23 Şubat 2026
Zâriyât Sûresi 31-51 (521. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zâriyât Sûresi 31. Ayet

قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ  ...


İbrahim, onlara: “O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 فَمَا o halde nedir?
3 خَطْبُكُمْ göreviniz خ ط ب
4 أَيُّهَا ey
5 الْمُرْسَلُونَ elçiler ر س ل

قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, mukadder şart ve cevap cümlesidir.

فَ   mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن أرسلتم لأمر  (Bir iş için gönderildiyseniz) şeklindedir.

مَا  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَطْبُكُمْ  haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ

 

Nida harfi mahzuftur.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الْمُرْسَلُونَ  münadadan bedel veya onun sıfatıdır.

Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْمُرْسَلُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ 

 

Hz. İbrahim’in sözlerinin aktarıldığı ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli şart üslubunda gelmiştir.

Mukadder şartın cevabı olarak  فَ  karînesiyle gelen  فَمَا خَطْبُكُمْ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri إن أرسلتم لأمر  (Bir iş için gönderildiyseniz) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

مَا خَطْبُكُمْ  deyimi, Allah’ın o melekleri, neden ötürü göndermiş olduğu ile alakalı bir sorudur. خَطْب  , شان  , امر  kelimeleri aynı manaya gelirler ama  خَطْب  kelimesi durumun daha vahim olduğuna işaret eder. (Fahreddin er-Râzî, Hicr/57) 

خَطْبُ  kelimesi ‘büyük iş' demektir. Durumun büyüklüğü ise, o işin elinde son bulacağı zatın büyüklüğüne delalet eder. İşte bu sebeple, Hz İbrahim (as) demiştir ki, bu, "Siz, azametli kimseler olduğunuz için, sizler ancak büyük bir iş için gönderilmiş olabilirsiniz.." demektir. Şayet Hz İbrahim (as), "Sizi meşgul eden önemli şey nedir?" ve "Sizin, önemli ve büyük işiniz nedir?" demek suretiyle, (müfret değil de) mürekkeb ifadeler kullanmış olsaydı, "Tatvît olur, (söz uzatılırdı). O halde  خَطْبُ  kelimesi, kısalığına rağmen, büyüklük ve tazîm ifade etmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


 اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.  اَيُّ  münada,  الْمُرْسَلُونَ  ondan bedeldir. 

‘’Ey’’ şeklindeki nida harfi, aslında uzaktaki kimselere hitap içindir. Melekler yakınında olduğu halde onların mertebesinin yüceliğine işaret maksadıyla Hz. İbrahim onlara uzak için vaz edilmiş nida harfini kullanmıştır.

İbrahim (as) daha önce onlara, elçiler unvanıyla hitap etmediği halde burada bu unvanla hitap etmesi, meleklerin burada zikredilmeyen kelamları, gelişlerinin sırf anılan müjde için olmadığını, asıl kendisi için gönderildikleri başka bir işleri daha bulunduğunu zımnen ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî,Hicr/57)

 
Zâriyât Sûresi 32. Ayet

قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ  ...


32-34. Ayetler Meal  :   
Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 إِنَّا elbette biz
3 أُرْسِلْنَا gönderildik ر س ل
4 إِلَىٰ
5 قَوْمٍ bir kavme ق و م
6 مُجْرِمِينَ suçlu ج ر م

قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا ‘dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اُرْسِلْـنَٓا  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اُرْسِلْـنَٓا  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَٓا  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  اِلٰى قَوْمٍ  car mecruru  اُرْسِلْـنَٓا  fiiline mütealliktir.  

مُجْرِم۪ينَ  kelimesi  قَوْمٍ ‘in sıfatı olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

مُجْرِم۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Elçilerin cevabı olan cümle, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Sübut ifade eden isim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

قَوْمٍ ’deki tenvin tahkir ifade eder.

مُجْرِم۪ينَ  kelimesi  قَوْمٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

اُرْسِلْـنَٓا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Bu ayeti kerimede hazf edilmiş sözler vardır. ‘’Biz, kendilerini helak edelim diye günahkâr bir topluluğa gönderildik’’, takdirindedir. (Kurtubî, Hicr/58)

Onların mücrim bir toplum olarak vasıflandırılmaları, onları zem ve tahkir etmek içindir. (Ebüssuûd,Hicr/58)

Onlar cevap olarak, kendilerinin, suçsuz olana elem vermekten, âdî ve suçlu olanı da ihmal etmekten berî oldukları anlaşılsın diye, "Biz, onları, Allah'ın emriyle imha ediyoruz" demişler, işte bu sebeple de, gönderme manasındaki  اُرْسِلْـنَٓا  lafzını tekrarlamışlardır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 33. Ayet

لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِنُرْسِلَ salalım diye ر س ل
2 عَلَيْهِمْ onların üzerine
3 حِجَارَةً taş(lar) ح ج ر
4 مِنْ -dan
5 طِينٍ çamur- ط ي ن

لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ

 

 

لِ  harfi, نُرْسِلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte اُرْسِلْـنَٓا  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نُرْسِلَ  fetha ile mansub meçhul muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  نُرْسِلَ  fiiline mütealliktir.  حِجَارَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنْ ط۪ينٍ  car mecruru  حِجَارَةً ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir.

نُرْسِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ

 

Meleklerin sözlerinin devamıdır. Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup önceki ayetteki  اُرْسِلْـنَٓا  fiiline mütealliktir. Bu cümlede mazi sıygadan muzari sıygaya iltifat edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

مِنْ ط۪ينٍ  car mecruruحِجَارَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

حِجَارَةً’in nekre gelişi tazim, nev ve kesret ifade eder.

نُرْسِلَ - اُرْسِلْـنَٓا  kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, حِجَارَةً - ط۪ينٍ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette bahsedilen taşın, çamurdan olma bir taş olarak nitelenip tekîd edilişinin hikmeti şöyledir: Bazı kimseler, doluya da "taş" derler. Böylece ayetteki "çamurdan" ifadesi, bunun dolu zannedilme ihtimalini ortadan kaldırır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 34. Ayet

مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مُسَوَّمَةً işaretlenmiş (taşlar) س و م
2 عِنْدَ katında ع ن د
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 لِلْمُسْرِفِينَ haddi aşanlar için س ر ف

مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ

 

Önceki ayette geçen  حِجَارَةً ’in ikinci sıfatı olup fetha ile mansubdur.  عِنْدَ  mekân zarfı,  مُسَوَّمَةً ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لِلْمُسْرِف۪ينَ  car mecruru  مُسَوَّمَةً ’e mütealliktir. Cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.

الْمُسْرِف۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ

 

Ayet meleklerin sözlerinin devamıdır.  مُسَوَّمَةً  kelimesi,  حِجَارَةً  için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُسَوَّمَةً   kelimesi, "o taşlar, ta yaratılırken ve salıverilirken işaretlenmiştir" demektir. Bunun böyle olduğu anlaşıldığı an, bu bir tesadüf değil, kast-ı mahsus ile, müşrikleri (mücrimleri) helak için olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

مُسَوَّمَةً  kelimesi ‘gönderilmiş’ anlamına geldiği gibi ‘işaretlenmiş’ manasına da gelebilir. Buna göre maksat, beyaz ve kırmızı ile işaretlenmiş veya yeryüzünün taşlarından ayrılacak bir işaretle, yahut da kendisine atılan kişilerin adı ile işaretlenmiş olduğudur. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Mekân zarfı olan  عِنْدَ  ve  لِلْمُسْرِف۪ينَ  car mecruru  مُسَوَّمَةً ’e mutealliktir. İsm-i mef’ûl vezninde gelen  مُسَوَّمَةً , fiil gibi amel etmiştir.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. İbrahim’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması ona tazim, teşrif ve destek içindir. عِنْدَ , Rabb ismine muzâf olmakla tazim edilmiştir. 

لِلْمُسْرِف۪ين ‘in başındaki harf-i tarif ahd ifade etmekte olup, ‘o malum müsriflere gönderilmiş olarak’ demektir. (Fahreddin er-Râzî)

"Onların israfı hangi bakımdandı, niçin onlara müsrif dendi?" denirse, deriz ki: Bu, ["Sizden evvel, âlemlerden hiçbiri bunu yapmamıştı"] (Ankebut, 28) ayetinin ifade ettiği şeydir. Bu "Hiç kimse sizin günahta çıktığınız dereceye çıkmadı" demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Zâriyât Sûresi 35. Ayet

فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ  ...


Orada (Lût’un yöresinde) bulunan mü’minleri çıkardık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَخْرَجْنَا sonra çıkardık خ ر ج
2 مَنْ
3 كَانَ bulunan ك و ن
4 فِيهَا orada
5 مِنَ -den
6 الْمُؤْمِنِينَ mü’minler- ا م ن

فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfi ile mukadder istînâf cümlesine matuftur. Takdiri, فباشروا ما أمروا به  (Bu yüzden kendilerine emredilen şeyi yaptılar) şeklindedir. 

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَخْرَجْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ 'nin ismi müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ف۪يهَا  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  

مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  كَانَ ‘nin isminin mahzuf haline mütealliktir. Cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ

 

Ayet  فَ  ile  فباشروا ما أمروا به  (Bu yüzden kendilerine emredilen şeyi yaptılar) olan mukadder istînâfa atfedilmiştir. 

Ayet metninde geçen  ف  fasîha fâ'sıdır. Mahzuf, yani zikredilmeyen cümleleri özetler. Yani “diğer sûrelerde beyan olunduğu üzere o kavmin köyüne vardıklarında, orada müminlerden kim varsa çıkardık” demektir. (Elmalılı)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. 

Cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪يهَا  car mecruru,  كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru ise  كَانَ ‘nin isminin mahzuf haline mütealliktir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)

ف۪يهَا (orada) zamiriyle kastedilen, yaşadıkları yerleşim yeridir. Adı geçmediği halde zamir kullanılması, zaten bilindiğinden dolayıdır. Burada iman ve İslamın aynı şey ve her ikisinin de övgü ifadesi olduğuna ilişkin bir delil vardır. (Keşşâf)

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467) 

Bundan önce Hz. İbrahim ile görevli melekler arasında geçenler hikâye edildikten sonra burada da Hz Lût kavminin başına gelenler mücmel olarak Allah tarafından beyan edilmektedir.

Burada, bu hadisenin başka yerlerde zikredilen kısımları zikredilmeyip oradaki zikriyle iktifa edilmiştir. Bu itibarla şöyle denilmiş sayılır: O görevli melekler de, emrolundukları şeyi yapmaya başladılar. Biz de, "Ey Lût! Ailenle birlikte gece yola çık!.." Emrimizle, Lût kavmi kasabalarında bulunanlardan kendisine iman etmiş olanları oradan çıkardık. (Ebüssuûd)

 
Zâriyât Sûresi 36. Ayet

فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ  ...


Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا zaten
2 وَجَدْنَا bulmadık و ج د
3 فِيهَا orada
4 غَيْرَ başkasını غ ي ر
5 بَيْتٍ bir ev(halkın)dan ب ي ت
6 مِنَ olan
7 الْمُسْلِمِينَ müslüman س ل م

فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ

 

Fiil cümlesidir. Atıf harfi  فَ  ile  اَخْرَجْنَا  cümlesine matuftur.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  وَجَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  وَجَدْنَا  fiiline mütealliktir.  غَيْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  بَيْتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  car mecruru  غَيْرَ ‘nın mahzuf haline mütealliktir. الْمُسْلِم۪ينَ ‘nin cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الْمُسْلِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ

 

Ayet, önceki ayetteki … فَاَخْرَجْنَا  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi mazi fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan  غَيْرَ ‘ya takdim edilmiştir.

وجَدَ , kalb fiillerinden  ظَنَّ ‘nin kardeşlerindendir. İki mef’ûl alır. Birinci mef’ûl  مِنَ المُسْلِمِينَ ‘dir. Burada  مِنَ , nefyi tekid için zaid olarak gelmiştir.  فِيها  da ikinci mef’ûl mahallinde gelmiştir. (Âşûr)

ف۪يهَا (Orada) zamir -daha önce sözü geçmemiş olmamasına rağmen- kasabaya aittir. Çünkü onun kastedildiği anlaşılan bir husustur. (Kurtubî)

غَيْرَ ‘nın muzâfun ileyhi olan  بَيْتٍ ‘deki nekrelik, nev ve kıllet ifade eder. Menfi siyakta nekre umum ve şümule işarettir.

مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  car mecruru  غَيْرَ ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Buradaki müslüman kelimesinin mümin manasına delalet ettiği açıktır. Gerçek şudur ki müslüman kelimesi mümin kelimesinden daha geneldir. Genel bir kelimenin, hususi bir kelime yerine kullanılmasında bir sakınca yoktur. Binâenaleyh mümine, müslüman denilmesi, bu kelimelerin manalarının aynı olduğuna delâlet etmez. Buna göre Hak Teâlâ sanki, "Biz müminleri o diyardan çıkardık ve orada, müslüman bir ev hariç, onların genelini bulamadık" demiştir. Bundan, orada onlardan başka mümin olmadığı manası çıkar. Bu tıpkı birisinin, başka birisine, "Evde insanlardan kim var?" dediğinde, o, ona "Evde Zeyd'den başka canlı yok" der. Böylece bu kimse ona, o evde Zeyd'den başka insan olmadığını söylemiş olur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 37. Ayet

وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ  ...


Orada, elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَرَكْنَا ve bıraktık ت ر ك
2 فِيهَا orada
3 ايَةً bir ibret ا ي ي
4 لِلَّذِينَ için
5 يَخَافُونَ korkanlar خ و ف
6 الْعَذَابَ azabdan ع ذ ب
7 الْأَلِيمَ acıklı ا ل م

وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ

 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَرَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْهَٓا  car mecruru  تَرَكْنَا  fiiline mütealliktir.  اٰيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَلَّذِينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اٰيَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَخَافُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَخَافُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı faili olarak mahallen merfûdur. الْعَذَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْاَل۪يمَ  kelimesi  الْعَذَابَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ

 

وَ , atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayete atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

تَرَكْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  ف۪يهَٓا , ihtimam için mef’ûl olan  اٰيَةً ‘e takdim edilmiştir.

التَّرْكُ  kelimesinin asıl manası şudur: İnsan bir yerde kendisiyle beraber husule gelen şeyden ayrılır. O mekandan ayrılır ama onunla olan şey o mekanda kalır. Bir hal üzere kalmak; bir mekanda terk edilmiş şeye benzetilmiştir. Vech-i şebeh değişmemektir. 

تَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً  ifadesinde de kinaye veya mecaz-ı mürsel vardır. Bir şeyin gidenden ayrılmaksızın bir yerde kalması manasındadır. (Âşûr)

Mecrur mahaldeki  لِلَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlu,  لِ  harfiyle birlikte  اٰيَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  اٰيَةً ‘in nekre gelişi tazim ve nev ifade eder.

Mevsûlün sılası olan  يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Azaptan, “taş yağdırmak” şeklinde kinai olarak bahsedilmişti. 

الْاَل۪يمَ  kelimesi  الْعَذَابَ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. الْاَل۪يمَ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Burada azaptan korkanlardan   يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ  murad, fıtratları sağlam, yürekleri yufka olduğu için acıklı azaptan korkan kimselerdir; yoksa katı yürekli insanlar değildir. Çünkü buna aldırmazlar ve onu bir ayet saymazlar. (Ebüssuûd)

Hak Teâlâ, Ankebut Suresinde de, ["Aklını kullanan kimseler için apaçık bir nişane bıraktık"] (Ankebût. 35) buyurmuştur. Bu iki ayet arasında lafız bakımından farklılıklar var: Çünkü Cenab-ı Hak burada,  اٰيَةً (alamet-mucize) dediği halde, orada, ءاية بينة (apaçık bir ayet (nişane)); burada  يَخَافُونَ (korkacaklar için) dediği halde, orada  لقوم يعقلون (aklını kullanan kimseler için) buyurmuştur. Binaenaleyh "ikisi arasında mana bakımından esaslı bir farkı şöyle açıklarız; Orada (Ankebût Suresinde) bu husus beliğ bir biçimde ele alınmıştır. Çünkü orada, "apaçık bir ayet (nişane)" olarak buyurup, o ayeti (delili) “açık” olmakla nitelemiştir. Orada,  منها  "oradan" buyurmuş, burada ise  ف۪يهَٓا "onda" buyurmuştur. Çünkü burada  مِن  edatı, ba'ziyyet (kısmîlik) ifade eder. Buna göre Hak Teâlâ sanki, "O ayeti, o beldenin bizzat kendisinde, sizin için kalıcı (devamlı) ayetler vardır" demek istemiştir. O ayetteki,  لقوم يعقلون  "aklını kullanan bir kavim için..." ifadesi de böyledir. Çünkü "aklını kullanan" tabiri, "korkacak kimse" ifadesinden daha umumidir. Binaenaleyh o "ayet" daha açık olur. Bunun sebebi ise şudur: Orada maksat, o kavmi korkutmaktır; burada maksat ise, kalbi tesellidir. Hak Teâlâ burada, "Derken orada, müminlerden kim varsa çıkardık. Fakat orada müslümanlardan bir evden başkasını bulamadık" buyurmuş, orada ise, müslümanların ve müminlerin tamamının kurtulduğuna dair tam bir açıklamada bulunmaksızın, ["Biz seni de (ey Lût), senin ehlini de kurtaracağız"] (Ankebut/33) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 38. Ayet

وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  ...


Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِي ve (ibret) vardır
2 مُوسَىٰ Musa’da
3 إِذْ hani
4 أَرْسَلْنَاهُ onu göndermiştik ر س ل
5 إِلَىٰ
6 فِرْعَوْنَ Fir’avn’e
7 بِسُلْطَانٍ bir delil ile س ل ط
8 مُبِينٍ açık ب ي ن

İlk âyetteki sultân kelimesi bu bağlamda “açık kanıt” anlamına gelmektedir (İbn Atıyye, V, 179) ve bununla Hz. Mûsâ’nın Firavun’un önünde sergilediği mûcizeler kastedilmektedir (İbn Âşûr, XXVII, 10). 39. âyetin “saltanatı sebebiyle” diye çevrilen kısmı, daha çok “sahip olduğu bütün güçleri, askerlerini, iktidarı elinde bulunduruyor olmayı kullanarak” veya “var gücüyle” mânalarıyla açıklanmıştır (Zemahşerî, IV, 31; İbn Atıyye, V, 179-180). 40. âyetin son cümlesi –meâlde tercih edilen mânaya göre– Firavun’un can verirken duyduğu pişmanlığa işaret etmektedir (krş. Yûnus 10/90-92). Müfessirlerin bir kısmı bu cümleyi, “O, kınanacak işler yapmaktaydı” şeklinde anlamışlardır ki, bu takdirde Firavun’un daha önce yaptığı kötülüklere işaret edilmiş olur (Taberî, XXVII, 3-4; Firavun ve Hz. Mûsâ’nın ona karşı mücadelesi hakkında bk. A‘râf 7/103 vd.; Yûnus 10/75-93; Kasas 28/31-32).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 131-132

وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ

 

وَ  istînâfiyyedir.  ف۪ي مُوسٰٓى  car mecruru  önceki ayette  تَرَكْنَا  fiiline mütealliktir. 

اِذْ  zaman zarfı olup takdiri   تَرَكْنَا  () olup müteallakı mahzuftur. 

اَرْسَلْنَاهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

 اِلٰى فِرْعَوْنَ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. فِرْعَوْنَ  gayr-ı munsarıf olduğu için cer alameti fethadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِسُلْطَانٍ  car mecruru  اَرْسَلْنَاهُ ‘deki gaib zamirinin mahzuf haline mütealliktir. مُب۪ينٍ  kelimesi  سُلْطَانٍ ‘nin sıfat olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُب۪ينٍ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَاهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

ف۪ي مُوسٰٓى  önceki ayetteki  تَرَكْنَا  fiilinin delaletiyle takdiri  تَرَكْنَا  olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zaman zarfı  اِذْ , mukadder  تَرَكْنَا  fiiline mütealliktir. 

Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

اَرْسَلْنَاهُ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

بِسُلْطَانٍ  için sıfat olan  مُب۪ينٍ , sıfatı  افعال  babının ism-i fail vezninde gelerek bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret etmiştir. 

