بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناًۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | bu |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | يُبَشِّرُ | müjdelediğidir |
|
4 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
5 | عِبَادَهُ | kullarını |
|
6 | الَّذِينَ |
|
|
7 | امَنُوا | inanan |
|
8 | وَعَمِلُوا | ve yapan |
|
9 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
10 | قُلْ | de ki |
|
11 | لَا |
|
|
12 | أَسْأَلُكُمْ | ben sizden istemiyorum |
|
13 | عَلَيْهِ | bunu karşılık |
|
14 | أَجْرًا | bir ücret |
|
15 | إِلَّا | ancak |
|
16 | الْمَوَدَّةَ | arzu ediyorum |
|
17 | فِي |
|
|
18 | الْقُرْبَىٰ | (Allah’a) yaklaşmayı |
|
19 | وَمَنْ | ve kim |
|
20 | يَقْتَرِفْ | yaparsa |
|
21 | حَسَنَةً | bir iyilik |
|
22 | نَزِدْ | artırırız |
|
23 | لَهُ | ona |
|
24 | فِيهَا | onun |
|
25 | حُسْنًا | iyiliğini |
|
26 | إِنَّ | şüphesiz |
|
27 | اللَّهَ | Allah |
|
28 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
29 | شَكُورٌ | karşılık verendir |
|
“Sizden akrabalık sevgisinden başka bir karşılık istemiyorum” şeklinde çevrilen cümle ile Resûl-i Ekrem’den, getirdiği müjde karşılığında hiçbir ücret talep etmediğini, ama müjdeyi hak etmeleri için kendilerinin de yapılan çağrıya gönül vermeleri, ona yakınlık hissetmeleri ve buna uygun bir çaba harcamaları gerektiğini bildirmesi istenmektedir. Gerek âyetin devamındaki ifade gerekse önceki âyetin içeriği bazı ilk dönem müfessirlerince yapılan bu yorumu desteklemektedir (Taberî, XXV, 25-26; Şevkânî, IV, 611). Fakat İbn Abbas’tan yapılan bir nakil ve “yakınlığa sevgi duyma” diye çevirdiğimiz kurbâ kelimesinin “akrabalık bağı” anlamı esas alınarak bu cümle için daha çok şu yorum yapılmıştır: Peygamberliğimi ve herkes için rahmet olarak gönderilmiş olmamı tanımıyorsanız, bari aramızdaki akrabalık bağına binaen bana sevgi gösterin, düşmanlık yapmayın; sizden hiç değilse bu konudaki haklara riayet etmenizi istiyorum. Bazıları da –burada müminlere hitap edildiğini düşünüp– bu kelimenin “yakınlar” anlamına göre cümleye “Sizden sadece, benim yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum” mânasını vermişlerdir. Hatta bu yorumdan hareketle burada kastedilen yakınların Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve onların evlâtları olduğu ileri sürülmüştür (Birçok müfessirin bu âyetin tefsirinde Peygamber ailesine sevgi beslemenin önemine ilişkin nakillere ağırlık verdiği görülür). Müslümanları Hz. Muhammed’in ailesine özel bir muhabbet beslemeye yönelten başka deliller varken böyle bir yoruma gerek yoktur. Öte yandan, bu âyetin Resûl-i Ekrem’in Medine’ye geldiği sırada gerçekleşen bazı olaylar üzerine inmiş olduğuna dair haberler uydurmadır (İbn Âşûr, XXV, 83-84; bu konudaki rivayetler ve bazı değerlendirmeler için bk. Taberî, XXV, 22-26; Şevkânî, IV, 611, 613-615).
Âyetin, “Bu konuda ona daha büyük güzellikler bahşederiz” şeklinde çevrilen kısmı daha çok, iyiliğe kat kat ecir verilmesi anlamıyla açıklanmıştır. Bunun yanı sıra, kendisine daha güzelini yapma melekesi ihsan edilmesi mânasının bulunduğu da söylenebilir (Elmalılı, VI, 4242).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 747-748Amele عمل :
Amel عَمَلٌ herhangi bir canlıdan bir kasıt/amaç doğrultusunda çıkan her türlü fiildir. Bu kök فِعْلٌ sözcüğünden daha dar anlamlıdır. Çünkü فِعْلٌ sözcüğü, kendilerinden bir fiilin kasıtsız/amaçsız bir şekilde sâdır olduğu durumda da kullanılır.
Ayrıca amel kelimesi sâlih ve fenâ amel ve işlerle ilgili de kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve iki farklı isim formunda toplam 360 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri amel, amele, âmil, mamul, mamulat, imal, müsta'mel, muâmele, ameliyat, teâmül, isti'mal ve suistimaldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُبَشِّرُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri, ..يبشر به (Onu müjdeler.)şeklindedir.
يُبَشِّرُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. عِبَادَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl عِبَادَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
يُبَشِّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الصَّالِحَاتِ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَسْـَٔلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَيْهِ car mecruru اَجْراً ‘in mahzuf haline mütealliktir. اَجْراً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّا istisna edatıdır. الْمَوَدَّةَ müstesna-i munkatı’ olup fetha ile mansubdur. فِي الْقُرْبٰى car mecruru الْمَوَدَّةَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna minh; a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقُرْبٰى maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْـَٔلُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سأل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَقْتَرِفْ حَسَنَةً cümlesi mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَقْتَرِفْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. حَسَنَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen نَزِدْ cümlesi şartın cevabıdır. نَزِدْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. لَهُ car mecruru نَزِدْ fiiline mütealliktir. ف۪يهَا car mecruru نَزِدْ fiiline mütealliktir. حُسْناً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
يَقْتَرِفْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi قرف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
غَفُورٌ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olarak lafzen merfûdur. شَكُورٌ kelimesi اِنّ ‘nin ikinci haberi olarak lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - شَكُورٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi mübteda, الَّذ۪ي haberdir.
Önceki ayette ifade edilen cennet faziletlerine işaret eden ذٰلِكَ ‘de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Haber konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذِي ‘nin sılası olan يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinde takdiri بِهِ olan aid zamir mahzuftur.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Veciz ifade kastına matuf عِبَادَهُ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
عِبَادَهُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf عِبَادِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
الصَّالِحَاتِ ism-i fail vezninde gelerek salih amelin teceddüdüne işaret etmiştir.
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
İman edenler ve salih amel işleyenler ismi açıkça geçmiştir. Halbuki burada açık isim yerine zamir gelmesi mümkündü, zira hemen öncesinde bu kişilerden bahsedilmişti. Bu zikir sayesinde; bunlara verilecek müjdenin, bu sıfatlara sahip olmaları sebebiyle olduğu da beyan edilmiş olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.157)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)
قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ cümlesi, muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ , ihtimam için mef’ûl olan اَجْراً ‘e takdim edilmiştir.
اَجْراً ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.
اَجْراً ‘de istiare vardır. Davet sırasındaki amellere karşılık anlamında, الجَزاءُ kelimesi yerine müstear olmuştur. Karşılık, işçiye verilen ücrete benzetilmiştir.
اِلَّا munkatı’ istisna edatı, الْمَوَدَّةَ müstesnadır. فِي الْقُرْبٰى car mecruru, مَوَدَّةَ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
Cümlede, tekid-ül medih sanatı vardır.
عَلَيْهِ deki zamir Kur’an’a aittir (Âşûr) ve bu durumda surenin başında zikredilen Kur’an dolayısıyla reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
فِي الْقُرْبٰىۜ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْقُرْبٰىۜ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yakınlık, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Bu ayette ifade edilen الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ hakkında farklı yorumlar olmakla birlikte Allah (cc) peygamberimizden bir ücret talep etmediğini duyurmasını istemektedir. Fakat ücretten istisna tutulan yakınlara sevgi ücret sayılabilecek bir şey olmadığı ve insan için yakınlara sevgi göstermek bir gereklilik olduğu için, yaptığı işte ücret arzusu olmayan peygamberin övgüye layık davranışını tekid etmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
اِلَّا الْمَوَدَّةَ [Sevgiden başka] anlamındaki ifade, birincisinin (müstesna minh'in) türünden olmayan bir istisnadır. Yani ben sizden sadece akrabalık bağım dolayısıyla bana sevgi beslemenizi ve böylelikle beni korumanızı istiyorum. Ayette hitap özel olarak Kureyş'edir. Bu açıklamayı İbn Abbâs, İkrime, Mücahid, Ebû Malik, en-Nehaî ve başkaları yapmıştır. (Kurtubî)
Ayet metninde yer alan الْمَوَدَّةَ , Resulullah (sav) sevgisi demektir. Yine burada geçen الْقُرْبٰى masdardır, manası akrabalık demektir. Resulullah'a karşı sevgi, ona eziyeti bırakmak akrabalık gereğine göre davranmak demektir. Resulullah (sav) burada sevgiyi ücret olarak isimlendirmekte ve bu ücretten sevgiyi tıpkı ücretmiş gibi istisna etmektedir. (Ruhu’l Beyan)
وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناًۜ
…ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ cümlesi için tezyîl hükmündeki bu cümlede وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ , mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَقْتَرِفْ حَسَنَةً cümlesi, hem şart cümlesi hem de مَنْ ’in haberidir. Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hudus, teceddüt ve istimrar ifade eden fiile hükmü takviye anlamı katmıştır. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حَسَنَةً ’de irsâd sanatı vardır.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. نَزِدْ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. نَزِدْ fiiline müteallik car mecrurlar لَهُ ve ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan حُسْناًۜ ‘e, takdim edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Farklı manalardaki حَسَنَةً - حُسْناً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حُسْناً ’deki nekrelik kesret ve tazim ifade eder.
Cümlede “şart ve cevapta iki anlamın birleşmesi ve aralarında eşdeşlik bulunmasıdır.” şeklinde tanımlanan müzavece sanatı vardır. Buna, izdivâc ve tezâvüc de denir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Burada iyilikten murad, Peygamberimizin (sav) akrabalarının sevgisinin de öncelikle dahil olduğu mutlak iyiliktir.
Süddî'den rivayet olunduğuna göre ise, burada murad olan iyilik, Peygamberimizin yakın akrabalarını sevmektir. (Ebüssuûd)
Ayet metninde yer alan يَقْتَرِفْ kelimesinin kökü olan القرف والاقتراف , ağacın kabuğunu soymak, deve yavrusunun derisini yüzmek anlamındadır. Daha sonra الاقتراف kelimesi; gerek iyi, gerek kötü, herhangi bir şeyi kazanmak anlamına istiare sanatıyla kullanılmıştır. Ancak kelime daha çok kötülük kazanmakta kullanılır. (Ruhu’l Beyan)
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Allah’ın غَفُورٌ ve شَكُورٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غَفُورٌ - شَكُورٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
غَفُورٌ - شَكُورٌ kelimeleri فعول vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Ayetin fasılası, tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fasıla cümlesidir. اِنَّ ile, haberdeki mübalağa sigalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. Bunları söylememin sebebi, bu fasılanın şibhi kemâl-i ittisâl yolu ile öncesindeki manayı tekid ederek gelmesidir. Zira öncesindeki manalar bu şekilde bir müjdeleme ihsanının sebebini merak ettirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 3, s.166)
Yüce Allah'ın (cc) sıfatlarından olan شَكُورٌ kelimesi, taat yoluyla hazırlanmaktan, sevaplarını eksiksiz olarak vermekten, sevaplarına karşılık daha fazla sevap vermekten ibaret olan bir manayı kapsar. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۚ فَاِنْ يَشَأِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | يَقُولُونَ | diyorlar (mı?) |
|
3 | افْتَرَىٰ | uydurdu |
|
4 | عَلَى | karşı |
|
5 | اللَّهِ | Allah’a |
|
6 | كَذِبًا | yalan |
|
7 | فَإِنْ | öyle bir durumda |
|
8 | يَشَإِ | dilese |
|
9 | اللَّهُ | Allah |
|
10 | يَخْتِمْ | mühür basar |
|
11 | عَلَىٰ | üzerine |
|
12 | قَلْبِكَ | senin kalbin |
|
13 | وَيَمْحُ | ve mahveder |
|
14 | اللَّهُ | Allah |
|
15 | الْبَاطِلَ | batılı |
|
16 | وَيُحِقُّ | ve yerleştirir |
|
17 | الْحَقَّ | hakkı |
|
18 | بِكَلِمَاتِهِ | sözleriyle |
|
19 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
20 | عَلِيمٌ | bilir |
|
21 | بِذَاتِ | özünü |
|
22 | الصُّدُورِ | göğüslerin |
|
“Halbuki Allah dilese senin kalbini de mühürler” anlamındaki cümlede asıl amaç Hz. Peygamber’i Allah’a karşı yalan uydurmakla itham edenlerin kendilerinin müfteri olduğunu ve bu çirkin fiillerinden dolayı kalplerinin mühürlenmiş bulunduğunu belirtmektir. Nitekim ardından “Allah bâtılı siler ve gerçeği sözleriyle ortaya çıkarır. Şüphesiz O kalplerdekileri çok iyi bilmektedir” buyurularak Resûlullah’a teselli verilmekte ve onların sözlerine aldırış etmemesi istenmektedir (a.g.e., VI, 4242). Burada “Senin Allah hakkında bir yalan uydurduğun farzedilse bile buna karşı çıkmak o müşriklere mi düşer! Diyelim ki böyle bir şey olsa Allah senin kalbini mühürlemeye, aklî muhâkemeni yok etmeye kadir değil mi?” şeklinde –Resûlullah’ı üzen putperestlere yönelik– bir azarlama anlamı bulunduğu yorumu da yapılmıştır (İbn Atıyye, V, 34-35; İbn Âşûr, XXV, 85-87).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 748اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۚ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ‘dir. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتَرٰى fiiline mütealliktir. كَذِباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
افْتَرٰى fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَاِنْ يَشَأِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشَأِ şart fiili olup, meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَخْتِمْ cümlesi şartın cevabıdır.
يَخْتِمْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلٰى قَلْبِكَ car mecruru يَخْتِمْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ
وَ istînâfiyyedir. يَمْحُ mahzuf وَ üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Lafza uygun olarak وَ hazf edilmiştir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. الْبَاطِلَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
Mushafta bu ayetteki يَمْحُ fiilinin son harfi hazf edilmiştir. Çünkü konuşulurken bu harf telaffuz edilmez, yazılışta da ağızdan çıkan sese uygun olarak hazf edilmiştir. Buna “Resm-i Mushaf” denir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.172)
يُحِقُّ atıf harfi وَ ‘la يَمْحُ fiiline matuftur. يُحِقُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بِكَلِمَاتِه۪ۜ car mecruru يُحِقُّ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِكَلِمَاتِه۪ 'deki بِ harf-i ceri sebebiyye içindir. (Âşûr)
يُحِقُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حقق ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْبَاطِلَ kelimesi, sülasi mücerredi بطل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَل۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. بِذَاتِ car mecruru عَل۪يمٌ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. الصُّدُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَمْ ; munkatı istifham harfidir. Burada hemze ve بَلْ manasındadır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve takrir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
كَذِباً ’deki nekrelik, kesret ve tahkir ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَى اللّٰهِ , konudaki önemine binaen mef’ûl olan كَذِباً ’e takdim edilmiştir.
اَفْتَرٰى - كَذِباً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Batıl olduğuna dair deliller olmasına rağmen bu çirkin sözü söylemeye devam ettikleri için يَقُولُونَ fiili, muzari fiil olarak gelmiştir. Bu nedenle azarlanma gerekir. (Âşûr)
فَاِنْ يَشَأِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ
فَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi يَشَأِ اللّٰهُ , müspet muzari fiil sıygasında faidei haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Şartın cevabı فَ karînesi olmadan gelen يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَ cümlesidir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يَشَأْ fiilinin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Eğer Allah onların kalplerini mühürlemeseydi onlardan hiç kimse seni iftira ile suçlayamazdı. Bu durumda, eğer Allah dilerse senin kalbini mühürler sözü, Allah Teâlâ’nın onların kalplerini mühürlemesinden kinaye demektir. Çünkü bu iftirayı, terk edilmiş ve kalbi mühürlenmişlerden başkası yapmaz. Dolayısıyla اَمْ يَقُولُونَ sözündeki istifhamdan anlaşılan tefrîğ manası, kinayedir. Bu kinaye de Allah Teâlâ'nın onların kalplerini mühürlemiş olduğudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.171)
وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ cümlesi makabline atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. الْحَقَّ kelimesi mef’ûlu mutlaktır. Manayı tekid etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يُحِقُّ - الْحَقَّ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
بِكَلِمَاتِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması كَلِمَاتِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ - وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
بَاطِلَ - الْحَقَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, يَمْحُ - يُحِقُّ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Mushafta bu ayetteki يَمْحُ fiilinin son harfi hazf edilmiştir. Çünkü konuşulurken bu harf telaffuz edilmez, yazılışta da ağızdan çıkan sese uygun olarak hazf edilmiştir. Buna “Resm-i Mushaf” denir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.172)
الْبَاطِلَ ile kastedilen batılın cinsi, الْحَقَّ ile kastedilen ise hakkın cinsidir. (Âşûr)
Kisaî de şöyle demiştir: Ayette takdim ve tehir vardır. İfadenin mecazen anlamı şöyledir: واللّه يمحو الباطل (Allah batılı mahveder.) Burada Mushaf'ta ("mahveder" anlamındaki kelimenin sonundan) و hazf edilmiştir. Halbuki ayet ref mahallindedir. Buradan و ‘ın hazf edilmesi yüce Allah'ın: سندع الزبانية [Biz de zebanileri çağırıveririz.] (Alak, 96/18) ayeti ile; ويدع الإنسان [İnsan... dua eder.] (İsra, 17/11) ayetinde و ‘ın hazfedildiği gibi hazf edilmiştir. Burada و ‘ın hazf edilmesinin sebebi ise daha önce geçen يختم على قلبك [Senin kalbini mühürler.] ayetine (ki "mühürler" anlamındaki fiilin meczum olup) atfedilmiş olmasından dolayıdır.) (Kurtubî)
الْبَاطِلَ ‘daki الْ takısı cins, بِكَلِمَاتِه۪ۜ ‘deki بِ harfi, sebebiye içindir. بِكَلِمَاتِه۪ۜ ‘den murad, Kur’an ve vahiydir. Müsnedün ileyhi takviye etmek ve Allah’ın, batılı yok etmekteki gücünü zihinde kuvvetlendirmek için, ويَمْحُ الباطِلَ şeklinde gizli zamirle yetinilmemiş, lafza-i celâl zahir olarak zikredilmiştir. (Âşûr)
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrarî teceddüt ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan عَل۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. بِذَاتِ الصُّدُورِ car mecruru, عَل۪يمٌ ‘a mütealliktir.
عَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
بِذَاتِ الصُّدُورِ , kalplerin sahibi ifadesinde istiare vardır. Kalp yerine صُّدُورِ kelimesinin gelmesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah sînelerin özünü bilir. Melzûmu; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker demektir.
Ayrıca bu cümlede tağlîb sanatı vardır. Allah Teâlâ yalnız sînedekileri değil, her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.
Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
Bu ayetteki tekid, hem binasında hem de manasındadır. Binasındaki tekitler açıkça görülür. Bu konunun asıl unsuru olan اِنَّ harfiyle tekid edilmiştir, عَل۪يمٌ kelimesi mübalağa sigasındadır ve بِذَاتِ الصُّدُورِ tabiri geçmiştir. Burada فِي الصُّدُورِ buyurulmamıştır, çünkü عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ sözü, onun zatını, hakikatini ve onun etinin, kanının içinden akıp geçenleri vs. bilmeyi ifade eder. Bunları bildiği konusunda en ufak bir şüphe yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Şura/28, c. 3, 173)
Burada Yüce Allah ذوات الصدور buyurmamıştır. Çünkü kalpler kelimesiyle kalp cinsini kastetmiştir. ذات kelimesi burada ذى kelimesinin müennesi olup, sahip anlamındadır. Buna göre ayetin manası, şüphesiz O, kalplerde yer eden ve gizli bulunan şeyleri bilendir, demek olur. Kalplerde bulunan ise, insanı birtakım şeyleri yapmaya sevk eden ve birtakım şeyleri yapmaktan da alıkoyan işlerdir. Kalplerde bulunan duygular ve hislere صاحبة للصدور (kalplerin arkadaşı) denmesi, bunların kalplerden ayrılmamalarından ve oraya yerleşmiş bulunmalarındandır. (Ruhu’l Beyan)
وَهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَۙ
Allah Teâlâ’nın kulların tövbesini kabul etmesi ve kötülükleri bağışlaması ile ilgili ifadelerin mutlak oluşu, tövbe kapısının herkese açık olduğunu ve gerçekten pişmanlık duyup içtenlikle tövbe edenlerin her türlü günahının bağışlanabileceğini göstermektedir. Ancak, başka bazı deliller sebebiyle kul haklarına ilişkin günahlar bu kapsamın dışında görülmüş ve bunların bağışlanmasında ilgilileriyle helâlleşilmesi esas kabul edilmiştir (âhirette bu tür haklarla Allah’ın huzuruna gelenlere ilişkin bir tasvir için bk. Müslim, “Birr”, 15).
وَهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقْبَلُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَقْبَلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. التَّوْبَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
عَنْ عِبَادِه۪ car mecruru يَقْبَلُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْفُوا atıf harfi وَ ‘la يَقْبَلُ ‘ya matuftur.
يَعْفُوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنِ السَّيِّـَٔاتِ car mecruru يَعْفُوا fiiline mütealliktir. يَعْلَمُ atıf harfi وَ ‘la يَقْبَلُ ‘ya matuftur.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَا müşterek ism-i mevsûlü يَعْلَمُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَفْعَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَفْعَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَۙ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim, teşrif kastının yanında, sıla cümlesindeki habere dikkat çekmek içindir.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede sılanın muzari fiil olarak tercih edilmesi, asla değişmeyecek bir vaat olduğunu bilsinler diye yenilenme ve tekrarlama ifadesi içindir. (Âşûr)
Veciz ifade kastına matuf عِبَادِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Aynı üslupta gelen يَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ cümlesi, sıla cümlesine matuftur. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında tefennün sanatı vardır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ cümlesi, aynı üslupla gelerek sıla cümlesine atfredilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan تَفْعَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki bütün fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
السَّيِّـَٔاتِ ’deki marifelik cins içindir. (Âşûr)
التَّوْبَةَ - يَعْفُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَعْلَمُ - تَفْعَلُونَۙ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kullarının tövbesini kabul eden sözündeki قبل fiili aslında مِن harfiyle müteaddi olur. Ancak burada عَنِ harf-i ceriyle gelmiştir. Çünkü burada onun günahlarından yüz çevirmeye, Allah Teâlâ’nın bu günahı açıkladığına ve sonra da bunu ondan uzaklaştırdığına işaret etmek istenmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 3, s.177)
İbn Abbas (ra) der ki: ”Bu ayet-i kerimedeki hüküm mümine, kâfire, dosta ve düşmana herkese şamil ve geneldir. Bunların arasından her kim tövbe ederse Allah Teâlâ tövbesini kabul eder. Tövbe: Günahlardan pişman olmak suretiyle dönmek, ya da bir daha asla o günahlara dönmemeye azmetmek demektir." (Ruhul Beyan)
وَيَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَسْتَجِيبُ | ve dileklerini kabul eder |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
3 | امَنُوا | inanan(ların) |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve yapanların |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
6 | وَيَزِيدُهُمْ | ve onlara daha fazlasını verir |
|
7 | مِنْ | -nden |
|
8 | فَضْلِهِ | lutuf ve keremi- |
|
9 | وَالْكَافِرُونَ | kafirlere gelince |
|
10 | لَهُمْ | onlara da vardır |
|
11 | عَذَابٌ | bir azab |
|
12 | شَدِيدٌ | çetin |
|
Cümlenin ögeleriyle ilgili görüş ayrılığı dolayısıyla bazı müfessirlerce âyetin baş kısmına “İman edip iyi işler yapanlar (rablerinin çağrısına) uyarlar, O da kendi lutfundan onlara fazlasını verir” şeklinde mâna verilmiştir (Taberî, XXV, 29).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 749
وَيَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la هُوَ الَّذ۪ي cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir.
يَسْتَج۪يبُ damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
يَز۪يدُهُمْ atıf harfi وَ ‘la يَسْتَج۪يبُ ‘ya matuftur. يَز۪يدُهُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ فَضْلِه۪ car mecruru يَز۪يدُهُمْ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَسْتَج۪يبُ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi جوب ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. الْكَافِرُونَ mübteda olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. شَد۪يدٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَافِرُونَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
Ayet atıf harfi وَ ile هُوَ الَّذ۪ي cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada anlamında yenilenme ve tekrarlanma fiil cümlesi, sübut ve devam ifade eden isim cümlesine atfedilmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
İman eden ve salih amel işleyenlerin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur.
Sıla cümlesinde fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır.
يَسْتَج۪يبُ fiilindeki elif, sin ve te harfleri mübalağa için olup “kabul etmek” manasındadır. Buradaki fail, tövbeyi kabul eden, seyyiâtı affeden ve fazlından onlara arttıran Zât’tır. İman edenler ise mef‘ûlün bih olarak gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 3, s.179)
Şayet insanlar, "Duaya icabet etme halinin müminlere tahsis edilmesi, Cenab-ı Hakk'ın, kâfirlerin duasına icabet etmeyeceğini gösterir mi?" derlerse, biz deriz ki: Bazı kimseler, kâfirlerin duasına icabetin caiz olmayacağını; zira, duaya icabet etmede bir tazim anlamı bulunduğunu; bunun ise, kâfirlere uygun düşmeyeceğini söylemişlerdir. Bazı şeyler hususunda, kâfirlerin duasına da icabet etmenin caiz olacağı da ileri sürülmüştür. Buna göre ayetteki tahsisin faydası şu olmuş olur: Mü'minlerin duasına icabet etmek, bir şereflendirme manasında olurken, kâfirlerin duasına icabet etmek ise, bir istidrâc (kâfirin, küfründe ilerlemesine mühlet tanıma) manasında olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Ayetin ikinci cümlesi atıf harfi وَ ’la ..يَسْتَج۪يبُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَضْلِه izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, فَضْلِ için tazim ve teşrif ifade eder.
وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ
Ayetin son cümlesi de atıf harfi وَ ‘la يَسْتَج۪يبُ fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezatttır. İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Birbirine atfedilen bu iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْكَافِرُونَ mübtedadır. لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ cümlesi mübtedanın haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ شَد۪يدٌ , muahhar mübtedadır.
Muahhar mübteda olan عَذَابٌ ’un nekre gelişi bu azabın tasavvur edilemez nitelikte olduğuna işaretin yanında tahkir ifade eder.
شَد۪يدٌ , müsnedün ileyhin olan عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelmesi, mübalağa ifade eder.
