savaşa devam edecek gücü kalmazdı.
Nitekim Zuhruf/18 de kızlardan süs içinde yetiştirilenler şeklinde bahsedilerek Arapların kadınlara ve kızlara ne kadar önem verdikleri ifade edilmiştir. Ben Kur’ân’ın kadını erkekten daha aşağı bir mertebeye koyduğunu tasavvur edemiyorum. Allah katındaki mertebe إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّـهِ أَتْقَاكُمْ [Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır] (Hucurât/13) de ifade edildiği gibi sadece takva ile alâkalıdır. Arapların A’cemîlere takvâdan başka üstünlüğü yoktur. Bu münâkaşa edilebilecek bir şey değildir. Kur’ân’daki bu ve benzeri âyetler erkeklere olan ihtiyacın kadınlara olan ihtiyaçtan daha fazla olduğu yerlerde geçmiştir. Bunların hiçbirinin erkeklerin kadınlardan üstün olmasıyla alâkası yoktur. Bu sadece kuvvete dayalı olan cahiliyye hayatıyla alâkalıdır. Cahiliyye hayatında kim kuvvetli olursa o galip gelir, galip gelen de ganimetleri alır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 4)
Cahiliyet toplumunun gözünde değer taşıyan iki şey, söz ve savaş idi. Bu ikisinde işe yaramayan kız çocuklarını, bu yüzden utanç kaynağı olarak görürlerdi. Böyle iken, bir yandan Allah’a evlât yakıştırmak gibi bir suçun üzerine, bir de kendi utandıkları şeyi Ona ayırmak gibi ikinci bir suç daha katıyorlardı. Bundan önceki sûrenin sonlarında (42:49-50) ise, Allah, kız çocuklarını da, erkek çocuklarını da kullarına bağışladığı nimetler arasında saymış ve bir ayırım yapmamıştır. Buradaki ayırım, tamamen Cahiliyet toplumunun değer yargılarını söz konusu etmekte ve onların kendi değerleri içinde de suçlu düştüklerini ortaya koymaktadır. 13-14. ayetleri motorlu taşıtlar da dahil olmak üzere bir vasıtaya veya bineğe binildiğinde okunması sünnettir.
Bu cümleleri manası ile birlikte ezberleyelim ve hayatımızda uygulamaya başlayalım.
Nefsi için yaşayanlar batıl olanı sever ve batılın peşinden gider. Kimisi, hakikati bilerek seçmediğini söyleyerek bunu açıkça itiraf eder. Kimisi ise daha tehlikelidir; onlar inandığımız hakikatin parçalarını, hayatına yerleştirdiği batılını destekleyecek şekilde değiştirir ve etrafındakileri de ikna etmeye çalışır. Kendisini daha akıllı hissettirdiği ya da nefsinin dünya sevgisini beslediği için takipçileri çoğalır.
Dünya sevgisi denince; insanın aklına malın çoğuna sahip olmak gelir. Ancak, mesela bazen bu sevgi, bilerek dünyalıklardan uzaklaşanların ya da sadece sıradışı veya ahlaksız inanışları benimseyerek nefislerinin -eziyet çekmek pahasına bile olsa- hoşlandığı şöhret ve ilgiyi görmek de olabilir. Yani hakikatin dışında kalan batılların hepsinde - kimilerine zor ya da saçma ya da inanılmaz gelse bile - o yolda yürüyenlerin nefislerini şişiren bir yön illa ki vardır.
“Kız çocukları Allah’ın, erkek çocukları bizimdir” ya da “melekler dişidir” gibi inanılarak söylenenlerin hizmet ettiği çarpık zihniyetlilerin emelleri vardı. Batılın en büyük tehlikelerinden biri: bugün kendince saf niyetle ne zararı var ya da benim niyetim kötü değil savunmasıyla yapılan hareketlerin ya da söylenen düşüncelerin; sonraki yıllarda kemikleşerek toplumları ve inançlarını tahribata uğratacak şekle bürünmesidir. Zira; özellikle de hakikat yolundan sapan insanın amaçlarından biri, dünyada sahip olduklarını, nefsini daha iyi besleyecek hallere dönüştürmektir.
Ey Allahım! Bizi, her türlü batıldan muhafaza buyur. Kalp gözlerimizi keskinleştir; hakikat ile batılı ayırt edenlerden olalım. Kalplerimizi ve nefislerimizi arındır; seçimini hep hakikatten yana yapanlardan olalım. Yaşadığı ömür boyunca; Sana itaat ile kalbini güzelleştirerek rızanı kazananlardan olalım.
Amin.
***
Başkaları için yapılan fedakarlıkların, halledilen işlerin ve gösterilen çabaların fark edilmesi ve kıymetinin bilinmesi hoştur. İşin sıradanlığı ya da kolaylığı ya da zorunluluğu bu hesaba dahil değildir. Tek bir tebessüm ve teşekkür ile gönüller yapılır. Ancak o dudağı kıvırmak ve o sözü söylemek bile nefse zor gelir. Hatta küçük bir çocuğa hatırlatmak bile gereksiz bulunur. Kendisi beklese bile, çoğu için önemsiz bir iştir.
Belki de bunun en önemli sebeplerinden biri Allah’a az şükretmektir. Sahip olduklarının değerini küçümsemektir. Başka şükür sebeplerini aramanın verdiği geçici körlükle birlikte önündekini görmemektir. Yapamadığını düşündüğün işlerde nefsini ezer gibi hissetmektir. Bulunduğun halden razı olmamanın getirdiği bir çeşit rehavettir. Dünyaya yetişme gayesiyle hızlı yaşamaktır.
Allah’ın sınırları sınırın, kuralları kuralın olsun derler. Allah’ın kelamında, şükrün önemi defalarca hatırlatılır. Bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulur: İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükür etmez. Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin nuru ile ortaya şu çıkar: kişi kendisine teşekkür etmesini öğretmelidir. Nefsî hastalıkları iyileşir ve kalbi de kuvvetlenir. Dış dünyasını eğittikçe, iç alemi de güzelleşir ki ikisi birbirini besler durur.
Ey Allahım! Bizi nankörlükten koru, şükür ehlinden eyle. Elimizdekilerin kıymetini bilenlerden ve şükür etmesini sevenlerden eyle. Şeytanın ve nefsimizin vesveselerinden Sana sığınırız. Bize, bizi Senin rızana ulaştıracak işleri sevdir ve kolaylaştır. Nefsani heveslerimizden dolayı imanımızdan, ahlakımızdan ve amellerimizden taviz vermekten muhafaza buyur. Doğru yerde, doğru anda, doğru şekilde davranmasını bilen kullarından eyle. Dillerimizi, hakikat sözleri ile süsle. Ömürlerimizi, rızana uygun ameller ile bereketlendir. Kalplerimizi, katından gelen merhamet ile yumuşat. Ahlaklarımızı, Kur’an-ı Kerim’in ahlakı ile güzelleştir.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji