5 Ocak 2026
Şûrâ Sûresi 32-44 (486. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Şûrâ Sûresi 32. Ayet

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۜ  ...


Denizde dağlar gibi yüzen gemiler, O’nun varlığının delillerindendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ ve
2 ايَاتِهِ O’nun ayetlerindendir ا ي ي
3 الْجَوَارِ akıp giden(gemi)ler ج ر ي
4 فِي
5 الْبَحْرِ denizde ب ح ر
6 كَالْأَعْلَامِ dağlar gibi ع ل م

  Eye اي :

  Bilgi almak istemede  bir şeyin cinsini, türünü sormak, onu belirtmek için أيُّ  kullanılır.

  Âyet آيَةٌ ise açık ve âşikar bir alamet demektir. Gerçekliği açık olan her şey için kullanılabilir.

  Âyetin türediği kelime ya أيُّ kelimesidir, zira o bir şeyi diğer bir şeyden ayırmaktadır, ya da sağlamlaştırma anlamındaki تَأيَّى fiilinden türemiştir. Yüksek ve sağlam binaya da آيَةٌ denmektedir. 

  Kur'an'da lafzi bir ayırımla ayırt edilmiş her söze de yine آيَةٌ  denir. Çoğulu آياتٌ olarak kullanılmaktadır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de sadece bir isim formunda 382 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli ayettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۜ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la 29.  ayete matuftur.  مِنْ اٰيَاتِه۪  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْجَوَارِ  muahhar mübteda olup mahzuf  ى  üzere mukadder damme ile  merfûdur. 

فِي الْبَحْرِ  car mecruru الْجَوَارِ  kelimesine mütealliktir.  كَالْاَعْلَامِ  car mecruru, الْجَوَارِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

الْجَوَارِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جرى  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la 30. ayetteki istinaf cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْجَوَارِ  muahhar mübtedadır.

مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif kazandırmış, ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna işaret etmiştir.

ك  harf-i ceri  مثل (gibi) manasındadır. فِي الْبَحْرِ  ve   كَالْاَعْلَامِۜ  car mecrurları, الْجَوَارِ ’nin mahzuf haline mütealliktir.

اٰيَاتِ, hakka delalet eden delillerdir. (Âşûr)  

Müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh gemiler, müşebbehün bih de  الْاَعْلَامِۜ ‘dır.  

Gemiler büyüklük bakımından dağlara benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Burada geçen  الْاَعْلَامِۜ  kelimesi,  علَمِۜ  kelimesinin çoğulu olup dağ demektir. Âlem, dağlar gibi yüksek olan her şeye mutlak olarak söylenir. Yoksa sadece yol bulmak üzere üzerine ateş yakılan dağa alem deniyor değildir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr))

الْجَوَارِ  kelimesi "Akıp giden gemiler" takdirindedir. Anlaşılmasında bir karışıklık olmadığı için, mevsûf durumunda olan  السفن  (gemiler) kelimesi hazf edilmiştir. Allah Teâlâ, rüzgâr estiğinde suyun yüzünde hareket eden o koca koca gemileri de, ayetlerinden (delillerinden) biri olarak zikretmiştir. Bu bahsedişinin maksadı şu iki şeydir:

a) Bununla, kādir ve hakim bir zatın varlığına istidlal edilmesi,

b) Allah'ın, kulları üzerindeki büyük nimetlerinin farkedilmesi...(Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Şûrâ Sûresi 33. Ayet

اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ  ...


O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ eğer
2 يَشَأْ dilerse ش ي ا
3 يُسْكِنِ durdurur da س ك ن
4 الرِّيحَ rüzgarı ر و ح
5 فَيَظْلَلْنَ sonra kalırlar ظ ل ل
6 رَوَاكِدَ hareketsiz ر ك د
7 عَلَىٰ
8 ظَهْرِهِ (denizin) sırtında ظ ه ر
9 إِنَّ kuşkusuz
10 فِي vardır
11 ذَٰلِكَ bunda
12 لَايَاتٍ ibretler ا ي ي
13 لِكُلِّ herkes için ك ل ل
14 صَبَّارٍ sabreden ص ب ر
15 شَكُورٍ şükreden ش ك ر

اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ

 

Fiil cümlesidir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  يَشَأْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

فَ  karînesi olmadan gelen  يُسْكِنِ  cümlesi şartın cevabıdır. يُسْكِنِ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الرّ۪يحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَظْلَلْنَ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni nakıs muzari fiildir. Nûnu’n-nisve يَظْلَلْنَ 'nin ismi olup mahallen merfûdur.

رَوَاكِدَ  kelimesi  يَظْلَلْنَ ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

عَلٰى ظَهْرِه۪  car mecruru  رَوَاكِدَ ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُسْكِنِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سكن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ

 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. فِی ذَ ٰ⁠لِكَ  car mecruru  إِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اٰيَاتٍ  kelimesi  إِنَّ ’nin muahhar ismidir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. لِكُلِّ  car mecruru  اٰيَاتٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına mütealliktir. صَبَّارٍ

muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَكُورٍ kelimesi صَبَّارٍ ' in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

صَبَّارٍ - شَكُورٍ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  يَشَأْ , müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. 

Şartın cevabı  فَ  karînesi olmadan gelen  يُسْكِنِ الرّ۪يحَ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Nakıs fiil  ظَلّ ’nin dahil olduğu  يَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ , sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رَوَاكِدَ , nakıs fiil  يَظْلَلْنَ ’nin haberidir.  عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ  car mecruru  رَوَاكِدَ ’ye mütealliktir..

Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

الرّ۪يحَ  kelimesini cumhur tekil olarak, Nâfi de cemi sıygası ile okumuştur. Cumhurun kıraatine göre tekil okunması  الرِّيحَ,  hayır getiren rüzgara delalet eder. Yine cemi olan  الرِّياحَ  geldiği yerlerde çoğunlukla hayır, tekil gelen yerlerde azap getiren rüzgara delalet eder, denilmiştir. Kur’an’da bazı ayetlerde hem müfred hem cemi olduğunda da hayır manasına gelmiştir. (Âşûr)

رَوَاكِدَ  kelimesi, durgun olmakla birlikte ağır bir yük taşıdığını da ifade eder. ‘Hapsetmek’ manası da vardır. Gemi, sadece kendisi durmakla kalmaz, onun içindekiler de adeta hapsolmuş gibi öylece kalırlar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.207-208)

Arapçada  ركدت السفينة  denilir ki, manası, gemi kalakaldı ve durdu demektir. Buna göre ayetin manası; hoş rüzgarlarla denizlerde akıp giden gemiler, rüzgar kesilince denizin yüzünde kalakalırlar ve artık yürüyemez, hareket edemezler. (Rûhu’l Beyân ve Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah’ın, kudretine dikkat çekmek ve yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Tecessüm ve cem ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan Suresi 57, c. 5, s. 190)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ  car mecruru,  لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اٰيَاتٍ  kelimesinin önemine binaen tekrarlanması ıtnâb sanatıdır.

صَبَّارٍ  ve  اٰيَاتٍ  kelimelerindeki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder.

صَبَّارٍ - شَكُورٍ  kelimeleri mübalağa kalıplarıyla kullanılarak vurgu yapılmıştır. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

شَكُورٍ  kelimesi صَبَّارٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Allah dilerse o rüzgarı yani o gemileri hareket ettiren, hareket sağlayan gücü durduruverir, o zaman o gemiler denizin sırtı üstünde durakalırlar. Şüphe yok ki bunda, gemilerin denizin sırtı üzerinde duraklamasında çok sabırlı, çok şükreden her kimse için birçok ayetler vardır ki insanların acizliğini ve gerçekte Allah'tan başka bir velî, bir yardımcı olmadığını ispat eder. Fakat sabrı olmayanlar bu gemilere binip de bu olayları müşahade ve üzerinde düşünmeye çalışamazlar, şükrü olmayanlar da bu gözlem ve tefekkür nimetinin değerini bilip de neticelerini ortaya çıkaramazlar onun için demişlerdir ki imanın yarısı sabır yarısı şükürdür. (Elmalılı, Âşûr)

صَبَّارٍ شَكُورٍ [Çok sabreden, çok şükreden] kelimeleri mübalağa sıyğalarındandır. Çok sabretmek, Allah’a itaat ve başa gelen sıkıntılar konusunda; çok şükretmek ise Allah'ın ihsan ettiği nimetler veya çeşitli yardım ve başarılar dolayısıyladır. Sabır, itaat veya sıkıntılarda söz konusu olur. Allah'a itaat: mesela namaz sabır gerektirir. صَبَّارٍ  vasfının yanında  شَكُورٍ  vasfı gelmiştir. Kur'an'da yanında bu vasfın gelmediği صَبَّارٍ  kelimesi yoktur. Her iki sıfat da bunların devamlı olması gerektiğine delalet etmek için mübalağa sıygasında gelmiştir. İnsanın Rabbine devamlı olarak itaat etmesi, bunun için de devamlı olarak sabretmesi gerekir. İtaat için hoşlanmadığı şeylere maruz kalır, bu da hoşlanmadığı şeylere sabretmesini gerektirir. Şükre de devam etmek gerekir, çünkü Allah'ın nimetleri devamlı olarak ona ihsan edilir. Kur'anî tabirlerde denizdeki bir tehdit veya korkudan bahsedildiği vakit, sabrın şükürle birlikte geldiği göze çarpar. Bir korku hali veya tehlikeden bahsedilmediği vakit sadece şükür zikredilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 502-503)

Ayetin son cümlesi İbrahim/5, Lokman/31, Sebe/19. ayetlerinde de aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

 
Şûrâ Sûresi 34. Ayet

اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ  ...