اٰمَنُوا - الْكَافِرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
وَلَوْ بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ وَلٰكِنْ يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرٌ بَص۪يرٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve eğer |
|
2 | بَسَطَ | bollaştırsaydı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | الرِّزْقَ | rızkı |
|
5 | لِعِبَادِهِ | kullarına |
|
6 | لَبَغَوْا | azarlardı |
|
7 | فِي |
|
|
8 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
9 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
10 | يُنَزِّلُ | indiriyor |
|
11 | بِقَدَرٍ | ölçüde |
|
12 | مَا |
|
|
13 | يَشَاءُ | dilediği |
|
14 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
15 | بِعِبَادِهِ | kullarını(n her halini) |
|
16 | خَبِيرٌ | haber alandır |
|
17 | بَصِيرٌ | görendir |
|
Genellikle zihinleri meşgul eden ve akıl yahut tecrübe ile sağlıklı bir sonuca ulaşılamayan bir konuda, dünya hayatındaki imkânların kullar arasında hangi ölçüye göre paylaştırıldığı hususunda önemli bir gerçeğe değinilmekte, böylece önceki âyette geçen Allah Teâlâ’nın iman edip iyi işler yapanlara kendi lutfundan fazlasını vermesine ilişkin ifadenin doğru anlaşılmasına ışık tutulmaktadır. Âyeti –özetle– şöyle yorumlamak mümkündür: Şayet Allah dünya hayatında herkese zekâ, sağlık, yetenek, servet vb. nimetleri bol ve eşit biçimde vermiş olsa, dirlik düzenlikten söz edilemez, insanoğlu kendini geliştirme kaygısı taşımaz, düzenli bir çalışma hayatı, imkânların paylaştırılması için bir denge ve sistem arayışı (meselâ bir iktisat ilmi) olmaz, kısaca medeniyetler kurulamaz, dünyayı bir kaos sarardı. İyi ve kötü kriterine göre rızık verilmesi halinde ise insanın yaratılış amacı, hayatın ve ölümün var ediliş sebebi olan sınav ortamı teşekkül etmez, dünya hayatı anlamını yitirirdi. Âyet bu hususlara işaret yoluyla delâlet etmekle beraber, imkânların tevziindeki ölçünün ne olduğu sorusunu açık biçimde cevaplamaktadır: Kullarının durumunu çok iyi bilen ve gören yüce Allah rızkı kendi dilediği ölçüye göre vermektedir. Kul planında bu ölçüyü idrak mümkün değildir; ama kulun görevi, dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak imkânları elde etmek için elinden gelen bütün çabayı harcamak ve verilenleri en iyi biçimde değerlendirmekle yükümlü olduğu bilincini daima korumaktır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 749وَلَوْ بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ
وَ istînâfiyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. بَسَطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. الرِّزْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لِعِبَادِه۪ car mecruru بَسَطَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. بَغَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru بَغَوْا fiiline mütealliktir.
وَلٰكِنْ يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَا يَشَٓاءُۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنْ istidrak harfidir. Amel etmemiştir. İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَزِّلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِقَدَرٍ car mecruru mef’ûlü bih مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُنَزِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّهُ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرٌ بَص۪يرٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
بِعِبَادِه۪ car mecruru خَب۪يرٌ ‘a mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَب۪يرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. بَص۪يرٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
خَب۪يرٌ - بَص۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ
وَ , istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ cümlesi şarttır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Lam-ı rabıtanın dahil olduğu, aynı üslupla gelen لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ cümlesi لَوْ ’in cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Veciz ifade kastına matuf عِبَادِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Buradaki عِبَادِه۪ lafzı hem mümin hem kâfir kulları kapsar.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Nahivciler لَوْ edatını, şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
لَوْ harfinin dahil olduğu hem şart hem de cezâ fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) لَوۡ, muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 5/63)
لَوْ şartının cevabının başında لَ (elbette) gelerek cümle tekid edilmiştir. Çünkü insanların hepsinin aynı durum üzere birleşmesi imkânsızdır, ancak Allah dilerse bunu yapar. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 3, s. 363)
وَلٰكِنْ يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَا يَشَٓاءُۜ
وَ atıf, لٰكِنْ istidrâk harfidir. لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2 s. 474)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُنَزِّلُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede fiiller muzari sıygada gelmiştir. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِقَدَرٍ , ihtimam için mef’ûl olan mevsûle takdim edilmiştir.
قَدَرٍ ’deki nekrelik nev ve tazim ifade eder.
اِنَّهُ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرٌ بَص۪يرٌ
Ayetin ta’lil hükmündeki son cümlesi, beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Ta’lil cümleleri anlamı pekiştirmek ve kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah’ın خَب۪يرٌ ve بَص۪يرٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَص۪يرٌ - خَب۪يرٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, cinâs-ı nakıs ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Her ikisi de mübalağa ifade eder. Çünkü bunlar mübalağa kalıplarındandır.
بِعِبَادِه۪ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَهُوَ | ve O’dur |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | يُنَزِّلُ | indiren |
|
4 | الْغَيْثَ | yağmuru |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | بَعْدِ | sonra |
|
7 | مَا |
|
|
8 | قَنَطُوا | umutlarını kestikten |
|
9 | وَيَنْشُرُ | ve yayan |
|
10 | رَحْمَتَهُ | rahmetini |
|
11 | وَهُوَ | ve O |
|
12 | الْوَلِيُّ | velidir |
|
13 | الْحَمِيدُ | övülmüştür |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُنَزِّلُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُنَزِّلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْغَيْثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru يُنَزِّلُ fiiline mütealliktir.
مَا ve masdar-ı müevvel, بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
قَنَطُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَنْشُرُ atıf harfi وَ ‘la يُنَزِّلُ ‘a matuftur. يَنْشُرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَحْمَتَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la ilk هُوَ ‘ye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْوَلِيُّ haber olup lafzen merfûdur. الْحَم۪يدُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْوَلِيُّ - الْحَم۪يدُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim, teşrif kastının yanında, sıla cümlesindeki habere dikkat çekmek içindir.
Cümle kasrla tekid edilmiştir. İki taraf yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf babında hakiki kasrdır.
Ayetteki kasr, kasr-ı kalbdir. Çünkü müşrikler yağmurun tasarrufunun Allah’a değil gök cisimlerine ait olduğu inancına sahiptiler. (Âşûr)
يُنَزِّلُ fiilinin muzari tercih edilmesi, bu tenzilin tekrarını ve yenilenmesini ifade etmek içindir. (Âşûr)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olan masdar harfi مَا ‘nın sılası olan قَنَطُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek husûl ve sebat ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Aynı üslupta gelen وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle mevsûlün sılası olan يُنَزِّلُ الْغَيْثَ ’ya atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُنَزِّلُ - قَنَطُوا kelimeleri arasında muzariden maziye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
رَحْمَتَهُۜ izafeti muzâfın şanı içindir.
Bu cümlede umumi olan bir şeyin, hususi olan bir şeye atfı vardır. Çünkü غَيْثَ (yağmur) hususi, رَحْمَتَ ise umumidir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
غَيْثَ ; Yağmur demektir. Ona bu ismin veriliş sebebi, insanların imdadına yetişmesinden ötürüdür, "Yağmur yere isabet etti" demektir. Allah ülkeye yağmur yağdırdı, yağdırır" denilir. (Kurtubî)
Ayetin deyimiyle غَيْثَ , insanları kuraklıktan kurtaran yağmur demektir. Bu sebeple yağmurun sadece faydalı olanına غَيْثَ denmiştir. Çünkü yine yağmur manasına gelen المطر , bazan zararlı olabilir, bazan vaktinde yağmayabilir. Allah Teâlâ, yağmuru insanlar ümitlerini kesmeden de yağdırabilir. Bunun ”insanlar umutlarını kestikten sonra" şeklinde bir kayıt getirilmesi nimetin mükemmelliğini kullara hatırlatmak içindir. Çünkü ümidin tamamen kesilmesinden ve bir belaya düçar olduktan sonra nimetin elde edilmesi, çok daha fazla bir ferahlama vesilesidir. O halde bu, şükre daha çok layık olan bir durumdur. (Ruhu’l Beyan)
وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ
Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ isimleri marife gelmiştir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında bu sıfatların mübtedada kemâl derecede olduğuna işaret eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu iki vasfın aralarında وَ olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcudiyetini gösterir.
الْوَلِيُّ - الْحَم۪يدُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. الْحَم۪يدُ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
فَعِيلٌ vezninde gelen الْحَم۪يدُ sıfatı, mef’ûl manasındadır. (Âşûr) Mef’ûliyet alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
Ayetin sonunda zikredilen iki sıfatın Allah’a ait sıfatlar olma ihtimali olduğu kadar kelimelerin diğer anlamları dikkate alındığında yağmura ait sıfatlar olma ihtimalinin de olduğunu ifade eden bazı dilbilimciler bu ayette de tevriye olduğunu söylemişlerdir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | ve |
|
2 | ايَاتِهِ | O’nun ayetlerindendir |
|
3 | خَلْقُ | yaratması |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
5 | وَالْأَرْضِ | ve yeri |
|
6 | وَمَا | ve |
|
7 | بَثَّ | yaydığı |
|
8 | فِيهِمَا | bunların içine |
|
9 | مِنْ | -dan |
|
10 | دَابَّةٍ | canlılar- |
|
11 | وَهُوَ | ve O |
|
12 | عَلَىٰ |
|
|
13 | جَمْعِهِمْ | onları toplamağa |
|
14 | إِذَا | zaman |
|
15 | يَشَاءُ | dilediği |
|
16 | قَدِيرٌ | kadirdir |
|
Elmalılı bu âyetin tefsirinde –özetle– şöyle der: Âyetin açık ifadesine göre göklerde de canlılar vardır; Mücâhid de bu kanaattedir. Bazıları burada maksadın gökte uçuşan hayvanlar olduğunu belirtmişlerse de, âyeti böyle yorumlamak için bir zaruret yoktur (VI, 4242-4243).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 749وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki هُوَ الْوَلِيُّ cümlesine matuftur.
مِنْ اٰيَاتِه۪ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَلْقُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ‘la خَلْقُ ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası بَثَّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
بَثَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ف۪يهِمَا car mecruru بَثَّ fiiline mütealliktir. مِنْ دَٓابَّةٍ car mecruru مَا ‘nın temyizidir.
وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَلٰى جَمْعِهِمْ car mecruru قَد۪يرٌ۟ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. قَد۪يرٌ۟ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
قَد۪يرٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki …وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Veciz anlatım kastıyla gelen خَلْقُ السَّمٰوَاتِ izafeti, muahhar mübtedadır.
مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif kazandırmış, ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna işaret etmiştir.
مَا müşterek ism-i mevsûlü خَلْقُ ’ya matuftur. Sılası olan بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
دَٓابَّةٍ ’deki tenvin kesret ve nev içindir. Müfessirler, sonraki cümledeki جَمْعِهِمْ lafzındaki zamirin akıllı çoğul zamiri olması, دَٓابَّةٍۜ ’in insan olduğuna delalet eder demişlerdir.
سَّمٰوَاتِ - لْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ۟
Cümle atıf harfi وَ ‘ la وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هُوَ mübteda, قَد۪يرٌ۟ haberdir.
Cümlede car mecrur ihtimam için amiline takdim edilmiştir. Çünkü kelamın geliş gayesi bu toplamanın yüce bir ayet olduğuna işaret etmektir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَمْعِهِمْ ‘deki zamir, yer ve gökte yaydığı دَٓابَّةٍۜ ’den ayrılan irade sahibi olan akıllılara, yani insanlara aittir. Sahih hadislerde bazı dabbenin kendilerine zulmedenlerden hakkını almak için haşredileceği söylenmiştir. اِذَا gelecek zaman için zarftır, Burada şart manası taşımaz. Takdir; حِينَ يَشاءُ في مُسْتَقْبَلِ الزَّمانِ (Gelecekte dilediği zaman) şeklindedir. Müteallakı جَمْعِهِمْ kelimesidir. Bu zarf; ba’s gününün tehirini delil göstermelerini iptal için ikinci idmac vardır. (Âşûr)
اِذَا , cümleye muzâf olan şarttan mücerret, mazi manalı zaman zarfıdır. اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundaki يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayet metninde yer alan بَثَّ ‘yaymak’ demektir. Bu ifade Yüce Allah'ın mevcut olmayan bir şeyi yoktan var ettiğine ve onu ortaya çıkardığına işaret etmektedir. Ayetin metninde yer alan دَٓابَّةٍ , canlı demektir ve bu canlı kavramına melekler de dahildir. Çünkü melekler de hareket ederler. Her ne kadar yeryüzünde yürümüyor olsalar da semada uçarlar. Ayetteki دَٓابَّةٍ kelimesinin manasının, yeryüzünde debelenen şeklinde olması da mümkündür. Çünkü birbirine komşu iki şeyden birisine sahip olana o iki şeyi nispet etmek mümkündür. Bir örnek vermek gerekirse Yüce Allah Kur'an-ı Kerim’inde يخرج منهما اللؤلؤ والمرجان [İkisinden de inci ve mercan çıkar.] (Rahman:/22) buyurmaktadır. Oysa inci ve mercan sadece tuzlu sudan çıkar. Meleklerin uçma özellikleri yanında, yürüme özelliklerinin olduğu da mümkün görülmüştür. Bu taktirde meleklerin de دَٓابَّةٍ olarak vasıflandırılmaları mümkündür. (Ruhu’l Beyan)
وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ
Musibet kelimesi “istenmeyen, kötü durumlar, felâketler” anlamına gelir. İnsanın başına gelen her musibetin kendi yapıp ettikleri yüzünden olduğu belirtilirken, gerek evrendeki fiziksel ve sosyal yasaları görmezden gelmesi ve gerekli önlemleri almaması, gerekse Allah’a isyan teşkil eden davranışlarda bulunması sebebiyle dünyada karşılaştığı sıkıntı, acı ve felâketlerin kendi kusurunun bir sonucu olduğuna dikkat etmesi istenmektedir. Fakat başka âyetlerde hatırlatıldığı üzere bütün insanlar kusurlarının tamamından dolayı dünyada bire bir cezalandırılmış olsa dünya altüst olurdu; işte âyetin devamında yüce Allah’ın bunların birçoğunu affettiği, başka bazı âyetlerde de nihaî hüküm ve cezanın âhirete ertelendiği ifade edilmiştir.
Sabırlarının sınanması, ruhen olgunlaşmalarına, sevap ve yüksek mertebe elde etmelerine yahut günahlarının bağışlanmasına vesile kılınması gibi sebeplerle, kusuru ve günahı olmadığı halde bazı insanların sıkıntı ve felâketlere mâruz bırakılabildiğini gösteren âyet ve hadislerde ise (bk. Zemahşerî, III, 405; Süleyman Uludağ, “Belâ”, DİA, V, 380), burada belirtildiği anlamda yani son tahlilde o kişinin aleyhine sayılabilecek, gerçekten “kötü” olarak nitelenebilecek bir durum söz konusu olmadığı için, onları burada kastedilen “musibet”in kapsamı dışında düşünmek uygun olur. Bu noktaya açıklık getirmek amacıyla birçok müfessir burada sadece günahkârlara hitap edildiği yorumunu yapmıştır (Zemahşerî, III, 405; Beyzâvî, V, 412-413). Muhammed Esed ise muhtemelen aynı kaygı ile yani Kur’an’ın diğer ifadeleri ve İslâmî öğretilerle çelişmeyen bir izah olması için buradaki musibeti öteki dünyada karşılaşılacak felâketler şeklinde yorumlamıştır (II, 989, 990).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 752وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ
وَ istînâfiyyedir. مَٓا iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصَابَكُمْ şart fiili olup مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَصَابَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ مُص۪يبَةٍ car mecruru مَٓا ‘nın temyizidir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle mukadder mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. بِ sebebiyyedir. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri, إصابتكم بالذي كسبته أيديكم (Ellerinizle yaptıklarınız size isabet etti) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَسَبَتْ fethaüzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. اَيْد۪يكُمْ kelimesi ي üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ itiraziyyedir. يَعْفُوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنْ كَث۪يرٍ car mecruru يَعْفُوا fiiline mütealliktir.
اَصَابَكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُص۪يبَةٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ
وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ ‘de, şart ismi مَٓا mübteda, müspet mazi fiil sıygasındaki اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ cümlesi haberdir.
مِنْ مُص۪يبَةٍ ’deki مِنْ , ba’diyet ifade eder. Kelimedeki nekrelik, kıllet ve nev içindir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesiyle cevap olarak gelen فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri إصابتكم (Size isabet etti.) olan mübteda mahzuftur. Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا , harf-i cerle birlikte mahzuf habere mütealliktir.
Sılası olan كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اَصَابَكُمْ - مُص۪يبَةٍ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şart ve cevap cümleleri arasında, ihtibâk sanatı vardır. مَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ sözünün zikrinden sonra sadece فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ lafzıyla yetinilmiş, اَصَابَكُمْ hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
‘’Ellerinizin kazandığı’’ ibaresinde aliyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Burada alet olarak eller zikredilmiştir. Bu âzâlar alet olarak addedildiği gibi, sebep olarak da kabul edilebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Bu ayet, mücrimlere mahsustur. Zîra mücrim olmayanlara çarpan musibetler, başka sebeplerden dolayıdır. Bu sebeplerden biri, masum kimsenin, uğradığı musibete sabır göstermesiyle büyük mükâfata eriştirilmesidir. (Ebüssuûd)
وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ
Ayetin sonundaki يَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍ cümlesi itiraziyye olarak gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve değilsiniz |
|
2 | أَنْتُمْ | siz |
|
3 | بِمُعْجِزِينَ | aciz bıracacak |
|
4 | فِي |
|
|
5 | الْأَرْضِ | yer yüzünde |
|
6 | وَمَا | ve yoktur |
|
7 | لَكُمْ | sizin |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | دُونِ | başka |
|
10 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
11 | مِنْ | hiçbir |
|
12 | وَلِيٍّ | veliniz |
|
13 | وَلَا | ne de |
|
14 | نَصِيرٍ | bir yardımcı(nız) |
|
İnsanın irade gücünü ve sahip olduğu yetenekleri yanlış yolda kullanması kendisi için kötü sonuçların doğmasına yol açar. Bu, madde âleminde geçerli olan kanunlar gibi bir kanun, bir kuraldır. Bu sonuçlardan kurtulmak için insanın ilâhî iradeye karşı bir mücadele vermeye kalkışması ise büyük bir densizlik ve boşuna ortaya konan bir çabadır.
31. âyetin ilk cümlesi genellikle şöyle açıklanmıştır: Ne kadar güçlü olursanız olun, nasıl bir yola başvurursanız vurun, yapıp ettiklerinize karşılık başınıza bir musibetin gelmesi mukadder ise ondan kaçamazsınız, bu konuda Allah’ı âciz bırakamazsınız, ilâhî iradeyi bertaraf edemezsiniz (Taberî, XXV, 33). Âyette yer alan “yeryüzünde” kaydı mekân açısından da genelliği ifade etmek içindir (İbn Âşûr, XXVII, 104); “nerede olursanız olun” anlamındadır (Hâzin, V, 413).
32-34. âyetlerde yüce Allah’ın kudretine karşı direnmenin anlamsızlığını kavratmak üzere kolayca gözlemlenebilen bir tabiat olayına değinilmekte, gemilerin denizlerde yüzebilmesini sağlayan yasanın O’nun iradesinden kaynaklandığı hatırlatılmaktadır. 32. âyette geçen a‘lâm kelimesinin “dağlar” anlamı esas alınarak âyetin bu kısmına genellikle, “Denizde dağlar gibi akıp giden gemiler” şeklinde mâna verilmiştir (Zemahşerî, III, 406; İbn Atıyye, V, 37-38). Meâlde ise, bu tasvirin daha geniş biçimine yer verilen başka bir âyetteki mâna esas alınarak, “denizde (yelkenlerini) bayraklar gibi (açarak) süzülüp giden gemiler” anlamı tercih edilmiştir (bk. Rahmân 55/24). 33. âyette rüzgârın, gemilerin seyrine yardımcı olması özelliği ön plana çıkarılırken, 34. âyette -sırf rüzgâr faktörüne bağlanmaksızın- dilediği takdirde Allah Teâlâ’nın gemilerde bulunanları helâk edebileceği belirtilmiştir. Gemilerin hareketini sağlayan rüzgârdan söz edilirken bir taraftan sabrın diğer taraftan da şükrün övülmesi dikkat çekicidir.
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتُمْ munfasıl zamir مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir.
مُعْجِز۪ينَ kelimesi lafzen mecrur, mahallen مَٓا ‘nın haberi olarak mansub olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. فِي الْاَرْضِ car mecruru مُعْجِز۪ينَ ‘ye mütealliktir.
مُعْجِز۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mübteda وَلِيٍّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ دُونِ car mecruru وَلِيٍّ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ zaiddir. وَلِيٍّ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَص۪يرٍ atıf harfi وَ ‘la وَلِيٍّ ‘e matuftur.وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi formundadır. مَٓا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. Haberi olan بِمُعْجِز۪ينَ ’ye dahil olan بِ harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Bu cümlede müsnedün ileyhin önüne olumsuzluk harfi geçmiştir ve haber de müştak isimdir. Her ne kadar bu yapı birçok yerde ihtisas ifade etse de burada ihtisas ifade etmez. Çünkü mana “sadece siz, yeryüzünde Allah’ı aciz bırakmadınız” şeklinde değildir, çünkü böyle olsaydı başkaları Allah’ı aciz bırakabilir manası çıkardı. Buradaki bina, hükmü takviye ve takrir ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.197-198)
وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ
Cümle atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَا لَكُمْ mahzuf habere mütealliktir. Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu وَلِيٍّ muahhar mübtedadır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Haberin mahzuf haline müteallik olan car mecrur مِنْ دُونِ اللّٰهِ , ihtimam için mübtedaya takdim edilmiştir.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
وَلِيٍّ - نَص۪يرٍ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Birbirini takip eden iki cümlede de takdim edilmiş haber olarak gelen car mecrurun başında bulunan nafiye مَا ’sıdır. Bu üslup çoğunlukla ihtisas ifade eder. Ancak burada ihtisas manası uygun olmaz, çünkü bu durumda “Allah’ın dışında dostlar edinmek sadece sizin için doğru değildir, yani başkaları için bir mahzur yoktur” gibi bir mana çıkar ki, Allah bizi bu manadan korusun. Çünkü ne onların ne de başkalarının Allah’tan başka dostu yoktur. Diğer taraftan mübteda olan مِنْ وَلِيٍّ sözünde, mübtedanın başına gelmiş zaid bir مِنْ harfi vardır, Bu da nefyin (olumsuzluğun) mümkün olan son sınıra kadar ulaştığını, yani mübalağa manası ifade eder. ‘Hiç’ manası kazandırır. Haber olan car mecrur ِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ şeklindeki zaid bir مِنْ harfi taşıyan mübtedaya takdim edilmiştir. Dolayısıyla bu cümlede kelamın sevk edildiği amacı tekid eden birçok zaid harf vardır. Dolayısıyla Allah’ın dışında dost edinenlere olan gazabın şiddetine delâlet eden birçok şey söz konusudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.200)
İmam Vâhidî (rh) der ki: ”Bu ayet-i kerime, Allah'ın Kitabındaki en umut verici ayettir. Çünkü Allah Teâlâ müminin günahını ikiye ayırmaktadır. Bir grubunu kendilerine musibet vererek bu musibeti günahlarına kefaret kılmakta, bir grubunu da dünyada affetmektedir. O, kerimdir, ahirette affından geri dönecek değildir. İşte bu, Yüce Allah'ın müminlere karşı adetidir." (Ruhu’l Beyan)
Bilerek ya da bilmeyerek yaptığı hatalarından sonra hak ile batıl arasında kaldığı bir an geldi. Hak yoluna doğru yöneldi ama tehlikeyi sezen vesveseler tarafından sarmalanınca durdu. Artık çok geç ya da dünyanın tadını çıkarmak varken gibi can evinden vuran nice cümlelerle kafası karıştı.
Batıldan tarafa baktı. Dünya süslenerek geldi. Hep yanında kalacakmış gibi gözlerinin içine baktı. Nefsini mutlu edecek sebepleri değerlendirdi. Sanki elini uzatsa istediklerine sahip olacaktı. Kalbini ve zihnini yoran olumsuz hırslı duygular da yüzeye çıktı. Hayaller aleminde yüzerken, dipsiz bir boşluğun içine çekildi.
Anladı ki herkesin meyil ettiği ya da daha fazla sevdiği dünyalık düşkünlükleri vardı. Baktı ki boynunda bir tasma, dünya kendisini bir o yana, bir bu yana çekiştiriyordu. Gördü ki aslında batıl yolunda, kendin için yaşamak diye bir şey yoktu. Eninde sonunda heveslerinin kurbanı olmak vardı.
Batıldan kaçtı ve kendisini hak yoluna attı. Dünyanın ve nefsinin dengesiz hallerinden dolayı daralan gönlü, rahmet rüzgarlarıyla ferahladı. Elinden geleni yaparak kötülüklerinin üzerini iyiliklerle örttü. Umutsuzluğun karanlığından çıktı ve Allah’ın merhametine sığındı. Zira; hakiki koruyucu ve dost olan O idi. O’ndan başkası yalandı.
Ey iyilikleri karşılıksız bırakmayan Allahım! Bizi iyilik yapanlardan ve iyilikte yarışanlardan eyle. Ey kalpleri İslam ile ferahlatan Allahım! Bizi, Senin yolunda sağlam kalplerle ve sağlam adımlarla ilerleyenlerden eyle. Ey yaptıklarımızı ve kalplerimizi bilen Allahım! Bizi, tevbeyi ve şükrü sevenlerden; tevbesini ve şükrünü kabul ettiğin kullarından eyle.
Amin.
***
İstenilen herhangi basit bir işin bile yapılış şeklinin seviyeleri vardır. Sadece istenileni verdikten sonra bir an önce çekip gitmek ile muhabbet katarak yaklaşmak arasında ciddi farklar vardır. Kısacası insan her zaman sadece istediğine kavuşmayı değil, onu süsleyen sevgiyi, saygıyı yani samimiyeti de ister.
İstenilen herhangi bir şeyin isteyene getireceği fayda ve zarar olasılıkları da değişkendir. Bazen kişinin kendisi yeterince olgunlaşmadığı ya da aşırı hırslandığı için bunu göremez ama kimi etrafındakiler farkındadır. Bu yüzden istek sahibi sadece arzularını gerçekleştirmek değil, aynı zamanda düşünülmek ve korunmak ister.
Bu belki de şu örnek ile daha iyi anlaşılır: ilaç umanın yüzüne ilacının fırlatılması ile tebessümle sunulması aynı değildir. İşte bu yüzden, bir müslümanın duaları yeter ki olsun, ne olursa olsun gibi sadece dünyayı istemekten ibaret olmamalıdır ve dualarının kabul edilmesinde odak noktası sırf maddi çıkarları olmamalıdır.
Allah’a ve O’nun Rasul’une iman eden bir kul, Rahmân ve Rahîm olan Allah’a güvenmelidir. Bir kulun dualarının kabulünün en önemli göstergesi her istediği dünyalığa kavuşması değildir. Zira, ne istediysem oldu derken Allah’tan uzaklaşan bir kulun haline belki imrenen olur ama aslında ne acıklıdır, ne yazıktır. Hedefinden şaşmıştır.
Dualarının, Allah katında kabul olduğunu gösteren en güzel delil şudur: Allah yolunda, Allah’ın adı ile yürümeye devam edişidir. Yaşı ilerledikçe Allah’a daha da yakın olmasıdır. Kalbi ile Allah diyen o kul bilir ki geri kalan her şey en güzel şekilde sonuçlanacaktır. Zira dünya geçicidir, kalıcı olan Allah’tır.
Ey Allahım! Yalnız Senden isteriz ve yalnız Sana yalvarırız. Maddi ve manevi olarak iki cihandaki halimize zarar getirebilecek olanı ısrarla istemekten; dualarımızda acele etmekten ve dualarımızı daraltmaktan Sana sığınırız. Ey Allahım! Kalplerimiz Senin elindedir, her türlü şüpheden ve kötülükten arındır. Bizi, hakiki manada iman ve ihlas ile Sana güvenen kullarından eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji