Şûrâ Sûresi 53. Ayet

صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ  ...

İşte sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun; göklerdeki ve yerdeki her şeyin sahibi olan Allah’ın yoluna. İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner.  (52 - 53. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 صِرَاطِ yoluna ص ر ط
2 اللَّهِ Allah’ın
3 الَّذِي
4 لَهُ sahibi olan
5 مَا bulunan herşeyin
6 فِي
7 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
8 وَمَا ve bulunan herşeyin
9 فِي
10 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
11 أَلَا iyi bilin ki
12 إِلَى
13 اللَّهِ Allah’a
14 تَصِيرُ sonunda varır ص ي ر
15 الْأُمُورُ bütün işler ا م ر
 

Müfessirlerin genel kanaatine göre 52. âyetin metninde geçen ruh kelimesi mecazi bir anlamda ve Kur’an-ı Kerîm için kullanılmış olup, asıl anlamıyla bağlantılı olarak “insana hayat veren ilâhî mesaj” şeklinde açıklanmıştır. Fakat bu kelimenin burada vahiy meleği Cebrâil veya peygamberlik anlamında kullanıldığı kanaatini taşıyanlar da vardır (Hâzin, V, 419); Derveze’nin “Müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre burada ruh kelimesiyle melek Cebrâil kastedilmiştir” şeklinde verdiği bilgi (V, 196) kaynaklardaki bilgiyle uyumlu görünmemektedir (bk. Taberî, XXV, 46; Zemahşerî, III, 409-410; İbn Atıyye, IV, 44).

Hz. Muhammed kendisine peygamberlik verilmeden önce de putperestlikten uzak duruyor, özellikle ahlâkî erdemleriyle yakın çevresinin dikkatini çekiyordu. Peygamber olduğunu açıkladıktan ve tevhid çağrısına başladıktan sonra ona karşı sert bir mücadele başlatan Mekke’nin ileri gelenleri kendisiyle çok çetin tartışmalara girmelerine rağmen onun daha önce kendileriyle birlikte putlara taptığı yönünde bir argüman ileri sürememiş ve ahlâkî üstünlüğüne gölge düşürebilecek en küçük bir ithamda bulunamamışlardı. Şu halde 52. âyetin “Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun” diye çevrilen kısmını bu olgu ışığında şöyle açıklamak uygun olur: Sen daha önce sana verilen kitabın içeriğini ve bütün iman konularını bilmiyordun, bunların hakikatini idrak etmiş değildin. Nitekim bazı âyetlerde iman kelimesi “İslâmiyet, Allah’ın buyruklarına uygun olarak yapılan ameller ve yaşanan Müslümanlık” anlamında kullanılmıştır (meselâ bk. Bakara 2/143). Ayrıca, âyette “Mümin değildin” denmemiş, “İman nedir bilmiyordun” buyurulmuştur. Burada geçen “bilme” anlamındaki derâ fiili, sıradan bir bilgiye sahip olmayı değil, bir konunun hakikatine vâkıf olmayı ve inceliklerini idrak etmeyi ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “dry” md.; İbn Âşûr, XXV, 152-153). Pek çok âyet ve hadiste aklın ve insanın doğasına yerleştirilmiş donanımların iyiyi kötüden ayırt etmedeki rolü ve önemi üzerinde durulur; fakat bu âyet göstermektedir ki insan (aklıyla evrendeki düzene hâkim bir iradenin ve gücün varlığını tesbit edebilir ve fıtrî özellikleriyle birtakım insanî değerlere ulaşabilirse de), Allah’a nasıl kulluk edileceği ve O’nun hoşnut olacağı hayat çizgisinin hangisi olduğu hususunda ancak vahyin rehberliğinde tam ve kuşatıcı bilgiye sahip olabilir; ilâhî dinlerin ortak amacı da aklın beşerî zaaflara yenik düşmemesi için onun önündeki yolu aydınlatmaktır.