مُب۪ينٍ , bilindiği gibi  إبان ’den ism-i faildir.  إبان  ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca  مُب۪ينٍۙ (açık) demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı)

بِسُلْطَانٍ ‘deki tenvin tazim ve nev ifade eder.

Ayetteki  بِسُلْطَانٍ  kelimesi, hüccet ve burhan ile elde edilen kuvvet,  مُب۪ينٍ   ise ayırdeden, ortaya çıkaran anlamındadır. Daha önce, bu ifadeden murad edilenin, Hz. Musa'nın Firavun'a karşı öne sürmüş olduğu kesin ve katî deliller olduğunu; yine bundan murad edilenin, sihirbazın sihri ile peygamberlerin mucizelerini birbirinden ayıran özellik olduğunu söylemiştik. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

وَف۪ي مُوسٰٓى  Bu cümle, yukarıda geçen [”Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ibretler vardır."] (Zâriyât/20) cümlesine matuftur. İbrahim ve Lût (as) peygamberlerin kıssası, bağlananla kendisine bağlanılan (matufla matufun aleyh) arasına girmiştir. Maksat, müşriklerin yalanlamalarına karşılık Resulullah'ı (sav) teselli ve Lût kavmini helak ettiği gibi, o iftiracı düşmanlarını helak edeceğini vaattir. (Rûhu’l Beyân)

 
Zâriyât Sûresi 39. Ayet

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ  ...


O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَتَوَلَّىٰ çevirdi و ل ي
2 بِرُكْنِهِ yanını ر ك ن
3 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
4 سَاحِرٌ büyücüdür س ح ر
5 أَوْ veya
6 مَجْنُونٌ cinlidir ج ن ن

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَوَلّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  بِرُكْنِه۪  car mecruru  تَوَلّٰى ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

سَاحِرٌ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو (O) şeklindedir.

مَجْنُونٌ  kelimesi atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَاحِرٌ  kelimesi, sülasi mücerredi سحر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَجْنُونٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  جنن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki … اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

التَّوَلِّي ‘nın hakiki manası, bir yerden ayrılmaktır.

الرُّكْنُ ‘nün hakiki manası ise, bina ve benzeri şeylerin dayanağı olmaktır. İnsan bedenine de rükun denir, çünkü insanın işlerini yapabilmesi için gerekli olan dayanağıdır. (Âşûr)

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪  sözünde temsili istiare vardır. Çünkü Musa (as)’ın davetini reddetme heyeti; bir şahıstan ayrılma heyetine benzetilmiştir. Burada  بِرُكْنِه۪  ile temsil tamamlanmaktadır. Eğer bu ifade olmasaydı  التَّوَلِّي  sözü sadece bir istiare olacaktı. (Âşûr)

بِرُكْنِه۪  car mecruru  تَوَلّٰى  fiilindeki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

بِرُكْنِه۪ , az sözle çok anlam ifade etmek üzere izafet formunda gelmiştir. 

Aynı üsluptaki  وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle  وَ  ile makabline  atfedilmiştir.

Ebû Ubeyde, اَوْ (veya) anlamındaki bağlacın  وَ (ve) anlamında olduğunu, çünkü Hz. Mûsa'yı sihirbazlık ve deliliğe birlikte nispet ettiklerini söyler. (Rûhu’l Beyân)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هُوَ  olan mübteda mahzuftur. مَجْنُونٌ , habere matuftur. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  سَاحِرٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder.  (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪  [Orduları sebebiyle yüz çevirdi.] cümlesinde istiare var­dır. Yüce Allah  بِرُكْنِه۪  kelimesini ordular için müstear olarak kullandı. Çünkü kuvvet ve güven onların sayesinde meydana gelmektedir. Nitekim binada da temele dayanılır. Veya rükün kelimesi kuvvet ve şiddet için müstear olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Tüm benliği ile yüz çevirdi, yani Firavun imandan yüz çevirdi. ”Tüm benlik" diye tercüme ettiğimiz ”rükn" kelimesi; yan, taraf manasınadır. Burada onun kendisi murad edilmiştir. Çünkü çok kere, bir şeyin yanı ve tarafı ile tüm benliği ifade edilir. Sıhah'da: ”Bir şeyin rüknü, onun kuvvetli tarafıdır. İnsana nispetle omuz gibidir," denilmektedir. Ayetin ”mülk ve askerlerinden, kendileri ile kuvvet buldukları ile yüz çevirdi" anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur. Çünkü rükn, insanın kendisine dayandığı şeydir. (Rûhu’l Beyân)

Cenb-ı Hak, "(Firavun),  قَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ   "(Bu), ya bir sihirbaz, ya bir mecnun" demişti" buyurmuştur". سَاحِرٌ  ifadesi, "sihriyle cinlere gelir, veya onlara yaklaşır, cinler de ona yaklaşır, o onlara isteyerek yönelmese bile, cinler isteyerek ona yönelir" . demektir. Şu halde, hem büyücünün hem de mecnunun cinlerle ilgisi vardır. Fakat sihirbaz, kendi iradesiyle cinlere giderken, mecnuna iradesi dışında olarak cinler gelir. Buna göre sanki, Firavun, kendi sözünü yalandan korumak istemiş ve "onu cinler çarpmıştır" veya "o büyücüdür, her ne kadar onun bundan haberi yoksa da ve kasden yönelmiyorsa da cinler ona gelmektedir" demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 40. Ayet

فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ  ...


Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَخَذْنَاهُ biz de onu yakaladık ا خ ذ
2 وَجُنُودَهُ ve askerlerini ج ن د
3 فَنَبَذْنَاهُمْ ve onları attık ن ب ذ
4 فِي
5 الْيَمِّ denize ي م م
6 وَهُوَ ve o
7 مُلِيمٌ kendi kendini kınıyordu ل و م

فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخَذْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

جُنُودَهُ  atıf harfi و ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  نَبَذْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  فِي الْيَمّ  car mecruru  نَبَذْنَا  fiiline mütealliktir. 

وَهُوَ مُل۪يمٌۜ  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُل۪يمٌ  haber olup lafzen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُل۪يمٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki …  فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

جُنُودَهُ  izafeti, veciz ifade amacına matuftur.

Aynı üslupta gelen  فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمّ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. 

Azamet zamirine isnadla tazim edilmiş fiiller mazi sıygada gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

الْيَمِّۚ  kelimesi Kur’an-ı Kerim'de, hepsi de Musa kıssasında olmak üzere toplam 8 kez gelmiştir. Bu kelime bu kıssa dışında hiçbir yerde geçmemiştir ki bu kullanımın bir inceliği vardır. Bu incelik İbranice olan bu kelimenin, İbranî olan Musa ve kavmi hakkındaki kıssada kullanılmış olmasıdır. بحر  kelimesi ise hem Musa kıssasında hem de başka yerlerde kullanılmıştır. (Kur’an’ın Beyânî Sırları, Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, s. 70) 

وَهُوَ مُل۪يمٌۜ  cümlesi  فَاَخَذْنَاهُ  fiilindeki mef’ûl zamirin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  مُل۪يمٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

لوم  fiilinin  افعال  babında ism-i faili olan  مُل۪يمٌۜ , bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir. 

İsm-i fail, yapılıp yapılmaması kişinin elinde olan fiillerden yapılır, yazan, okuyan gibi ism-i failler, insanın elindedir. İnsanın elinde olmayan, insan iradesinin dışında oluşan fiillerden ism-i fail olmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan, Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri)

َوَهُوَ مُل۪يمٌ  ifadesi, başındaki  وَ  ile birlikte  فَاَخَذْنَاهُ  (onu yakaladık) fiilindeki zamirin halidir. Yani, onu kınanmış olarak yakaladık demektir. (Keşşâf)

هُوَ مُل۪يمٌ  [O, kınanmıştır.] cümlesi mecaz-ı aklîdir. Çünkü burada et­ken ortaç, (kınayan) edilgen ortaç (kınanan) yerinde kullanılmıştır. Yani o, azgınlığından dolayı kınanmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ  Biz onu ve ordusunu tutup denize attık. Yani sizden birinizin çakıl taşlarını avucuna alıp da denize attığı gibi, çok olmalarına rağmen onları Kızıldeniz'e fırlattık.

وَهُوَ مُل۪يمٌۜ [O, kendisini kınayıp duruyordu.] Yani Biz onu, büyük veya küçük kınanılacak şeyleri yaptığı halde yakaladık. Çünkü her günahkâr, günahı nispetinde kınanır. (Rûhu’l Beyân)

 
Zâriyât Sûresi 41. Ayet

وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ  ...


Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِي ve (ibret) vardır
2 عَادٍ Ad’de ع و د
3 إِذْ hani
4 أَرْسَلْنَا gönderdik ر س ل
5 عَلَيْهِمُ onlara
6 الرِّيحَ bir rüzgar ر و ح
7 الْعَقِيمَ köklerini kesen ع ق م

Âd Hûd peygamberin, Semûd da Sâlih peygamberin kavminin adı olup Kur’an-ı Kerîm’de bu toplumların ve Nûh kavminin yapılan bütün ilâhî uyarıları hafife almaları ve inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle helâk edilmelerine değişik vesilelerle dikkat çekilmiştir (Âd hakkında bk. A‘râf 7/65-72; Hûd 11/50-60; Semûd hakkında bk. A‘râf 7/73-79; Hûd 11/61-68; Nûh kavmi hakkında bk. A‘râf 7/59-64; Yûnus 10/71-74; Hûd 11/25-49).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 132
Resûl-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur:” Bana Saba rüzgârıyla yardım edildi. Âd kavmi de Batı rüzgârıyla (Debur) helâk edildi. 
( Buhari, İstiska 26; Müslim, İstiska 17)

وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  ف۪ي عَادٍ  car mecruru önceki ayette  تَرَكْنَا  fiiline mütealliktir. 

اِذْ  zaman zarfı olup takdiri  تَرَكْنَا  olup müteallakı mahzuftur.  

اَرْسَلْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir.  الرّ۪يحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْعَق۪يمَ  kelimesi  الرّ۪يحَ ‘nin sıfatı oup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

عَق۪يمٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ

 

 وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

ف۪ي عَادٍ  car mecruru 38. ayetteki  تَرَكْنَا  fiilinin delaletiyle takdiri  تَرَكْنَا  olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zaman zarfı  اِذْ , mukadder  تَرَكْنَا  fiiline mütealliktir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

اَرْسَلْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

الرّ۪يحَ  için sıfat olan  الْعَق۪يمَ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olarak gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

الرّ۪يحَ  kelimesini cumhur tekil olarak, Nâfi de cemi sıygası ile okumuştur. Cumhurun kıraatine göre  الرِّيحَ  şeklinde tekil okunması hayır getiren rüzgara delalet eder. Cemi olan  الرِّياحَ  geldiği yerlerde çoğunlukla hayır, tekil gelen yerlerde azap getiren rüzgara delalet eder de denilmiştir. Kur’an’da bazı ayetlerde hayr siyakında hem müfred hem cemi olarak gelmiştir. (Âşûr, Şura/33) 

الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ  ibaresinde istiare vardır. Onların helak olmasına rüzgar sebep olduğu için  الْعَق۪يمَ ’le sıfatlanmıştır. Rüzgar, nesli olmayan, akîm bir insana benzetilmiştir. Müşebbeh hazf edilerek, müşebbehün bihin zikredilmesiyle istiare oluşmuştur. 

Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatıdır da diyebiliriz. 

Âşûr bu ifadenin teşbih-i beliğ olduğunu söylemiştir. 

الْعَق۪يمَ , yağmur oluşturmak veya meyve aşılamak gibi herhangi bir fayda içermeyen demektir ki  الرّ۪يحَ  kelimesiyle birlikte helak edici rüzgar anlamına gelmektedir. Bunun hangi rüzgar olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. (Keşşâf)

الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَ [Kasıp kavuran rüzgar] sözünde istiare-i tebeiyye vardır. Kâfirlerin yok edilip köklerinin kesilmesi, kadınların kısırlığına ve hamile kalmayışlarına benzetilmiştir. Müşebbehün bih müşebbeh yerinde kul­lanıldı ve ondan  عَق۪يمَ kelimesi türetilip istiare yoluyla teşbih yapıldı. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Burada kasdolunan, Hz Muhammed (sav)'in kalbini teselli etmek ve ona, peygamberlerin genel durumunu hatırlatmaktır. Cenab-ı Hak, önceki ayetlerde İbrahim (as) ve Musa (as) peygamberlerden bahsetmesine rağmen, burada, Âd ve Semûd kavmin ile birlikte, onların peygamberlerini zikretmemiştir, şöyle ki: Ayetlerin zikredilmesi hususunda, altı kıssa anlatılmıştır: İbrahim (as)'in kıssası ve müjdelenmesi; Lut (as) kavminin kıssası ve beldesindeki mü'minlerin kurtarılması, bir de Musa'nın kıssası... Bu üç kıssada Cenab-ı Hak, hem peygamberleri, hem de müminlerini ve kavimlerini zikretmiştir. Çünkü bunların kavimlerinden kurtulanlar daha çok idi. İbrahim ve Musa (as) için bunun böyle oluşu açıktır. Lût (as) kavmi hakkında bunun böyle olması ise şundan dolayıdır: Çünkü kurtulanlar, tek bir ev halkı idi ise de, helak edilenler de bir mıntıka halkı idiler. Ad, Semûd ve Nûh kavmine gelince, bunlardan kurtulanlara nispetle helak olanların sayısı, Lût kavminden helak olanların sayısının, kurtulanlara nisbetle sayısından kat kat fazlaydı. Böylece Cenab-ı Hak, İlk Üç kıssayı, müminlerin kurtuluşu vesilesiyle, Hz Peygamber (sav)'in kalbini teselli için, son üç kıssayı da, düşmanları helak etmesi sebebiyle, yine onun kalbini tesellî için zikretmiştir. Böylece bütün bu ayetler (kıssalar), ["Onlardan evvelkilere de her ne zaman bir peygamber gelse, mutlaka ona böylece, sihirbaz yahut mecnun dediler... Sen, hatırlat. Çünkü şüphesiz hatırlatma, öğüt müminlere fayda verir"] (Zâriyat/52-65) ayetinin de delaletiyle, Hz Peygamber (sav)'i teselli için zikredilmiş olur.  Hûd (as) hakkında da, bunları anlattıktan sonra, ["İşte bunlar, sana kıssa olarak bildirdiğimiz o memleketlerin haberlerindendir. Onların kimi ayakta kalmış, kimi biçilmiş ekin gibi (yok olmuştur)... Rabbinin yakalayışı İşte böyledir..."] (Hûd, 100-102) buyurmuş ve böylece kıssadan sonra, tehdidi kuvvetlendiren ifadeyi, burada ise, kıssalardan sonra teselliyi ifade eden ayetleri zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 42. Ayet

مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ  ...


Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 تَذَرُ bırakmıyor و ذ ر
3 مِنْ hiçbir
4 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
5 أَتَتْ geçtiği ا ت ي
6 عَلَيْهِ üzerinden
7 إِلَّا ancak
8 جَعَلَتْهُ onu ediyordu ج ع ل
9 كَالرَّمِيمِ kül gibi ر م م

مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ

 

Cümle önceki ayetteki  الرّ۪يحَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bu ayet, rüzgarın akîm (kısır) sıfatından sonra, ikinci bir sıfat olarak mahallen mansubdur. Buna göre mana,"kısır rüzgarı, kül gibi herşeyi savuran bir rüzgarı göndermiştik" takdirindedir. Burada marife olarak görülen  الرّ۪يحَ  kelimesi aslında nekiredir. Çünkü o rüzgar, belli bir rüzgar değildir. Buna göre Hak Teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: "Biz, meydana gelen rüzgarlardan olmayan bir rüzgar gönderdik ve onun benzeri hiç olmamıştır." O halde, bu haliyle bu rüzgar, çok ileri derecede olduğu için nekredir (belirsizdir). İşte bundan ötürü, Cenab-ı Hak, Kur'an'da böyle ifadelere çok yer vermiş, bunları nekre olarak getirmiş ve bunları cümleler ile tavsîf etmiştir. İşte Hak Teâlâ'nın Ankaf/24, Hakka/6 v.b. ayetleri böyledir.

Diğer bir görüş; En doğru olan izaha göre, bu cümle, hal olarak mahallen mansubdur. Bu ifade ile, onun bu işe uygun olduğu anlatılmak istenmiştir ve takdiri, "Biz o rüzgarları, hiçbir şeyi yerinde bırakmayıp savuracak kuvvet üzere olarak salıverdik" şeklindedir. 

Bu ifade, هي ما تذر  takdirinde olarak, mahzuf bir mübtedanın haberi olarak, mahallen merfû da olabilir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَذَرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.   

اَتَتْ عَلَيْهِ  cümlesi  شَيْءٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتَتْ  mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.  

عَلَيْهِ  car mecruru  اَتَتْ  fiiline mütealliktir.  

اِلَّا  hasr edatıdır.  جَعَلَتْهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

كَالرَّم۪يمِ  car mecruru  جَعَلَ  fiilinin mahzuf ikinci fiiline mütealliktir.  

جَعَلَ  değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ

 

Ayet önceki ayetteki   الرّ۪يحَ ‘nin halidir. Fasılla gelen bu hal cümlesi hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. Durumun sürekli olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Kasrla tekid edilen muzari fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَا  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr,  تَذَرُ  fiilinin failiyle hali arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

مِنْ شَيْءٍ  deki  مِنْ  zaiddir. شَيْءٍ  lafzen mecrur olup, mef’ûl olarak mahallen mansubdur. 

 مِنْ شَيْءٍ  deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

اَتَتْ عَلَيْهِ  cümlesi  شَيْءٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)  

جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِ  cümlesi, تَذَرُ  fiilinin failinden haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْءٍ ’deki tenvin hiçbir manasında olumsuzluğu tekid eder. Nefiy sıygada tenkir selbin umumuna işaret eder. (Muhammed Ebu Mûsa, Duhan/41)

الرَّم۪يمِۜ , kül haline gelen, çürüyen ve ufalanan kemik, bitki benzeri her şeydir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Bu ifade, ahiretin bir anlatımı olup, insanlar, neticede varıp Allah'ın huzuruna duracaklardır" manasınadır. Bu izaha göre ayet, önceki ayetlerle sıkı sıkıya ilgilidir. Çünkü Hak Teâlâ, "Sonra . . mükâfat verilir" buyurunca, sanki birisi, "o mükâfat görülemez. Bu ne zaman olacak?" demiş.

Cenab-ı Hak, "Dönüşünüz Allah'adır. İşte o zaman Allah, şükredici olanlara mükâfat, nankörlerine de ceza verecektir" buyurmuştur.

 
Zâriyât Sûresi 43. Ayet

وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ  ...


Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım” denmişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِي ve (ibret) vardır
2 ثَمُودَ Semud’da
3 إِذْ hani
4 قِيلَ denmişti ق و ل
5 لَهُمْ onlara
6 تَمَتَّعُوا sefa sürün م ت ع
7 حَتَّىٰ kadar
8 حِينٍ bir süreye ح ي ن

وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ

 

وَ  istînâfiyyedir.  ف۪ي ثَمُودَ  car mecruru  önceki ayette  تَرَكْنَا  fiiline mütealliktir. 

ثَمُودَ  gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذْ  zaman zarfı olup takdiri  تَرَكْنَا  olup müteallakı mahzuftur. 

ق۪يلَ لَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline  mütealliktir. ق۪يلَ  fiilin naibi faili olan  تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ  cümlesi mahallen merfûdur. 

تَمَتَّعُوا  fiili  ن ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

حَتّٰى ح۪ينٍ  car mecruru  تَمَتَّعُوا  fiiline mütealliktir. 

تَمَتَّعُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

ف۪ي ثَمُودَ  car mecruru,  38. ayetteki  تَرَكْنَا  fiilinin delaletiyle takdiri  تَرَكْنَا  olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan   ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

ثَمُودَ  kelimesi acemî (yabancı) isim olduğu için gayri munsariftir. Bunun için fetha ile mecrur olmuştur.

ق۪يلَ  fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan mekulü’l-kavli  تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen vaz edildiği anlamın dışına çıkarak müsaade, ya da tahkir ifade etmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

41. ayetteki  اَرْسَلْنَا ’daki azamet zamirinden  ق۪يلَ ’de meçhul fiil sıygasıyla gaib zamire iltifat vardır.

حَتّٰى ح۪ينٍ "Bir süreye kadar" helak olacağınız vakte kadar demek olup, bu da Hud Suresinde; ["Yurdunuzda üç gün daha yaşayın."] (Hud, 11/65) ayetinde belirtildiği üzere üç gündür. Buradaki  تَمَتَّعُوا (faydalanın) ayetinin müslüman olun ve böylece ecellerinizin sona ereceği vakte kadar faydalanın, anlamında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî, Âşûr)

 
Zâriyât Sûresi 44. Ayet

فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ  ...


Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَعَتَوْا başkaldırdılar ع ت و
2 عَنْ karşı
3 أَمْرِ buyruğuna ا م ر
4 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
5 فَأَخَذَتْهُمُ bu yüzden onları yakaladı ا خ ذ
6 الصَّاعِقَةُ yıldırım ص ع ق
7 وَهُمْ ve onlar
8 يَنْظُرُونَ bakıp dururlardı ن ظ ر

فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  عَتَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْ اَمْرِ  car mecruru  عَتَوْا  fiiline mütealliktir.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَخَذَتْهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الصَّيْحَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ

 

Ayetteki  فَ  atıf harfidir. Olaylarla ilgili tertip ifade eder. İlk cümle hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اَمْرِ رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb ismine muzâf olması اَمْرِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

رَبِّهِمْۚ  izafetinde Rabb isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبَّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetlerdeki azamet zamirinden bu ayette Rabb ismine iltifat edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

فَ  tertip ifade eden atıf harfidir.  فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ  cümlesinin makabline atfının sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَخَذَ  fiilinin  الصَّيْحَةُ  kelimesine isnadı mecaz-ı aklîdir. Fiilde gerçek fail yıldırım değil, Allah Teâlâ’dır.

الصَّاعِقَةُ , (çarpıp yıkan azap) kelimesi  صَعَقَتْهُمْ اَلصَّاعَقَةُ (yıldırım onları yakaladı) masdarından alınarak ‘bir kerelik çarpmayı’ ifade eden  اَلصعْقَةُ  kalıbıyla da okunmuştur. الصَّاعِقَةُ  ise bizzat tepelerine inen şeydir. (Keşşâf)


وَهُمْ يَنْظُرُونَ

 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ يَنْظُرُونَ  cümlesi,  فَاَخَذَتْهُمُ  fiilindeki mansub zamirden haldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bu isim cümlesinde haberin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiilin tercih edilmesi tecessüm özelliği sayesinde olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bir başka izaha göre  يَنْظُرُونَ (bakmak) tan maksat, beklemektir. Yani onlar, vadolundukları azabı bekliyorlardı. Çünkü o günlerde renklerinin değişmesinden dolayı onun ineceğinin işaretlerini gördüler. Bu ifade: ”Onlar bakıp dururken yani hayret içerisinde iken sesi duydular," şeklinde de izah edilmiştir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Bu ifadeler herhangi bir suretle batmakta olan bir kavmin bütün dehşeti ile manzarayı gözler önüne sermektedir. (Elmalı, Âşûr)

 
Zâriyât Sûresi 45. Ayet

فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ  ...


Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا
2 اسْتَطَاعُوا güçleri yetmedi ط و ع
3 مِنْ
4 قِيَامٍ ayağa kalkmaya ق و م
5 وَمَا ve
6 كَانُوا olmadılar ك و ن
7 مُنْتَصِرِينَ yardım edilen ن ص ر

   Nesara نصر :

  نَصْرٌ ve نُصْرَةٌ kavramları yardım ya da destek manası taşırlar. إنْتِصارٌ kişinin kendisine zulmedene karşı kendini savunması ya da intikam almak, إسْتِنْصارٌ  kavramı ise yardım talep etmek demektir. تَناصُرٌ 'a gelince o da yardımlaşmadır.

  Âyeti Kerimelerde de Allah (cc)'ın kula yardımı ve desteği aşikardır. Kulun Allah'a yardımı veya desteği ise O'nun hudutlarını muhafaza etme, yardıma muhtaç kullarına yardım etme, ahitlerine ve emirlerine riayet etme, hükümlerini kucaklama ve nehiylerden kaçınma şeklinde olur. 

  Son olarak Hristiyanlar demek olan نَصارَى sözcüğüne gelince; bir görüşe Saff, 61/14 ayeti sebebiyle, diğer görüşe göre ise kendisine Nasrâne denilen bir kasabaya nisbeten böyle adlandırılmışlardır. (Müfredat)  Kuran’ı Kerim’de pekçok formda 158 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekilleri nâsır, ensar, nasrâni, Nusret, mansur ve Nusayriliktir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ 

 

فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اسْتَطَاعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir. قِيَامٍ  lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.   

اسْتَطَاعُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  طوع ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

مُنْتَصِر۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.   

مُنْتَصِر۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ 

 

Ayet, önceki ayetteki فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

قِيَامٍ  ‘e dahil olan  مِنْ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

قِيَامٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime “hiçbir yardım” anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

Cins isme dahil olan  مِنْ , umum ifade eder. (Halidî, Vakafât, s. 78)

Ayetteki "kıyâm"ın başına harf-i ceri ziyade olarak getirilmiştir. Bu, tekid için getirilmiştir.(Fahreddin er-Râzî)

هرب (kaçma) yerine, kıyamın (ayağa kalkma)nın getirilmesi, daha önce de bahsettiğimiz gibi, kıyamdan aciz olanın kaçmaktan haydi haydi aciz olduğunu gösterir.

Ayetteki, "Ayakta durma" ifadesiyle, ilgili işin yerine getirilmesi kastedilmiş olup, takdiri, "O işi yerine getirmeye güç yetiremediler" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ

 

 

Ayetin bu son cümlesi 44. ayetteki  فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ  cümlesine atfedilmiştir. Menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191) 

مَا كَان ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79) 

كان ’nin haberi olan  مُنْتَصِر۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenab-ı Hakk'ın  مَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ  [Yardım edenleri de olmadı] ifadesi, "Onlar bozulup kaçmaya da güç yetiremediler. Bunu yapamayan kılıçtan geçirilir ve onlardan her türlü imkân ile intikam alınır" demektir. Çünkü bu, canı kurtarmaktır. Onlar bunu da yapamamış, canlarını kurtaramamışlardır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 46. Ayet

وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ۟  ...


Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَوْمَ ve kavmini (helak etmiştik) ق و م
2 نُوحٍ Nuh
3 مِنْ
4 قَبْلُ daha önce ق ب ل
5 إِنَّهُمْ çünkü onlar
6 كَانُوا idiler ك و ن
7 قَوْمًا bir toplum ق و م
8 فَاسِقِينَ yoldan çıkmış ف س ق

وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  قَوْمَ  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri;  أهلكنا (helak ettik) şeklindedir.  نُوحٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِنْ قَبْلُ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir.

قَبْلَ  muzâfun ileyhi hazf edilince zamme üzere mebni olur: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  قَوْماً  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur.

فَاسِق۪ينَ  kelimesi  قَوْماً ’nin sıfatı olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فَاسِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  فسق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ

 

وَ , istînâfiyyedir.  

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

قَوْمَ  mahzuf bir fiilin mef’ûlüdur. Takdiri,  أهلكنا (helak ettik) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İzafetten munkatı’ olmuş zaman zarfı  قَبْلُۜ , başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Kelimedeki ötre mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

قَوْمَ  (kavim) kelimesi, ‘’Nuh kavminde de deliller vardır’’ anlamında mecrur olarak da okunmuştur. (Keşşâf)

Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede, Allah’a ortak koşan ilk kavim olan Nuh kavmini helak ettiğini bize beyan etmektedir. Kur'an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde bu kavmin kıssası anlatılmaktadır. Bu surede ise bu kavmin helak edildiği haber verilmekte fakat nasıl helak edildikleri hususuna değinilmemektedir. (Taberî)


 اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ۟

 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen bu son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir. قَوۡمࣰا فَـٰسِقِینَ  ibaresi  كَانَ ’nin haberidir.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)

فَـٰسِقِینَ  kelimesi  قَوۡمࣰا  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede tetmim ıtnâbı sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

قَوْماً ’in ism-i fail kalıbında gelen  فَاسِق۪ينَ  ile sıfatlanması, bu özelliğin devamlı olduğuna, fasıklığın onlarda sabit olduğuna, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığına işaret etmiştir.

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

İsm-i failin önünde  كان  yardımcı/nakıs fiili bulunursa, şimdiki veya geniş zaman hikayesi için kullanılır. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir.

(Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55-90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri)

قَوْم  kelimesinin tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zâriyât Sûresi 47. Ayet

وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ  ...


Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالسَّمَاءَ ve göğü س م و
2 بَنَيْنَاهَا inşa ettik ب ن ي
3 بِأَيْدٍ sağlam ا ي د
4 وَإِنَّا ve elbette biz
5 لَمُوسِعُونَ genişleticiyiz و س ع

İlk üç âyette Cenâb-ı Allah’ın sonsuz kudretini gösteren ve her an yakın çevremizde gözlemleyebildiğimiz üç çeşit kanıta değinilmekte, 50-51. âyetlerde de bunlardan çıkarılması gereken sonuç peygamberinin dilinden bir uyarı tarzında ifade edilmektedir: Başka kaçacak, sığınılacak yer yoktur, yalnız Allah’a sığınmak, O’nun gösterdiği yolda yürümek gerekir; O’nun yanında başka tanrılar uydurmak akıl ve iz‘an sahibi varlıklara yaraşmaz.

47. âyette geçen eyd kelimesinin “kuvvet, kudret” veya “eller” mâna­larına göre değişik yorumlar yapılmıştır; bu yorumlar, göğün muhteşem yapısı ve düzeninin yüce Allah’ın kudretine bağlı olduğunu ifade etme noktasında birleşir (Râzî, XXVIII, 226). “Şüphesiz biz genişletmekteyiz” diye çevrilen cümle için yapılan başlıca yorumlar şunlardır: a) Biz vüs’at yani genişlik ve kudret sahibiyiz; semadaki bu ihtişamı sağlamakla kudretimizden bir şey eksildiği sanılmamalıdır, dilesek daha da genişletiriz. Bakara sûresinin 255 ve Kaf sûresinin 38. âyetlerindeki içerik ve üslûp bu mânayı çağrıştırmaktadır. b) Hiçbir şeye muhtaç olmadığımız gibi nimetleri bol bol ihsan eden de biziz; sıkıntıları giderir, darda kalanlara genişlik veririz (Şevkânî, V, 105; Elmalılı, VI, 4542-4543). c) Evreni genişletmekteyiz. Bu yorum daha çok, uzay cisimlerinin birbirinden uzaklaştığı ve aralarındaki mesafenin gitgide arttığı yönündeki bilimsel tesbitten hareketle ortaya konan “genişleme teorisi” ışığında yapılmıştır (bk. Celal Kırca, s. 62-63; eski dönemlerin âlimlerinden bu yorumu destekleyen bazı açıklamalar için bk. Celâl Yeniçeri, s. 110-115). Gök kelimesinin Kur’an’daki kullanımları dikkate alınarak genişletilen şey, bu ve benzeri bağlamlarda “evren” (Esed, III, 1070-1071), “dünyanın dışındaki bütün kâinat” (Celal Kırca, s. 62) anlamlarında yorumlanabilmektedir. Râzî göğün binaya ve yerin döşeğe benzetilmesini, göğün ana yapısında değişme olmamasına, yerin ise genişleme-daralma, denizlerinin karaya dönüşmesi gibi değişkenliklere açık olmasına bağlar (XXVIII, 225-226; göklerin ve yerin yaratılması hakkında bk. Bakara 2/22, 29). 

Müfessirler “her şeyden çift çift yaratma”nın anlamını açıklarken daha çok “gece-gündüz, erkek-dişi, yer-gök, insan-cin, iman-küfür, ay-güneş” gibi karşıtlık örnekleri üzerinde durmuşlardır. Taberî bunu “Cenâb-ı Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması” şeklinde anlamanın uygun olacağı kanaatindedir. Yine Taberî’nin izahına göre burada esas amaç Allah’ın yaratma sıfatına dikkat çekmektir. O’nun yaratmasını –meselâ ateşin yakma özelliği gibi– tek sonuçlu olarak algılamamak gerekir, O dilediği her şeyi dilediği biçimde yaratma gücüne sahiptir (XXVII, 8-9). Elmalılı, bu konudaki görüşleri özetledikten sonra, Beyzâvî’nin “her cinsten iki nevi bulunduğu” tarzındaki yorumunu öncekileri de içine alması itibariyle daha kapsamlı bulur. Bununla birlikte o, âyetteki “her şey” ifadesinin sadece cinsleri değil fertleri de kapsadığını dikkate alarak, burada dış âlemdekiler ile onların zihindeki formlarının uyumlu eşleşmesiyle tecelli eden idrak olayına da işaret bulunduğu yorumunu yapar; herhangi bir şey hakkında meydana gelen şuur hâdisesinde bu ikiliğin kaçınılmaz olduğunu, bu ikilik içinde birleştirilmeden hiçbir şeyin tasdik edilemeyeceğini, tefekkür ve tezekkürde bulunulamayacağını, âyetin sonunda yer alan “ki inceden inceye düşünesiniz” ifadesinin de bunu desteklediğini belirtir (bk. VI, 4543-4544; ayrıca bk. Yâsîn 36/36).

49. âyetin son cümlesi hem bu âyette hem de önceki iki âyette belirtilenler üzerinde düşünülmesini kapsadığından (Zemahşerî, IV, 31), sırf bulunduğu âyete bağlı olduğu izlenimi vermemek için meâlinde bu cümleyi “İnceden inceye düşünesiniz diye!” şeklinde sona aldık. 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 133-135

وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  السَّمَٓاءَ  kelimesi sonrasında onu tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri;  بَنَيْنَاهَا  (kurduk.) şeklindedir.

بَنَيْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.   Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِاَيْدٍ   car mecruru  بَنَيْنَاهَا ‘deki failin veya mef’ûlun mahzuf haline mütealliktir. 

وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مُوسِعُونَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır.  Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.   

مُوسِعُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ

 

وَ , istînâfiyyedir.  

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

السَّمَٓاءَ  sonraki açıklamanın delaletiyle mahzuf bir fiilin mef’ûlüdur. Takdiri,  بَنَيْنَا  (Bina ettik.) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veya  السَّمَٓاءَ , iştigâldir. Mamul amiline takdim edilmiştir. Mef’ûlün amiline takdim edilip, fiilin sonunda bu mef’ûle ait bir zamir bulunması iştigaldir. Bu takdim hasr ifade edebilir. (Elmalılı, Âşûr))

Cümle  السَّمَٓاءَ ‘nın yaratılışı ile başlandı. Çünkü yaratılmışların en büyüğüdür ve insanların gözleri önünde müşahede edilmektedir. (Âşûr)

السَّمَٓاءَ ‘nın  البِناءِ  fiili ile kullanılışında istiare vardır. Binaların da tavanı oluşundan ortak yön oluşmuştur. (Âşûr)  

Tefsiriyye olarak fasılla gelen  بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ  cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Fiilin failinden mahzuf hale müteallik olan  بِاَيْدٍ ’deki  بِ , sebebiyyedir. 

Allah Teâlâ’nın, yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Kevni ayetlerin zikredilmesinin altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.

بِاَيْدٍ  (muazzam bir güç ile) والأيد والآد ‘kuvvet’ demektir; mazisi آد , muzarisi  يئيد , ism-i faili ise  أيد  şeklindedir. (Keşşaf)

الأيد  kelimesi  يَدٍ  kelimesinin çoğulu olabilirse de burada [‘’Davud'u, o kuvvet sahibi zatı hatırla’’] (Sâd, 38/17) ayetinde olduğu gibi teyidin aslı olan ‘kuvvet’ manasına olması daha ağır basar. Bu beyan "Allaha kaçın!" ifadesi ile ["Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım."] (Zariyat, 51/56) ayetinin muhtevasına ve manasına önceden yapılmış bir hazırlıktır. Nitekim ["Şüphesiz rızık veren güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır."] (Zâriyât, 51/58) ayeti ile de teyid olunacaktır. (Elmalılı, Âşûr)

Allah Teâlâ kendisinden çoğul zamiriyle bahsedince, el kelimesi de, ellerimiz şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Allah kendisinden tekil olarak bahsettiği vakit el kelimesi de tekil veya tesniye (ikil) olarak gelmiştir.

بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ   cümlesinde istiâre-i temsiliyye vardır. Çünkü gökyüzü bina edilmez, yaratılır. Fakat Yüce Allah yaratma ve meydana getirmenin sadece kendine mahsus oluşunu, bir şeyi kendi elleriyle ve bizzat yapan kimseye benzetti. İstiâre-i temsîliyye yoluyla, yapmak manasına gelen  بَنَي  fiilini yaratmak manasına gelen  خلق  fiili yerine kullandı. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 


وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ

 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlenin  اِنَّ  ile tekidi, muhatabı münkir makamına koymak içindir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka  olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

لَمُوسِعُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

مُوسِعُونَ  kelimesi güç anlamındaki  الوسع  kökünden gelir.  مُوسِ  kelimesinin, “başkalarına yardıma gücü yeten” anlamı vardır. Hasan-ı Basrî (v. 110/728) kelimeyi, “yağmurla rızkı genişletiriz” şeklinde açıklamıştır. Ayrıca, “semayla arzın arasını genişletmişiz” anlamı da verilmiştir. (Keşşâf)

Ayet-i kerîmedeki  لَمُوسِعُونَ  kelimesi, takat anlamındaki  وُسْعٍ  kelimesinden türemiştir. مُوسِعُ ; infaka muktedir manasındadır. Ayetten maksadın, ”gökyüzünü genişleten" veya ”gökyüzü ile yer arasında geniş bir boşluk yaratan" ya da ”rızkı genişleten" olması muhtemeldir. [”Gökyüzünde rızkınız var."] (Zâriyât: 22) ayeti bu son ihtimale delalet eder. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

اِنَّا ‘daki  çoğul zamiri azamete delalet eder ki, bunu şu iki açıdan açıklayabiliriz:

a) Söz, dinleyenin anlayış miktarına göre getirilir. Dinleyen ise insandır. İnsan, "görünür âlemi, gayb alemine kıyas eder. Zira, insanlar nezdinde büyük bir kimse, bir işi, ordusu ve hizmetçileriyle yapan, o işi bizzat kendisi yapmayan kimsedir. Binâenaleyh hükümdar, "Biz yaptık.." der, ama "Bu işi, emrimizle, hizmetkârlarımız yaptı" manası kastedilir ki, bunda bir tazim vardır, işte görülmeyen hakkında da böyledir.

b) Bir söz, birisi tarafından söylenir, diğerleri de ona razı olursa, o sözü söyleyen "Biz, hepimiz böyle yaptık.." der. Yine, sadece bir kısmı tarafından yapılabilen bir fiil üzerinde, bir kalabalık toplanıp da, mesela, yırtıcı bir hayvanı öldürmek için büyük bir kalabalık çıkıp onu öldürdüklerinde, herkes bu işe razı olduğu ve herkes aynı şeye yöneldiği için- "Falanca beldenin halkı onu öldürdü.." denilir. Bunu iyice kavradığın zaman, şimdi bil ki Allah Teâlâ, hiç kimsenin reddedemeyeceği ve herkesin boyun eğeceği bir İşin yapılmasını emrettiğinde Allah, "Yaptım" yerine, "yaptık!.." ifadesini kullanır. Bu büyük hükümdar hakkında, O'nun hiçkimsenin inkâr edemeyeceği ve hiçbir nefsin reddedemeyeceği bir ululuk üzere olduğunda ittifak etmişizdir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 48. Ayet

وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ  ...


Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
2 فَرَشْنَاهَا biz döşedik ف ر ش
3 فَنِعْمَ ne güzel ن ع م
4 الْمَاهِدُونَ döşeyiciyiz م ه د

وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا

 

وَ  istînâfiyyedir.  الْاَرْضَ  kelimesi sonrasında onu tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri;  فَرَشْنَاهَا  (döşedik) şeklindedir.

فَرَشْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ

 

فَ  atıf harfidir.  بِئْسَ  camid fiil olup, zem fiillerindendir.  الْمَاهِدُونَ  fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, نحن (Biz) ‘dir.

الْمَاهِدُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  مهد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا 

 

وَ , atıf harfidir. Hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayete atfedilmiştir.  الْاَرْضَ  sonraki açıklamanın delaletiyle mahzuf bir fiilin mef’ûlüdur. Takdiri,  فَرَشْنَا (Yaydık) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veya  وَالْاَرْضَ , iştigal olarak mansubtur. O durumda ayette takdim tehir sanatı vardır. Mamul amiline takdim edilmiştir. Mef’ûlün amiline takdim edilip, fiilin sonunda bu mef’ûle ait bir zamir bulunması iştigaldir. Bu takdim hasır ifade edebilir. (Âşûr)

Tefsiriyye olarak fasılla gelen  فَرَشْنَاهَا  cümlesinin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi, işin Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle ilgili olduğunu ifade eder.

Önceki ayetteki  السَّمَٓاءَ  ve الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

Bu ifadede, yerin ovalleştirilmesini semanın yaratılmasından sonra olduğuna dair bir delil vardır. Çünkü (mesela), bir evin çatısı, adette döşemesinden önce olur. (Fahreddin er-Râzî)


فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ

 

 فَ , atıf harfidir. Cümle, mukadder … فَرَشْنَا  cümlesine atfedilmiştir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Medh fiili  نِعْمَ ’nin faili  الْمَاهِدُونَ ‘dir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  نِعْمَ ‘nin, takdiri  نحن (Biz) olan mahsusu, mahzuftur.

الْمَاهِدُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

فَرَشْنَاهَا  - الْمَاهِدُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْمَاهِدُونَ ‘daki cem’, tazim içindir. (Âşûr) 

Yeryüzünü de döşedik, türlü nimetlerle donattık, döşek gibi altınıza serdik ki üzerinde bir zamana kadar durup hayattan nasip alasınız. Daha da ne güzel döşeriz, türlü nimetlerle döşenmiş olduğu gibi ilerde daha güzelini döşeyecek, daha güzel nimetler verecek kuvvet ve kudret de mevcuttur. (Elmalılı)

 
Zâriyât Sûresi 49. Ayet

وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ  ...


Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ ve
2 كُلِّ her ك ل ل
3 شَيْءٍ şeyden ش ي ا
4 خَلَقْنَا yarattık خ ل ق
5 زَوْجَيْنِ iki çift (erkek-dişi) ز و ج
6 لَعَلَّكُمْ umulur ki
7 تَذَكَّرُونَ düşünüp öğüt alasınız ذ ك ر

وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ 

 

وَ  atıf harfidir.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  خَلَقْنَا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ  cümlesi mukadder olan  فَرَشْنَاهَا  cümlesine matuftur.  خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

زَوْجَيْنِ  muzâfun ileyh olup, müsenna olduğu için  يْ  ile mecrurdur. 

 

 لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

 

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

كُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  تَذَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ

 

وَ , atıf harfidir. Ayetin ilk cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki mukadder … فَرَشْنَا  (Yaydık.) cümlesine atfedilmiştir. Cümlede takdim tehir sanatı vardır.  مِنْ كُلِّ شَيْءٍ  car mecruru, umum ifadesi için amili olan  خَلَقْنَا  fiiline takdim edilmiştir.

Bu ayette de fiilin azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. Bu da yaratmanın Allah'ın bizzat celâliyle, kudretiyle, kemâliyle gerçekleştiğini ifade etmeye kafidir. 

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

Her şeyden, yani bütün canlılardan çift çift -erkek ve dişi- yarattık. Hasan-ı Basrî (v. 110/728) her şeyin çift yaratılışına, yer ve göğü, gece ve gündüzü, kara ve denizi, güneş ve ayı, ölüm ve hayatı örnek vermiş ve daha başka şeyler de sayarak şöyle demiştir: “Bunlardan her ikisi birer zevc (yani eş)tir; Allah ise tektir ve eşi benzeri yoktur.” (Keşşaf)

Cenab-ı Hak, yer ile gök arasında olan varlıkları delil getirerek "Her şeyden de, iki çift yarattık" buyurmuştur,  زَوْجَيْنِ  sözü ile, ya iki zıt kastedilmiş olur; çünkü erkekle dişi birbirinin zıddı gibidirler; bu ikisinde meydana gelen çift de böyledir. Yahut da, burada, birbirine benzeyen İki şey kastedilmiştir. Çünkü her şeyin, benzeri, bir naziri, bir zıddı ve bir misli vardır. Mantıkçılar, ayetteki "şey" ile cins"in kastedildiğini söyleyerek şöyle demişlerdir: Bir cinsin muhtevasında en az iki tür bulunur.. O halde bu demektir ki, her cinsten, İki tür yaratılmıştır. Meselâ cevherden maddî olanla mücerret olanlar; maddîden, büyüyen gelişenle câmid olanlar; namî (gelişen)den, müdrik olanlar ile bitkiler; müdrikten de, nâtık (insan) ile konuşamayanlar meydana gelmişlerdir. Bütün bunlar onun (Allah'ın) zatında, çokluğu olmayan bir tek olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)


لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ ’nin haberi olan  تَذَكَّرُونَ ’nin, muzari sıygada cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ  kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbni Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn, Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilahlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Allah Teâlânın, 47.ayetten itibaren gökyüzünü bina etmesi, yeryüzünü döşemesi, çiftleri yaratması şeklindeki ayetlerinin sayılmasında taksim sanatı ve bu son cümlede de cem’ sanatı vardır.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok  suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

… ki düşünüp ders çıkarasınız; semanın sapasağlam inşa edilmesi, arzın döşenmesi, çiftlerin yaratılması gibi icraatların tümü üzerinde düşünesiniz ve Yaratıcı’yı tanıyıp O’na kulluk edesiniz “diye.” (Keşşâf)

 
Zâriyât Sûresi 50. Ayet

فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ  ...


O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَفِرُّوا o halde kaçın ف ر ر
2 إِلَى
3 اللَّهِ Allah’a
4 إِنِّي şüphesiz ben
5 لَكُمْ size
6 مِنْهُ O’nun tarafından
7 نَذِيرٌ bir uyarıcıyım ن ذ ر
8 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إذا علمتم صفات الله المذكورة (Allahın zikredilen sıfatını bildiğinizde..) şeklindedir.

فِرُّٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  فِرُّٓوا  fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri;  إلى ثواب الله (Allah’ın sevabı) şeklindedir.


اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَكُمْ  car mecruru  نَذ۪يرٌ ’e mütealliktir.  مِنْهُ  car mecruru  نَذ۪يرٌ  mahzuf haline mütealliktir. 

نَذ۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  مُب۪ين  kelimesi  نَذ۪يرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada  مُب۪ين  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَذ۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ 

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayette rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Cevap cümlesi olan  فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri  إذا علمتم صفات الله المذكورة (Allahın zikredilen sıfatlarını bildiğinizde..)  olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

 فِرُّوا إلى اللَّهِ  cümlesinde temsili istiare vardır. (Âşûr) 

الفِرارُ , burada  الهُرُوبُ  demektir. Eza verecek şeyden kaçmaktır. Vebadan, aslandan ve düşmandan kaç demek gibi. (Âşûr) 

اللّٰهِ  lafzının muzâfı mahzuftur. İfadenin takdiri  إلى ثواب الله (Allah’ın sevabı) şeklindedir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki azamet zamirinden bu ayette gaib zamire iltifat sanatı vardır.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Cenab-ı Hakk'ın "kaçınız..." ifadesi, yok etmenin çok hızlı olacağını haber verir. Buna göre adeta O şöyle demiştir: "Bu helak etme ve azab Allah'a dönüşte herhangi bir gecikme ihtimali bulunmayacak kadar hızlı ve yakındır. O halde çok hızlı bir biçimde Allah'a sığının ve O'na kaçın!" (Fahreddin er-Râzî)

Ey Rasûlüm Muhammed! Kavmine şöyle de: ”Durum böyle olduğuna göre, iman ve tâatle, bu Yüce Allah'a koşuşun! Böylece O'nun cezasından korunmuş ve sevabına nail olmuş olursunuz. İman ve tâate sarılmak konusundaki emrin,  فِرُّٓ  ”koşmak" kelimesi ile ifade edilişi, insanların gerisinde, kaçmaları gereken bir cezanın varlığına dikkat çekmek içindir. (Rûhu’l Beyân)

Allah'ın, Resulullah'a, insanları azabından kendisine koşmaya emretmesinde ve onun kendisi tarafından değil, Allah katından gelen bir uyarıcı olduğunu bildirmesinde, müminlerin kaçtıkları şeyden kurtulacakları ve istenileni elde edecekleri vaadi vardır. (Rûhu’l Beyân)


 اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , amili olan  نَذ۪يرٌ ’a ihtimam için takdim edilmiştir. Car mecrur  مِنْهُ  ise  نَذ۪يرٌ ‘dan mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ب۪ينٌ  fiilinin  افعال  babının ism-i fail vezninde gelen mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

مُب۪ينٍ , bilindiği gibi  إبان ’den ism-i faildir.  إبان  ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca  مُب۪ينٍۙ (açık) demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı)

Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede mütekellim zamirine iltifat sanatı vardır.

“Ben sizin için azabın sebeplerini ve ondan kurtulma çarelerini açıklayan bir uyarıcıyım.”

Çünkü uyarı, sakıncayı bildirmektir. Uyarma, sırf korkutmak ve rahatsız etmek için değildir; uyarı konusu şeylerden sakındırmak içindir. (Ebüssuûd)

Risâlet hususunda, üç şey söz konusu edilebilir: Mürsil (gönderen), resul (elçi) ve mürselun ileyh (kendilerine peygamber gönderilen). İşte burada hepsi de zikredilmiştir. Cenâb-ı Hakk'ın, ayetteki   “لَكُمْ”  ifadesi, kendilerine peygamber gönderilenlere;   مِنْهُ  ifadesi, gönderene ve  نَذ۪يرٌ  ifadesi de, resule bir işarettir. Cenâb-ı Hak, kendilerine peygamber gönderilenleri önce zikretmiştir, çünkü kendilerine resul gönderilenler, risâlet meselesinde önemli bir yer arz etmektedir. Çünkü ancak o zaman nübüvvet işi tamam olmuş olur. Padişah, kendisine muhalefet veya muvafakat eden kimselerin olmadığı, böylece de, bir nezir veya müjdeci gönderme ihtiyacı hissetmediği yerlere, ne kadar büyük padişah olursa olsun, resul (elçi) göndermez. Ama orada muhalefet edenler veya muvafakat edenler bulunursa, büyük dahi olmasa, oraya elçi gönderir. Ayette daha sonra gönderene yer verilmiştir. Çünkü gönderen bellidir ve işe teşvik eden de odur. Elçi de, onun seçmesiyle olur. Eğer gönderen belli  olmasaydı, elçi gönderme işi söz konusu olmazdı. Elçiye (Resule) gelince, o belli değildir. Çünkü padişah (gönderen), kullarından dilediği kimseyi seçer. (Fahreddin er-Râzî, (Âşûr)

Sözün, çeşitlenmesinde şöyle bir incelik bulunmaktadır: "Allahü teâlâ, "Semâyı biz... yaptık..."; "yeri de biz döşedik" "Herşeyden de çifti biz yarattık" buyurmuş, daha sonra da sözü Hz  Peygamber (sav)'e yönelterek, "O halde hepiniz Allah'a kaçın. "Bize kaçın..." dememiştir. Bu böyledir, zira, sözün çeşitlendirilmesinin bir tesiri söz konusu olduğu gibi, söyleyenlerin değişmesinin de bir tesiri vardır. İşte bundan dolayı insan, haktan sapan çocuğuna çokça nasihatta bulunur, bazan sevdirme, bazan korkutma, bazan da kıssalar anlatarak dikkat çekmek suretiyle sözünü çeşitlendirir, daha sonra da bir başkasına, "Bir de sen onunla konuş. Belki senin sözün bir fayda sağlar.." der. Çünkü insanların zihinlerinde, hem konuşanların hem de konuşulan sözün çeşitli olmasının etkili olacağı düşüncesi bulunmaktadır. Burda da Allahü teâlâ çeşitli ifâdeler getirmiş, çoğu kez İstidlaller yapmış ayetler serdetmiş, zaman zaman uygun kıssalardan bahsetmiş, daha sonra da bir başka konuşandan, yani, Hz Peygamber (sav)'den pasajlar nakletmiştir. Müfessirlerden bazıları , ayetin takdirinin, "Onlara, "Allah'a kaçınız" de" şeklinde olduğunu söylemişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Zâriyât Sûresi 51. Ayet

وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ  ...


Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تَجْعَلُوا uydurmayın ج ع ل
3 مَعَ ile beraber
4 اللَّهِ Allah
5 إِلَٰهًا tanrılar ا ل ه
6 اخَرَ başka ا خ ر
7 إِنِّي şüphesiz ben
8 لَكُمْ size
9 مِنْهُ O’nun tarafından
10 نَذِيرٌ bir uyarıcıyım ن ذ ر
11 مُبِينٌ apaçık ب ي ن

وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۜ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَجْعَلُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

جَعَلَ  değiştirme manasında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَعَ  mekân zarfı, mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً ’nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَ  gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَكُمْ  car mecruru  نَذ۪يرٌ ’e mütealliktir. مِنْهُ  car mecruru  نَذ۪يرٌ  mahzuf haline mütealliktir. 

نَذ۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.  مُب۪ين  kelimesi  نَذ۪يرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada  مُب۪ين  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَذ۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la 50. ayetteki  فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Fiilin muzari sıygada gelmesi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰخَرَ  kelimesi,  اِلٰهاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِلٰهاً ’deki tenvin nev ve tahkir ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma işarettir.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)


اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ , ihtimam için amili olan  نَذ۪يرٌ ’a takdim edilmiştir. Car mecrur  مِنْهُ  ise  نَذ۪يرٌ ‘un mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

ب۪ينٌۚ  fiilinin  افعال  babının ism-i fail vezninde gelen mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

مُب۪ينٍ , bilindiği gibi  إبان ’den ism-i faildir.  إبان  ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca  مُب۪ينٍۙ (açık) demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı)

Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede mütekellim zamirine iltifat sanatı vardır.

“Ben sizin için azabın sebeplerini ve ondan kurtulma çarelerini açıklayan bir uyarıcıyım.”

Çünkü uyarı sakıncayı bildirmektir. Uyarma, sırf korkutmak ve rahatsız etmek için değildir; uyarı konusu şeylerden sakındırmak içindir. (Ebüssuûd)

Bir önceki ayetin son cümlesinin, bu ayette tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ  ayeti, önceki azaptan Allah'a koşmayı tekiddir. Ama tekrar yoluyla değil, sebebinden yasaklayıp, ondan kaçmanın gereğine işaretledir. (Rûhu’l Beyân)

Her iki ayetteki [“Ondan açık bir şekilde korkutuyorum”] şeklindeki tekrar tekid içindir. Tehditte sözü uzatmak daha beliğdir. (Nesefî)

 
Günün Mesajı
47. ayetteki "Muhakkak ki Biz genişleticiyiz" ifadesi son zamanlarda ortaya çıkan sürekli genişleyen kainat teorisine işaret ediyor olabilir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünya nimetleri, ancak Allah’ın izniyle faydalıdır. Yanlış zamanda ya da yanlış miktarda olursa zarar getirir. Birine fayda sağlayan, bir başkasına zarar verir. Dünya hayatı böyleydi işte: hz. İbrahim ile karısına müjde getiren melekler, hz. Lut’un kavmine ise Allah’ın azabını getirdiler. Koruyan, iyileştiren, yaşatan ve öldüren yalnız Allah’tır.

Bu düşüncelerle beraber rüzgarla, yağmurla ve denizle oynuyordu. Dünya tarihi boyunca; belki neşe, belki de üzüntü sebebi oldular. Belki kurtuluşa, belki de helaka sürüklediler. Bazen de hayatın başlangıcı ya da sonu oldular.

Anladı ki, tek başına dünya nimetlerini (ya da hayırlı diye umduklarını) ısrarla istemek yeterli ve hatta belki akıllıca değildi. Başkasına müjde ile gelen, kendisinin felaketi olabilirdi. Başka nefsin kaldırdığı dünya yükü altında kendi nefsi ezilebilirdi. Ayrıca her hayırlı olanın kolay olma ya da mutluluk getirme garantisi de yoktu. 

Nimetleri yaratan ve veren Allah’a güvenmesini bilmeliydi. Zaten, nasibinde olanı kimsenin elinden alamayacağından ya da engel olamayacağından emin olmalıydı. Verilene şükür, verilmeyene de şükür etmeliydi. Dünya nimetlerinden yararlananlardan olmayı dualarında istemeliydi. Bilmeyen haliyle, her şeyin sahibi olan bilene sığınmalıydı.

Rabbimiz! Yağmurla, denizle ve rüzgarla; kullarını besleyensin, gönüllere ve gözlere şenlik getirensin. Yine onlarla; kimi kullarını imtihan edensin. Geçmişte ise kimi sapkınları helak edensin. 

Rabbimiz! Dünya aleminin, bildiğimiz ve bilmediğimiz, her türlü şerrinden Sana sığınırız. Bizi, iki cihanda da saadet verdiklerinden ve zararlardan koruduklarından eyle. 

Rabbimiz! Bize, hayır kapılarından göz aydınlığı getirecek olanları aç. Bizim için hayırlı olan halleri ise gönüllerimize sevdir ve kolaylaştır. Dünya nimetlerini zarara ve faydaya dönüştüren kudretine iman ederiz. Sahip olduğumuz nimetlerin kıymetini bilenlerden, hayırla faydalananlardan, şükrünü edenlerden ve onlarla rızanı kazananlardan eyle. 

Amin.

***

Helak edilen kavimler anlatılırken, kurtulanların sayısının az olduğu ifade edilir. Zira, nefsi için yaşayana ya da dünyaya kapılana hakikatin yanında olmak zor bir iştir. Allah’tan gelen emirlere itaat ettiğinde hırslarını sakinleştirmek ve sınırdan çıkmış isteklerine dur demek zorundadır. Bu nefsani düzeyde kalbi ne kadar kırsa da veya canı yaksa da böyledir.

Nefsin peşinden gitmek ve Allah’ın emirlerine itaat etmek dendiğinde belki akla ilk gelenler kişinin kendisinin uzak durduğu ve ciddi manada yanlış olan işlerdir. Halbuki hayat uçlardan ibaret değildir. Allah’ın sınırlarına uymadığı için bir filmi ya da kitabı bırakmak da itaattir. Gerçekten sevilen birinden bir takım yanlış unsurlardan dolayı vazgeçmek de, çeşitli sıkıntılara rağmen zulüm karşısında durmak da böyledir. Yapmakta zorlanılan bir şeye sırf Allah emrettiği için adım atmak da böyledir.

Bu şu demektir: Allah’a itaat edildiği anın içinde nefis sahibinden memnun olacak ya da işler bir anda kolaylaşacak diye bir şey yoktur. Belli bir süre üzülmek, korkmak yani acı çekmek mümkündür. Zira şeytani ya da nefsani vesveseler kişinin aklını çelmeye çalışacaktır. Ancak samimiyetle Allah’a adım atan kul, zamanla mutluluğun hakiki boyutlarıyla tanışır. Ki akıl sahibi için artık bu lezzetten vazgeçmek çok daha zordur.

Ey mutluluğun ve huzurun sahibi olan Allahım! Bizi iki cihanda da mutlu ve huzurlu kıl. Dünyanın yalanlarıyla paketlenmiş mutluluk tanımlarının peşinden giderek hem bu dünyadaki, hem de ahiretteki halimizi karanlığa sürüklemekten muhafaza buyur. Bizi Sana samimiyet ile itaat eden takva ve ihlas sahibi kullarından kıl. Senin rızan için yapmakta ya da vazgeçmekte zorlandığımız işleri bize kolaylaştır. Sana yakın bir kul olmanın getirdiği hakiki huzurun ve huşunun tadına varanlardan eyle. Ve bizi iki cihanda da Sana yakın olan kullarının zümresine kat. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji