فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ
Daha önce nâzil olan Hûd ve Hicr sûrelerinde, Hz. İbrâhim’e insan kılığında meleklerin gelmesi, kendisi ve hanımı çok yaşlı oldukları halde, onlara bir oğul müjdelemeleri, ardından da Hz. Lût’un kavmini cezalandırmak üzere gönderildiklerini açıklamaları olayı; yine bu sûrelerde ve A‘râf sûresinde Lût kavminin acı âkıbeti anlatılmıştı (bk. A‘râf 7/80-84; Hûd 11/69-83; Hicr 15/51-77). Bu âyetlerde bazı detay farklarıyla aynı konuya yer verilmesi, 38-40. âyetlerde Firavun ve adamlarının, 41-46. âyetlerde de başka bazı kavimlerin başına gelenlere kısa kısa değinilmesi, bir taraftan gösterilen açık kanıtlara rağmen taşkınlıklarını ve müslümanlara eziyetlerini gittikçe arttıran müşrikler için bir uyarı, diğer taraftan da Resûl-i Ekrem ve ona gönülden bağlanan müminler için bir teselli anlamı taşımaktadır. Burada kıssanın misafir ağırlama bölümü, Allah Teâlâ’nın umulmadık bir anda ve biçimde, dilediği kullarını sıkıntıdan kurtarabileceğinin, bağnaz inkârcıları da kötü âkıbete çarptırabileceğinin anlaşılmasına ışık tutmaktadır (Râzî, XXVIII, 210). Kur’an’ın bir kıssaya “Sana ulaştı mı?” şeklinde bir soruyla başlaması, o olayın önemine dikkat çektiğini ve Resûlullah’ın onu ancak vahiy yoluyla bilebildiğini gösteren bir anlatım üslûbudur (Zemahşerî, IV, 28; İbn Âşûr, XXVI, 357).
Misafirlerin melek oluşu ve kelimenin kök anlamları dikkate alınarak 24. âyette geçen mükremîn kelimesi “değerli” diye çevrilmiştir. Bu kelimenin “ikram edilenler” anlamını esas alan müfessirler bununla, bizzat Hz. İbrâhim ve eşinin misafirlere ikramda bulunup hizmet ettiklerine işaret edildiğini belirtirler (Taberî, XXVI, 207); fakat Allah Teâlâ katında ikrama mazhar oldukları için böyle nitelenmiş de olabilirler (İbn Atıyye, V, 177). 25. âyetin “(İçinden) ‘bunlar hiç de tanıdık kimseler değil’ demişti” diye tercüme edilen kısmı “(Onlara) ‘sizi tanımıyoruz, yabancısınız herhalde?’ demişti” şeklinde de anlaşılmıştır (başka yorumlarla birlikte bk. Taberî, XXVI, 208; Zemahşerî, IV, 29-30). 26. âyette kullanılan râğa fiili daha çok, “sözünü bitirir bitirmez, etrafındakilere belli etmeden bulunduğu yerden acele ayrılma”yı ifade eder (İbn Atıyye, V, 177). Olayın akışı dikkate alındığında Hz. İbrâhim farkına varılmayacak şekilde oradan ayrılması değil, gidiş sebebini belli etmeden yani onlara ikram hazırlığı gerekçesini açıklamadan müsaade almış olması muhtemeldir. Bu sebeple meâlde “belli etmeden ... gitti” denmiştir. Hûd sûresinin 69. âyetinde belirtildiği üzere, getirdiği buzağı kızartılmıştı.
27 ve 28. âyetlerde elçilerin yemeğe el sürmemeleri sebebiyle Hz. İbrâhim’in endişelenmeye başladığı belirtilmektedir. Hûd sûresinin 70. âyetinde bu husus daha açık biçimde ifade edilmiştir. Bu sebeple müfessirlerin bir kısmı, “Buyurmaz mısınız?” diye çevrilen cümleyi de onların yemediklerini farketmesi üzerine söylediğini düşünmüşler ve “Niçin yemiyorsunuz ki?” şeklinde anlamışlardır. Kitâb-ı Mukaddes’te ise onların kendileri için hazırlanan yemeği yedikleri yazılıdır (bk. Tekvin, 18/8). Geleneğe göre misafirin kendisine ikram edilen yemeği yememesi hasmâne düşünceler taşıdığının işareti sayılıyordu. Bazı müfessirler Hz. İbrâhim’in endişesinin bu sebebe dayandığı kanaatindedir (İbn Atıyye, V, 178); İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre ise Hz. İbrâhim’in endişesi onların melek olduğunu sezmiş ve azap ile görevli olarak geldiklerini düşünmüş olmasından kaynaklanmıştı (Zemahşerî, IV, 30).
29. âyette Hz. İbrâhim’in eşinin verilen haber (çocuk müjdesi) karşısındaki tepkisi tasvir edilirken kullanılan kelimelerle ilgili değişik açıklamalar yapılmıştır; bunlar, şaşkınlığını ifade eden bir ses çıkarması ve mahcubiyet içinde yahut hayretinden dolayı elleriyle yüzünü kapatmaya çalışması veya yüzüne vurması şeklinde özetlenebilir. Âyetin “heyecanla bağırarak” diye çevrilen kısmına, “Nazik bir edâ ile oraya geldi, yaklaştı” mânasını verenler de olmuştur (Zemahşerî, IV, 30; İbn Atıyye, V, 178; Şevkânî, V, 102). Lafzan “Yaşlı ve kısır bir kadın!” anlamına gelen hayret ifadesinin ögeleri iki türlü tamamlanarak açıklanmıştır: a) “Ben yaşlı ve kısır bir kadınım!”, b) “Yaşlı ve kısır bir kadın nasıl doğurabilir ki!” (İbn Atıyye, V, 178).
Bir kısım müfessirler bu âyetlerdeki anlatım tarzıyla, misafire hemen geliş sebebini sormayıp önce ikramda bulunma, ikram hazırlığını belli etmeden yapma, olabildiğince en iyi ikramda bulunma, nezaketle buyur etme gibi misafir ağırlama âdâbı ile ilgili bazı kurallara işaret edildiği kanaatine ulaşmışlardır (Zemahşerî, IV, 30; Râzî, XXVIII, 213-214).
35-37. âyetler meleklerin Hz. İbrâhim’le konuşmalarının devamı olmayıp burada olayla ilgili ek bir bilgi verilmektedir. 35. âyetin başında yer alan ve meâlde “derken” şeklinde karşılık verdiğimiz “fâ” harfi, meleklerin Hz. İbrâhim’le yapılan konuşmadan sonra burada belirtilen noktaya kadar geçen ve Hûd sûresinde anlatılan gelişmelere gönderme yapma anlamı içerir (İbn Âşûr, XXVII, 7).
فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ
Fiil cümlesidir. Atıf harfi فَ ile اَخْرَجْنَا cümlesine matuftur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. وَجَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru وَجَدْنَا fiiline mütealliktir. غَيْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بَيْتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ car mecruru غَيْرَ ‘nın mahzuf haline mütealliktir. الْمُسْلِم۪ينَ ‘nin cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْمُسْلِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ
Ayet, önceki ayetteki … فَاَخْرَجْنَا cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi mazi fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan غَيْرَ ‘ya takdim edilmiştir.
وجَدَ , kalb fiillerinden ظَنَّ ‘nin kardeşlerindendir. İki mef’ûl alır. Birinci mef’ûl مِنَ المُسْلِمِينَ ‘dir. Burada مِنَ , nefyi tekid için zaid olarak gelmiştir. فِيها da ikinci mef’ûl mahallinde gelmiştir. (Âşûr)
ف۪يهَا (Orada) zamir -daha önce sözü geçmemiş olmamasına rağmen- kasabaya aittir. Çünkü onun kastedildiği anlaşılan bir husustur. (Kurtubî)
غَيْرَ ‘nın muzâfun ileyhi olan بَيْتٍ ‘deki nekrelik, nev ve kıllet ifade eder. Menfi siyakta nekre umum ve şümule işarettir.
مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ car mecruru غَيْرَ ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Buradaki müslüman kelimesinin mümin manasına delalet ettiği açıktır. Gerçek şudur ki müslüman kelimesi mümin kelimesinden daha geneldir. Genel bir kelimenin, hususi bir kelime yerine kullanılmasında bir sakınca yoktur. Binâenaleyh mümine, müslüman denilmesi, bu kelimelerin manalarının aynı olduğuna delâlet etmez. Buna göre Hak Teâlâ sanki, "Biz müminleri o diyardan çıkardık ve orada, müslüman bir ev hariç, onların genelini bulamadık" demiştir. Bundan, orada onlardan başka mümin olmadığı manası çıkar. Bu tıpkı birisinin, başka birisine, "Evde insanlardan kim var?" dediğinde, o, ona "Evde Zeyd'den başka canlı yok" der. Böylece bu kimse ona, o evde Zeyd'den başka insan olmadığını söylemiş olur. (Fahreddin er-Râzî)