Kitap “nur”a yani ışığa benzetilmiştir; çünkü o inkârcılığın ve cehaletin karanlığını giderip insanın yolunu aydınlatmakta, iman ve hidayete erişmeye vesile olmaktadır. Fakat bu sonuca ulaşabilmek için Allah’ın dilemesi şarttır ve yüce Allah, kendisine verilen irade gücünü yerli yerince kullanıp tercihini hak yol yönünde yapanları bu kapsama alacağını bildirmiştir. Hz. Peygamber de insanların bu yolu yani göklerin ve yerin hükümranı olan Allah’ın hoşnut olduğu yolu bulmaları ve ondan sapmamaları için görevlendirilmiştir.

Hiçbir şeyin Allah’ın bilgisi dışında kalamayacağı ve insanlığın uzun gibi görünen serüveni bittiğinde O’nun huzurunda verilecek hesaptan asla kaçılamayacağı yönündeki uyarı ile sûre sona ermektedir. “İşler” şeklinde çevrilen umûr kelimesi burada, maddî ve mânevî bütün varlıkları, iş, oluş, durum ve gerçekleri ifade eden geniş bir kapsama sahiptir (İbn Âşûr, XXV, 156). İşlerin dönüp dolaşıp Allah’a varması daha çok mahşer günü verilecek hesap ile açıklandığından, Taberî “İnsanların dünyadaki işleri de bu kapsamda değil mi?” gibi hatıra gelebilecek soruya şu cevabı verir: Tabii ki dünyada da bütün işler, kezâ insanların fiilleri de O’nun bilgisi ve iradesi dahilinde olup bitmektedir; fakat burada insanların ihtilâflarına bakan yargıçlar ve yöneticiler vardır, kendilerince bunlara bir çözüm bulmaktadırlar. Her ne kadar dünyada da bütün işler Allah’ın nihaî irade ve kudretine bağlı ise de kıyamet gününde O’ndan başka yargıç ve otorite olmayacağı, bütün işlerin sonu O’na varacağı, O’na arzedileceği için burada bu noktaya özel vurgu yapılmıştır (XXV, 47).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 762-763
 

   Emera امر :

  أمْرٌ kelimesi iş ve durum anlamına gelir. Çoğulu اُمُورٌ şeklindedir. Fiil ve sözlerin tümünü kapsayan genel bir lafızdır. Bir kişiye bir şeyi yapmayı yüklemek anlamını taşıyan أمَرَ fiilinin mastarıdır.

  Bir nesneyi ibdâ yani aletsiz, nesnesizmaddesiz, zamansız ve mekânsız yaratmak manasında ise yalnızca Allah-u Teâlâ için kullanılır.

  İftial babı formundaki إئْتَمَرَ fiili emri kabul etmek demektir. Meşverete yani istişâre etmeye de إئْتِمارٌ  denir.(Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pekçok farklı türevde 248 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri emir, âmir, memur, (nefs-i) emmâre, emâre, emri (vâki), umur ve umursamaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

Ayet, önceki  صِرَاطٍ  kelimesinden bedel olup mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.  مَا فِي الْاَرْضِۜ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  

 

 اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ

 

اَلَا  tenbih edatıdır. Konuşmacı dinleyicilerin dikkatini çekmek, onları uyarmak ve konuşacağı sözün önemini belirtmek için konuşmasını bu edatla başlatır. Onun için bu edata istiftah ve tembih edatı denilmiştir. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)

اِلَى اللّٰهِ  car mecruru تَص۪يرُ  fiiline mütealliktir. تَص۪يرُ  damme ile merfû muzari fiildir. الْاُمُورُ  fail olup lafzen merfûdur.

 

صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ 

 

Ayet öncesindeki  صِرَاطٍ ’den bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Bedel; Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000)

Lafza-i celâlin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  االَّذ۪ي ’nin sılası olan  لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsul  مَا , muahhar mübtedadır.

İsm-i mevsûl  مَا ’nın, îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. İsm-i mevsûl ve aynı üslupta gelen sılası  وَمَا فِي الْاَرْضِۜ , tezat nedeniyle  مَا فِي السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilmiştir. 

السَّمٰوَاتِ - وَالْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.  

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınmasından maksat, kelamın amacını muhatabın zihnine iyice yerleştirmektir. Sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ  şeklinde söylemek mümkünken, ism-i mevsul olan  مَا  ve harf-i cer olan  فِي  tekrar edilmiştir. Bu cümle, mülkün umumiliğini ve kapsamını, iktidarın, izzetin ve hikmetin umumiliğini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.48)

صِرَاطِ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir. Aynı zamanda veciz ifade amacına matuftur. 

صِرَاطِ اللّٰهِ  ifaresinde istiare vardır. Müsteâr  صِرَاطٍ  kelimesidir, hissîdir. Müsteârun leh İslam’dır, aklîdir.  صِرَاطٌ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

مَا  ve  فِي  ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, مَا  ve  الَّذ۪ي  arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Rabbimizin bizi çağırdığı şeriat, sırat ve minhac/yol, bize şunu hatırlatır: Bu sırat, semavatın ve arzın sahibi olan zata aittir. Dolayısıyla O, kendisinden istenmeyi, bu konuda hırslı olmayı ve ona yapışmayı hak eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.290)

Yolun, İsm-i Celile izafe edilmesi ve sonra da Allah'ın, "Bütün göklerin, .." cümlesiyle vasıflandırılması o yolun şanını tazim, istikametini kararlaştırmak ve takip edilmesinin zorunluluğunu tekit etmek içindir. Çünkü kâinattaki bütün varlıkların yaratılış, mülkiyet ve tasarruf olarak Allah'ın olması, o yolun dosdoğru olduğunu en iyi şekilde gerektirmektedir. (Ebüssuûd)


 اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr ve  اَلَٓا  ile tekid edilen cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

İnsanların kulaklarını çekmek için cümle tenbih harfi ile başlamıştır. (Âşûr)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَى اللّٰهِ , amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Bütün işler sadece ona döndürülür. Dönüş başkasına değildir.

تَص۪يرُ  fiili الْاُمُورُ ‘ya nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan dönmek fiili, işlere isnad edilerek, cansız olan bir şey canlı yerinde kullanılmıştır. 

Lafza-i celâlin tekrarı Allah’ın kudret ve celâlini vurgularken bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümle son derece önemli yerlerde kullanılan başlangıç edatı اَلَٓا  ile başlamıştır ve müteallik olan  اِلَى اللّٰهِ  şeklindeki car mecrur takdim edilmiştir. Zira asıl anlatılmak istenen budur. Sonra müteallak olan  تَص۪يرُ  muzari fiil şeklinde gelmiştir. Bu durumda sanki işlerin Allah'a dönüşü gözle görülüyor gibi olur. الْاُمُورُ  kelimesi kapsamlı bir kelimedir; iş, durum şeklinde isimlendirilebilecek her şeyi kapsar. Yani salih ve fesat olan işlerin tamamı, ıslah edenin ıslahı, fesat çıkaranın fesadı, iman edenin imanı, yüz çevirenin yüz çevirmesi, adalet edenin adaleti, zulmedenin zulmü ve zalim ve mazlum, haddi aşan ve kendisine karşı haddi aşılan, korkan ve korkulan, emin olan, koruyan, vefalı olan, aldatan, ihanet eden, her şey O'na döner. O'na dönmeyen hiçbir şey yoktur. Semavatta ve onun üzerinde olanları, Rablerini hamd ile tesbih eden melekleri ve yeryüzündeki her şeyi tamamen kapsar, her şey O'na döner. Allahu a‘lem. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.290)

Surenin son ayetinde, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlaması şeklinde tarif edilen, hüsn-i intihâ sanatı vardır.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)