Yahut (içlerindekilerin) yaptıklarından dolayı onları helâk eder, birçoğunu da affeder.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 يُوبِقْهُنَّ onları helak eder و ب ق
3 بِمَا yüzünden
4 كَسَبُوا yaptıkları (işler) ك س ب
5 وَيَعْفُ ve affeder (kurtarır) ع ف و
6 عَنْ
7 كَثِيرٍ birçoğunu da ك ث ر

اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ

 

Fiil cümlesidir. اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوبِقْهُنَّ  cümlesi önceki ayetteki  يَظْلَلْنَ  cümlesine atfedilmiştir.

يُوبِقْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُوبِقْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَسَبُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ fail olarak mahallen merfûdur.  يَعْفُ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

يَعْفُ  illet harfinin hazfıyla meczum muzarı fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. عَنْ كَث۪يرٍ  car mecruru  يَعْفُ  fiiline mütealliktir. 

يُوبِقْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  وبق ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ

 

Ayet atıf harfi  اَوْ  ile önceki ayetteki … يَظْلَلْنَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu, başındaki  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُوبِقْ   fiiline mütealliktir. Sılası olan  كَسَبُوا , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

بِ  harf-i ceri sebebiyyedir. ‘Kazandıkları günahlar sebebiyle’ demektir. 

يَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا  cümlesiyle, وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يُوبِقْهُنَّ - يَعْفُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Burada geminin içinde bulunanları değil de, gemilerin helak edilmesi şeklindeki ifade mübalâğa ve korkutma içindir. Bir başka ifadeyle burada gemilerin helak edilmesinden maksat, içinde bulunan kişilerin kazandıkları günahlar ve helak vesileleri dolayısıyla helak edilmeleridir. (Rûhu’l Beyân)

Allah Teâlâ, [Yahut kazandıkları işler yüzünden (Allah), insanları helak eder] buyurmuştur. Arapça'da, ‘helak etti’ manasında  بقه  fiili ve ‘günahları onu helak etti, mahvetti’  manasında da  أهلك  kullanılır. Buna göre mana, "Allah isterse, denizde yolculuk edenleri şu iki belaya düçar kılabilir:

- Ya rüzgârları dindirir, böylece gemiler, denizin üstünde durgun-hareketsiz kalıverir. 

- Yahut da rüzgârları, kasırga ve fırtınaya çevirir. Böylece gemiler batar, yolcuları boğulurlar" şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)

وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ  Hak Teâlâ, [Birçoğunu da bağışlar] buyurmuştur ki bu da, ‘Allah isterse, bir kısmını helak eder; bir kısmını da affetmek suretiyle kurtuluşa erdirir’ demektir.  (Fahreddin er-Râzî)

 
Şûrâ Sûresi 35. Ayet

وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ  ...


Allah, böyle yapar ki, âyetlerimiz hakkında tartışanlar, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَعْلَمَ ve bilsinler ع ل م
2 الَّذِينَ
3 يُجَادِلُونَ tartışanlar ج د ل
4 فِي hakkında
5 ايَاتِنَا ayetlerimiz ا ي ي
6 مَا olmadığını
7 لَهُمْ kendileri için
8 مِنْ hiçbir
9 مَحِيصٍ kaçacak yer ح ي ص

وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْلَمَ  cümlesi mahzuf talil cümlesine matuftur. Takdiri, لينتقم منهم ويعلم  şeklindedir. 

يَعْلَمَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُجَادِلُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُجَادِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪ٓي اٰيَاتِنَا  car mecruru  يُجَادِلُونَ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَاۜ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُجَادِلُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جدل ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

 

مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

مِنْ  harfi zaiddir.  مَح۪يصٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ

 

Ayet mukadder bir ta’liliye cümlesine matuftur. Takdiri …فرقهم لينتقم منهم (Onlardan intikam almak ve ...  için ayırdı.) dir. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰيَاتِنَا  izafetinde ayetlerin azamet zamirine muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

يَعْلَمَ - اٰيَاتِنَا  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Buradaki illet; 33. ayetteki eğer O, dilerse rüzgarı durdurur sözü ile başlayan bütün olayların illetidir. Yani bütün bunlar O’nun ayetlerinin, bütün mahlukatı ile olan ilişkisindeki kudretinin tecellisi içindir ki mücadele edenler O’ndan başka hiçbir kurtarıcı olmadığını anlasınlar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.213)

Bu ayet-i kerime mukadder bir illet (sebep) üzerine atfedilmektedir. Mesela; böylece ayetlerimiz üzerinde tartışanlardan intikamını alsın ve Kur'an'ı yalanlayanlar, onu yeryüzünden silmek ve iptal etmek uğrunda çaba gösterenler kendilerine kaçacak bir yer olmadığını bilsinler. Buna göre ayetin manası; Allah dilerse bir kavmi helak eder, bir kavmi kurtarır ve bir kavmi de uyarır. (Rûhu’l Beyân)

مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ  cümlesi,  يَعْلَمَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَا ; nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mukaddem mahzuf habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  مِنْ مَح۪يصٍ۟ ‘deki  مِنْ  harfi zaiddir.Tekid ifade eder. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَح۪يصٍ  lafzı  حاص  fiilinin mimli masdarıdır. (Âşûr) 

مَح۪يصٍ  kelimesinde şiddetli korku manası da vardır ve aslında geyiğin sığınağı için kullanılır, geyiğin düşmanından kaçarken saklandığı yere  مَح۪يصٍ  denir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.218)

مَح۪يصٍ ‘deki nekrelik kesret ve tazim ifade eder. Olumsuz siyaktaki nekre, selbin umumuna işaret eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime, ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır

Burada yer alan  مَح۪يصٍ  ”mahîs" kaçacak yer anlamındadır. Nasıl ki, gemiler durduğunda, ya da fırtına estiğinde onların kaçacak yerleri yoktur. Aynen bunun gibi öldükten sonra dirilmenin ardından da O'nun azabından kaçacak yerleri yoktur. O halde Allah'tan başka zarar verici ve fayda vericinin olmadığını itiraf etmekten başka çare yoktur. İnsanın başına gelen ne varsa mutlaka O'nun tesiriyle gelir. (Rûhu’l Beyân)

 
Şûrâ Sûresi 36. Ayet

فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ  ...


36-39. Ayetler Meal  :   
(Dünyalık olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır. Bu mükâfat, inananlar ve Rablerine tevekkül edenler, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanlar, öfkelendikleri zaman bağışlayanlar, Rablerinin çağrısına cevap verenler ve namazı dosdoğru kılanlar; işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcayanlar, bir saldırıya uğradıkları zaman, aralarında yardımlaşanlar içindir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا
2 أُوتِيتُمْ size verilen ا ت ي
3 مِنْ
4 شَيْءٍ şeyler ش ي ا
5 فَمَتَاعُ geçimidir م ت ع
6 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
7 الدُّنْيَا dünya د ن و
8 وَمَا ve
9 عِنْدَ yanında bulunan ise ع ن د
10 اللَّهِ Allah’ın
11 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
12 وَأَبْقَىٰ ve daha kalıcıdır ب ق ي
13 لِلَّذِينَ için
14 امَنُوا inananlar ا م ن
15 وَعَلَىٰ ve
16 رَبِّهِمْ Rablerine ر ب ب
17 يَتَوَكَّلُونَ dayananlar (için) و ك ل

Bireylerinin çoğu, başta inanç alanı olmak üzere birçok konuda bağnaz bir tutum sergiledikleri ve karanlık bir zihniyeti temsil ettikleri için Câhiliye toplumu olarak nitelenen sosyal yapıda köklü bir değişim meydana getirerek insanlık için örnek bir nesil ortaya çıkarmayı hedefleyen Kur’an, bu âyetlerde, daha Mekke dönemindeyken, imanın aksiyona dönüşmesini istemekte, kişinin hem Allah’a karşı vecîbelerini yerine getirirken hem de başkalarıyla ilişkilerini düzenlerken vazgeçemeyeceği bazı hayat düsturları vermektedir. Her şeyden önce insan bu dünyada sahip olduğu imkânlara kendi hünerinin ürünü olarak bakmamalı, bunların kendisine “verilmiş” olduğunu iyi kavramalı, bunların geçici, Allah katındakilerin ise kalıcı olduğunu, kalıcı nimetleri hak etme yolunun da imandan ve Allah’a dayanıp güvenmekten geçtiğini unutmamalıdır. Bu yolda güvenli bir yürüyüş için esas alınması gereken bazı ilkelere 37-39. âyetlerde, övgüye lâyık müminlerin örnek davranışlarını tanıtma tarzında işaret edilmiştir: İnsan –başka birçok âyette belirtildiği üzere– şeytanın sürekli telkinleri altında olup günaha ve hayâsızlığa zorlanmaktadır; iyi mümin günah konusunda kendisinden emin olan değil, iradesini kullanıp olabildiğince bunlardan –özellikle büyük günahlardan– kaçınmaya çalışan kimsedir. İnsan, tabiatı gereği öfkelenebilir; erdemlilik asla öfkelenmemek değil böyle bir durumda öfkesine mağlûp olmamak, gerektiğinde özveride bulunabilmek ve bağışlayıcı davranabilmektir (bu konuda bk. Âl-i İmrân 3/134). Rabbinin çağrısına uymak yani Allah ve resulünün bildirdiklerine, başka faktörlerin etkisiyle değil, içtenlikle bağlılık göstermek, kulluk görevini ihmal etmemenin somut göstergesi olarak namazı özenle kılmak, meselelerin çözülmesinde istişare yolunu izlemek, kendilerine verilen imkânları başkalarıyla paylaşmaktan sevinç duymak, haksız saldırılara karşı ortak tavır almak da iyi müminin vasıfları arasında sayılmıştır. Öfkelendiğinde bağışlayıcı olmak bir erdem olduğu gibi haksız tecavüze karşı direnme de bir erdemdir (Şevkânî, IV, 618-619; günah çeşitleri ve büyük günah hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/31. “Hayasızlıklar” diye çevrilen ve fâhişe kelimesinin çoğulu olan fevâhiş, “çirkin işler, kötülükler” şeklinde de tercüme edilebilir, bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/135; En‘âm 6/151; Şûrâ ve istişâre hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/159).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 753-754

فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. مَٓا  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اُو۫ت۪يتُمْ  şart fiili olup  ي  üzere mukadder fetha ile mebni meçhul, mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ شَيْءٍ  car mecruru  مَٓا ‘nın mahzuf temyize mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  مَتَاعُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; هو (O) şeklindedir.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۫ت۪ي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  اتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. 

عِنْدَ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. خَيْرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَبْقٰى  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  الَّذ۪ينَ  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَبْقٰى ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  

عَلٰى رَبِّهِمْ  car mecrur  يَتَوَكَّلُونَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَتَوَكَّلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يَتَوَكَّلُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ 

 

فَ  istînâfiyye,  مَٓا  şart harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümlede mefûl konumundaki şart harfi  مَٓا , fiile takdim edilmiştir. Şart cümlesi olan  اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْءٍ ‘deki nekrelik, muayyen olmayan nev, tazim, taklil ve teksir ifade eder.

اُو۫ت۪يتُمْ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin  bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

فَ  karinesiyle gelen  فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  cümlesi, şartın cevabıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ , takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir.

Müsned olan  مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)    

Bu cümlenin, ism-i mevsûlle başlaması ve haberinin başındaki  فَ  harfi şart manasını tazammun eder.  فَ  harfi haberin mübtedaya isnad edilmesini tekid eder. Yani ‘’size verilen şeyler metadır’’ manasının kesinliğini vurgular. Cümle, bu haberi vermek için gelmiştir. Bunun şart cümlesi olması ve  فَ  harfinin cevabın başına gelmiş rabıta harfi olması da caizdir. Yani şart ve cevap cümlelerini bağlamak için gelmiştir. Bu durumda mana aslında öncekinden farklı değildir, ama önceki daha açıktır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.217-218)

مِنْ شَيْءٍ  ibaresi, herhangi bir şey manasını taşır. İster az, ister çok, ister değerli ve yüce, ister önemsiz olsun, ister mal, ister makam, ister otorite veya akla gelen herhangi başka bir şey olsun fark etmez. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.218)


 وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ

 

İstînâfa matuf olan bu cümlenin atıf sebebi tezattır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Önceki cümleyle bu cümle arasında mukabele sanatı vardır.

Mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  عِنْدَ اللّٰهِ , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında tazim ve teşvik içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

عِنْدَ اللّٰهِ izafeti, vaadi tazim içindir.

Müsned olan  خَيْرٌ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اَبْقٰىۜ , tezâyüf nedeniyle haber olan  خَيْرٌ ’a atfedilmiştir.

اَبْقٰىۜ - الدُّنْيَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki  اَلَّذِينَ  has ism-i ism-i mevsûlu, başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَبْقٰى ‘ ya mütealliktir. Sılası olan  اٰمَنُوا , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ  cümlesi, sıla cümlesine وَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى رَبِّهِمْ , ihtimam için amili olan  يَتَوَكَّلُونَۚ ‘e takdim edilmiştir.

رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هِمْ  zamirinin işaret ettiği kişiler şeref kazanmıştır. Ayrıca Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin destek ve nimetine işaret vardır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

Car mecrurun takdimi tevekkülün sadece rabbe olması gerektiğini kasr yoluyla vurgularken fasılaya da uygun olmuştur.

اٰمَنُوا - يَتَوَكَّلُونَ  kelimeleri arasından maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

 اللّٰهِ - رَبِّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ  Cenab-ı Hak, bu hayırlı olan şeyin, kendisinde şu nitelikler bulunan kimseler için tahakkuk edeceğini beyan buyurmuştur.

1: Bu kimsenin, müminlerden olması. 2: Bu kimsenin, Allah'ın lütfuna ve fazlına tevekkül edip güvenenlerden olması. 3: Bu kimselerin, büyük günahlar ile hayasızlıklardan uzak olmuş olmaları. 4: "Rablerine icabet edenler ve İşlerini aralarındaki müşavere ile yapanlar. 5: Kendilerine zulüm ve taşkınlık yapıldığı zaman, birbirine destek ve yardımcı olanlar. 6: رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ  verilen rızıklardan infak edenler. (Fahreddin er-Râzî)

Ey Allah'ın ayetleri hakkında mücadele eden kâfirler bütün bunlardan anlaşılır ki şimdi size verilmiş bulunan şeyler her ne olursa olsun hep dünya hayatının geçici metaıdır, geçimidir. Allah yanındaki ise hem daha hayırlı hem daha kalıcıdır. Hem şer karışığı olmaksızın katıksız hayır ve menfaattir, hem de devamlıdır, ebedidir. Fakat o kimseler için ki iman etmişlerdir ve yalnız Rablerine tevekkül ederler. Ancak O'na işlerini bırakırlar ve O'nun kudretine, vaatlerine ve tehditlerine güvenerek emri dairesinde görevlerini yaparlar ve her vesile ile rızasını ararlar. Hz Ali'den rivayet olunur ki Hz Ebû Bekir malının hepsini tasadduk etmiş, birtakım kimseler onu kınamışlardır. Bu ayet o sebeple nazil oldu. İman ve güven, gerek bir kişinin ve gerek bir topluluğunun ruhunda dinin, başarının temeli olan iki temel özelliktir. (Elmalılı)

 
Şûrâ Sûresi 37. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve
2 يَجْتَنِبُونَ onlar kaçınırlar ج ن ب
3 كَبَائِرَ büyük ك ب ر
4 الْإِثْمِ günahlardan ا ث م
5 وَالْفَوَاحِشَ ve çirkin işlerden ف ح ش
6 وَإِذَا ve zaman
7 مَا
8 غَضِبُوا kızdıkları غ ض ب
9 هُمْ onlar
10 يَغْفِرُونَ affederler غ ف ر

وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , önceki ayette geçen الَّذ۪ينَ ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَجْتَنِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

كَـبَٓائِرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاِثْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْفَوَاحِشَ  atıf harfi و ‘la كَـبَٓائِرَ ‘ye matuftur. 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا غَضِبُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَٓا  zaiddir.

غَضِبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

هُمْ يَغْفِرُونَۚ  cevap cümlesidir.  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يَغْفِرُونَۚ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  يَغْفِرُونَۚ  fiili  ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَجْتَنِبُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  جنب ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ

 

وَ , atıftır.  الَّذ۪ينَ , önceki ayetteki ismi mevsul  للذين ‘ye atfedilmiştir. Has ism-i mevsûlun sılası olan  يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْفَوَاحِشَ  kelimesi, كَـبَٓائِرَ ‘ye matuftur.  الْفَوَاحِشَ  büyük günahlara dahil olduğu halde  كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ ’den sonra zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâbdır.

كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ  izafeti, sıfatın mevsûfuna izafeti şeklinde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

الْاِثْمِ - الْفَوَاحِشَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Kâmus'ta, ayet metninde geçen ”fahişe" kelimesi için, bunun zina ve çok çirkin olan günahlar olduğu yazılıdır. Buna göre  الْفَوَاحِشَ (hayasızlıklar) kelimesinin, كَـبَٓائِرَ (büyük günahlar) kelimesine atfedilmesi bir parçanın bir bütüne atfı kabilindendir. İşte böylece hayasızlığın ne kadar iğrenç ve çirkin olduğu vurgulanmış olur.

Keşfu'l-Esrâr’da denir ki,: ”Bu ayet-i kerimede  كَـبَٓائِرَ  kelimesi,  الْاِثْمِ  kelimesine muzâf kılınmıştır. Çünkü insan büyük günahlardan kaçındığında küçük günahları bağışlanır. Nitekim Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur: [”Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız küçük günahlarınızı örteriz."] (Nisa: 31) (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ  cümlesine dahil olan  اِذَا , şarttan mücerret, zaman zarfıdır. اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  مَا غَضِبُوا , cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. مَا  zaiddir. Tekid ifade eder. 

Sılaya matuf olan  هُمْ يَغْفِرُونَ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Haber olan  يَغْفِرُونَۚ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Burada yer alan  غَضِبُ  kelimesi, kalbin kanının harekete geçmesi ve intikam isteğidir.  غْفِرُ  ise burada bağışlamak, üzerinde durmamak, yapılana tahammül etmek ve öfkesini yutmaktır. Buna göre ayetin manası; onlar birisine öfkelendikleri zaman onu bağışlarlar, üzerinde durmazlar, yapılana tahammül ederler ve öfkelerini yutarlar, demektir. (Rûhu’l Beyân)

 
Şûrâ Sûresi 38. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve
2 اسْتَجَابُوا çağrısına gelirler ج و ب
3 لِرَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
4 وَأَقَامُوا ve kılarlar ق و م
5 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
6 وَأَمْرُهُمْ ve işleri ا م ر
7 شُورَىٰ danışma iledir ش و ر
8 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
9 وَمِمَّا şeylerden
10 رَزَقْنَاهُمْ kendilerini rızıklandırdığımız ر ز ق
11 يُنْفِقُونَ infak ederler ن ف ق

وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , önceki ayette geçen  الَّذ۪ينَ ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اسْتَجَابُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لِرَبِّهِمْ  car mecruru  اسْتَجَابُوا  fiiline mütealliktir.  

وَ  atıf harfidir.  اَقَامُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اسْتَجَابُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

اَقَامُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  قوم ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ

 

وَ  atıf harfidir.  اَمْرُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

شُورٰى   mübteda olup  ى  üzere mukadder damme ile merfûdur.  بَيْنَهُمْ  mekân zarfı, شُورٰى kelimesine mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  ما  müşterek ism-i mevsûlu,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  يُنْفِقُونَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقْنَاهُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

رَزَقْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

يُنْفِقُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُنْفِقُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ 

 

Ayet atıf harfi وَ  ile önceki ayetteki ismi mevsule atfedilmiştir.

Has ism-i mevsûlun sılası olan  اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Aynı üslupta gelen  وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ  cümlesi, mevsûlün sılasına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

رَبِّهِمْ  izafeti muzâfın şanı içindir. 


 وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ

 

 وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la … اسْتَجَابُوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَمْرُهُمْ  mübtedadır.  شُورٰى  haberidir.  بَيْنَهُمْۖ  mekân zarfı  شُورٰى ‘ya mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Kelimenin aslı  الشور ‘dur. Şûr, çıkarmak anlamına gelir. Şûraya bu ismin verilmesi herhangi bir meselede danışmaya katılan her bir kişinin, karşısındaki arkadaşına düşündüklerini çıkarıp ortaya koymasından dolayıdır. Buna göre ayetin manası; onların işleri danışma iledir. Onlar herhangi bir görüşü yalnız başlarına benimsemezler, o konuda müşavere ederler, bir araya gelirler, demektir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

شُورٰى  Şûra, tıpkı الفُتْيا kelimesi gibi, ‘karşılıklı müşavere etmek’ anlamında bir masdardır. Cenab-ı Hakk'ın, وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ  ifadesinin manası, ‘işleri, müşavereli, meşveret iledir’ şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Yine sılaya atfedilen  وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ , amili olan  يُنْفِقُونَ ’ye, ihtimam için takdim edilmiştir. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  رَزَقْنَاهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِمَّا , ihtimam için amili olan يُنْفِقُونَ  fiiline takdim edilmiştir.

رَزَقْنَاهُمْ  fiilinin, azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder. 

يُنْفِقُونَۚ - رَزَقْنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لِرَبِّهِمْ - رَزَقْنَاهُمْ  kelimeleri arasında gâibten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Ayet-i kerîme'de  بَيْنَهُمْ  sözü kullanılmıştır. Aslında  شُورٰى  kelimesinin buna ihtiyacı yoktur. Çünkü zaten aralarında karşılıklı diyalog demektir. Bu cümlede aralarında sözünün gelmesinde bu birlikteliğin görüşleri olgunlaştırmak manasını tekid kastı vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.225)

مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ   Kendilerine verdiğimiz rızıktan da, mallarından da hayır yolunda

harcarlar. Kâfirin nifakının (harcamasının) herhangi bir değeri yoktur. Çünkü o, iman ederek ve itaatta bulunarak Rabbinin davetine uymamıştır. Onun yapacak olduğu hayır, kâfir oluşundan dolayı boşa gitmiştir. Sonra infak, sadece malda harcama yapmakla olmaz. Tam tersine her türlü iyiliğe ve ihsana şamildir. Nitekim Resulullah (sav) şöyle buyurur: ”Her iyilik sadakadır." Hadiste yer alan ”maruf" kelimesi, Allah Teâlâ'nın, harcanmasına razı olduğu mal, hoşnutluğunun kazanıldığı söz ve fiillerdir. (Rûhu’l Beyân)

Belli ki bu infak şûrâ ile verilen kararın yerine getirilmesi için gereken masrafı temin manasını anlatmaktadır. (Elmalılı)

 

Şûrâ Sûresi 39. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 إِذَا zaman
3 أَصَابَهُمُ uğradıkları ص و ب
4 الْبَغْيُ saldırıya ب غ ي
5 هُمْ kendilerini
6 يَنْتَصِرُونَ savunurlar ن ص ر

وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ

 

 

الَّذ۪ينَ  ismi mevsulü atıf harfi  وَ ‘la önceki ayette geçen  الَّذ۪ينَ ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَصَابَهُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَصَابَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْبَغْيُ fail olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ يَنْتَصِرُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen  merfûdur.  يَنْتَصِرُونَ  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَنْتَصِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَصَابَهُمُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يَنْتَصِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi نصر ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ

 

Atıf harfi  وَ  ile 36. Ayetteki  الَّذ۪ينَ ‘ye atfedilmiştir. Allah’ın katındaki hayrı hakedenlerin özelliklerinin sayıldığı üçüncü ayettir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  cer mahallinde mecrurdur. Sılası olan  اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  هُمْ  mübteda,  يَنْتَصِرُونَ  cümlesi haberdir.

 هُمْ  fasıl zamiri, haberi takviye için getirilmiştir. (Âşûr)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Şarttan mücerret zaman zarfı  اِذَٓا , amili olan  يَنْتَصِرُونَ  fiiline takdim edilmiştir.

Cevabında  ف  olmadığı için  اِذَٓا , şartiyye değildir. (Mahmud Harat. https://tafsir.app/)

Muzâfun ileyh olan  اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

الَّذ۪ينَ ‘de cem’ edilen Rablerinin çağrısına cevap verenlerin özellikleri, namazı kılmak, aralarında danışmak, Allah’ın verdiği rızkı infak etmek….. olarak sayılmıştır. Bu üslup cem' ma’at-taksim sanatıdır.

36. ayetten itibaren  الَّذ۪ينَ  ile başlayan cümlelerde, Allah’a güvenip dayanma özelliğinin kapsamında olduğu halde diğer özellikler sayılmıştır. Bu umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâbdır.

Burada geçen  الْبَغْيُ , ‘zulüm, haddi aşmak’ demektir. Yine ayette geçen الانتصار , yardım talep etmek demektir. Buna göre ayetin manası, onlar bir zulme ya da zalim tarafından düşmanlığa uğradıkları zaman ondan intikam alırlar. Yüce Allah'ın, kendilerine gösterdiği ve izin verdiği şekilde, zulmedenden kısasen haklarını alırlar, bu muayyen sınırı, mislîliği gözetme ilkesini aşmazlar. Oysa onların dışındakiler böyle değildir. İşte burada ”Onlar yardımlaşır" şeklindeki tahsisin manası budur.

Ayetin bu ifadesi, onların cesaretle vasıflanmalarını ifade etmektedir. Bundan önce dînî ana faziletlerle uyanık kalmak, hilim ve cömertlik ile vasıflanmışlardı. Meseleyi biraz daha açarsak, zulüm onlara güçlü ve kuvvetli kişiler tarafından gelmektedir. Müslümanlar bu zalimlerden meşru biçimde intikam aldıklarında cesaretleri sabit olacak ve Allah'ın dini uğrunda sertlikleri ortaya çıkacaktır. Onlar meşru biçimde aldıkları bu intikamı fasıkların kendilerine hücumları dolayısıyla zillete düşmemek ve caniyi zayıflara cüret etmekten alıkoymak için alırlar. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Müslümanlar, önemli faziletlerle vasıflandırıldıktan sonra burada da cesaretle vasıflandırılmaktadırlar. Bu, onların bağışlayıcı olmakla vasıflandırılmalarıyla çelişmez; zira her iki haslet de, yerine göre fazilettir ve yerine göre de zillettir, kötüdür. Nitekim acizlere karşı, faziletli insanların kusurlarına karşı halimlik göstermek, övgüye şayandır; zorbaya karşı ve şerefsizlerin kabahatlerine karşı halimlik göstermek, ise, yergiye şayandır. Zira bu hilm (yumuşaklık), onları haksızlık yapmaya teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)

 
Şûrâ Sûresi 40. Ayet

وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ  ...


Bir kötülüğün karşılığı, onun gibi bir kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zâlimleri sevmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَزَاءُ ve cezası ج ز ي
2 سَيِّئَةٍ kötülüğün س و ا
3 سَيِّئَةٌ kötülüktür س و ا
4 مِثْلُهَا yine onun gibi م ث ل
5 فَمَنْ fakat kim
6 عَفَا affederse ع ف و
7 وَأَصْلَحَ ve barışırsa ص ل ح
8 فَأَجْرُهُ onun mükafatı ا ج ر
9 عَلَى aittir
10 اللَّهِ Allah’a
11 إِنَّهُ doğrusu O
12 لَا
13 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
14 الظَّالِمِينَ zalimleri ظ ل م

Müslümanların, inanç özgürlüğü tanımayan putperest Mekke­liler’in ağır baskıları altında yaşadıkları ve henüz suçlunun kamu adına cezalandırılmasını sağlayacak bir örgütlenmeye sahip olmadıkları bir dönemde inen bu âyetlerde dahi müminler, başkasının hakkına saldırı niteliği taşıyan bir eyleme karşı gösterilen toplumsal ve bireysel tepkinin mahiyeti ve sonuçları, yani bir bakıma suç ve cezanın fikrî temelleri üzerinde düşünmeye yöneltilmektedir. Yakın gelecekte medenî bir toplumun kurulmasına öncülük edecek olan Resûlullah’ın ashabı, bireyler ve toplumlar arası ilişkilerde önemli bir konuda, saldırıya karşılık verilmesi halinde haklılık sınırlarının aşılmaması, amaca uygunluk ve denklik ilkelerine riayet edilmesi hususunda fikren hazırlanmaktadır. Özellikle 39 ve 41. âyetler bazı müfessirlerce müslümanlar ile müslüman olmayanlar arasındaki ilişkilerle sınırlandırılarak açıklanmış olmakla beraber, Taberî’nin ısrarla belirttiği üzere buralarda yüce Allah herhangi bir ayırım ve sınırlandırma yapmaksızın, haksız saldırıya uğradığı için hakkını korumaya ve zalime haddini bildirmeye çalışan herkesi övmüştür (XXV, 37-38, 39-40. Gerek ceza hukuku alanındaki gerekse haksız fiillerle verilen zararların tazmini konusundaki fıkhî hükümlerin birçoğunun belirlenmesinde 40. âyetin önemli bir dayanak teşkil ettiği hakkında bilgi için bk. Râzî, XXVII, 178-181).

Bütün insanlığa ışık tutan bu âyetlerde özetle şu hususlara dikkat çekildiği söylenebilir: İster sebepsiz yere isterse bir kötülüğe karşılık verirken sınırı aşmak suretiyle olsun, başkalarına haksızlık edilmesi Allah’ın hoşnut olmadığı bir davranıştır. Şayet cezalandırma yolu seçilmişse, kötülüğü yapan kişi o eylemin kötülüğünü kendisine hissettirecek nitelikte ve ona denk bir karşılık görmelidir; ama konu şahsî bir hakla ilgiliyse bağışlama ve düzeltme yolunun seçilmesi hak sahibini ziyana sokmaz, onun Allah katındaki mükâfatı mahfuzdur. Öte yandan haksız saldırıyı önlemeye çalışmak ve meşrû müdafaa ölçüleri içinde karşılık vermek, kınamayı ve cezayı gerektiren bir eylem değildir, hatta -yukarıda belirtildiği üzere- yerine göre bir erdemdir; fakat olabildiğince sabredip özveride bulunmak da büyük bir erdemdir. Bazı müfessirler bu âyetlerin tefsiri sırasında, bir hakkın kamu otoritesi vasıtasıyla alınması hususunda fikir birliği bulunduğuna işaret ettikten sonra ihkāk-ı hak (hak sahibinin bizzat hakkını alması) konusundaki görüş ayrılıklarına değinirler (meselâ İbn Atıyye, V, 39-40). Esasen bu, –bu âyetlerden çok– başka deliller ışığında incelenmesi gereken bir konudur.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 754-755

وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  جَزٰٓؤُ۬ا  mübteda olup lafzen merfûdur.  سَيِّئَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

سَيِّئَةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  مِثْلُهَا  kelimesi  سَيِّئَةٌ ‘un sıfat olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. عَفَا  şart fiili olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَصْلَحَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  اَصْلَحَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اَجْرُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

اَصْلَحَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صلح ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُحِبُّ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  الْكَافِر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

يُحِبُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حبب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ

 

وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

جَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ  mübtedadır.  سَيِّئَةٌ  haberidir.

مِثْلُهَا  kelimesi  سَيِّئَةٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

جَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ  izafeti sözü kısaltmak ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmek için gelmiştir. 

سَيِّئَةٍ ‘deki tenvin tahkir ve nev içindir. Kelimenin tekrarında tam cinas, ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümlede müşâkele sanatı vardır. İkincisi şekil bakımından birincisine benzediği için ona da seyyie adı verilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Müşâkale olan  سَيِّئَةٌ  lafzıdır. Bundan murâd cezadır. Kötülüğün karşılığı kötülük değil ceza veya kısastır. Cezanın  سَيِّئَةٌ  lafzıyla ifade edilmesinin sebebi öncesinde bu kelimenin geçmiş olmasıdır. Bu üslupta kötülükten nefret ettirme vardır. Çünkü kötülüğe verilecek ceza kötülükten daha şiddetli ve caydırıcı olur. Yoksa kötülükle aynı şiddette olan ceza, ceza değildir. Bu sanatı mecâz kabul edenlere göre ise ikinci  سَيِّئَةٌ  lafzı hakiki manasında kullanılmamıştır. Sebebiyye alakasıyla mecâz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)

جَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ  Bir kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür. Bu ifade yardımlaşmanın neden güzel hasletlerden olduğunu ortaya koymaktadır. Ayet metninde iki kez  سَيِّئَةٌ  (kötülük) ifadesi yer almaktadır. Oysa ikinci kötülük şer'an izin verilmiş meşru bir cezadır. İzin verilen her şey de kötü değil, tam tersine güzeldir. Şu halde meşru olan bu fiile ‘kötülük’ denmesi, fiilin muhatap olan kimseyi üzmesinden dolayıdır, ya da meşru olan ikinci fiile kötülük denmesi müşâkele sanatı dolayısıyladır. Bu tıpkı Nahl Süresindeki şu ayette olduğu gibidir: [”Eğer ceza verecekseniz size yapılan işkencenin misliyle ceza verin..."] (Nahl: 126) Bu takdirde ayette geçen  سَيِّئَةٌ (kötülük), ”hasene" (iyilik) kelimesinin karşılığı ve zıttı olmuş olur. ayet-i kerimenin manasına gelince; eğer sana bir kötülük yapılırsa yapılan kötülüğü aşmaksızm misliyle mukabele etmen gerekir, demektir.

Hasan-ı Basrî der ki,: ”Herhangi bir kimse sana: 'Allah sana lanet etsin, ya da Allah seni rezil rüsva etsin,' derse sen de ona 'Allah seni rezil rüsva etsin, ya da Allah sana lanet etsin,' diyebilirsin. Bir kimse sana kötü laf söylerse sen de ona zina kelimesi gibi had cezasını gerektirmeyecek biçimde kötü söz söyleyebilirsin, ya da hoş olmayan bir söz söyleyebilirsin. Yalan, iftira fiillerinde mukabele ve mislîlik cereyan etmez. Yani birisi sana karşı yalan ve iftirada bulunursa, sen de ona karşı yalan ve iftirada bulunamazsın."

et-Tenvîr'de denir ki,: ”Birisi ey zinakâr der de karşısındaki muhatap, hayır zinakâr sensin derse her ikisine de had cezası (İffete iftira cezası) uygulanır. Buna karşılık birisi diğerine pis adam dese, karşıdaki muhatap da asıl sen pissin dese mislîlik cereyan etmiş olur." (Rûhu’l Beyân) 


فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Şart üslubunda, haberî isnaddır. Haberî manada olması, şart cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. 

Şart olan  مَنْ عَفَا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنِ  mübteda,  عَفَا  haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

Aynı üslupta gelen  وَاَصْلَحَ  cümlesi, şart olan  عَفَا ’ya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

فَ  karinesiyle gelen şartın cevap cümlesi  فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette îcâz-ı hazif  vardır.  عَلَى اللّٰهِۜ  car mecruru, mahzuf habere mütealliktir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

جَزٰٓؤُ۬ا - اَجْرُهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  اَصْلَحَ - سَيِّئَةٌ  ve  اَصْلَحَ - الظَّالِم۪ينَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Cezalarda gerekli olan, aşırılığa kaçmaksızın mislîliği gözetmektir. Bu da gerçekten zordur. Şu halde daha uygun olanı bağışlamak ve zulümde ısrarlı olmayarak aralarını düzeltmek, mümkünse barışı sağlamaktır. Nitekim Resulullah (sav) şöyle buyururlar: ”Allah Teâlâ kendisine kötülük edeni bağışlayan kulunun ancak izzetini artırır."  (Rûhu’l Beyân)

Burada vaadin müphem olması, vadedilen mükâfatın pek büyük ve bilinen ölçülerin haricinde olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)

 

اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ

 

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, haberi menfi muzari fiil cümlesi olan, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkâri kelamdır.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi, müsneddir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. 

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Allah (cc), başta haksızlık yapanı da intikamda meşru sınırı aşanı da kesinlikle sevmez. (Ebüssuûd)

 
Şûrâ Sûresi 41. Ayet

وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ  ...


Zulme uğradıktan sonra, kendini savunup hakkını alan kimseye (ceza vermek için) bir yol yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَنِ ve elbette kim
2 انْتَصَرَ kendini savunursa ن ص ر
3 بَعْدَ sonra ب ع د
4 ظُلْمِهِ zulme uğradıktan ظ ل م
5 فَأُولَٰئِكَ öylelerinin
6 مَا yoktur
7 عَلَيْهِمْ aleyhine
8 مِنْ hiçbir
9 سَبِيلٍ yol س ب ل

وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  ibtidâiyye olup, tekid içindir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

انْتَصَرَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

بَعْدَ  zaman zarfı انْتَصَرَ  fiiline mütealliktir.  ظُلْمِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. عَلَيْهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مِنْ  zaiddir. سَب۪يلٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

انْتَصَرَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi نصر ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki  فَمَنْ عَفَا  cümlesine atfedilmiştir.  ل , tekid ifade eden ibtida lamıdır. 

Şart üslubunda, haberî isnaddır. 

Şart olan  مَنِ انْتَصَرَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Şart ismi  مَنِ  mübteda konumundadır.  انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪  cümlesi, haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberidir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَا ; nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْهِمْ , mukaddem mahzuf habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  مِنْ سَب۪يلٍ ‘deki  مِنْ  harfi zaiddir.Tekid ifade eder. 

ظُلْمِه۪  ve  اُو۬لٰٓئِكَ  arasında müfretten cemiye iltifat vardır.

مِنْ سَب۪يلٍۜ ’deki nekrelik, nev ve kıllet ifade eder. Kelimeye dahil olan zaid harf  مِنْ , ‘hiçbir’ manasında olumsuzluğu tekid eder. Nefy sıygada nekrelik, selbin umumuna işarettir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife oluşu muşârun ileyhin yüceliğini ve kadrini ortaya çıkarır ve bu işaret edilen şahısların daha önce zikredilenler sebebiyle arkadan gelecek şeyleri hak ettiğine işaret eder. O kişiler, zulümden sonra zafer kazanmıştır. Takdim edilmiş car mecrurun başına gelmiş nefy harfinden dolayı ihtisas vardır. Mübtedaya zaid bir  مِنْ  harfi dahil olmuştur. ‘Cezalandırmak ve sıkıntı vermek’ manasında  سَب۪يلٍۜ  kelimesi kullanılmıştır.  سَب۪يلٍۜ ‘yol’ manasındadır. Buradaki mana ise; onlar için sıkıntı ve cezalandırma şeklinde vasıflanacak herhangi bir yol, imkan olmamasıdır. Burada ‘sıkıntı ve cezalandırma’ manası  سَب۪يلٍۜ  kelimesiyle ifade edilmiştir. Bu tabir, cezalandırmanın ve sıkıntının olmayışını tekid eder. Çünkü delille birlikte olumsuz cümle kurulmuştur. Bu da, kinaye babındandır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.235)

مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ  sözündeki kasr da, arkadan gelen 42. ayetteki kasr cümlesine bir hazırlık yapar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.237)

لَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ  "Kim de zulme uğradıktan sonra intikamını alırsa..." Yani Müslüman kâfirlerden intikam alacak olursa, onu kınamaya imkan yoktur. Aksine kâfirden intikam aldığından ötürü övülür, fakat zalim bir müslümandan intikam alırsa, bundan dolayı da kınanmaz. Buna göre kâfirden intikam almak kati bir emirdir, müslümandan intikam almak mubahtır, affedilmesi menduptur. (Kurtubî)

 
Şûrâ Sûresi 42. Ayet

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


Ceza yolu ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler içindir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak vardır
2 السَّبِيلُ bir yol س ب ل
3 عَلَى aleyhine
4 الَّذِينَ
5 يَظْلِمُونَ zulmedenler ظ ل م
6 النَّاسَ insanlara ن و س
7 وَيَبْغُونَ ve saldıranlar ب غ ي
8 فِي
9 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
10 بِغَيْرِ haksız yere غ ي ر
11 الْحَقِّ haksız yere ح ق ق
12 أُولَٰئِكَ işte
13 لَهُمْ onlara vardır
14 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
15 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ

 

اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  harfidir.

السَّب۪يلُ  mübteda olup lafzen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  عَلَى harf-i ceriyle birlikte  mübtedanın mahzuf  haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası   يَظْلِمُونَ النَّاسَdir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَظْلِمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha mansubtur.


وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ

 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَبْغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَبْغُونَ  fiiline mütealliktir. 

بِغَيْرِ  car mecruru  يَبْغُونَ ‘deki failin mahzuf halin mütealliktir.  الْحَقّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’nin sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Ayetin ilk cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır.  اِنَّمَا  kasr edatı,  السَّب۪يلُ  mübteda,  عَلَى الَّذ۪ينَ mahzuf haberin müteallikidir. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَظْلِمُونَ النَّاسَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümledeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. السَّب۪يلُ mevsuf/maksûr,  عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ  sıfat/maksûrun aleyhtir. Bu yol, sadece zulmedenlere mahsustur, başkasına değil anlamını verir. 

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir.. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فِي الْاَرْضِ  car mecruruيَبْغُونَ  fiiline mütealliktir. بِغَيْرِ الْحَقّ  car mecruru, يَبْغُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

غَيْرِ الْحَقِّۜ  izafeti kısa yoldan çok anlam ifadesi için gelmiştir. 

يَظْلِمُونَ  ve  يَبْغُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَظْلِمُونَ  ve … يَبْغُونَ  cümlelerinde fiiller muzari olarak gelerek bu zulmün ve azgınlığın onlar tarafından tekrarlandığını, bundan vazgeçmediklerini, bu fiilin onlarda alışkanlık haline geldiğini ifade etmiştir. Fiillerdeki bu delalet zalimlerin hayat tarzına yüce bir şekilde işaret eder.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.238)

Ceza yolunu hak edenlerin, insanlara zulmedenler ve haksız yere taşkınlık yapanlar olmak üzere sayılması ve azabı hak etmede birleştirilmesi, cem' ma’at-taksim sanatıdır.

Aleyhte muaheze, ancak zarar vermeyi başlatan yahut intikam almada meşru sınırı aşan ve yeryüzünde haksız olarak zorbalık ve bozgunculuk yapanlar içindir. Onların zulümleri ve saldırıları sebebiyle, dayanılmaz bir azap onlarındır. (Ebüssuûd)

اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ  "haksız yere taşkınlık gösterenler aleyhine yol vardır." Mukâtil şöyle demiştir: Onların taşkınlık göstermeleri, masiyet işlemeleridir. Ebû Malik de şöyle demiştir: Bu, Kureyş kâfirlerinin Mekke'de İslam'dan başka bir dinin olması şeklindeki ümitleridir. İbn Zeyd de buna binaen şöyle demiştir: Bütün bunlar cihad ile neshedilmiştir ve bunlar sadece müşrikler hakkındadır. Katade'nin görüşüne göre ise bu ayetler umumidir, ifadelerin zahiri de buna delalet etmektedir. (Kurtubî) 

 

اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Sübut ifade eden isim cümlesinde mübteda olan  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  şeklinde isim cümlesi formunda gelmiştir. Müsned olarak mahallen merfû olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh olan  عَذَابٌ ’un nekre gelişi nev ve kesret ifade edebilir. Tarifi mümkün olmayan evsafta olduğuna işaret eder.

عَذَابٌ  için sıfat olan  اَل۪يمٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

اَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, bahsi geçenleri tahkir içindir.

 
Şûrâ Sûresi 43. Ayet

وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟  ...


Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَنْ fakat kim
2 صَبَرَ sabrederse ص ب ر
3 وَغَفَرَ ve affederse غ ف ر
4 إِنَّ şüphesiz
5 ذَٰلِكَ bu
6 لَمِنْ şüphesiz
7 عَزْمِ çok önemli ع ز م
8 الْأُمُورِ işlerdendir ا م ر

وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

Şart fiili صَبَرَ  ile başlayan fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

صَبَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

غَفَرَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.غَفَرَ   fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

 

اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟

 

Mukadder şartın cevap cümlesidir. Takdiri, من صبر كان ذا عزم، إنّ ذلك لمن عزم الأمور  (Sabreden kararlıdır, bu zor bir iştir) şeklindedir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ذٰلِكَ  ismi işareti  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنْ عَزْمِ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. الْاُمُورِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ

 

Ayet atıf harfi وَ  ile, 41. Ayetteki … انتصر  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.  لَ , tekid ifade eden ibtidâ lamıdır. Cümle şart üslubunda, haberî isnaddır. 

Şart olan  مَنْ صَبَرَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber talebî kelamdır. Şart ismi  مَنِ  mübteda konumundadır.  صَبَرَ , haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın takdiri  كان ذا عزم (Azim sahibi olan) şeklindeki cevap cümlesi mahzuftur. Bu takdire göre şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üslupta gelen  غَفَرَ  cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 


اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟

 

Mahzuf olan şartın cevabı için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

اِنَّ ’nin isminin ism-i işaret olarak gelmesi, işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan Suresi 57, s. 190)

Az sözle çok anlam ifade eden  عَزْمِ الْاُمُورِۚ  izafetinde, sıfat mevsûfuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ahkaf Suresi 20)

Bu ayeti kerimede dört tane tekid vardır. İbtida lâmı,  اِنَّ , lam-ı muzahlaka ve  عَزْمِ الْاُمُورِۚ daki masdar, bir de işaret isminin gelmesi önemine binaen beşinci tekid olmuştur. (Âşûr)

Hz  Ali (ra) der ki,: ”Sabırsız olmak, sabırdan daha yorucudur." İşte bu haslet Allah katında iyi işlerden olması nedeniyle kulun, kendi nefsinde gerçekleştirmesi gereken hasletlerdendir. Burada geçen  عَزْمِ  kelimesi, insanın kalbinin herhangi bir şeyi yapmaya karar vermesidir. Ayet-i kerime, işaret olunduğu üzere bağışlamanın herhangi bir kötülüğe yol açmadığı yerlerle ilgilidir. Çünkü bağışlama mendup bir harekettir. Bazı durumlarda mesele tersine dönebilir. Bu takdirde bağışlamamak mendup olur. Böyle bir durum daha ziyade bir zulmü önlemeye ve eziyeti kökünden kazımaya ihtiyaç duyulan yerlerde söz konusudur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Şûrâ Sûresi 44. Ayet

وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ  ...


Allah, kimi saptırırsa artık bundan sonra onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zâlimlerin, “Dünyaya dönmek için bir yol var mı?” dediklerini görürsün.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kimi
2 يُضْلِلِ sapıklıkta bırakırsa ض ل ل
3 اللَّهُ Allah
4 فَمَا artık yoktur
5 لَهُ onun
6 مِنْ hiçbir
7 وَلِيٍّ velisi و ل ي
8 مِنْ
9 بَعْدِهِ O’ndan sonra ب ع د
10 وَتَرَى ve görürsün ر ا ي
11 الظَّالِمِينَ zalimlerin ظ ل م
12 لَمَّا zaman
13 رَأَوُا gördükleri ر ا ي
14 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
15 يَقُولُونَ dediklerini ق و ل
16 هَلْ var mı?
17 إِلَىٰ
18 مَرَدٍّ geri dönecek ر د د
19 مِنْ hiçbir
20 سَبِيلٍ yol س ب ل

Gösterilen açık kanıtlara rağmen inkârcılık yolunu seçtikleri için Allah’ın, kendi sapkınlıklarıyla baş başa bıraktığı kimselerin, âhirette bunun kötü sonuçlarıyla karşılaşınca ne hallere düşecekleri ve nasıl bir pişmanlık duyacakları, dünyadaki algılamalarımıza göre korku, gelecek endişesi, başkalarının önünde aşağılanmanın mahcubiyetini duyma gibi motifleri ön plana çıkaran canlı bir anlatım içinde tasvir edilmekte, ardından dönüşü olmayan gün gelmeden önce imanın aydınlık yoluna girilmesi için yeni bir çağrı yapılmakta; sonra Hz. Peygamber’e hitap edilerek, bunun da fayda vermemesi halinde kendisini bu sonucun sorumlusu gibi düşünmemesi istenmekte ve insanoğlunun yaratıcısına karşı bile nankör davranabileceğine işaret edilerek Resûlullah’a teselli verilmektedir.

44. âyette söz konusu edilen kimseler için bir velî, koruyucu bulunmayacağı yönündeki ifade, üstü kapalı biçimde, onların sapkınlıktan ve kötü âkıbetlerinden kurtuluş vesilelerini de yitirmiş olacaklarını belirtmektedir. Çünkü “velî”nin temel özelliklerinden biri, velîsi olduğu kişiye yol göstererek ona yardımcı olmasıdır. Nitekim 46. âyette ve başka bazı sûrelerde bu mâna açık olarak ifade edilmiştir (bk. Ra‘d 13/33; Zümer 39/23, 36; Gāfir 40/33; İbn Âşûr, XXV, 125). Aynı âyette geçen “... göreceksin” şeklindeki hitap, bir bakışa göre, belirli bir kişiye yönelik olmayıp azaba çarptırılacakların durumunu açık biçimde ortaya koymayı ve şaşkınlıklarına işaret etmeyi hedeflemekte, onların halinden ibret alınmasını istemektedir. Diğer bir bakışa göre ise burada Resûlullah’a hitap edilmekte ve gördüğü kötü muameleden, işittiği ağır sözlerden ötürü teselli edilmektedir (İbn Âşûr, XXV, 125).

45. âyetin “göz ucuyla etrafa baktıklarını” şeklinde çevrilen kısmı hakkında yapılan belli başlı açıklamalar şunlardır: a) Yaşadıkları zilletten dolayı kısık gözlerle veya gözlerinin feri kaçmış bir halde baktıklarını,

b) Çok korktuklarından yahut içinde bulundukları kötü durumdan dolayı kaçamak bakışlar yaptıklarını, c) Çektikleri acılar sebebiyle gözlerini iyice açamadıklarını, d) Kör haşredilecekleri için kalpleriyle baktıklarını. Taberî bunlardan birincisini daha isabetli bulur; İbn Atıyye ve Zemahşerî de sonuncu yorumu zorlama bir açıklama olarak nitelerler (Taberî, XXV, 41-42; İbn Atıyye, IV, 41; Zemahşerî, III, 408; Şevkânî, IV, 621).

Müminlerin 45. âyette değinilen sözü dünyadayken söyledikleri de düşünülebilir. O takdirde meâli şu şekilde değiştirmek uygun olur: “Zaten iman edenler de ‘Kıyamet günü gerçek anlamda kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem kendilerine uyanları ziyan edenler olacak!’ diyorlardı.” Öte yandan âyete şöyle bir mâna da verilebilir: “İman edenler de kıyamet günü, ‘Gerçek anlamda kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem kendilerine uyanları ziyan edenlermiş!’ diyecekler” (Zemahşerî, III, 408). Bazı müfessirlere göre bu sözde geçen “kendilerini ziyan etmeleri”nden maksat bu kimselerin cehennem azabına mâruz kalmaları, “kendilerine uyanları ziyan etmeleri”nden maksat ise şayet uyanlar da cehennemdeyse kendilerine yararlarının dokunmaması, şayet cennetteyse aralarına kesin bir engelin girmesidir (Şevkânî, IV, 621). “Kendilerine uyanlar” diye çevrilen kısımla, dünyadaki yakınları yahut cennete girmiş olsalardı orada beraber olabilecekleri yakınları da kastedilmiş olabilir (İbn Atıyye, IV, 41).

İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu birçok âyet ve hadise dayanarak, –şayet imanlı olarak ölmüşlerse– günahkârların ebedî olarak cehennemde kalmayacağı kanaatine ulaşmışlardır. Bu görüşe katılmayan bazı âlimler 45. âyette yer alan “zalimlerin sürekli bir azap içinde bulunacağı” ifadesini de delil gösterirler. Halbuki burada zalimlerden maksat inkârcılardır; zira Kur’an’da “zalim” kelimesi mutlak olarak kullanıldığında, bununla inkârcılıkta direnenler kastedilir, âyetin önü ve sonu da bu mânayı desteklemektedir (Râzî, XXVII, 182).

46. âyetin “Allah’a karşı” şeklinde çevrilen kısmını “Allah’tan başka” mânasında alarak, “Orada onlara Allah’tan başka destek verecek yardımcılar bulunmaz; bütün söz ve tasarruf yüce Allah’a aittir” şeklinde izah edenler de vardır (Şevkânî, IV, 621); fakat kanaatimizce Nesefî’nin “Allah’ın azabına karşı” şeklindeki açıklaması (V, 417) bağlama daha uygun düşmektedir; bu tercihe göre cümlenin anlamı şu olmaktadır: O’nun azabına karşı durabilecek, onu önleyebilecek hiçbir güç yoktur.

47. âyetin “Allah’ın hükmü gereği geri çevrilemez olan bir gün gelmeden önce” diye çevrilen kısmına, “Onunla ilgili hükmü verdikten sonra Allah’ın geri çevirmeyeceği gün gelmeden önce” gibi mânalar da verilmiştir. Sözü edilen günden maksat ölüm anı veya kıyamet vaktidir (Şevkânî, IV, 621-622). Yine bu âyetin “ne de yaptıklarınızı inkâr edebilirsiniz” diye çevrilen kısmı –burada geçen “nekîr” kelimesi farklı mânalara açık olduğu için– “ne de bir yardımcı bulabilirsiniz”, “ne de başınıza gelen kötü sonucu değiştirmeye gücünüz yeter”, “ne de bir onura sahip olabilirsiniz” gibi mânalarla da açıklanmıştır (Taberî, XXV, 43; Şevkânî, IV, 622).

وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يُضْلِلِ  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يُضْلِلِ  şart fiili olup meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olarak lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  وَلِيٍّ  lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur.  مِنْ بَعْدِه۪  car mecruru  وَلِيٍّ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

يُضْلِلِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  تَرَى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي  harfidir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar. 

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki ...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

رَاَوُا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَاَوُا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يَقُولُونَ  cümlesi  الظَّالِم۪ينَ  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍ ‘dir.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.

هَلْ  istifham harfidir.  اِلٰى مَرَدٍّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.   مِنْ  zaiddir.  سَب۪يلٍۚ  lafzen mecrur, mahallen mübteda olarak merfûdur.      

الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ

 

وَ , istînâfiyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. 

Şart cümlesi olan  مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مَنْ  şart ismi mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلِ اللّٰهُ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir.

Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪  ise, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfu olan  مِنْ وَلِيٍّ  , muahhar mübtedadır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

وَلِيٍّ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Başındaki zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir dost’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.

Veciz ifade kastına matuf   مِنْ بَعْدِه۪ۜ  car mecruru  وَلِيٍّ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Bu izafette, Allah Teâlâ’ya  ait zamire muzâf olan  بَعْدِ  ‘gayrı’ (دُونَ) manasındadır. (Âşûr)  


وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şarttan mücerret zaman zarfıdır.  لَمَّا ’nın müteallakı  تَرَى  fiilidir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  رَاَوُا الْعَذَابَ  cümlesi  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Ruveynî’ye göre  رَاَوُا  fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebep müsebbep alakası ile mecaz-ı mürsel vardır. Zikredilen rü’yet, kastedilense ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilirsiniz; manevi, aklî ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem Suresi 77)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ  cümlesi, الظَّالِم۪ينَ  ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

هَلْ  soru harfidir. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  اِلٰى مَرَدٍّ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan  مِنْ سَب۪يلٍ , muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer  مِنْ  cümleyi tekid etmiştir. 

مَرَدٍّ  lafzı  الرَّدِّ  kelimesinin mimli masdarıdır ve  الرُّجُوعُ  manasındadır. Ayrıca  الدَّفْعِ manasında olması da mümkündür. (Âşûr)

Soru, gerçekleşmesi mümkün olmayan istek belirttiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Mütekellim bunun gerçekleşmeyeceğini bildiği için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Burada olabilecek en şiddetli hasrette bırakma (temenni) manası vardır. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)

هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama  هَلْ  âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سَب۪يلٍۚ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid min harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

Allah kimi saptırırsa, kimde heva ve hevesine uymaktan dolayı dalaleti, sapıklığı yaratırsa, ya da insanlara zulmetmek üzere onu serbest bırakırsa bundan sonra, onu yardımsız bıraktıktan sonra artık onun yardımını üstlenecek hiçbir dostu yoktur. Azabı gördüklerinde zalimlerin: 'Dönecek bir yol var mı?' Dünyaya dönüş var mı? dediklerini görürsün. Burada ”görürsün" ifadesiyle hitap herkesedir. Zalimlerden maksat ise müşrikler ve Allah'a karşı gelenlerdir. İşte azabı görünce onlar, Allah'a itaat etmek amacıyla dünyaya dönüşü talep ederler, fakat bu istekleri kabul olunmaz. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Günün Mesajı
Meşveret (danışma), verilecek kararların isabetli olarak verilebilmesinin ilk şartıdır. İyiden iyiye düşünülmeden, başkalarının fikir ve tenkitlerine arzedilmeden bir mesele hakkında verilen kararlar, çok defa hüsran ve hezimetle neticelenir. Düşüncelerinde kapalı, başkalarının fikrine hürmet etmeyen “kendi kendine” biri, üstün bir fıtrat, hatta dâhi bile olsa, her düşüncesini meşverete arzeden bir diğer insana göre daha çok yanıldığı görülür.
En akıllı insan, meşverete en çok saygılı ve başkalarının fikirlerinden en çok istifade eden insandır. Yapacağı işlerde kendi düşünceleriyle iktifa eden ve hatta onları başkalarına da kabul ettirmeye zorlayan ham ruhlar, etraflarından hep nefret ve istiskal görürler.
İslâm'da meşveret veya istişare o kadar önemlidir ki, Allah, bu ayetinde Sahabe'yi överken, onların işlerini aralarında istişareye dayalı yürüttüklerini belirtmektedir. Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm, vahiyle destekleniyordu; kendi hevasından konuşmazdı ve söylediği sözler vahye dayanıyordu. Buna rağmen O, bilhassa kamuyu ilgilendiren meseleleri meşverete havale ediyor, idari işleri istişare ile yürütüyordu. Uhud savaşına çıkmadan önce de ashabıyla istişarede bulunmuş, savaşta geçici de olsa bir mağlübiyetin mukadder olduğunu rüyasında görmüş olmasına ve Medine içinde müdafaa savaşı verilmesini daha makul bulmasına rağmen, Ashabın çoğunluğu şehir dışında meydan savaşı verilmesi görüşünü desteklediği için, düşmanı Uhud Dağı eteklerinde karşılamıştı. Bu savaşın ikinci döneminde yaşanan geçici mağlubiyette, açık sahada bir meydan savaşı verilmesinin tesiri de vardı. Buna rağmen, savaşın hemen ardından gelen ayetlerde de Efendimiz'e idari konularda istişare emrinin verilmiş olması (Âli İmran Süresi/3: 159), vazgeçilmez bir usül olarak istişarenin önemini ortaya koymaktadır.
İstişare, hakkında kesin hüküm olmayan meselelerde hakimler tarafından da kendisine başvurulan bir metottur. Bu sebeple, kıyas ve içtihada yakın bir hususiyeti de vardır.
Sayfadan Gönüle Düşenler
İnsan, kendisini güçlü ve kontrolde hissetmek ister. Zira, yeryüzünde hayatta kalmaya çalışırken, bu duygular ona güven duygusu verir. Ancak, insan ne kadar aciz olduğunu da hatırında tutmalıdır. Ki zor anlar gelip çattığında yıkılıp gitmesin. 

Kendinden emin ve güçlü görünmek önemli olsa da, yeri geldiğinde korktuğunu, üzüldüğünü, incindiğini ve öfkelendiğini itiraf edebilmek de önemlidir. Ancak, o zaman, hangi duygu ve düşüncelerle, Rabbine sığınacağını belirleyebilir ve gereken yardımı isteyebilir. 

Güçlü görünmeyi ve her şeyi kontrol ederim yanılgısını abartanları ise eninde sonunda büyük bir hayal kırıklığı beklemektedir. Yeryüzünde yaşanan birçok hadise, bakmasını bilen insanın bu olası kibrini devamlı törpülemektedir. 

Daha geçenlerde, gelişmiş onca teknolojiye rağmen bir geminin tıkadığı kanalı günlerce açamadılar. O kadar ürünün gecikmesine, çürümesine ve daha nice öngörülmez kazanın sebep olduğu nice sorunlara, kimse engel olamadı. 

Rabbinden uzaklaşan kulun acizliği artar, yaklaşanın ise emniyeti. Zira, o bilir ki, rızkını veren, onu koruyan, ona yardım eden, halini bilen ve dualarını işiten Rabbi yanındadır. Dünyalıkların ve vesveselerin arasında, ne kadar garib hissederse hissetsin; Allah onunla beraberdir. Dünya hayatı geçici, kalıcı olan Allah katındadır.

Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Bizi;
Büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçınanlardan;
Öfkelendiğinde dahi bağışlayanlardan ve sakinleşmesini bilenlerden;
Senin davetine uyanlardan ve namazlarını özenle kılanlardan;
Yeni kararlar almadan ve işlere başlamadan önce nefsini bir kenara bırakarak başkalarına danışanlardan;
Sahip olduklarını paylaşanlardan ve sevdiği şeylerden vermesini sevenlerden;
Haksızlıklar ve zulüm karşısında tavrını koruyanlardan;
Hakkın korunmasına ve zalime haddinin bildirilmesine önem verenlerden eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji