24 Şubat 2026
Zâriyât Sûresi 52-60 / Tûr Sûresi 1-14 (522. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Zâriyât Sûresi 52. Ayet

كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ  ...


İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, “O bir büyücüdür” yahut “bir delidir” demiş olmasınlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَٰلِكَ işte böyle
2 مَا
3 أَتَى gelmedi ا ت ي
4 الَّذِينَ onlara ki
5 مِنْ
6 قَبْلِهِمْ onlardan önce ق ب ل
7 مِنْ hiçbir
8 رَسُولٍ elçi ر س ل
9 إِلَّا mutlaka
10 قَالُوا dediler ق و ل
11 سَاحِرٌ büyücüdür س ح ر
12 أَوْ veya
13 مَجْنُونٌ cinlenmiştir ج ن ن

Resûlullah’ın, çevresinden gördüğü kötü muameleyi ve inkârcı­ların onun hakkında kendisiyle asla bağdaşmayan sıfatlar uydurmalarını yadırgamayıp üzülmemesi için geçmiş toplumların tutumlarından örnek verilmektedir. 54-55. âyetlere göre Resûlullah’ın gerçekleri anlatmak uğruna ortaya koyduğu bunca çabaya rağmen direnişlerini sürdürenlere karşı yapması gereken şey, onlara aldırış etmeden doğru yolda yürümesi ve öğütten yararlanma yeteneğini yitirmemiş olanlara öğüt vermeyi sürdürmesidir. Vahiy alan ve mûcizelerle donatılan peygambere karşı bile böyle davranıldığına, buna rağmen ondan âyette belirtilen yolu izlemesi istendiğine göre, dini tebliğ görevi yapan müminlerin de benzer olumsuzluklarla karşılaştıklarında aynı yöntemi izlemeleri gerektiği anlaşılmaktadır. 

Râzî, peygamberler tarihinden örnekler vererek 52. âyette bütün peygamberlerin değil “resul” sıfatını taşıyanların kastedildiğini, ayrıca burada kapsamlı bir ifade kullanılmış olmasından bu ithamların herkes tarafından yapıldığı mânasının çıkmayacağını belirtir (XXVIII, 229-230; “nebî” ile “resul” arasındaki fark için bk. Bakara 2/61; A‘râf 7/157). Bu ve benzeri yerlerde “mecnun” kelimesini –yaygın anlamıyla– “akıl hastası, deli” şeklinde açıklamak mümkün olduğu gibi, o günkü inanışlar ışığında “cinlenmiş, cinin hâkimiyetine girmiş” şeklinde yorumlamak da mümkündür (bk. Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 158-165; ayrıca bk. A‘râf 7/184; Hicr 15/6). 53. âyette, müşriklerin Resûlullah’a karşı tutumları ile önceki toplumların kendi peygamberlerine karşı tutumları arasındaki benzerliğin sebebi olarak hatıra gelebilecek bir düşünceye, yani bunun bir hars, öncekilerden tevârüs edilmiş bir kültür olması ihtimaline değinildikten sonra “hayır!” veya “daha doğrusu...”buyurularak –muhtemelen, öncekilerle güçlü bir kültür etkileşimi içinde olmadıkları için– buna imkân bulunmadığına işaret edilmekte; hemen ardından da asıl sebebin öncekilerle bunların “azgınlık, taşkınlık etme” şeklinde özetlenebilecek ortak bir özellik taşımaları olduğu belirtilmektedir. Onları bu taşkınlığa ve mütecaviz davranmaya yönelten temel âmil de ön yargıyla hareket edip inkârda taassup göstermeleridir. Taberî âyetin ilk cümlesini “Bu, nesilden nesile aktarılan bir telakki mi?” şeklinde anlarken, müfessirlerin çoğu bunu hayretle karışık bir istihzâ ifadesi olarak kabul edip aynı zaman diliminde yaşamadıkları için böyle bir etkileşimin imkânsız olduğu açıklamasını yaparlar. Biz de bu anlayışa uygun olarak âyeti, “Sanki nesiller boyu birbirlerine hep bunu tavsiye etmişler! Daha doğrusu onlar azgın bir topluluk!” şeklinde çevirdik (bk. Taberî, XXVII, 9-10; Zemahşerî, IV, 32; İbn Atıyye, V, 182; Râzî, XXVIII, 230). 

54. âyette yer alan “Artık onlarla ilgilenme” anlamındaki buyruğun, bazı insanlara karşı tebliğ görevinin terkedilmesinin istendiği şeklinde yorumlanması doğru olmaz. Zira bu buyruk, âyetin devamında belirtildiği üzere Resûl-i Ekrem’in, herkesin hidayete ermesi için gösterdiği canhıraş çabaya rağmen bu sonuca ulaşamamaktan ötürü duyduğu üzüntüyle ilgilidir ve kendisinin bu sonuçtan sorumlu olmadığını bildirme amacı taşımaktadır. Nitekim müteakip âyette Hz. Peygamber’den (alanlar için) öğüt vermeye devam etmesi istenmiş, başka âyetlerde de her şart altında tebliğ görevinin yerine getirilmesi için azim ve sebat göstermenin önemi üzerinde durulmuştur. Şu var ki aydınlanmaktan rahatsızlık duyup bağnaz bir tutum sergileyenlerden ilginin kesilmesi bir noktadan sonra kaçınılmaz olacağı için, “Artık onlarla ilgilenme; bundan ötürü kınanacak değilsin” buyurularak Hz. Peygamber’e teselli verilmektedir. 55. âyette “öğüdün inananlara fayda vereceği”nin belirtilmesini ise şöyle anlamak uygun olur: Öğüt, iman sahiplerinin imanlarının güçlenmesine ve daha güzel davranmalarına; imana yatkınlığı olanların yani gözlerini, kulaklarını, gönüllerini hakikat çağrısına kapatmayanların da iman etmelerine ve bunun devamında mümine yaraşır davranışlar içine girmelerine vesile olur. İkinci grubu belirtmek üzere Zemahşerî, “Allah’ın imana gireceklerini bildiklerine” ifadesini kullanır (IV, 32).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 135-137

كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

 

كَ  harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare, mukadder mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri, الأمر- أو الشأن (Hal veya durumu) şeklindedir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك  ise muhatap zamiridir. 

Fiil cümlesidir. مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اَتَى  elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ  zaiddir.  رَسُولٍ  lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. قَالُوا سَاحِرٌ  cümlesi mevsûlün hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

سَاحِرٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هو  şeklindedir.  مَجْنُونٌ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

سَاحِرٌ  kelimesi, sülasi mücerredi سحر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَجْنُونٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  جنن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

كَذٰلِكَ

 

Ayet, beyâni istînâf olarak fasılla gelmiştir. (Âşûr) Cümlede îcâz-ı hazif vardır. 

كَذٰلِكَ , takdiri ألأمرُ (Durum) olan mahzuf mübteda için mahzuf habere mütealliktir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَذٰلِكَ , îrab açısından  والأمر كذلك  şeklinde mahzuf bir mübtedanin haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Buradaki  كَ  harfi misil manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  كَ  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile  كَ’ ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/54, c. 5, s. 176-177) 


مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

كَذٰلِكَ ’nin başındaki  كَ ’ın  اَتَى  fiiliyle mansub olması doğru olmaz; çünkü  مَٓا -i nâfiyenin sonrası öncesinde amel etmez. Eğer  مَٓا اَتَى  yerine  لمْ يأت  denilmiş olsaydı doğru olur ve anlam da şöyle olurdu: İşte Hz. Muhammed’in bu gelişi gibi kendilerinden önce de hiçbir elçi gelmedi ki büyücü/cinli demiş olmasınlar. (Keşşâf)

Mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَٓا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir.

Kasr, اَتَى  fiilinin mef’ûlüyle mef’ûlün hali arasındadır. الَّذ۪ينَ  maksûr/mevsûf, … قَالُوا   maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِنْ رَسُولٍ ‘e dahil olan  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. رَسُولٍ  lafzen mecrur, mahallen merfû olarak  اَتَى  fiilinin failidir. رَسُولٍ ’deki tenvin, tazim ifade eder. 

مِنْ رَسُولٍ ‘deki  مِنْ  ziyade olup umum ifadesi içindir. Yani her peygambere kavminden bir kısım büyücüdür, mecnundur demiştir. (Âşûr) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  الَّذ۪ينَ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ  cümlesi ism-i mevsûlun halidir. Hal cümleleri, anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هُوَ  olan mübteda, mahzuftur. Bu takdire göre, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَجْنُونٌ , haber olan سَاحِرٌ ‘a matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.

سَاحِرٌ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Zâriyât Sûresi 53. Ayet

اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ  ...


Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَتَوَاصَوْا tavsiye mi ettiler? و ص ي
2 بِهِ bunu
3 بَلْ doğrusu
4 هُمْ onlar
5 قَوْمٌ bir topluluktur ق و م
6 طَاغُونَ azgın ط غ ي

اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ 

 

Hemze istifham harfidir.  تَوَاصَوْا   mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪  car mecruru  تَوَاصَوْا  fiiline mütealliktir. 

تَوَاصَوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Sülâsisi وصي ‘dır. Tefâ’ul babındandır. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.

Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ve mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ve mefûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ

 

بَلْ , idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. قَوْمٌ  haber olup lafzen merfûdur. طَاغُونَ  kelimesi  قَوْمٌ ‘ün sıfatı olup ref alameti و ‘dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi 

طَاغُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  طغي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hemze, inkarî istifham harfidir. İlk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Ayetin başındaki "elif" (soru edatı), azarlamak ve yapılan işin hayret edilecek bir iş olduğunu ifade etmek (taaccüp) içindir. (Kurtubî)

Bu istifham teşbihi beliğ yoluyIa onların yaptıkları gizli anlaşmaya olan şaşkınlığı anlatmak için kullanılmıştır. Yani, sanki onlar birbirlerine bunu söylemeyi tavsiye etmişlerdir. Buradaki istifham, lazımı olan taaccüpten kinayedir. Çünkü acayip şeylerin soruşturulması gerekir. (Âşûr) 


 بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بَلْ  atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen de bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, c.1, s. 437) Burada  بَلْ , intikal için gelmiş idrâb harfidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu kelam, onların şer üzerinde ittifak etmelerinin, bunu birbirlerine vasiyet etmelerinden ileri gelmediğini, fakat bundan daha çirkin ve şen’i olan ve hepsini kapsayan bir azgınlıktan kaynaklandığını ve bu azgınlığın da, birbirlerine vasiyetleri sebebiyle olmayıp, habis karakterlerinin icabı olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)  

طَاغُونَ  kelimesi  قَوْمٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

طَاغُونَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80) 

İsm-i fail kalıbı, insanların bilinçli, bile isteye sahip oldukları, genellikle sürekli olmayan özellikleri belirten kalıptır. İsm-i fâil, yapılıp yapılmaması kişinin elinde olan fiillerden yapılır, yazan, okuyan gibi ism-i failler, insanın elindedir. İnsanın elinde olmayan, insan iradesinin dışında oluşan fiillerden ism-i fail olmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan, Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri)

 
Zâriyât Sûresi 54. Ayet

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ  ...


Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَتَوَلَّ yüz çevir و ل ي
2 عَنْهُمْ onlardan
3 فَمَا değilsin
4 أَنْتَ sen
5 بِمَلُومٍ kınanacak ل و م

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن لم يستجيبوا لك فتولّ عنهم (Eğer sana icabet etmezlerse onlardan yüz çevir.)

Fiil cümlesidir.  تَوَلَّ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. عَنْهُمْ  car mecruru  تَوَلَّ  fiiline mütealliktir. 

فَ  taliliyyedir. مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتَ  munfasıl zamir  مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.  بِ  zaiddir.  مَلُومٍۘ  lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَوَلَّ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

مَلُومٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  لوم  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

فَتَوَلَّ عَنْهُمْ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.Takdiri, إن لم يستجيبوا لك (Eğer sana icabet etmezlerse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَتَوَلَّ عَنْهُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir, Hz. Peygamber’e destek manası içermektedir.

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.


 فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ

 

Müstenefe olan cümlede  فَ , ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. 

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. 

Haberi olan  بِمَلُومٍ ’e dahil olan  بِ  tekid ifade eden zaid harftir.  

Olumlu cümlelerde  لِ  harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَٓا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

Menfi haber cümlesinde  بِ  harfinin ziyade olarak gelişi, kınanmadaki olumsuzluğu tekid etmek içindir.(Âşûr) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Zâriyât Sûresi 55. Ayet

وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ  ...


Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَذَكِّرْ ama yine de hatırlat ذ ك ر
2 فَإِنَّ çünkü
3 الذِّكْرَىٰ hatırlatmak ذ ك ر
4 تَنْفَعُ yararlıdır ن ف ع
5 الْمُؤْمِنِينَ inananlara ا م ن

وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. ذَكِّرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

فَ  taliliyyedir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الذِّكْرٰى  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

الذِّكْرٰى  maksur isimlerdendir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَنْفَعُ  fiili  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. تَنْفَعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlün bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

ذَكِّرْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ

 

وَ , istînâfiyyedir.  

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Ayetin ilk cümlesi olan ذَكِّرْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayetin ikinci cümlesi olan  فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ ‘deki  فَ , emir için ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi,  الذِّكْرٰى  ismidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الذِّكْرٰى - ذَكِّرْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zâriyât Sûresi 56. Ayet

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ  ...


Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 خَلَقْتُ ben yaratmadım خ ل ق
3 الْجِنَّ cinleri ج ن ن
4 وَالْإِنْسَ ve insanları ا ن س
5 إِلَّا dışında
6 لِيَعْبُدُونِ bana kulluk etmeleri ع ب د

Öyle anlaşılıyor ki 56. âyette sözü edilen öğüdün özü, insanların ve cinlerin yaratılış amacını hatırlatmaktır. 56. âyette açıkça ifade edildiği üzere bu yaratılış amacı, onların sadece Allah’a kulluk etmeleridir. Fakat burada fert fert her bir insan ve cinin zorunlu olarak Allah’a kulluk etmeleri değil, bu iki türden isteyenlerin kendi seçimleriyle bunu yapmaları kastedilmektedir (Zemahşerî, IV, 32). Nitekim başka birçok âyetten de bu mâna anlaşılmaktadır. Meselâ Mülk sûresinin 2. âyetine göre hayat ve ölüm insanların sınanması amacıyla var edilmiştir. 56. âyetin “sırf bana kulluk etsinler” şeklinde tercüme edilen kısmı “sırf beni tanısınlar” şeklinde de anlaşılmıştır (Şevkânî, V, 106); fakat son tahlilde Allah’ı tanımanın anlamı O’na gerektiği şekilde kulluk etmektir. Burada “kulluk” ile Allah Teâlâ’nın buyruk ve yasaklarına uymanın değil, mümin olsun inkârcı olsun bütün cinlerin ve insanların Allah’ın kudreti ve koyduğu ilâhî-tabii yasalar önünde zorunlu olarak boyun eğmelerinin kastedildiği yorumu da yapılmıştır; Taberî’nin tercih ettiği yorum budur (XXVII, 11-12). İbn Atıyye’ye göre bu ifadeyle, anılan varlıkların Allah’a kulluk etmeye yatkın bir yapıda yaratıldıkları ve onları buna yöneltecek yeteneklerle donatıldıkları da kastedilmiş olabilir (V, 183; İbn Atıyye’nin burada kullandığı deliller ve izahı için bk. Rûm 30/30). 57 ve 58. âyetlerde bu kulluğun –hâşâ– Allah’ın yararınaymış gibi algılanmaması için çok açık ifadelerle O’nun buna muhtaç olmadığı, asıl şuurlu varlıkların O’na kulluk etme ihtiyacı içinde oldukları belirtilmiştir. 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 137

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

خَلَقْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. الْجِنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاِنْسَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اِلَّا  hasr edatıdır.

لِ  harfi,  يَعْبُدُونِ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  خَلَقْتُ  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَعْبُدُونِ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

 

وَ , istînâfiyyedir.  

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mazi fiil sıygasındaki cümle, kasrla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ  sözü yaratıldıkları fıtrattan sapan ve dalalette olanları saptırmak için yaratılış sünnetine tabi olanlara karşı çıkan müşriklere tariz içindir. (Âşûr)    

Nefiy harfi  مَٓا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille, mef’ûlun lieclih arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller de vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu kelam, bundan önceki öğüt emrini tekîd etmekte ve zikredilen illetini izah etmektedir. Zira cinlerin ve insanların yaratılış amaçlarının, Allah'a ibadet etmek olması, peygamberinizin, onlara öğüt vermesini ve onların da, öğüdü kabul etmelerini gerektirmektedir. Öyle ki, ayette, cinlerin yaratılmasının önce zikredilmesi, onların yaratılmasının, insanlardan önce olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd) 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَعْبُدُونِ  cümlesi, mecrur mahalde  خَلَقْتُ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِيَعْبُدُونِ  fiilinin sonundaki  نِ , vikayedir. Esre, mef’ûl olan mahzuf mütekellim zamirinden ıvazdır. 

Buradaki istisna; umumi illeti hazfedilmiş müferrağ istisnadır.  لِيَعْبُدُونِ ‘deki lam illet lamıdır. Yani, ‘’onları yaratmamın sebebi bana ibadet etmeleridir’’ demektir. (Âşûr)   

El-Kuşeyrî dedi ki: Ayet-i kerîme kafi (yeterli) olarak tahsis edilmiştir. Çünkü deliler ve çocuklar Allah'a ibadet etmekle emrolunmamışlardır ki; yüce Allah'ın onlardan ibadet etmelerini istediği söylenebilsin. (Kurtubî) 

Ayette, bilmenin (marifetin), ibadet olarak ifade edilmesi, sonucun sebep ismiyle ifade edilmesi yoluyla, geçerli olan marifetin (bilmenin), Allah'a ibadet ile hasıl olan marifet olduğuna, yoksa felsefecilerin marifeti gibi başka yollardan hasıl olan marifet olmadığına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd) 

Kulluk anlamına gelen ibadet, ubûdiyetten daha üstündür. Çünkü ubûdiyet, tevazu göstermek, zaaf izhar etmektir. İbadet ise bu hallerde son noktaya ulaşmaktır. Bu dereceyi de ancak fazilette zirveye ulaşanlar elde ederler. (Rûhu’l Beyân)

الْجِنَّ - الْاِنْسَ  - يَعْبُدُونِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْاِنْسَ - الْجِنَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ  cümlesinde, cinlerin önce zikredilmesi, müşrikler nazarında garip olan bu haberin önemini belirtmek ve cinlere tapan müşriklerin cinlerin de Allah’ın kulu olduğunu bilmeleri içindir. (Âşûr)

Zâriyât Sûresi 57. Ayet

مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ  ...


Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 أُرِيدُ ben istemiyorum ر و د
3 مِنْهُمْ onlardan
4 مِنْ hiçbir
5 رِزْقٍ rızık ر ز ق
6 وَمَا ve
7 أُرِيدُ istemiyorum ر و د
8 أَنْ
9 يُطْعِمُونِ beni beslemelerini ط ع م

مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ

 

Fiil cümlesidir. مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  مِنْهُمْ  car mecruru  اُر۪يدُ  fiiline mütealliktir. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir. رِزْقٍ  lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen merfûdur. اُر۪يدُ  fiili bilmek anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا اُر۪يدُ  cümlesi atıf harfi وَ ‘ la birinciye matuftur. اَنْ  ve masdar-ı müevvel amili  اُر۪يدُ ‘nin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. 

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.

يُطْعِمُونِ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

اُر۪يدُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ‘dir.

يُطْعِمُونِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  طعم ’dir. 

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Mütekellim Allah Teala’dır. Ayetin ilk cümlesi  مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

مِنْ رِزْقٍ ‘deki  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.  رِزْقٍ  lafzen mecrur, mahallen mansub olarak  اُر۪يدُ  fiilinin mef’ûludur.

رِزْقٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şumûle işaret eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْهُمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

Aynı üsluptaki  وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  وَ  ile makabline  atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُطْعِمُونِ  cümlesi,  اُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlü konumundadır.  Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُطْعِمُونِ  fiilinin sonundaki  نِ ,vikayedir. Mütekellim zamiri fasılaya riayet için hazf edilmiştir. Esre, mef’ûl olan mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.

Cümledeki fiillerin muzari sıygasında gelmesi, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ  sözü, Allah’ın onlara ihtiyacı olmadığından kinayedir. Çünkü örfe göre insanların en büyük ihtiyaçları yeme, giyme ve barınmadır. Ancak bu hacetler rızık yani mal ile olur. Bundan dolayı onunla başlamış daha sonra diğerlerini ona atfetmiştir. (Âşûr)

مَٓا - اُر۪يدُ - مِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُطْعِمُونِ - رِزْقٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayette, daha fazla vurgu ve pekiştirme olması için, fiil tekrar edilerek ıtnâb yapılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

 
Zâriyât Sûresi 58. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ  ...


Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah’tır
3 هُوَ O
4 الرَّزَّاقُ rızık veren ر ز ق
5 ذُو sahibi
6 الْقُوَّةِ kuvvet ق و ي
7 الْمَتِينُ sağlam م ت ن

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ  fasıl zamiridir. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الرَّزَّاقُ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. 

ذُو  harfle îrab olan beş isimden biri olup,  اِنّ ‘nin ikinci haberi olup ref alameti alameti و ‘dır. Aynı zamanda muzâftır.  الْقُوَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الْمَت۪ينُ  kelimesi  اِنَّ ‘nin üçüncü haberi olup lafzen merfûdur. Veya ذُو ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.

الرَّزَّاقُ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمَت۪ينُ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ

 

Ta’liliyye olarak gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ , fasıl zamiri ve kasrla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celâl müsnedün ileyh,  الرَّزَّاقُ , ذُوالْقُوَّةِ , الْمَت۪ينُ  kelimeleri müsneddir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve kalplere korku salmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetteki mütekellim zamirinden bu ayette gaib zamiri dönüşte, iltifat sanatı vardır. İltifat sanatı kelama canlılık ve uyarı katar. (Fahreddin er-Râzî) 

Cümledeki fasıl zamiri  هُوَ , kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale-l mevsûf, hakiki tahkiki kasrdır. Cümle, bu sıfatların kemal derecede olmak üzere sadece ve sadece Allah’a ait olduğu anlamını taşır.

Aslında zamirler nahiv ilminden bilindiği gibi marife isimlerdendir. Ancak fasıl zamiri isim değildir. Nahivciler arasında meşhur olduğu üzere harftir. Mübteda ile haberin arasına girdiği için “îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kasr izafîdir. ‘Sizin putlarınızda bu özellikler yok’ demektir. (Âşûr)

Bu ayet, bir önceki ayette bahsedilen o iki şeyin sebebini göstermektedir. O halde, الرَّزَّاقُ ifadesi, Allah Teâlâ’nın rızık isteğinde bulunmamasının;  ذُوالْقُوَّةِ (kuvvet sahibi) ifadesi de, herhangi bir şey istemediğinin sebebidir. Çünkü rızık isteyen kimse, fakir ve muhtaç olur. Başkasından bir iş yapmasını isteyen kimse de, gücü-kuvveti olmayan bir aciz olmuş olur. Dolayısıyla Hak Teâlâ sanki, "Ben onlardan rızık istemiyorum. Çünkü zaten Rezzâk benim; iş de istemiyorum. Çünkü kuvvet sahibi olan da benim" demiştir. (Fahreddin er-Râzî - Âşûr) 

Müsned konumundaki  الرَّزَّاقُ  -  ذُوالْقُوَّةِ  -   الْمَت۪ينُ  kelimelerinin marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıflarla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret etmiştir. Bu vasıflar, kemâl derecede olmak üzere sadece Allah’a aittir.

Müsnet olan  الرَّزَّاقُ  -  ذُوالْقُوَّةِ  -  الْمَت۪ينُ  kelimelerinin, aralarında  و  olmadan gelmesi üçünün birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الرَّزَّاقُ  -  ذُوالْقُوَّةِ -  الْمَت۪ينُ  kelimelerinin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

الْمَت۪ينُ - الْقُوَّةِ  kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْمَت۪ينُ (sağlam), gücü sarsılmaz demektir. ذُو ’nun sıfatı olarak merfû‘, ‘iktidar’ anlamında kabul edilip  الْقُوَّةِ  kelimesinin sıfatı olarak da mecrur okunmuştur. Allah’ı kuvvet ve sağlamlıkla nitelemenin anlamı şudur: O her şey üzerinde kādir ve son derecede muktedirdir. (Keşşâf)

الْمَت۪ينُ , sarsılmayan ve sabit olan şey demektir. عزيز  ise, galip demektir. O halde  الْمَت۪ينُ ‘de Allah'ın mağlup olmayacağı, ezilmeyeceği, hezimete uğramayacağı manası; عزيز ‘de de, galip geleceği, ezeceği ve ayakları kaydırıp hezimete uğratacağı manası yatmaktadır. Binaenaleyh  قوي  (kuvvetli),  ذُوالْقُوَّةِ 'den daha mükemmel bir mana ifade ettiği gibi, عزيز ‘ de  الْمَت۪ينُ ‘den daha mükemmel bir ifadedir. O halde Allah Teâlâ, mükemmeli mükemmel ile, aşağı olanı da aşağı olanla birlikte zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)  

قُلْ (de ki) fiilinin  مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ ... cümlesinin başında takdir edilmesi durumunda mana şöyle olur: "Ya Muhammed, de ki: "Ey nas, ben sizden beni yedirip içirmenizi istemiyorum." Böylece de bu, Resulün: [De ki: "Buna karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum’’] (En'âm/90) sözü gibi olur ve bu izaha göre, "Şüphesiz Allah, Rezzâktır" ifadesi, Hazret-i Peygamber (sav)'in sözünün devamı olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî) 
Zâriyât Sûresi 59. Ayet

فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ  ...


Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنَّ muhakkak
2 لِلَّذِينَ vardır
3 ظَلَمُوا zulmedenlerin ظ ل م
4 ذَنُوبًا bir (azab) payı ذ ن ب
5 مِثْلَ gibi م ث ل
6 ذَنُوبِ payı ذ ن ب
7 أَصْحَابِهِمْ arkadaşlarının ص ح ب
8 فَلَا o halde
9 يَسْتَعْجِلُونِ acele etmesinler ع ج ل

Sûrenin başında ilâhî vaadin ve yargılama gününün gerçek olduğuna değinildiği gibi son âyetinde yine inkârcıların “başlarına geleceği gün”e dikkat çekilmesi sûrenin başı ile sonu arasındaki uyum açısından mânidardır (Râzî, XXVIII, 193, 238). Taberî, 60. âyette geçen ve “Vay o inkârcıların haline!” şeklinde çevrilen veylün lehüm ifadesine “Onlar veyl vadisini boylayacaklar” anlamını verir. Ona göre buradaki veyl kelimesi cehennemde içinden iğrenç maddeler akan bir vadiyi ifade etmektedir (XXVII, 15). Ancak İbn Atıyye sözün bağlamı dikkate alındığında bu mânayı vermenin zor olduğunu belirtir (V, 184).


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 137-138

فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان للأمم المتقدّمة نصيب من العذاب فإنّ للذين ظلموا من كفّار مكّة نصيبا مثلهم (eğer önceki ümmetlerin azaptan payı olsaydı zulmeden Mekkeli kâfirlerin de onlar gibi payı olurdu) şeklindedir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  har-i ceriyle  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  ظَلَمُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.  ذَنُوباً  kelimesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.  مِثْلَ  kelimesi  ذَنُوباً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.  ذَنُوبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَصْحَابِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أخّرت عذابهم فلا يستعجلوني (Onların azabını ertelersem, o zaman acele etme) şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَعْجِلُونِ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayette  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Takdiri, إن كان للأمم المتقدّمة نصيب من العذاب (Eğer önceki ümmetlerin azaptan payı olsaydı) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ  cümlesi,  اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ile tekid edilen isim cümleleri çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harfiyle birlikte  اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Sılası olan  ظَلَمُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

ذَنُوباً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismidir. 

Az sözle çok anlam ifade eden  مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ  izafeti  ذَنُوباً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

‘Pay’ diye tercüme edilen  ذَنُوباً  kelimesi ‘içi dolu büyük kova’ anlamındadır. Sakilerin, kova ile su taksim etmelerini ifade eden tabirden alınmıştır. (Rûhu’l Beyân)

ذَنُوباً  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ [Arkadaşlarının payı gibi bir azap payı vardır.] cümlesinde mürsel-mücmel teşbih vardır. Yani şiddet ve sertlikte, onlardan önceki yalanlayanların payına benzer bir azap payı vardır. Vech-i şebeh hazf edildiği için mücmel olmuştur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)


فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Takdiri, إن أخّرت عذابهم (Onların azabını ertelersem,) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

يَسْتَعْجِلُونِ  fiilinin sonundaki  نِ , vikayedir. Mütekellim zamiri fasılaya riayet için hazf edilmiştir. Esre, mef’ûl olan mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır.

 
Zâriyât Sûresi 60. Ayet

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ  ...


Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o inkâr edenlerin hâline!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَوَيْلٌ vay haline
2 لِلَّذِينَ
3 كَفَرُوا kafirlerin ك ف ر
4 مِنْ dolayı
5 يَوْمِهِمُ günlerinden ي و م
6 الَّذِي
7 يُوعَدُونَ uyarıldıkları و ع د

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاء وقت عذابهم - أو يوم عذابهم - فويل لهم (Eğer onların azap vakti geldiyse veya -azaplarının günü- onların vay hallerine) şeklindedir.

وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ يَوْمِهِمُ  car mecruru masdar  وَيْلٌ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  يَوْمِهِمُ ‘ün sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُوعَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayette  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Takdiri,  إن جاء وقت عذابهم- أو يوم عذابهم (Eğer onların azabının vakti gelseydi veya onların azap günü) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan … فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle haber formunda gelmiş olmasına rağmen beddua manasındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına terkip olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlunun müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  وَيْلٌ  mübtedadır. Zem manasındaki mübtedanın tenkiri de caizdir.

Mecrur mahaldeki  اَلَّذِينَ  ism-i mevsûlu başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf habere mütealliktir. Sılası olan  كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.

مِنْ يَوْمِهِمُ  car mecruru  وَيْلٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

يَوْمِهِمُ  için sıfat konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan يُوعَدُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُوعَدُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an-ı Kerim’de vaîd ifade eden fiiller genellikle meçhul sıygada gelir.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

لِلَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَيْلٌ , cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ ,  kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Bakara/79) 

Diğer surelerde olduğu gibi, bu surenin ayetlerindeki  fasılaların, mükemmel  uyumunun ahengi, sözün güzelliğini, parlaklığını ve ruha etkisini artırmaktadır. 

Surenin son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Hüsn-i intihâ, mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin başlangıç ayetleriyle bitiş ayetlerindeki konu bütünlüğü dikkat çekicidir. 

Cenab-ı Hak, surenin başında zikrettiğini tekrarlamış ve ["İşte kendilerine vadedilen günlerinden dolayı, vay o kâfirlere..."] buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî) 

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Tûr Sûresi 1. Ayet

وَالطُّورِۙ  ...


Tûr’a, yayılmış ince deri sayfalara düzenle yazılmış kitaba, “Beyt-i Ma’mur”a, yükseltilmiş tavana (göğe), kabaran denize andolsun ki, şüphesiz Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالطُّورِ andolsun Tur’a ط و ر

Yüce Allah altı şey üzerine kasem (yemin) ederek peygamberleri vasıtasıyla haber verdiği azabın mutlaka geleceğini ve onu engelleyebilecek hiçbir gücün bulunmadığını bildirmektedir. Üzerine yemin edilenlerle nelerin kastedildiği ve bunların yemin konusu ile bağlantısı hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır (Allah’ın yemin etmesi ve Kur’an’da yer alan kasemler konusunda genel bilgi ve değerlendirme için bk. Zâriyât 51/1-6).

Müfessirlerin büyük çoğunluğu, 1. âyette geçen tûr kelimesini –Kur’an’daki kullanımlarını dikkate alarak– Hz. Mûsâ’ya peygamberlik görevinin tebliğ edildiği kutlu dağ (Sînâ dağı) anlamıyla açıklamışlardır. Bununla genel olarak dağların kastedildiği kanaatini taşıyanlar da vardır (İbn Atıyye, V, 185). Bazı müfessirler ise bu kelimenin kök anlamlarından olan “uçma” mânasıyla bağ kurarak “gayb âleminden duyular âlemine uçup gelenler (ilhamlar, bilgiler, melekler)” yorumunu yapmışlardır (Beyzâvî, VI, 88).

2 ve 3. âyetlerde söz konusu edilen “kitap”la ilgili olarak yapılan belli başlı yorumlar şunlardır: a) Hz. Mûsâ’ya verilen kitap, b) Kur’an-ı Kerîm, c) Hz. Muhammed’den önce indirilmiş ilâhî kitaplar, d) Yaratıl­mışlarla ilgili bütün bilgilerin kayıtlı bulunduğu levh-i mahfûz, e) Meleklerin göreviyle ilgili olarak levh-i mahfûzdan istinsah edilmiş kısımlar, 

f) Haşir günü insanların dünyada yapıp ettiklerini ayrıntılı olarak görecekleri amel defterleri (Zemahşerî, IV, 33; İbn Atıyye, V, 185; Râzî, XXVIII, 239). 3. âyette geçen rakk kelimesi “sahîfe, varak” mânasına gelir; daha çok hayvan (özellikle ceylan) derisinden yapılmış ince deri için kullanılır. Burada “kitap” kelimesiyle Kur’an-ı Kerîm’in kastedildiği yorumunu yapanlar, sûrenin indiği sıralarda Kur’an’ın bu şekilde yazılmaya başlandığı veya –tamamı açısından– ileride yazılacağına işaret bulunduğu yorumunu yaparlar. “Açık ve yayılmış” anlamına gelen menşûr kelimesiyle ilgili olarak Râzî şu ilginç yorumu yapar: Burada kitabın açıklık özelliğine işaret vardır; zira dürülü, kapalı kitapta ne bulunduğunu kimse bilemez; şu halde burada söz konusu olan kitap dürülü yazılardan yani levh-i mahfûzdan farklıdır; bunun anlamı “O size açıktır, onu inceleyip üzerinde düşünmenize kimse engel olamaz” demektir (XXVIII, 240).

4. âyetteki “el-beyt’ül-ma‘mûr” tamlaması hakkında başlıca üç yorum vardır: a) Semada bulunan bir evin, bir mescidin adıdır; ilgili rivayetlerde bunun yedinci semâda, Kâbe’nin izdüşümüne denk gelen bir yerde, arşın hizasında bulunduğu, durâh diye de anıldığı, meleklerin ziyaretiyle şenlendiği belirtilir. Dördüncü ve altıncı semada veya semanın ve yerin her bir katında bir beytülma‘mûr bulunduğu yönünde de nakiller vardır. Yine rivayetlerde yer alan bilgilere göre her gün oraya çok sayıda melek girer, Allah’ı takdis ve tesbih ederler; çıkanlar artık asla (kıyamete kadar) oraya dönmezler (bk. Taberî, XXVII, 16-18; Zemahşerî, IV, 33; İbn Atıyye, V, 186). Şu var ki bu rivayetlerin âyetteki tamlamayı izah amacı taşıdığı açık değildir (İbn Âşûr, XXVII, 39). b) Kâbe’nin adıdır. Bu yorumda mâmur kelimesinin, “gelen gideni çok olan, ziyaretçileriyle şenlenen ve bakımlı olan yer” mânaları esas alınmıştır (Zemahşerî, IV, 33). Bu yorumu destekleyen bir rivayete göre Allah Teâlâ onu her yıl belirli sayıda ziyaretçi ile mâmur kılar, insanların sayısı bundan eksikse meleklerle tamamlar. c) Müminin kalbi kastedilmiştir. Kalp, kişinin Allah’ı tanıması ve O’na tam bir teslimiyet göstermesiyle mâmur olur (Beyzâvî, VI, 89; ayrıca bk. Abdurrahman Küçük, “Beytülma‘mûr”, DİA, VI, 94-95).

Hemen bütün müfessirler, 5. âyette geçen ve “yüksek, yükseltilmiş tavan” anlamına gelen es-sakf el-merfû‘ tamlamasıyla semânın kastedildiğini belirtirler; Enbiyâ sûresinin 32. âyeti de bu mânayı destekler niteliktedir. Bu konudaki bir rivayete dayanarak bazı müfessirler, bununla (cennetin tavanı olan) arşın kastedildiği yorumunu yapmışlardır (Şevkânî, V, 110; Elmalılı, VII, 4551-4552).

6. âyetteki el-bahru’l-mescûr tamlamasında geçen bahr kelimesi “deniz” anlamına gelir; bunun sıfatı olarak zikredilen mescûr kelimesi ise farklı mânalara gelmektedir. Bu mânalardan hareketle söz konusu tamlama için yapılan belli başlı yorumlar şunlardır: a) Kızdırılmış, alevlenmiş: Kelimenin Tekvîr sûresinin 6. âyetindeki kullanımı ışığında, kıyametin kopması sırasında –muhtemelen jeolojik bir patlamayla– denizlerin aşırı ısınması kastedilmiş olabilir (Gafir 40/72’de de fiil –edilgen haliyle– “yakılma” mânasına kullanılmıştır). b) Dolgun, taşkın: Denizlerin sularla dolu olması veya okyanuslar kastedilmiş olabilir. c) Boş: Kıyamet sırasında denizlerin boşalması kastedilmiş olabilir. d) Tutulmuş, hapsedilmiş: Denizlerin, dünyanın düzenini altüst edecek taşmalar yapmasının engellenmesine işaret olabilir (Taberî, XXVII, 18-19; İbn Atıyye, V, 186). e) Karışık, karışkan: Suyu birbirine veya tatlısı acısına karışan denizler mânası kastedilmiş olabilir (Şevkânî, V, 110). f) Tûr’dan söz edilmesi dikkate alınarak, Firavun’un boğulduğu denizin kastedildiği de düşünülebilir (İbn Âşûr, XXVII, 39-40; Elmalılı, VII, 4552). Ayrıca burada, semâda arşın altında bulunan bir denize (Taberî, XXVII, 20) veya cehenneme (İbn Atıyye, V, 187) yemin edildiği yönünde rivayetler de bulunmaktadır. Taberî kelimenin “yakma” ve“dolma” şeklinde iki temel mânası bulunduğunu, bunlardan ilkinin dünya hayatındaki denizlere uymadığını, dolayısıyla “dolu deniz” mânası verilmesinin isabetli olacağını belirtir (XXVII, 19-20). Ancak buradaki denizin “kıyamet koparken ısınan ve kaynayan deniz” olarak anlaşılmasına da bir engel bulunmadığından meâlde “kaynayan deniz” anlamı tercih edilmiştir. 

İbn Âşûr burada üzerine yemin edilenlerle yeminin amacı arasındaki bağı özetle şöyle açıklar: İlk altı âyette üzerine yemin edilenler Hz. Mûsâ’nın Firavun’a gönderilmesiyle ilgili hususlardır. Yeminin konusu ise peygamberlerin uyarılarının esasını oluşturan ilâhî azabın mutlaka geleceği gerçeğidir. Firavun ve adamlarının helâki de bu gerçeği inkâr edip Mûsâ’yı yalancılıkla itham etmeleri sebebiyle olmuştur (XXVII, 36; Râzî’nin burada zikredilen üç mekân [Tûr dağı, deniz ve Kâbe] ile üç peygamber [Hz. Mûsâ, Hz. Yûnus ve Hz. Muhammed] arasında bağ kuran tevili için bk. XXVIII, 239-240).

وَالطُّورِۙ

 

وَ  harf-i cer olup, kasem harfidir. وَالطُّورِۙ  car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم  (Yemin ederim) şeklindedir.

وَالطُّورِۙ

 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyye olarak fasılla gelmiştir. وَ  kasem harfidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  وَالطُّورِ , takdiri  اقسم (Yemin ederim) olan mahzuf fiile mütealliktir.

Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

طُّورِۙ , Süryanîce ‘dağ’ demektir. Bundan murad, Sina Dağı'dır. Bu dağ, Medyen bölgesinde bulunmaktadır; Hazret-i Mûsa, burada Allah'ın kelamına muhatap olmuştur. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hak, dağlara yemin ederken tekil sıyga ile yemin etmiştir.  النجم (yıldız) ve  الريح (rüzgâr) kelimeleri de böyledir. Bunlara kasem edildiği pek maruf değildir, ama Tur'a kasem edildiği ise varittir. (Fahreddin er-Râzî) 

طُّورِۙ  madde âleminden mana âlemine veya gayb âleminden müşahede (görünenler) âlemine uçan şey anlamını da ifade etmektedir. (Elmalılı)

 
Tûr Sûresi 2. Ayet

وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكِتَابٍ ve Kitaba ك ت ب
2 مَسْطُورٍ satır satır yazılmış س ط ر

وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ

 

كِتَابٍ  atıf harfi وَ  la önceki cümleye matuftur. مَسْطُورٍ  kelimesi  كِتَابٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسْطُورٍ  kelimesi, sülasi mücerredi سطر  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ

 

وَكِتَابٍ , atıf harfi  وَ  ile  الطُّورِۙ ’ye atfedilmiştir. مَسْطُورٍ  kelimesi, كِتَابٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كِتَابٍ , Kur’an’dan kinayedir. Kelimedeki tenvin; nev ve tazim içindir. (Âşûr) 

مَسْطُورٍۙ , satıra yazılan harfleri dizmektir, bundan murad edilen de Kur'an'dır, Allah'ın Levh-i Mahfûz'da yazdığı şeydir, Mûsa (as) 'ın (Tevrat) levhalarıdır, evliyalarının kalplerindeki marifet ve hikmetlerdir veya hafaza meleklerinin yazdığı şeylerdir. (Beyzâvî-Ebüssuûd) 

كِتَابٍ  kelimesinin nekre getirilmesi, Kur’an’ın kitap cinsleri arasından özel bir kitap olmasındandır. (Keşşâf)

Tûr Sûresi 3. Ayet

ف۪ي رَقٍّ مَنْشُورٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِي
2 رَقٍّ ince deri üzerine ر ق ق
3 مَنْشُورٍ yayılmış ن ش ر

ف۪ي رَقٍّ مَنْشُورٍۙ

 

ف۪ي رَقٍّ  car mecruru  مَسْطُورٍ  ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. مَنْشُورٍ  kelimesi  رَقٍّ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْشُورٍ  kelimesi, sülasi mücerredi نشر  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

ف۪ي رَقٍّ مَنْشُورٍۙ

 

ف۪ي رَقٍّ  car mecruru, önceki ayetteki  مَسْطُورٍ ‘ne mütealliktir. Ism-i mef’ûl vezninde olması, müteallik almasını mümkün kılmıştır.

مَنْشُورٍۙ  kelimesi  رَقٍّ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

رَقٍّ ’deki nekrelik, nev ve tazim ifade eder.

ف۪ي رَقٍّ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  رَقٍّ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  رَقٍّ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

رَقٍّ  yazı yazılan deridir, içinde kitap yazan şeye istiare edilmiştir (veya mecazen ona denilmiştir). رَقٍّ مَنْشُورٍۙ  şeklinde nekre olmaları onları tazim etmek ve onların halk arasında bilinen şeylerden olmadığını bildirmek içindir. (Beyzâvî-Rûhu-l Beyân

Cenab-ı Hakkın,  رَقٍّ مَنْشُورٍۙ  ifadesini zikretmesinin hikmeti nedir? Çünkü, Kitab’ın azameti, onun, yazısı ve yaprağı ile değil, lafzı ile manası ile meydana gelir. Biz deriz ki: Bu, yine, işin çok açık olduğuna bir işarettir. Bu böyledir, zira dürülmüş bir kitapta ne olduğu bilinmez.. İşte bu sebeple Cenabı Hak, (O, neşredilmiş kâğıtlar içindedir. Yoksa, dürülmüş kitaplar gibi değildir..) buyurmuştur. Buna göre, bu ifadeyle Levh-i Mahfuz kastedilmiş olup, bu, "O, sizin için açılmıştır, yayılmıştır. Hiç kimse sizi, onu mütalâa etmekten alıkoymaz.." anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)

İlk üç ayetteki  مَنْشُورٍۙ مَسْطُورٍۙ -  الطُّورِۙ  kelimeleri arasında, akıcı ve sağlam bir seci sanatı vardır.

Tûr Sûresi 4. Ayet

وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْبَيْتِ ve eve (Ka’be’ye) ب ي ت
2 الْمَعْمُورِ bakımlı ع م ر

وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِۙ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki cümleye matuftur. الْمَعْمُورِ  kelimesi  الْبَيْتِ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمَعْمُورِ  kelimesi, sülasi mücerredi عمر  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِۙ

 

وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِۙ , atıf harfi  وَ  ile önceki ayete atfedilmiştir.  الْبَيْتِ  için sıfat olan  الْمَعْمُورِۙ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Âbâd ev ile kastedilen yedinci kat semadaki evdir; âbâd oluşu ise, girip çıkan meleklerin çokluğu sebebiyledir. Bu evin Kâbe olduğu da söylenmiştir; çünkü Kâbe, hacılar, umreciler ve civarında yaşayanlarla مَعْمُورِۙ (âbâd) dır. (Keşşâf)

الْبَيْتِ الْمَعْمُورِ  ifadesindeki elif lâm, cins içindir. Buna göre Cenabı Hak sanki, mamur evlere ve meşhur binalara kasem etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)  

Bu üç mekân, yani Tur dağı, Beyt-i Mamur ve Bahr-i Mescûr, üç peygambere ait olup, onlar orada Rableriyle halvet, insanlardan (geçici süre için) uzak bulunup da Rablerine yakarmak için, yalnız başlarına kalıyorlardı; Tûr'a gelince, ona, Musa (as) yönelmiştir. Beyt ise, Hazret-i Muhammed (sav)'indir, Bahr-i Mescûr (dolu deniz) ise, Yunus (as)'ındır. Bunlardan her biri orada Allah'a seslenmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî) 

Bir yerin mamur olması, üzerinde ikamet edilmesi ve ziyaretçilerinin çok olup güzel bakılması manasında mecazî bir anlam taşımaktadır. Kâbe'nin mamur olması da ["Ayakta duranlar, rükû ve secde edenler için evimi temizle."] (Hacc, 22/26) ayetince etrafındakilerin ve hacıların çokluğu ve ziyaret etmeleriyledir. Beyzâvî'ye göre de Beyt-i Mamurdan kasıt, müminin kalbidir ki, onun bakımlı olması da bilgi ve ilhâs iledir. (Elmalılı)

 
Tûr Sûresi 5. Ayet

وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالسَّقْفِ ve tavana (göğe) س ق ف
2 الْمَرْفُوعِ yükseltilmiş ر ف ع

وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِۙ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki cümleye matuftur. الْمَرْفُوعِ  kelimesi  السَّقْفِ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  

مَرْفُوعِ  kelimesi, sülasi mücerredi  رفع  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِۙ

 

Atıf harfi وَ  ile öncesine atfedilmiştir. الْمَرْفُوعِۙ  kelimesi, السَّقْفِ  kelimesi için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِۙ [Yükseltilmiş tavan] gök kubbedir. (Keşşâf)
Tûr Sûresi 6. Ayet

وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْبَحْرِ ve denize ب ح ر
2 الْمَسْجُورِ kaynatılmış س ج ر

وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِۙ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki cümleye matuftur. الْمَسْجُورِ  kelimesi الْبَحْرِ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

الْمَسْجُورِ  kelimesi, sülasi mücerredi سجر  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِۙ

 

Atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. الْمَسْجُورِۙ  kelimesi, الْبَحْرِ  kelimesi için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

1 - 4 ve 6. ayet sonlarındaki  الطُّورِۙ -  مَسْطُورٍۙ -  مَنْشُورٍۙ - مَعْمُورِۙ - مَسْجُورِۙ  kelimelerinde lüzûm mâ lâ yelzem ve muvazene sanatları vardır. 

Birinci ayetten itibaren kendisiyle yemin edilen şeylerin sayılması, taksim sanatıdır.

Ayette özellikle bu varlıkların zikre tahsis edilmesi, bunların muazzam varlıklar olup Allah'ın kudretinin azametini, ilminin kemâlini ve üs din hikmetini ifade ettiği içindir. Bu da, Allah'ın, kullarının yaptıklarının bütün tafsilatını ihata ve zaptettiğine delâlet etmekte ve Allah'ın verdiği bütün haberlerin ve ezcümle bu haberin de doğru olduğuna şahitlik etmektedir. (Ebüssuûd)

 
Tûr Sûresi 7. Ayet

اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِـعٌۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ mutlaka
2 عَذَابَ azabı ع ذ ب
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 لَوَاقِعٌ vukubulacaktır و ق ع

اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِـعٌۙ

 

 

اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِـعٌۙ  cümlesi kasemin cevabıdır. İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

عَذَابَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

وَاقِـعٌ  kelimesi  اِنَّ ‘ni haberi olup lafzen merfûdur.  وَاقِـعٌۙ  kelimesi, sülasi mücerredi  وقع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِـعٌۙ

 

Fasılla gelen ayet, kasemin cevabıdır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ayrıca tekid edilen isim cümleleri, çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَذَابَ رَبِّكَ  izafeti  اِنَّ ’nin ismi,  وَاقِـعٌ  ise haberidir.

Veciz ifade kastına matuf  عَذَابَ رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir. عَذَابَ ‘nin Rabb ismine muzâf olması tazim içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ebû Hayyân şöyle der: Birinci  وَ  yemin için, sonrakiler ise atıf içindir. Üzerine yemin edilen cümle ise, [Kuşkusuz Rabbinin azabı vuku bulacaktır.] mealindeki ayettir. عَذَابَ 'ın, رَبِّ  kelimesine izafetinde bir nükte vardır. Çünkü kulun yararına olan şeyleri bilen ve ona sahip olan Allah'tır. Azab'ın Rabb'a, Rabb'ın da ikinci şahıs zamirine izafeti, Peygamber (sav) için bir emandır. Azabın, onu yalanlayanlara ineceğini ifade eder. Ayette geçen  وَاقِـعٌ (vuku bulucudur) kelimesi,  كائنٌ (olucudur), kelimesinden daha vurguludur. Sanki o azap yüksek bir yerde hazırlanmış olup, kimin başına inecekse hemen onun üzerine düşecektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Ayetteki, عَذَابَ رَبِّكَ (Rabbinin azabı…) ifadesinde şöyle çok kıymetli bir incelik vardır: Şayet Cenab-ı Hak, Allah'ın azabı gelecek, inecektir.. demiş olsaydı, Allah kelimesi, azamet ve heybeti ifade eden bir kelime olduğu için, müminler, hatta Hz. Peygamber (sav) bile, bu azabın kendilerini de gelip bulacağından endişe ederlerdi. Çünkü Allah, tek bir şey şöyle dursun, alemin tamamından müstağnidir. Böylece Allah, peygamberini, (derken müminleri), ‘’Rabbinin’’ demek suretiyle, emniyet içinde bıraktı.. Zira Peygamber, Rabb lafzını duyduğunda emin olur. (Fahreddin er-Râzî) 

 
Tûr Sûresi 8. Ayet

مَا لَهُ مِنْ دَافِـعٍۙ  ...


Onu geri çevirecek hiçbir şey yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا yoktur
2 لَهُ ona
3 مِنْ hiçbir şey
4 دَافِعٍ engel olacak د ف ع

مَا لَهُ مِنْ دَافِـعٍۙ

 

مَا لَهُ مِنْ دَافِـعٍۙ  cümlesi, اِنَّ ‘nin ikinci haberi olup mahallen merfûdur. İsim cümlesidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ  car mecruru mübtedanın mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  دَافِـعٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. دَافِـعٍۙ  kelimesi, sülasi mücerredi  دفع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا لَهُ مِنْ دَافِـعٍۙ

 

Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Cümle, önceki ayetteki  اِنَّ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan  مِنْ دَافِـعٍ , muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhe dahil olan  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir. 

دَافِـعٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet, yani bütün cinslerin nefyini ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir ’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

Bu cümle ikinci haber veya  عَذَابَ ‘den haldir. (Âşûr)

دَافِـعٍۙ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

Bazı alimlerimize göre bu takdim ihtisas ifade eder. Çünkü onlar Allah Teâlâ'nın dilediği şeylerin tafsilatını, kâinatta gerçekleşen arzusunu bilmezler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.109)

 
Tûr Sûresi 9. Ayet

يَوْمَ تَمُورُ السَّمَٓاءُ مَوْراًۙ  ...


O gün gök şiddetle sallanıp çalkalanır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ (o) gün ي و م
2 تَمُورُ çalkanır م و ر
3 السَّمَاءُ gök س م و
4 مَوْرًا bir çalkalanış م و ر

İlk iki âyette kıyamet sahneleriyle ilgili kısa ve sarsıcı bir tasviri takiben 12. âyette inkârcıların o günü hiç akıllarına getirmeden sürdürdükleri dünya hayatının, kalıcı değeri olmayan, boş ve anlamsız bir uğraş ve oyalanmadan ibaret olduğu belirtilmekte; 13-16. âyetlerde de karşılaşacakları ağır cezanın soyut bir tasavvur olarak kalmaması için, karşılaşacakları muamele hakkında canlı bir anlatım üslûbu kullanılmakta ve bunun üzerinde dikkatle düşünülmesi istenmektedir.

15. âyette, peygamberlerin bildirdiği gerçekler üzerinde düşünmek ve kabul etmek yerine bunları birer yalan, gösterdikleri mûcizeleri de sihir olarak niteleme yolunu seçenler acı hakikatle yüzyüze geldiklerinde kendilerine “Bu da mı sihir? Dünyada hakikatlere karşı kör davrandığınız gibi burada da gözünüz görmüyor mu yoksa?” şeklinde aşağılayıcı bir hitapta bulunulacağı haber verilmektedir (Zemahşerî, IV, 34). Râzî buna yakın bir yoruma yer vermekle beraber şu hususu da ekler: Kişi bir şeyi gerçeği hilâfına görüyorsa ya görülende yahut görende bir kusur söz konusudur; inançsızlarca inkâr edilenlerin şaşmaz bir gerçek olduğu o gün ortaya çıkacağına göre bu kusurun görenlerde bulunduğu anlaşılmış olacaktır; âyet bu durumu teyit amacı taşır (XXVIII, 247). 

16. âyetle ilgili başka izahlar da yapılmış olmakla beraber meâl Zemahşerî’nin şu yorumu esas alınarak verilmiştir: İnkârcılara sabredip etmemelerinin kendileri açısından bir farkının olmayacağı bildirildikten sonra, “Çünkü sadece yaptıklarınızın karşılığını görmektesiniz” şeklinde bir gerekçe gösterilmiştir; bu gerekçenin amacı ise, artık yargılamanın sona erdiğini ve dünyada yapılanların karşılığını görmekte olduklarını, dolayısıyla orada cezayı hafifletici bir çaba içinde olmalarının yarar sağlamayacağını, sabır erdeminin ancak imtihan ortamı olan dünya hayatında değer taşıdığını hatırlatmaktır (IV, 34).

يَوْمَ تَمُورُ السَّمَٓاءُ مَوْراًۙ

 

يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  دَافِـعٍ ‘a mütealliktir. تَمُورُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında  اَنْ  bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَمُورُ  damme ile merfû muzari fiildir. السَّمَٓاءُ  fail olup lafzen merfûdur. مَوْراً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ تَمُورُ السَّمَٓاءُ مَوْراًۙ

 

يَوْمَ   zaman zarfı, önceki ayetteki  دَافِـعٍۙ ’e mütealliktir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  تَمُورُ السَّمَٓاءُ مَوْراً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

مَوْراً  kelimesi, تَمُورُ  fiilini tekid ifade eden mef’ûlu mutlaktır.

مَوْراًۙ  - تَمُورُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tûr Sûresi 10. Ayet

وَتَس۪يرُ الْجِبَالُ سَيْراًۜ  ...


Dağlar yürüdükçe yürür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَسِيرُ yürür س ي ر
2 الْجِبَالُ dağlar ج ب ل
3 سَيْرًا bir yürüyüş س ي ر

 Seyera  سير  :

  سَيْرٌ yeryüzünde yürümek, ilerlemek veya yolculuğa çıkmak demektir.

  تَسْيِيرٌ yani yürütme iki kısımdır: Birincisi yürüyenin geçip gidenin kendi seçim ve iradesiyledir; ikincisi ise zorla ve cebren boyun eğdirmeyledir. Dağlara boyun eğdirilmesi gibi.. 

  Sîrete (سِيرَةٌ) gelince insanın doğuştan ya da sonradan kazanılmış olan üzere bulunduğu hâlet ve durumdur. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pekçok formda 27 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri seyir, mesire, seyyar, seyran, sîret ve siyerdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَتَس۪يرُ الْجِبَالُ سَيْراًۜ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki cümleye matuftur. Fiil cümlesidir. تَس۪يرُ  damme ile merfû muzari fiildir. الْجِبَالُ  fail olup lafzen merfûdur.  سَيْراً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

وَتَس۪يرُ الْجِبَالُ سَيْراًۜ

 

Atıf harfi وَ  ile önceki ayetteki muzâfun ileyh cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

تَس۪يرُ  kelimesi  سَيْراً  fiilini tekid ifade eden mef’ûlu mutlaktır.

سَيْراًۜ  - تَس۪يرُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tûr Sûresi 11. Ayet

فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ  ...


İşte o gün, içine daldıkları dünya zevki içinde eğlenip oyalanan yalanlayıcıların vay hâline!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَوَيْلٌ vay haline
2 يَوْمَئِذٍ o gün
3 لِلْمُكَذِّبِينَ yalanlayanların ك ذ ب

فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,إذا كان أمر العذاب كذلك فويل للمكذّبي (Azap böyle olunca vay onlara)  şeklindedir.

İsim cümlesidir. وَيْلٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ , başka bir zarfa muzâf olup  وَيْلٌ ‘e mütealliktir. Tenvin mahzuf cümleden ıvazdır.  لِلْمُكَذِّب۪ينَ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

مُكَذِّب۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Takdiri, إذا كان أمر العذاب كذلك (Azap böyle olunca) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. وَيْلٌ  mübtedadır, لِلْمُكَذِّب۪ينَ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyh olan  وَيْلٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ifade etmiştir.

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı, وَيْلٌ ’e mütealliktir.  يَوْمَ ’nin muzaf olduğu  ئِذٍ ’deki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. 

Cevap cümlesi haber formunda gelmiş olmasına rağmen beddua manasındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına terkip olarak mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

وَيْلٌ , cehennemde bir vadi olarak bilinen yerdir. Azap manasında beddua olarak kullanılır. Beddua manasında olduğunda mübtedanın nekre gelmesi caizdir.  وَيْلٌ ,  kâfirlere aittir. Çünkü şiddet ifade eden bir kelimedir. Zira  و - يْ - لٌ  harflerinin meydana getirdiği terkip, hemen hemen daima şiddet manasını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî, Bakara/79) 

وَيْلٌ , helak olan kimseye söylenen bir sözdür. Başına  فَ  gelmesinin sebebi, ifadede bir çeşit ceza anlamı bulunduğundan ötürüdür. (Kurtubî)

 
Tûr Sûresi 12. Ayet

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ Onlar ki
2 هُمْ
3 فِي içinde
4 خَوْضٍ batıl şeyler خ و ض
5 يَلْعَبُونَ oynayıp dururlar ل ع ب

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , önceki ayetteki  مُكَذِّب۪ينَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası هُمْ ف۪ي خَوْضٍ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي خَوْضٍ  car mecruru  يَلْعَبُونَ  fiiline mütealliktir. يَلْعَبُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَلْعَبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ

 

Önceki ayetteki  مُكَذِّب۪ينَ  için sıfat olan  اَلَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  هُمْ ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  هُمْ  mübteda,  يَلْعَبُونَۢ  cümlesi haberdir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)   

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  ف۪ي خَوْضٍ  car-mecruru önemine binaen, amili olan يَلْعَبُونَۢ ‘ye takdim edilmiştir.

خَوْضٍ , masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ  ifadesinde sadece müstearun minhin zikredildiği tasrihî istiare sanatı vardır. Müstear kelime camid olduğu için asliyyedir. خَوْضٍ , suyla dolu bir yere dalmaktır.

Batılla meşgul olmak anlamında müstear olmuş, batıla dalmak su dolu havuzda oyun oynamaya benzetilmiştir. 

Cümlede müsned olan  يَلْعَبُونَۢ ‘nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Tûr Sûresi 13. Ayet

يَوْمَ يُدَعُّونَ اِلٰى نَارِ جَهَنَّمَ دَعاًّۜ  ...


Cehennem ateşine itilip atılacakları gün onlara, “İşte bu yalanlamakta olduğunuz ateştir” denilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 يُدَعُّونَ kakılırlar د ع ع
3 إِلَىٰ
4 نَارِ ateşine ن و ر
5 جَهَنَّمَ cehennem
6 دَعًّا sürüklenerek د ع ع

يَوْمَ يُدَعُّونَ اِلٰى نَارِ جَهَنَّمَ دَعاًّۜ

 

يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  يَوْمَئِذٍ ‘den bedel olup mansubdur. يُدَعُّونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُدَعُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلٰى نَارِ  car mecruru  يُدَعُّونَ  filine mütealliktir. 

جَهَنَّمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

دَعاًّ  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ يُدَعُّونَ اِلٰى نَارِ جَهَنَّمَ دَعاًّۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  يَوْمَئِذٍ ’den bedel-i iştimâldir.(Âşûr) Bedel ıtnâb sanatı babındandır.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يُدَعُّونَ اِلٰى نَارِ جَهَنَّمَ دَعاًّ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

دَعاًّ  kelimesi  يُدَعُّونَ  fiilinin tekid ifade eden mef’ûlu mutlakıdır. 

يُدَعُّونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an’da tehdit ifade eden fiiller genellikle meçhul sıygada gelirler.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

أدَّعَ , ‘sertçe itmek’ demektir. Şöyle ki; cehennem bekçileri onların ellerini boyunlarına bağlayacak; ayaklarıyla perçemlerini birleştirecek ve enselerinden iterek yüzüstü cehenneme yuvarlayacaklardır. (Keşşâf)

دَعاًّۜ  يُدَعُّونَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نَارِ- جَهَنَّمَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Tûr Sûresi 14. Ayet

هٰذِهِ النَّارُ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَٰذِهِ işte budur
2 النَّارُ ateş ن و ر
3 الَّتِي
4 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
5 بِهَا onu
6 تُكَذِّبُونَ yalanlamış ك ذ ب

هٰذِهِ النَّارُ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ

 

Ayet, mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, تقول لهم خزنة جهنّم هذه النار  (Onlara; ‘’bu ateş cehennem hazinesidir der‘’) şeklindedir.

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذِهِ  mübteda olarak mahallen merfûdur. النَّارُ  haber olup lafzen merfûdur. 

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl النَّارُ ‘un sıfatı olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ  ile başlayan isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

بِهَا  car mecruru  تُكَذِّبُونَ  fiiline mütealliktir. تُكَذِّبُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

تُكَذِّبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُكَذِّبُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

هٰذِهِ النَّارُ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ

 

Ayet, mahzuf sözün mekulü’l kavl cümlesidir. Takdiri  يقال لهم (Onlara denir ki;) şeklindedir. Müstenefe olan cümlede fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi olan  هٰذِهِ النَّارُ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هٰذِهِ  müsnedün ileyh, النَّارُ  müsneddir.

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifade etmek içindir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

النَّارُ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ  cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

كَانُ ’nin haberi olan  تُكَذِّبُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِهَا , ihtimam için amili olan  تُكَذِّبُونَ ‘ye takdim edilmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafât, s.103)

Onların bu cehennemi yalanlamaları, onu bildiren sözlü vahyi yalanlamaları anlamındadır. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
Allah Teala 56. ayeti kerimede cinleri ve insanları sadece ve sadece kendisine ibadet etmeleri için yarattığını ifade etmiştir. İnsan ve cin dışındaki bütün varlıklar Allah'a ibadet ve itaat ederken insanlar ve cinler aynı sorumluluğu taşımakla birlikte bu konuda mecbur tutulmamışlardır. Allah onlara irade vermiş ve Allah'a ibadetle itaat etmeyi kendi iradeleriyle seçmelerini istemiştir. Bunun için de dünyada imtihan vardır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Derler ki: Gönlünün kulaklarını aç. Nefsinin önyargı perdelerini çek. Alemin detaylarında ve insanların kelimelerinde gizlenen öğütleri dinle. İslam’ın sınırları adını verdiğin süzgeçten geçir ve sana Allah yolunda faydalı olacakları al. Kalp dünyanı, hakikat kandilleriyle süsle. Ki yürüdüğün dünyevi ve uhrevi yolların aydınlansın. 

Öğütleri dinlemeye açık olanın kişiliğinde nice güzellikler vardır. Ki onlar kendilerini aşırıya kaçmadan eleştirmeyi bilendir. Böylece hiçbir şeyde en iyi olamayacağını kabul eder ve hatalarını farkeder. Allah’ın sınırlarında nettir. Başkalarına karşı hoşgörülüdür. Zaman kaybına sebebiyet verecek insanlardan ve işlerden uzaktır. Allah rızası için gelişmek için elinden geleni yapandır.

Ey rızkı veren ve sarsılmaz gücün sahibi olan Allahım! Bizi nefsiyle değil kalbiyle dinleyenlerden, öğütleri işitenlerden ve onlardan faydalananlardan, anlatılanlardan ibret alanlardan, doğruyla yanlışı ayırt edenlerden ve yaratılma sebebinin bilinciyle yani Sana kulluk etmek için yaşayanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji