Zâriyât Sûresi 11. Ayet

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَاهُونَۙ  ...

Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar kahrolsun!  (10 - 11. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ ki
2 هُمْ onlar
3 فِي içinde
4 غَمْرَةٍ aptallık غ م ر
5 سَاهُونَ yanılıp durmaktadırlar س ه و
 

Kâinattaki muhteşem düzenin bir parçası olan göğün bâriz bir özelliği üzerine yemin edilerek inkârcılar tutarlı düşünmeye davet edilmektedir. Ardından, evrenin bir yaratıcısı olduğunu kabul ettikleri halde, sıra O’nun çağrısına uymaya gelince dürüst davranmayan, bunu geleneklerine ve çıkarlarına aykırı gördükleri için peygambere ve onun bildirimlerinde merkezî bir yere sahip olan hesap gününe inanmaya yanaşmayan yalancı ve gafillerin âhirette karşılaşacakları azabın ne kadar çetin olacağına dair bir tasvire yer verilmektedir.

Astronomi yazarları, gökyüzünü incelemek ve amatör bir astronom olmak için –genellikle sanılanın aksine– bir teleskopumuzun olması gerekmediğini hatırlatıp başlangıçta gereken tek şeyin gözlerimiz ve açık bir gökyüzü olduğunu belirtirler. Bu hususta özel bir konuma sahip olan Kur’an’ın ilk muhatapları için gökyüzünü gözlemek günlük hayatın tabii bir parçasını oluşturuyordu. Yılın büyük bir kısmında gökyüzünün berrak olması, güneş ve yağmur gibi etkenlerden korunma zamanları dışında hayatın genellikle açık mekânlarda geçmesi onları özellikle geceleri gökyüzünü ve gök cisimlerini dikkatle incelemeye yöneltiyordu. Nitekim Arap edebiyatında bu durumun etkileri açık biçimde görülmektedir. İşte Mekke döneminde inen birçok sûrede olduğu gibi burada da bazı önemli uyarılar yapılırken 7. âyette göğe yemin edilmiş ve muhatapların bunlar üzerinde daha bir dikkatli düşünmeleri gerektiği ima edilmiştir. Kuşkusuz bu imkân belirli bir dönemin ve coğrafyanın insanlarıyla sınırlı olmayıp Kur’an’ın verdiği ipuçlarından yola çıkacak herkes için ve özellikle bilimsel bilgiye erişme kolaylığına sahip olanlar için fazlasıyla mevcuttur.

7. âyette göğün sıfatı olarak geçen, “Alanları ayrılmış yıldız kümeleri ile dolu” diye tercüme ettiğimiz zâtü’l-hubük tamlaması değişik şekillerde açıklanmıştır. Bu tamlamada geçen hubük kelimesinin kök anlamı “sıkı bağlayıp sağlamlaştırmak; kumaşı sıkı, sağlam ve güzel bir biçimde dokumak”tır. Hubük, “habîke” veya “hıbâk”ın çoğuludur. Birincisi, “özenle ve sanatkârâne dokunmuş, yol yol, hâreli kumaş” demektir. Hıbâk da “rüzgârın tatlı esintisiyle denizde veya kumda meydana gelen dalga ve kıvrım” anlamına gelir. Saçların çok kıvırcık olması veya ondüle yapılması sebebiyle görülen dalgalanmalar için de (“hıbâk”ın çoğulu olan) “hubük” kelimesi kullanılır. Halkaları yol yol örüldüğünden dolayı zırh bu kökten gelen “mahbûke” sıfatıyla nitelenir. Çoğu müfessirler bu kelimenin “hâreli, yol yol, örgülü” anlamı içermesinden dolayı göğün sıfatı olan zâtü’l-hubük tamlamasına “düzgün yollara sahip” mânasını vermişlerdir. Bu gruptaki müfessirlerin bir kısmı bu ifadeyi yıldızların yörüngeleri, gökyüzünde yıldızlar sebebiyle oluşan şekiller veya galaksiler (gök adaları) şeklinde yorumlarken, bir kısmı da bununla irfana götüren; yüce yaratıcının birlik, kudret, ilim ve hikmetine delâlet eden yolların kastedildiği yorumunu yapmıştır. Sahâbe ve tâbiîn dönemi müfessirlerinin birçoğu ise bu tamlamaya, “düzgün ve güzel yaratılışlı” ve “sağlam yapılı” anlamlarını vermişlerdir. Bazıları da hubükten maksadın yıldızlar olduğu ve bunların göğü bir nakış gibi süslediğine işaret edildiği kanaatindedir. Bütün bu yorumlar dikkate alınarak 7 ve 8. âyetlerin içerdiği mesaj şöyle ifade edilebilir: Türlü gök cisimleri, sistemleri ve bunlara ait hareket düzenleriyle semâ çok sağlam, ince ve sanatkârane bir denge içermekte, akıl almaz bir âhenk içinde varlığını koruyan bu çeşitlilik ve güzellikler kuşkusuz tek bir kudreti işaretlemektedir. Şu halde insanlara yaraşan da farklılık ve çoklukların içinden birliğe ulaşabilmek, birbirini tutmayan söz ve davranışlardan kaçınmak, bunun tabii sonucu da yalnız ve yalnız tek Tanrı’ya kulluk etmektir. Dikkat edilmelidir ki 8. âyette tenkit edilen ve kınanan husus, farklı metotlar izlemek ve farklı görüşlere sahip olmak değil, müşriklerin bir yandan göklerin ve yerin Allah tarafından yaratıldığını söylerken diğer yandan putlara tapmaları, bir yandan öldükten sonra dirilmeyi inkâr ederken diğer yandan putların ileride kendilerine şefaat edeceklerini umarak ölüm sonrası hayatı kabul anlamına gelen bazı tavır ve uygulamalar içinde olmaları, bir yandan Resûlullah’ın güvenilirliğini, erdemlerini kabul ederken diğer yandan onu vahiy alma konusunda yalancılıkla suçlamaları; üstelik bunu yaparken onun için şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun gibi, Kur’an için de şiir, sihir ve eskilerin masalları gibi çelişkili iddialar ileri sürmeleridir. Bazı ilk dönem müfessirleri burada mümin olsun kâfir olsun bütün insanlara hitap edildiği ve bu ifadenin, “Kiminiz iman, kiminiz inkâr ediyor, kiminiz doğru buluyor, kiminiz yalan sayıyor” mânasına geldiği kanaatindedirler (Taberî, XXVI, 189-191; Zemahşerî, IV, 26-27; İbn Atıyye, V, 172-173; Râzî, XXVIII, 197-198; Elmalılı, VI, 4528-4529). 

9. âyetin “doğru yoldan” şeklinde tercüme edilen ve lafzan “ondan” anlamına gelen “anhü” kısmı için değişik yorumlar yapılmıştır. Genel kabule göre buradaki “o” zamiri, Kur’an, Hz. Peygamber veya onun ha­ber verdiği kıyamet gününün yerini tutmaktadır. Bu takdirde âyetin açıklaması şöyle olur: Hidayet çağrısına kulak tıkayan ve gönlünü kapatanlar, ön yargılı düşünenler doğru yoldan yüz çevirirler, bu sebeple hidayete eremezler. Meâlde bu yorum esas alınarak, “Çarpık düşünceli olanlar doğru yoldan başkasına yönelirler” şeklinde bir tercüme yapılmıştır. Diğer bir anlayışa göre zamir önceki âyette eleştirilen çelişkili tutumu belirtmektedir. Bu durumda mâna şöyle olur: Gönlünü hidayet çağrısına kapatmayanlar o çelişkili tutumdan çevrilir, kendi­lerine iman nasip olur. İbn Atıyye bu yorumu güzel bulmakla beraber âyetteki “efeke” fiilinin daima iyiden kötüye dönmeyi belirtmek için kullanıldığını hatırlatarak bunun Arap dilindeki kullanıma uygun olmadığını ifade eder (Zemahşerî, IV, 27; İbn Atıyye, V, 172-173). Burada çelişkili söz ve tavırlardan yüz çeviren, onlara kulak asmayan müminler için bir övgü bulunduğu yorumu da yapılmıştır (Râzî, XXVIII, 198); ancak İbn Atıyye’nin uyarısı bu yorum açısından da geçerlidir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 121-124
 

  Seheve سهو :

  سَهْوٌ bir gaflet, düşünce ve tedbir azlığı ya da dalgınlık neticesinde vuku bulan hatadır. Bu da iki kısma ayrılır: Birincisi: Bu tür bir hatayı işlemeye götüren sebepler insanın kendisinde bulunmaz. Örneğin birine söven bir deli gibi.. İkincisi: Onu doğuran sebepler insanın kendisinde bulunur. Örneğin şarap içip sonra da kendisinden herhangi bir kastı olmaksızın bir münkerin/kötülüğün sâdır olduğu kişi gibi.. Birinci hata affedilir fakat ikincisinde kişi cezalandırılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda sadece 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri sehven ve sehiv (secdesi)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَاهُونَۙ

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ , önceki ayetteki  الْخَرَّاصُونَ ’nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي غَمْرَةٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  سَاهُونَ  ikinci haber olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

سَاهُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ساه  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَاهُونَۙ

 

Önceki ayetteki  الْخَرَّاصُونَ  için sıfat olan  اَلَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَاهُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)   

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  هُمْ  mübteda,  ف۪ي غَمْرَةٍ  mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  سَاهُونَۙ  ikinci haberdir.

ف۪ي غَمْرَةٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare vardır. ف۪ي  harfi zarfiye ifade eder. Sapkınlık, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle şaşkın ve sapkın hallerinin ne kadar şiddetli olduğu vurgulanmıştır. 

غَمْرَةٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.

سَاهُونَۙ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-12, s. 80)

İçerisinde bulundukları cehalet ve dalâlet onları ahiret işlerinden engeller. Onlar emrolundukları şeyden gaflettedirler. Bazı alimler burada cehalet diye tercüme ettiğimiz غَمْرَةٍ   kelimesini, gafletin üstünde bir şey,  سَاهُونَ  ise gafletten daha aşağı olduğunu söylemişlerdir. (Rûhu’l Beyân)

Dua cümleleri, kendinden öncekilerle yakından bağlantılı olduğu için birbirine atfedilmez. Öncesinde gelen cümleleri takip etmesi de, onların bu duaların sebebi olmasıdır. Bu da îcâzın eşsiz bir örneğidir. (Âşûr)