25 Şubat 2026
Tûr Sûresi 15-31 (523. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Tûr Sûresi 15. Ayet

اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ  ...


“Bu Kur’an mı bir büyü imiş, yoksa siz mi (gerçeği) göremiyormuşsunuz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَسِحْرٌ büyü müymüş? س ح ر
2 هَٰذَا bu
3 أَمْ yoksa
4 أَنْتُمْ siz (mi?)
5 لَا
6 تُبْصِرُونَ görmüyormuşsunuz ب ص ر

اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ

 

 

Hemze istifham harfidir. Ayet  فَ  atıf harfi ile mekulü’l-kavle matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.v فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. سِحْرٌ  mukaddem haber olup lafzen merfûdur. İşaret ismi  هٰذَٓا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ  . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا تُبْصِرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُبْصِرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُبْصِرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ

 

Önceki ayetteki mekulü’l-kavl cümlesine  فَ  ile atfedilen ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Gerçek manada soru anlamı taşımadığı için haberî cümleye atfı mümkün olmuştur.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve tahkir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Hemze, inkari istifham harfidir. İsim cümlesi formunda gelen cümlede takdim tehir sanatı vardır.  سِحْرٌ  mukaddem haber,  هٰذَٓا  muahhar mübtedadır.

Kur’an’a  هٰذَٓا  ile işaret edilmesinde tehekküm ve muhatapların akılsızlıklarına tariz vardır.

İnkârî istifham üslubu; onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 127) 

Bu ifadenin başındaki istifham, istifhâm-ı inkârîdir. Yani, "Bu iki şeyden hiçbirisi sabit ve mevcut değildir. O halde bu demektir ki, sizin gördüğünüz haktır, ne var ki siz, "Bu, hak değildir" diyorsunuz. Cenab-ı Hak, اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا  diye söze başlamıştır. Zira onlar, gördükleri şeyi sihre nispet ediyor ve mesela, ayın ikiye bölünmesi vb. mucizelere sihir diyorlardı. Halbuki o günde gözle görmelerinin yanısıra, kendilerine bizzat dokunup idrak edecekleri bir elem ve acı isabet edip ve bu acı verme de doruk noktaya ulaşınca, onların artık, "Bu bir sihirdir" demeleri mümkün olmayacaktır. Aksi halde, eğer durum böyle olmasaydı, onların cehennemden kurtulmayı istemeleri doğru ve yerinde olmazdı. (Fahreddin er-Râzî)

اَمْ  munkatı’ olarak gelmiştir. بَلْ  ve hemze manasındadır. Cümlenin takdiri,  بَلْ أ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ  (Hatta siz görmüyor musunuz) şeklindedir. 

اَنْتُمْ  mübteda,  لَا تُبْصِرُونَ  haberdir.  

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Önceki cümlede olduğu gibi istifham üslubunda olmasına rağmen, soru anlamında değildir. Vaz edildiği anlamdan çıkarak inkâr ve uyarı anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecahülü arif sanatı söz konusudur.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsned olan  لَا تُبْصِرُونَ ‘nin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Tûr Sûresi 16. Ayet

اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


“Girin oraya. İster dayanın, ister dayanmayın, sizin için birdir. Size ancak yapmakta olduğunuzun karşılığı veriliyor.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اصْلَوْهَا girin ona ص ل ي
2 فَاصْبِرُوا ve sabredin ص ب ر
3 أَوْ veyahut
4 لَا
5 تَصْبِرُوا sabretmeyin ص ب ر
6 سَوَاءٌ birdir س و ي
7 عَلَيْكُمْ sizin için
8 إِنَّمَا ancak
9 تُجْزَوْنَ cezalandırılacaksınız ج ز ي
10 مَا göre
11 كُنْتُمْ olduklarınıza ك و ن
12 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ 

 

Fiil cümlesidir. اِصْلَوْهَا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اصْبِرُٓوا   atıf harfi ile  فَ  ile makabline matuftur. اصْبِرُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَصْبِرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.


 سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  سَوَٓاءٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, صبركم (Sabrınız) şeklindedir. عَلَيْكُمْ  car mecruru  سَوَٓاءٌ ‘e mütealliktir.


اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

  

اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfedir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi,  اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org  

Fiil cümlesidir.  تُجْزَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  

مَا  müşterek ism-i mevsûl muzâfın hazfi ile mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. Takdiri, جزاء ما كنتم (Yaptıklarınıza karşılık) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  فَاصْبِرُٓوا  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline hükümde ortaklık nedeniyle  atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لَا تَصْبِرُوا  cümlesi muhayyerlik bildiren atıf harfi  اَوْ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَاصْبِرُٓوا - لَا تَصْبِرُواۚ  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ [Girin oraya. İster sabredin, ister sabretme­yin.] ayetinde kınama ve horlama vardır. Aynı zamanda  اصْبِرُٓوا  ile  لَا تَصْبِرُواۚ  arasında tıbâk-ı selb vardır. Ki bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)


 سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سَوَٓاءٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, صبركم  (sabrınız) şeklindedir.  عَلَيْكُمْۜ  car mecruru, müsnede mütealliktir.  

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ  cümlesi  فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ  cümlesini tekid eder. Bundan dolayı önceki cümleye atfedilmemiştir. (Âşûr)


اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümle kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş fiil cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille mef’ûlu arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Ya da faille mef’ûl arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani, bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تُجْزَوْنَ  fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  كان ’nin haberi olan تَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir.

Ayetteki fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Tûr Sûresi 17. Ayet

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ  ...


Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar Rablerinin, kendilerine verdiği şeylerle zevk ve mutluluk duyarak cennetlerde ve nimetler içinde bulunurlar. Rableri onları cehennem azabından korumuştur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الْمُتَّقِينَ korunanlar و ق ي
3 فِي içindedirler
4 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
5 وَنَعِيمٍ ve ni’metler ن ع م

Kur’an’ın genel yöntem ve üslûbu doğrultusunda, inkârcılara yapılan uyarı ve ceza bildirimini takiben müminlere de müjdeler verilmekte ve âhirette kendileri için hazırlanmış bulunan nimetler tasvir edilmektedir (cennet ve nimetleri hakkında bilgi ve değerlendirme için bk. Bakara 2/25; Zuhruf 43/68-73; Nebe‘ 78/31-36; Mutaffifîn 83/22-28; Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376-386).

21. âyette, müminlerin âhirette yakınlarıyla beraber olup olamayacakları konusuna değinilerek cennet hayatının güzelliklerini düşünenlerin hatırından geçebilecek önemli bir soruya cevap verilmiş olmaktadır. Bu âyetten ve başka birçok delilden anlaşıldığına göre cennete girmenin ön şartı iman sahibi olmaktır. Burada ayrıca, yüce Allah’ın müminlere, âhiret mutluluğunu, iman konusunda aynı yolu izleyen nesilleriyle birlikte yaşama imkânı lutfedeceği, bunun için onların iyi amellerinden bir eksiltmeye de ihtiyaç olmayacağı bildirilmektedir. İman konusunda sonraki nesillerin öncekilere uymasını, “Allah’a yürekten inanıp bu inancın gereklerini yerine getirmek yani O’na samimi kul olmak ve erdemli davranışlarda bulunmak hususunda geçmişlerini izlemek” şeklinde anlamak uygun olur. Âyette, cennette bir araya getirilecek yakınların mümin olma özelliğinde birleştikleri açıkça belirtildiği dikkate alınarak burada, böyle bir ortak noktada birleşmiş olanlar arasında dünyadaki sevgi, ilgi ve yakınlıkların cennette de devam edeceğine, bu noktada birbirinden ayrılmış olanların ise –muhtemelen oraya özgü algılama biçimine göre– zaten aynı sevgi hisleriyle dolu olamayacaklarına, dolayısıyla bu ayrılığın bir ıstırap sebebi oluşturmayacağına işaret edildiği söylenebilir. Nitekim birçok âyet ve hadise göre cennet hayatında her türlü tasa ve üzüntü son bulacaktır. 

Âyetin son cümlesiyle âdeta, bu konuda verilen müjdenin yanlış anlaşılmaması ve istismar edilmemesi için bir uyarıda bulunulmaktadır: “Herkes kendi yapıp ettiğinin hesabı karşılığında bir rehindir.” Şu halde hiç kimse, iman ettikten sonra, iyi amelleri çok az ve günahları çok fazla olsa bile, dindar ve iyilik sever yakınları sayesinde cennete gireceğini zannetmemelidir. Bu âyetin “... yanlarına bu zürriyetlerini katacağız” diye çevrilen kısmı “zürriyetlerini de onların derecesine çıkaracağız” şeklinde de anlaşılmıştır. Ancak, Taberî ve İbn Atıyye’nin tercih ettiği bu yorumda da yukarıda belirtilen ana fikir değişmemekte, imanda atalarını izleyen nesillerin –amel açısından kusurlu olsalar bile– atalarına ilâhî bir ikram ve onurlandırma olmak üzere onların derecesine yükseltilecekleri anlamı öne çıkarılmaktadır (Taberî, XXVII, 24-26; İbn Atıyye, V, 189). Âyetin “Herkes kendi yapıp ettiğinin hesabı karşılığında bir rehindir” şeklinde çevrilen son cümlesinde kişinin sorumluluğu, borç ilişkilerinde önemli bir yeri olan rehin kavramıyla açıklanmıştır. Bir borca karşılık teminat olmak üzere nasıl ki borçlu alacaklıya rehin verirse, kul da Allah’ın huzurunda vereceği hesap karşılığında kendisini rehin vermiş gibidir; hesabını verebilenler kurtulur, vermeyenler cezalarını çeker (Allah’ın kullarından aldığı söz hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/172). Şayet borcunu ödemeye çalışmış ve bu yüce Allah tarafından yeterli görülmüşse rehin kalmaktan kurtulacak, âhiret saadetine erişecektir (yakın bir izah için bk. Zemahşerî, IV, 35). Bu cümle için, herkesin yaptığı iyi kötü her şeyin kayıt altında olduğu, kimsenin başkasının günahından sorumlu olmayacağı ve sadece kendi yaptıklarının karşılığını göreceği yorumu da yapılmıştır (Taberî, XXVII, 28). Bu itibarla, cümleye “Herkes kendi yapıp ettiğinin hesabını verecektir” veya “Herkesin durumu kendi kazancına bağlıdır” gibi mânalar da verilebilir. Bazı müfessirler Müddessir sûresinin 38-39. âyetlerini dikkate alarak müminlerin, bu âyetteki rehin nitelemesine dahil olmadığını, burada sadece inkârcıların kastedildiğini söylemişlerse de söz konusu cümlenin herkesi kapsadığı yorumu daha isabetli görünmektedir (Râzî, XXVIII, 252-253).

25-28. âyetlerde, kabirlerinden kaldırılanlardan söz edildiği kanaatini taşıyan müfessirler bulunmakla beraber bunların cennete girme mutluluğuna erişmiş kimseler olduğu genellikle kabul edilir; sözün akışı da bu görüşü desteklemektedir (Taberî, XXVII, 30; Şevkânî, V, 114). 21. âyetle bağ kurularak, 26-28. âyetlerdeki sözleri cennette çoluk çocuğuyla buluşturulmuş olanların birbirlerine söyleyecekleri de düşünülebilir. Buna göre bu ifadeleri şöyle izah etmek mümkündür: Doğrusu biz dünyadayken “Acaba burada sizden ayrı düşer miyiz?” diye kaygı duymaktaydık. Çok şükür ki yüce rabbimiz bizleri azabından korudu ve cennetinde buluşturdu. Dünya hayatında, Allah’ın burada bizi bir araya getirmesi için dua ediyorduk, dualarımızı kabul etti, çünkü O’nun ihsanı boldur, merhameti geniştir (İbn Âşûr, XXVII, 56-58). Müfessirlerin çoğu bu sözleri, cennet ehlinin, o sıradaki durumları ile dünyada çektikleri sıkıntıları karşılaştırma mahiyetinde aralarında yaptıkları konuşmalar veya kendilerinin bu mertebeye nasıl eriştiklerini soranlara verdikleri bir cevap olarak düşünüp şöyle açıklamışlardır: Dünyadayken Allah’a karşı gelmekten veya burada karşılaşacağımız azaptan için için korkardık; Cenâb-ı Allah bize lutfuyla muamele edip bağışladı veya bizi O’nun rızasına uygun ameller işlemeye muvaffak kıldı. Tabii ki dünya hayatında iken yalnız O’na kulluk ve dua ediyorduk, şimdi de tek sığınağımız O’dur; O vaadinde durur ve engin merhamet sahibidir (Şevkânî, V, 114-115; Hâzin, VI, 93-94). 

28. âyette berr kelimesi, Allah’ın ismi olarak kullanılmış olup, esmâ-i hüsnâ şârihleri bunun anlamını genellikle şöyle açıklamışlardır: Yüce Allah’ın bütün mahlûkatına rahmetiyle muamele etmesi, takvâ sahibi kullarına kat kat sevap vermesi, niyetlendiği güzel işleri yapamayanları ve niyetlendiği kötü işlerden vazgeçenleri bile ödüllendirmesi, âsileri ise sadece işledikleri günahlar kadar cezalandırması. Bu isim, söz ve haberlerinde mutlak sâdık anlamıyla da açıklanmıştır (Metin Yurdagür, s. 219-220).

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 145-148

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الْمُتَّق۪ينَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

ف۪ي جَنَّاتٍ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  نَع۪يمٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  

الْمُتَّق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي جَنَّاتٍ  car mecruruاِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.

اِنَّ ’nin ismi olan  الْمُتَّق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  نَع۪يمٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü nimet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu nimetlerin güzelliklerini etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ  cümlesi, inkârcıların hallerini ve onlara söylenenleri anlattıktan sonra istinafı beyaniye olarak gelmiştir.(Âşûr)

نَع۪يمٍ  kelimesi  جَنَّاتٍ ’e matuftur. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı olan bu kelimelerdeki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder.

Haberin  إنَّ  ile tekid edilmesi haberin öneminden dolayıdır.  جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ  kelimelerinin nekre gelmesi tazim içindir. Yani herhangi bahçeler, herhangi nimetler demektir. (Âşûr)

Tûr Sûresi 18. Ayet

فَاكِه۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۚ وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاكِهِينَ sefa sürerler ف ك ه
2 بِمَا şeylerle
3 اتَاهُمْ kendilerine verdikleri ا ت ي
4 رَبُّهُمْ Rablerinin ر ب ب
5 وَوَقَاهُمْ ve onları korumuştur و ق ي
6 رَبُّهُمْ Rableri ر ب ب
7 عَذَابَ azabından ع ذ ب
8 الْجَحِيمِ cehennem ج ح م

فَاكِه۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۚ 

 

فَاكِه۪ينَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberindeki zamirden hal olup, nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  فَاكِه۪ينَ ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتٰيهُمْ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

اٰتٰيهُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رَبُّهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اٰتٰيهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

فَاكِه۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  فكه  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  اِنَّ ’nin haberine matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  وَقٰيهُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رَبُّهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَذَابَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْجَح۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَاكِه۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۚ وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ

 

فَاكِه۪ينَ  önceki ayetteki  اِنَّ ’nin haberinde bulunan zamirden haldir. Hal anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  فَاكِه۪ينَ ‘ye mütealliktir. Sılası olan  اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

فَاكِه۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek fiil gibi amel etmiş ve  بِمَٓا  ‘ya müteallak olmuştur.

بِما آتاهم رَبُّهُمْ  ibaresindeki  بِ  harf-i ceri sebebiyyedir. Yani Rableri onlara sevdikleri şeyleri vererek onları razı etti demektir. (Âşûr)

Veciz ifade kastına matuf  رَبُّهُمْۚ  izafetinde Rabb isminin cennetliklere ait zamire muzâf olmasıyla cennetlikler, şan ve şeref kazanmıştır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  رَبُّ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Allah azze ve celle’nin Rabb ismiyle vasıflanması, verdiklerinin büyüklüğünü belirtmek içindir. Çünkü verilen şey, verenin şanına uygun olur. Bu kimselere ait zamirin  رَبُّهُمْ  şeklinde Rablerine izafe edilmesi, Rablerinin onlara olan yakınlığına ve yüceltilmelerine işaret eder. (Âşûr)

وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ  cümlesi önceki ayetteki  اِنَّ ’nin haberine atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَذَابَ  -  جَح۪يمِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَبُّهُمْۚ  izafetinin ihtimam için tekrar edilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَاكِه۪ينَ - عَذَابَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Tûr Sûresi 19. Ayet

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ  ...


Onlara, “Dünya’da yapmakta olduklarınızın karşılığında, sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak afiyetle yiyin için” denir. Biz, onlara, iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كُلُوا yeyin ا ك ل
2 وَاشْرَبُوا ve için ش ر ب
3 هَنِيئًا afiyetle ه ن ا
4 بِمَا karşılık
5 كُنْتُمْ olduklarınıza ك و ن
6 تَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ

 

Ayet, mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, تقول لهم الملائكة كلوا …(Melekler onlara ‘’yiyiniz’’ der.) şeklindedir.

Fiil cümlesidir.  كُلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اشْرَبُوا  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

هَن۪ٓيـٔاً  kelimesi  كُلُوا  ve  اشْرَبُوا  fiillerin failinden hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  هَن۪ٓيـٔاً ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ

 

Ayet, takdiri,  تقول لهم الملائكة  (Melekler onlara der ki…) olan cümlenin mekulü’l-kavlidir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf fiilin mekulü’l-kavli olan كُلُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ  cümlesi, öncesine  وَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Ayetteki emirler  izin vermek, helal kılmak, yapılmasının yasak ve haram olmadığını bildirmek gibi anlamlarla, ibaha ifade etmektedir. Vaz edildiği anlamın dışında mana ifade ettiği için cümleler, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Umumi bir mana ifade etmesi için  كُلُوا وَاشْرَبُوا  fiillerinin mef’ûlleri hazf edilmiştir. Yani yenilebilen ve içilebilen her şeyden, dilediğiniz kadar faydalanın demektir. Bu; umumi örfîdir. (Âşûr)

هَن۪ٓيـٔاً  kelimesi  كُلُوا  ve  اشْرَبُوا  fiillerin failinden haldir. Hal anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  اشْرَبُوا  veya  كُلُوا ’ya mütealliktir.

بِ  harf-i ceri sebep manasınadır. (Âşûr)

Sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  كان ’nin haberi olan  تَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesiyle hüküm takviye edilmiştir. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كُلُوا - اشْرَبُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Tûr Sûresi 20. Ayet

مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍۚ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مُتَّكِئِينَ yaslanarak و ك ا
2 عَلَىٰ üzerine
3 سُرُرٍ koltuklar س ر ر
4 مَصْفُوفَةٍ sıra sıra dizilmiş ص ف ف
5 وَزَوَّجْنَاهُمْ onları evlendirmişizdir ز و ج
6 بِحُورٍ hurilerle ح و ر
7 عِينٍ iri gözlü ع ي ن

مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍۚ 

 

مُتَّكِـ۪ٔينَ  kelimesi  كُلُوا وَاشْرَبُوا  fiillerinin hali olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. عَلٰى سُرُرٍ  car mecruru  مُتَّكِـ۪ٔينَ ‘e mütealliktir. 

مَصْفُوفَةٍ  kelimesi سُرُرٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُتَّكِـ۪ٔينَ  kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَصْفُوفَةٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  صفف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ

 

Cümle,  atıf harfi  وَ ‘la  وَقٰيهُمْ ‘e matuftur. Fiil cümlesidir. زَوَّجْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِحُورٍ  car mecruru  زَوَّجْنَا  fiiline mütealliktir. ع۪ينٍ  kelimesi حُورٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

زَوَّجْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زوج ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍۚ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ

 

مُتَّكِـ۪ٔينَ  lafzı önceki ayetteki  كُلُوا  fiilinin failinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

عَلٰى سُرُرٍ  car mecruru  مُتَّكِـ۪ٔينَ ’ye mütealliktir.  مُتَّكِـ۪ٔينَ , ism-i fail vezninde gelerek fiil gibi amel etmiş ve  عَلٰى سُرُرٍ ‘ye müteallak olmuştur.

مَصْفُوفَةٍ  kelimesi سُرُرٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle 18. ayetteki  وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Matufun aleyhteki gaib zamirden bu ayette azamet zamirine dönüşte, iltifat sanatı vardır.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

ع۪ينٍ  kelimesi حُورٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

حُورٍ  kelimesinin nekreliği, nev, tazim ve kesret içindir. 

حُورٍ  kelimesi  حوراء 'nın çoğuludur. حوراء , beyaz tenli kadın demektir.  ع۪ينٍۜ de  عيناء ‘nın çoğuludur.  عيناء , ‘iri gözlü kadın’ demektir. (Ebüssuûd, Duhan/54) 

Alimlerimiz burada geçen  زَوَّجْنَاهُمْ  tabirinin, ‘bir arada bulunmak, yakınlık’ manasında olduğunu söylemişlerdir. Zira bilinen manada evlenmek,  بِ  harfi olmaksızın kullanılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.177)

Tûr Sûresi 21. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ  ...


İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların nesillerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseler
2 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
3 وَاتَّبَعَتْهُمْ ve kendilerine uyanlar ت ب ع
4 ذُرِّيَّتُهُمْ zürriyetleri de ذ ر ر
5 بِإِيمَانٍ imanda ا م ن
6 أَلْحَقْنَا kattık ل ح ق
7 بِهِمْ kendilerine
8 ذُرِّيَّتَهُمْ zürriyetlerini ذ ر ر
9 وَمَا ve
10 أَلَتْنَاهُمْ eksiltmedik ا ل ت
11 مِنْ -nden
12 عَمَلِهِمْ kendi amelleri- ع م ل
13 مِنْ hiçbir
14 شَيْءٍ şey ش ي ا
15 كُلُّ her ك ل ل
16 امْرِئٍ kişi م ر ا
17 بِمَا şeye
18 كَسَبَ kendi kazandığı ك س ب
19 رَهِينٌ bağlıdır ر ه ن
Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur:”Allah Cennet’te salih kulunun derecesini yükseltir. O kul: Ya Rabbi ! Bunu bana hangi sebeple lütfettin? diye sorduğunda Cenab-ı Hak ‘Çocuğunun senin  içine İstiğfar etmesi sebebiyle’ buyurur.”
(İbni Mace , Edeb 1; Ahmed b Hanbel, Müsned ,II,509).

   Rahene رهن :

  رَهْنٌ borca karşı bırakılan teminattır. رِهانٌ kelimesi de aynı anlamdadır ancak özellikle bahiste ve iddiada konan şey için söylenir.

  Ayrıca رَهْنٌ sözcüğü müstear olarak hangi türden olursa olsun hapsedilen şey anlamında da kullanılır.  (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de herbiri farklı bir isim formunda olmak üzere 3 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri rehin, rehine ve terhindir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la 17.ayettteki  اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ  cümlesine matuftur. İsim cümlesidir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اتَّبَعَتْهُمْ  atıf harfi وَ ‘la  اٰمَنُوا ‘ya matuftur.  اتَّبَعَتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  ذُرِّيَّتُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِا۪يمَانٍ  car mecruru  اتَّبَعَتْهُمْ  fiiline mütealliktir. 

اَلْحَقْنَا بِهِمْ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَلْحَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بِهِمْ  car mecruru  اَلْحَقْنَا  fiiline mütealliktir. 

ذُرِّيَّتَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَٓا اَلَتْنَاهُمْ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la  اَلْحَقْنَا ‘ya matuftur. 

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَلَتْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ عَمَلِهِمْ  car mecruru  اَلَتْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اتَّبَعَتْهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

اَلْحَقْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لحق ’dir.  

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

     

كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ

 

İsim cümlesidir. Taliliyyedir.  كُلُّ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. امْرِئٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  بِ  sebebiyyedir.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  رَه۪ينٌ ‘e mütealliktir.

كَسَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  رَه۪ينٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile 17. ayettteki  اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Âşûr ise bu cümlenin itiraz cümlesi olduğu görüşündedir. 

الَّذ۪ينَ  müsnedün ileyh,  اَلْحَقْنَا  cümlesi müsneddir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰمَنُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

Zamir makamında ismi mevsul gelerek, sıla ile gelecek habere işaret edilmiştir. (Âşûr)

ذُرِّيَّتُهُمْ  kelimesinde, irsâd sanatı vardır.

Aynı üslupta gelen  وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ile haber arasında itiraz cümlesi olması da caizdir.

بِا۪يمَانٍ ‘in tenkiri tazim içindir. Ya da nev içindir. Yani imanın hakikatı onlarda görüldüğü için demektir. (Âşûr)

اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ  cümlesi, mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Ahiretle ilgili olaylar anlatılırken mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اَلْحَقْنَا  fiiline müteallik olan car mecrur  بِهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

ذُرِّيَّتُهُمْ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Şayet “İman kelimesinin nekire (belirsiz) olarak kullanılmasının anlamı nedir?” dersen şöyle derim: Anlamı, söz konusu imanın özel ve derecesi yüksek bir iman olduğunu göstermektir. İmanın bu şekilde kullanılması ile dereceleri aşağı zürriyetin imanı kastedilmiş de olabilir. Şöyle denilmiş gibidir: Kendilerini babalarının derecesine layık kılamayacak kadar az bir imanla bile onları atalarının arasına kattık. (Keşşâf) 

Bundan önce bütün cennet ehlinin hali beyan edildikten sonra burada da cennet ehlinden özel bir fırkanın hali beyan edilmektedir ki, onlar, nesilleri de imanda kendilerine uymuş olanlardır. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hak, dünyadaki durumu beyan için, "tabi kıldık" buyururken, ahiretteki durumu beyan için de, "onları kendilerine kattık" buyurmuştur. Çünkü dünyada iken, küçük olan ve babasına tab olan çocuk, tabi olduğu babası gibi sayıldığını idrak edemez. Çaba gösterenin çaba göstermeyene üstünlüğü prensibi sebebiyle çocuk tabi, baba asıldır. Fakat ahirette, Cenab-ı Hak lütfu gereği çocuğunu babasına kattığından, o çocuğa babasındaki derecenin aynısını verir. (Fahreddin er-Râzî)


وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mef’ûl olan  شَيْءٍ ‘deki  مِنْ  tekid ifade eden zaid harftir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ عَمَلِهِمْ , durumun onlarla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

مِنْ عَمَلِهِمْ  car mecruru  ما ألَتْناهم  fiiline mütealliktir.  مِنْ  teb’iz (bir kısım) manasındadır. (Âşûr)

مِنْ شَيْءٍۜ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

Cenab-ı Hak ayette, amellerinden... buyurmuş da, mükâfatlarından… dememiştir. Çünkü "Amellerinden bir şey eksiltmedik" ifadesi, onların amellerinin olduğu gibi kaldığının bir delilidir. Mükafat ise, amele karşılık fazlasıyla verilen şeydir. Böylece bu ifadede, kendisi için büyük ücret bulunan o amellerin, baki kalacağına bir işaret bulunduğu gibi, mükafatının fazla fazla verileceğine de bir işaret vardır. Eğer Cenab-ı Hak, "Biz onların mükâfatlarından bir şey noksanlaştırmadık" demiş olsaydı, bu iş, en ufacık bir mükafat ile de hasıl olmuş olurdu. Çünkü Allah Teâlâ'nın kuluna, ameli karşılığı verdiği her derecedeki bir şey, tam bir mükâfattır. Bir de Hak Teâlâ, "Biz onların mükâfatlarından bir şey noksanlaştırmadık" demiş olsaydı, şöyle de denilebilirdi: Allah Teâlâ'nın, kuluna noksan ameline karşılık, tam ve bol mükâfat verdiği söylenebilir. Yine, babanın amelinin, hem babaya hem çocuğa bölüştürüldüğü söylenebilirdi. (Fahreddin er-Râzî)


كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وما ألَتْناهم مِن عَمَلِهِمْ  cümlesi ile 22. ayetteki  وأمْدَدْناهم بِفاكِهَةٍ  cümlesi arasında itiraz cümlesidir. (Âşûr)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كُلُّ امْرِئٍ  mübteda,  رَه۪ينٌ  haberdir.

Müsnedün ileyh olan  كُلُّ امْرِئٍ ‘nin, izafetle marife olması, veciz ifadenin yanında tazim ve teşrif içindir.  امْرِئٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve umum ifade etmiştir.

Masdar harfi  مَا ‘nın akabindeki  كَسَبَ  cümlesi, masdar tevilinde,  رَه۪ينٌ ‘e mütealliktir. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Masdar harfine dahil olan  بِ , sebebiyyedir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِمَا كَسَبَ , ihtimam için amili olan  رَه۪ينٌ ‘a takdim edilmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Yani herkes ameline karşılık rehin alınmıştır. Tıpkı bir efendinin, alacağından dolayı kölesini rehin olarak hapsetmesi gibi, adeta, kulun canı da Allah katında kendisinden istenen salih amel karşılığında rehin tutulmaktadır; salih amel işlerse Allah zincirini çözüp onu kurtuluşa erdirecek; aksi halde cezalandıracaktır. (Keşşâf)

 
Tûr Sûresi 22. Ayet

وَاَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ  ...


Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمْدَدْنَاهُمْ ve onlara bol bol verdik م د د
2 بِفَاكِهَةٍ meyvadan ف ك ه
3 وَلَحْمٍ ve etten ل ح م
4 مِمَّا
5 يَشْتَهُونَ canlarının istediği ش ه و

وَاَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Fiil cümlesidir. 

اَمْدَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِفَاكِهَةٍ  car mecruru  اَمْدَدْنَا  fiiline mütealliktir.  لَحْمٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  لَحْمٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَشْتَهُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

يَشْتَهُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَمْدَدْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  مدد ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

يَشْتَهُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  شهو ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَاَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki  اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

بِفَاكِهَةٍ  car mecruru,  اَمْدَدْنَا  fiiline mütealliktir.  لَحْمٍ  de  بِفَاكِهَةٍ ‘e matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür. Kelimelerdeki nekrelik, nev, kesret ve tazim içindir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  لَحْمٍ ’ in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlün sılası olan  يَشْتَهُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıygada gelen fiiller, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَحْمٍ - فَاكِهَةٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

يَشْتَهُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Tûr Sûresi 23. Ayet

يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْساً لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ  ...


Orada, (içilince) boş söz söyletmeyen, günah işletmeyen dolu bir kadehi elden ele dolaştırırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَتَنَازَعُونَ kapışırlar ن ز ع
2 فِيهَا orada
3 كَأْسًا bir kadeh ك ا س
4 لَا yoktur
5 لَغْوٌ saçmalama ل غ و
6 فِيهَا içinde
7 وَلَا ve yoktur
8 تَأْثِيمٌ günaha sokma ا ث م

يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْساً لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ

 

 

Fiil cümlesidir.  يَتَنَازَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  يَتَنَازَعُونَ  fiiline mütealliktir. 

كَأْساً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا لَغْوٌ ف۪يهَا  cümlesi  كَأْساً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَغْوٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. ف۪يهَا  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  تَأْث۪يمٌ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

يَتَنَازَعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi  نزع ‘dır.

Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile meful arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen meful zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْساً لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ

 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَتَنَازَعُونَ  fiiline müteallik olan car mecrur  ف۪يهَا , ihtimam için, mef’ûl olan  كَأْساً ‘e takdim edilmiştir.

كَأْساً ‘deki nekrelik, nev, kesret ve tazim içindir.

كَأْساً  dolu kadeh demektir. Mecazen içindeki içkiye de denilir. Kadeh çekiştirmek (kapışmak) de, neşe ile birbirlerine kadeh vermekten mecazdır. Bir kadeh ki onda lağv yoktur. Yani onu içerken boş, saçma sapan söz söylemek yoktur. Günaha sokmak da yoktur. Ancak bu dünya içkileri gibi değildir. (Elmalılı)

يَتَنَازَعُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ  cümlesi  كَأْساً  için sıfattır.  Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَغْوٌ  kelimesi  لَا ‘nın ismidir. ف۪يهَا  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.  لَا ’nın haberinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Eğer kadehten içindeki şarap kastediliyorsa  في  harfi sebep için müstear olur. İçilmesi sebebiyle ortaya çıkan boş söz yok demektir. (Âşûr)

لَا لَغْوٌ ‘a tezâyüf nedeniyle atfedilen  وَلَا تَأْث۪يمٌ ‘deki nefy harfi  لَا , olumsuzluğu tekid etmek içindir. 

ف۪يهَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tûr Sûresi 24. Ayet

وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ  ...


Hizmetlerine verilmiş, kabuğunda saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَطُوفُ çevrelerinde dolaşır ط و ف
2 عَلَيْهِمْ onların
3 غِلْمَانٌ civanlar غ ل م
4 لَهُمْ kendilerine mahsus
5 كَأَنَّهُمْ gibi
6 لُؤْلُؤٌ inci ل ا ل ا
7 مَكْنُونٌ saklanmış ك ن ن

وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur.

Fiil cümlesdir.  يَطُوفُ  damme ile merfû muzari fiildir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  يَطُوفُ  fiiline mütealliktir.  غِلْمَانٌ  fail olup lafzen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  غِلْمَانٌ ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir.

كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ  cümlesi  غِلْمَانٌ ‘nın sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَاَنَّ  isim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لُؤْلُؤٌ۬  kelimesi  كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  مَكْنُونٌ  kelimesi  لُؤْلُؤٌ۬ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَكْنُونٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  كنن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ

 

Ayet, atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki  يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْساً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَطُوفُ  fiiline müteallik olan car mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için fail olan  غِلْمَانٌ ‘a takdim edilmiştir.

غِلْمَانٌ ‘daki nekrelik, nev, kesret ve tazim içindir.

كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ  cümlesi  غِلْمَانٌ  için sıfattır. 

Teşbih ve tekid harfi  كَاَنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  

 هُمْ  zamiri  كَاَنَّ ’nin ismi  لُؤْلُؤٌ۬  haberidir. 

كنن  fiilinin ism-i mef’ûlü  مَكْنُونٌ  kelimesi, haberin sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin bir özelliğine işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ [Sanki onlar, sedefine gizlenmiş incilerdir.] cümle­sinde mürsel mücmel teşbih vardır. Burada vech-i şebeh hazf edilmiş ve mücmel olmuştur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Cennet ehlinin nail olacağı nimetler anlatılarak taksim sanatı yapılmıştır.

Bu gençler, kendilerine hizmet için tahsis edilmiş gençler; yahut kendilerinden önce ölmüş evlatlardır.

Bu gençlerin sedeflerinde saklı inci gibi olmalarından murad, beyazlık ve safiyette bu incilere benzemeleridir.

Yahut onlar, saklanan inci gibidir. Zira değeri pek yüksek olan inciler saklanır.

Katâde'ye: "Cennet ehlinin hizmetçileri böyle ise, kendileri nasıldır?" diye soruldu, o da dedi ki: "Resulullah buyurdu ki: Nefsim, kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederimi ki, bu efendinin, hizmetçisine üstünlüğü, dolunay gecesinde ayın, diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir." (Ebüssuûd)

 
Tûr Sûresi 25. Ayet

وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ  ...


Birbirlerine dönüp (“Ne iyilik yaptınız da bu nimetlere ulaştınız?” diye) sorarlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَقْبَلَ ve dönmüş(ler) ق ب ل
2 بَعْضُهُمْ birkısmı ب ع ض
3 عَلَىٰ
4 بَعْضٍ diğerine ب ع ض
5 يَتَسَاءَلُونَ soruyorlar س ا ل

وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. اَقْبَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  بَعْضُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَلٰى بَعْضٍ  car mecruru  اَقْبَلَ  fiiline mütealliktir. يَتَسَٓاءَلُونَ  fiili  اَقْبَلَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَتَسَٓاءَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَسَٓاءَلُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi  سأل ‘dır. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.

Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile önceki ayetteki  وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ  cümlesine atfedilmiştir. (Halidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107) 

يَتَسَٓاءَلُونَ  cümlesi  اَقْبَلَ ‘deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

بَعْضُ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَتَسَٓاءَلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Tûr Sûresi 26. Ayet

قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ  ...


Derler ki: “Şüphesiz daha önce biz, ailemiz içinde yaşarken (Allah’a isyandan) korkardık.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 إِنَّا elbette biz
3 كُنَّا idik ك و ن
4 قَبْلُ daha önce ق ب ل
5 فِي içinde
6 أَهْلِنَا ailemiz ا ه ل
7 مُشْفِقِينَ korku içinde ش ف ق

قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l kavli,  اِنَّا كُنَّا ‘dir. قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَّا  mütekellim zamiri  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.

قَبْلُ  damme ile mebni zaman zarfı,  مُشْفِق۪ينَ ‘ye müteallik olup mahallen mansubdur.

قَبْلَ  muzâfun ileyhleri hazfedilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ف۪ٓي اَهْلِنَا  car mecruru  مُشْفِق۪ينَ ‘ye mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُشْفِق۪ينَ  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُشْفِق۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ ‘nin haberi  كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ , nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Muzâfun ileyhi mahzuf olduğu için merfû durumdaki zaman zarfı  قَبْلُ , amili olan  كَانَ ‘nin haberi  مُشْفِق۪ينَ ‘ye takdim edilmiştir. 

ف۪ٓي اَهْلِنَا  car mecruru,  مُشْفِق۪ينَ ‘deki zamirin mahzuf haline mütelliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَانَ ’nin haberi olan  مُشْفِق۪ينَ , ism-i fail kalıbıyla gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir. 

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafât, s. 80)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran/June 2020, 19/1: 405-426) 

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

ف۪ٓي اَهْلِنَا  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اَهْلِنَا , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  insanın ehli, ailesi, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Yakınları arasında bulunmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir.  Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Tûr Sûresi 27. Ayet

فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ  ...


“Allah da bize lütfetti ve bizi iliklere işleyen cehennem azabından korudu.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَنَّ lutfetti م ن ن
2 اللَّهُ Allah
3 عَلَيْنَا bize
4 وَوَقَانَا ve bizi korudu و ق ي
5 عَذَابَ azabdan ع ذ ب
6 السَّمُومِ hücrelere işleyen س م م

فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile mekulü’l-kavle matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  مَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْنَا  car mecruru  مَنَّ  fiiline mütealliktir.  وَقٰينَا  atıf harfi  وَ ‘la  مَنَّ ‘ye matuftur.

وَقٰينَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

عَذَابَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  السَّمُومِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim içindir.

Aynı üsluptaki  وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ  cümlesi,  وَ  harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السَّمُومِ : Daha evvel de geçtiği gibi vücûdun içine işleyen, zehirli, sıcak, samm denilen bir rüzgardır. Burada zikri geçen azabtan maksat, cehennem ateşi veya buna benzetilen korkunç dünya hayatıdır. Semûmun cehennemin isimlerinden olduğu da rivayet edilmektedir. (Elmalılı, Âşûr)

 
Tûr Sûresi 28. Ayet

اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟  ...


“Gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk. Şüphesiz O, iyilik edendir, çok merhametlidir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 كُنَّا idik ك و ن
3 مِنْ
4 قَبْلُ bundan önce ق ب ل
5 نَدْعُوهُ yalnız O’na yalvarır د ع و
6 إِنَّهُ çünkü O
7 هُوَ O’dur
8 الْبَرُّ iyilik eden ب ر ر
9 الرَّحِيمُ esirgeyen ر ح م

اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَّا  mütekellim zamiri  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  نَدْعُوهُۜ  fiiline mütealliktir.  نَدْعُوهُۜ  cümlesi  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.

قَبْلَ  muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

نَدْعُوهُ  mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

هُوَ  fasl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

 Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْبَرُّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ۟  kelimesi  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

الْبَرُّ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.Sıfatı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsmi fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ 

 

 

Allah’ın lütfu için ta’liliyye olarak gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ‘nin haberi olan  كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ قَبْلُ , amili olan  كَانَ ‘nin haberi  نَدْعُوهُۜ fiiline takdim edilmiştir.

قَبْلُ  cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır. Muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)


اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen bu son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  هُوَ , fasıl zamiri, kasr ifadesiyle cümleyi tekid etmiştir. Bir başka tekid unsuru da haberin marife gelmesidir. Ayrıca  اِنَّ ‘nin haberinin marife oluşu, bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.

Fasıl zamiri hasır içindir. İyilik ve rahmet sıfatlarının ancak Allahu Teala ile sınırlandırmak içindir. Bu da başkalarının doğruluk ve merhametine güvenilmemesinden dolayı mübalağa için iddiaî kasrdır. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri, müsnedin marife gelmesi sebebiyle çok sayıda tekid ve tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  الْبَرُّ  ve  الرَّح۪يمُ۟  vasıflarının  aralarında  وَ  olmadan gelmesi, her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. 

الرَّح۪يمُ۟  - الْبَرُّ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.
Tûr Sûresi 29. Ayet

فَذَكِّرْ فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ  ...


(Ey Muhammed!) O hâlde, sen öğüt ver. Rabbinin nimeti sayesinde, sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَذَكِّرْ sen hatırlat ذ ك ر
2 فَمَا değilsin
3 أَنْتَ sen
4 بِنِعْمَتِ ni’meti sayesinde ن ع م
5 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
6 بِكَاهِنٍ kahin ك ه ن
7 وَلَا ve değilsin
8 مَجْنُونٍ mecnun ج ن ن

Yakın çevresinden haksız ve ağır ithamlara mâruz kalan Resûl-i Ekrem’e, inkârda direnenlerin düşündükleri ve düşünebilecekleri, söyledikleri ve söyleyebilecekleri, yaptıkları ve yapabilecekleri ile ilgili hemen bütün ihtimaller hatırlatılıp bunların hiçbirinin sonuç vermeyeceği, kendisine düşenin azim ve sebatla doğruyu anlatmak olduğu, bu olumsuzlukların Allah’a olan bağlılığını asla etkilememesi gerektiği, yeterli bildirim ve öğüt yapıldığı halde akıl ve iz‘anlarını harekete geçirmemekte ısrar edenleri ise kendilerini bekleyen ceza ile baş başa bırakmaktan başka bir yol bulunmadığı bildirilmektedir.

Araplar’da kâhinler ve mecnunların cinlerle insanlar arasında irtibat sağladığına inanılırdı. Bu sebeple putperestler Resûlullah’a 29 ve 30. âyetlerde belirtilen türden isnat ve iftiralarda bulunuyorlardı. 29. âyette Hz. Peygamber’le ilgili bu iddiaların asılsızlığı ortaya konmaktadır (İbn Atıyye, V, 191). Bu ve benzeri yerlerde mecnun kelimesini –yaygın anlamıyla– “akıl hastası, deli” şeklinde açıklamak mümkün olduğu gibi, o günkü inanışlar ışığında “cinlenmiş, cinin hâkimiyetine girmiş” şeklinde yorumlamak da mümkündür. “Kâhin” kelimesinde ise bu mâna daha belirgindir (bk. Toshihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 158-165; A. Fischer, “Kâhin”, İA, VI, 71-73; ayrıca bk. A‘râf 7/184, Hicr 15/6). 

30. âyette geçen reybe’l-menûn tamlaması “zamanın getireceği musibetler”i veya “ölüm”ü ifade etmek üzere kullanılır. Hz. Peygamber’i görevini yapmaktan alıkoyamayan Kureyşliler onu bertaraf edebilmek için değişik komplolar üzerinde fikir yürütüyorlardı. Bazıları zamanın yani ölümün nice meşhur şairleri alıp götürdüğünü hatırlatıp bu işi de zamana bırakmanın uygun olacağını söylüyordu. Bu tavrın o sıralarda “şair” olarak tanınan insanlara ilişmenin pek hayırlı sonuç getirmeyeceği telakkisiyle de bağlantılı olduğu düşünülebilir. Bazı rivayetlerde böyle bir müzakere sırasında söylenen, “Onu bağlayıp hapsedin, öylece ölüp gitmesini bekleyin” gibi sözler bu âyetin iniş sebebi olarak gösterilmiştir (Taberî, XXVII, 31; Zemahşerî, IV, 35). Sûrenin bir bütün olarak indiği dikkate alındığında bu rivayetlerdeki bilgileri âyetin özel bir sebep üzerine bütününden ayrı olarak indiği şeklinde değil, burada söz konusu olaya ve benzerlerine bir gönderme yapılmış olduğu tarzında anlamak uygun olur (Ateş, IX, 84-85).

32. âyette müşriklerin çelişkili söz ve tutumlarına dikkat çekilmektedir. Zira Resûlullah’ı bir taraftan mecnun ilân ederlerken diğer taraftan da onu özel yetenek ve ince zekâ gerektiren şairlik ve kâhinlikle nitelemeleri akıl ve mantığa sığacak iş değildi (Zemahşerî, IV, 35-36). Râzî burada aklın söz ve davranışlardaki önemine işaret bulunduğunu belirtir ve aklın hisleri kontrol etme işlevi üzerinde durur (bk. XXVIII, 257). 

Bu kısa âyette putperestlerin peygamber ve vahiy karşısındaki küstahça tutumları eleştirilirken, hilim ve tuğyan kavramları çerçevesinde dolaylı olarak iki büyük zihniyet farkına da dikkat çekilmektedir. Müfessirler, buradaki ahlâmın tekili olan hilim kelimesini genellikle “akıl”, âyette bunun karşıtı bir konumda kullanılan tâgînin türetildiği tuğyânı da, “isyanda sınır tanımama, konuşurken hezeyanlar savurma” şeklinde açıklamışlardır (meselâ bk. Râzî, XXVIII, 257-258; Şevkânî, V, 115). Ancak, özellikle hilimle ilgili bu açıklama iki yönden eksik görünmektedir: a) Öncelikle hilim, salt zihinsel yetenek olan aklı değil, aynı zamanda basiretli, soğuk kanlı, sabırlı, ölçülü, kısaca erdemli ve hakka uygun davranmayı da kapsayan bir kavramdır. Tuğyan ise inançta, sözde ve eylemde doğruluk ve adalet sınırını aşmayı, cahilce ve ahmakça hareket etmeyi ifade eder ve bu anlamıyla tuğyan, kaynaklarda Câhiliye Arapları’nın cehl, asabiyet, hamiyet gibi terimlerle ifade edilen barbarlık zihniyetinin bir tezahürü olarak görülür. b) Câhiliye döneminde de akla değer verenler vardı; buna rağmen bu yetenek bireyin ve toplumun ruhî ve maddî hayatını kurtaracak, onlara gerçek anlamda yararlı olacak inanç ve eylemlere götürme imkânından yoksundu; bu sebeple o döneme “Câhiliye” denilmiştir. İslâm ise ilâhî irşadla aklın yolunu aydınlattı; önüne inanç ve amelle ilgili ölçüler koydu; böylece insana zihnî, duygusal ve bedenî yeteneklerini doğru olarak kullanma fırsatını verdi; aklın salt bir zekice düşünme yeteneği değil, belirtilen vahiy kaynaklı ölçüler çerçevesinde en doğru, en âdil, dolayısıyla da nihaî anlamda en yararlı olanı kavrama, bilme yeteneği halini almasına imkân sağladı. Esasen birçok âyette Kur’an-ı Kerîm’in, hidayet, şifa, nur (ışık) gibi sıfatlarla anılmasının anlamı da budur. Sonuç olarak müminler bu kaynaktan aydınlandıkları için belirtilen anlamda akıllarıyla hareket ederler ve doğru olana inanır, doğru olanı yaparlar; inkârcılar ise kendilerini belirtilen kaynaktan nasipsiz bıraktıkları için inanç ve davranışlarda mâkul ve tutarlı olamaz, doğruluk ve adalet sınırını aşarlar. Hz. Peygamber’i “kâhin, mecnun, şair” gibi gerçek dışı ve çelişkili iddialarla suçlarken de aynı tutumu sergilemişlerdir. 

33. âyetin son cümlesi genellikle “Onlar iman etmezler; ne kadar delil getirilse koyu taassupları içinde inkârcılıklarını sürdürürler” şeklinde anlaşılmıştır. Fakat bu bağlamda cümleye “(dediklerine) kendileri de inanmıyorlar” tarzında da mâna verilebilir (Elmalılı, VII, 4560; Kur’an’ın muhataplarına onun bir benzerini ortaya koymaları için çağrı yapması ve meydan okuması konusunda bk. Bakara 2/23; Enfâl 8/31).

35. âyette muhataplar her şeyden önce kendi yaratılışları üzerin­de düşünmeye ve muhâkeme zincirini buna göre oluşturmaya çağı­rılmaktadır. Âyetin “Acaba onlar bir şey bulunmadan mı yaratıldılar?” diye çevrilen kısmı, daha çok “Acaba onlar yaratıcısız mı yaratıldılar?” mânasıyla açıklanmıştır (âyetin varlık felsefesi açısından yapılmış bir yorumu için bk. Elmalılı, VII, 4561-4562). Bu kısma “Acaba onlar sebepsiz mi yaratıldılar?” şeklinde mâna vermek de mümkündür; bu takdirde, onlara gayesiz, boş yere mi yaratıldıkları sorulmuş olmaktadır. Bir yoruma göre ise bu cümlede “Kendilerini cansız, akıl nimetinden mahrum, gösterilen kanıtları anlayamaz varlıklar gibi mi görüyorlar?” mânası bulunmaktadır (Taberî, XXVII, 33; İbn Atıyye, V, 192). Buhârî, bu ve müteakip iki âyetin, Bedir Savaşı’nı takiben esir düşen müşriklerle ilgili görüşme yapmak üzere Medine’ye gelen Cübeyr b. Mut‘im’in gönlünde iman ateşini yakan bir etki oluşturduğuna dair bir rivayet aktarmıştır. Bu rivayette Cübeyr’in şöyle dediği belirtilir: “Hz. Peygamber akşam namazında Tûr sûresini okumuş, ben de dinlemiştim; ‘em hulikû (...) em hümü’l-müsaytırûn’ âyetlerine (35-37. âyetlere) gelince kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu” (Buhârî, “Tefsîr”, 52). 

36-43. âyetlerde inkârcıların Hz. Muhammed’i peygamberlik görevine lâyık görmeme ve Allah hakkında sapkın iddialar ileri sürme tarzındaki küstahça tavırları eleştirilmekte, bilgisizlik ve âcizliklerine rağmen böyle bir değerlendirme hakkını nasıl kendilerinde bulabildikleri onları hafife alan bir üslûpla sorulmakta, üstelik Resûlullah’ın onlara herhangi bir maddî yük de getirmediğine dikkat çekilmektedir. 

Bir yoruma göre 42. âyetin ilk cümlesinde, Mekkeliler’in Resûl-i Ekrem’i öldürmek için suikast hazırlığı içinde oldukları, son cümlesinde de planlarının boşa çıkacağı ve asıl kendilerinin perişan olacakları haber verilmektedir. Nitekim Medine’ye hicretten kısa bir süre önce müşrikler Dârünnedve’de toplanıp bu konuyu enine boyuna tartışmış, müşterek bir suikast planı hazırlamışlar (bk. Müsned, I, 348), fakat bu plan boşa çıktığı gibi Resûlullah’ı öldürmeyi planlayan suikastçıların kendileri de kısa bir süre sonra Bedir Savaşı’nda öldürülmüşlerdi (Zemahşerî, IV, 36).

Söz konusu inkârcıların apaçık kanıtlar karşısında bile inatlarını sürdürdüklerini anlatmak üzere 44. âyette somut bir örnek verilmekte, –İsrâ sûresinin 90-92. âyetlerinde belirtildiği üzere– istedikleri gibi gökten bir kütle düşürülse ve bunu gözleriyle görseler dahi gelip kafalarına çarpmadıkça onun varlığını kabullenmek istemeyecekleri, “bulut yığınlarıdır” gibi sözlerle geçiştirmeye çalışacakları belirtilmektedir (Taberî, XXVII, 36). 45. âyette de böylesine bağnaz bir tutum içinde olanları, kendilerini bekleyen dehşetli günle baş başa bırakma dışında bir yol olmadığı ifade edilmiştir. Bu âyette sözü edilen gün hemen bütün müfessirlere göre kıyamet günüdür. 47. âyette bundan başka bir azap ile daha karşılaşacakları belirtilmiş, fakat azabın mahiyeti açıklanmamıştır. Bazı müfessirlere göre bundan maksat kabir azabı, bazılarına göre ise açlık, yakınlarını ve servetini kaybetme ya da Bedir Savaşı vb. hezimetlere uğrama gibi dünyevî belâlardır (İbn Atıyye, V, 194). Taberî, bu konuda bir sınırlandırmaya gitmeksizin inkârcıların –kabir azabı dahil– kıyamet gününden önce karşılaşacakları her türlü musibeti bu kapsamda düşünmenin uygun olacağını belirtir (XXVII, 36-37). 

48 ve 49. âyetlerde Resûlullah’ın ilâhî gözetim ve koruma altında bulunduğu bildirilerek ondan görevini azim ve sebatla sürdürmesi istenmekte, mâneviyatını yükseltecek en büyük gıdanın her zaman Allah’ı yüceltmek, O’na olan inanç ve güvencini zinde tutmak olduğu hatırlatılmaktadır. İbn Abbas, 49. âyetin sonunda geçen (yıldızlar çekildiğinde yapılması istenen) tesbihten maksadın sabah namazından önce kılınan iki rek‘at nâfile (sünnet) namaz olduğunu söylemiştir. Resûlullah’ın sabah namazının sünnetine çok ayrı bir önem verdiğine dair hadisler bulunmaktadır (bk. Buhârî, “Teheccüd”, 27; Müslim, “Müsâfirîn”, 94, 96). Bu âyetlerde geçen tesbih ile genel olarak, “Allah’ı noksanlıklardan tenzih ederek anma” mânasının veya farz yahut nâfile namazların kastedildiği yorumları yapılmıştır. Ayrıca burada belirtilen vakitlerle ilgili olarak değişik görüşler ortaya konmuş, “her kalktığında” diye çevirdiğimiz ifade için “oturduğun bir mecliste ayağa kalktığında, namaza kalktığında, yatağından kalktığında” gibi açıklamalar yapılmıştır (bk. Taberî, XXVII, 38-40; İbn Atıyye, V, 194). 

Sûre, –mushaf tertibine göre– “yıldız” anlamına gelen Necm sûresine geçileceğini haber verircesine yıldızlardan söz eden bir cümle ile sona ermektedir.

فَذَكِّرْ فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن وصفك الكافرون بالكهانة والجنون فذكرهم باللَّه …(Eğer kâfirler seni kâhin ve mecnunlukla vasfederlerse onlara Allah’ı hatırlat..) şeklindedir. 

Fiil cümlesidir. ذَكِّرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

ف  ta’liliyyedir.  مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتَ  munfasıl zamir  مَٓا ‘nın ismi olup mahallen merfûdur. 

بِنِعْمَتِ  car mecruru  بِ  harf-i ceriyle  كَاهِنٍ  veya  مَجْنُونٍ  mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِ  harf-i ceri zaiddir. كَاهِنٍ  lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  مَجْنُونٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

كَاهِنٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  كهن  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَجْنُونٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  جنن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

فَذَكِّرْ

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Takdiri,  إن وصفك الكافرون بالكهانة والجنون …(Eğer kâfirler seni kâhin ve mecnunlukla vasfederlerse...)  olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَذَكِّرْ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Kâhin, Bir nevi kendi zannî bilgisine dayanarak gaybdan haber verene denir. Başka bir ifade ile geçmişe dair bilgi verene kâhin, geleceğe dair bilgi verene ise Arrâf denilmektedir. Kehanette, genellikle cinlerden yardım alındığı söylenir. (Elmalılı)


 فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ

 

فَ , ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Müsned olan  بِكَاهِنٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada  بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde  لِ harfinin tekid ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de  لَيْسَ  ve  مَٓا 'nın haberinin başında gelen  بِ  harfinin de tekid bildirdiğini söyler. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, II, 142)

لَا مَجْنُونٍۜ  cümlesi makabline matuftur. لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. 

مَجْنُونٍۜ - كَاهِنٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Tûr Sûresi 30. Ayet

اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ  ...


Yoksa onlar, “O bir şairdir; onun, zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” mu diyorlar?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 يَقُولُونَ diyorlar (mı?) ق و ل
3 شَاعِرٌ bir şa’irdir ش ع ر
4 نَتَرَبَّصُ gözetliyoruz ر ب ص
5 بِهِ onun
6 رَيْبَ felaketlerine çarpılmasını ر ي ب
7 الْمَنُونِ zamanın م ن ن

اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ

 

اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli شَاعِرٌ ‘dur.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

شَاعِرٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هو ‘dir.  نَتَرَبَّصُ  fiili  شَاعِرٌ ‘un sıfatı olarak mahalen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَتَرَبَّصُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  بِه۪  car mecruru  نَتَرَبَّصُ  fiiline mütealliktir.  رَيْبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْمَنُونِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

نَتَرَبَّصُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ربص ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

شَاعِرٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan شعر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ ; munkatı’ istifham harfidir. Burada hemze ve intikal için  بَلْ  manasındadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve takrir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavlinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. شَاعِرٌ , takdiri  هُوَ  olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  شَاعِرٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ  cümlesi شَاعِرٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  نَتَرَبَّصُ  fiiline müteallik olan car mecrur  بِه۪ , durumun onunla ilgili olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir. 

رَيْبَ الْمَنُونِ (Zamanın musibetleri) terkibinde, istiâre-i tebeiyye var­dır. Zamanın hadiseleri, ve şek manasına gelen  رَيْبَ 'den her birinde şaş­kınlık ve durumda kalmama vasıfları bulunduğu için, zamanın hadiseleri  رَيْبَ 'e benzetilmiş ve istiâre-i tebeiyye yoluyla  رَيْبَ lafzı, zamanın musi­betleri için müsteâr olarak kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

رَيْبَ : Izdırap vermek demektir. Buna göre zamanın ızdırap veren musibeti, ya da ölüm felaketi manasını ifade eder. 

الْمَنُونِ : Kesmek anlamına gelen kelimeden alınmıştır. Ömür vesaireyi kestiği düşüncesinden hareketle zamana ve ölüme de "menûn" denilmiştir. (Elmalılı)

 
Tûr Sûresi 31. Ayet

قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ  ...


Onlara de ki: “Bekleyin. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 تَرَبَّصُوا gözetleyin ر ب ص
3 فَإِنِّي elbette ben de
4 مَعَكُمْ sizinle beraber
5 مِنَ
6 الْمُتَرَبِّصِينَ gözetleyenlerdenim ر ب ص

قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli, تَرَبَّصُوا ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

تَرَبَّصُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن تربّصتم فإنّي  معكم (Eğer beklerseniz..bende sizinle beklerim) şeklindedir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مَعَكُمْ  mekan zarfı  مُتَرَبِّص۪ينَ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُتَرَبِّص۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber’dir.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  تَرَبَّصُوا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

تَرَبَّصُوا  emir fiili  korkutma, gözdağı verme, zarar göreceğini bildirme anlamında kullanılanılarak tehdit manasında gelmiştir. Dolayısıyla cümle mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir.  Takdiri, … إن تربّصتم  (Eğer gözlüyorsanız…)  olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap olan  فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekân zarfı  مَعَكُمْ , mahzuf habere mütealliktir.  مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَ  car mecruruاِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

مُتَرَبِّص۪ينَۜ  - تَرَبَّصُوا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki  و- نَ  , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.  

Günün Mesajı
21. ayet, Cennet mutluluğunun önemli bir yanına işaret etmektedir. Cenab-ı Allah (c.c.), Cennet'te, imanları ve amelleri aynı seviyede olmasa da anne-babaları ve evlâtlarını birleştirecektir. Bu, O'nun müminlere olan bir başka fazl u rahmetidir. Bununla birlikte, Cennet'te aynı yerde olsalar bile, insanların Cennet'ten ve nimetlerinden istifadesi aynı olmayacaktır. Herkes, imanının derecesi, derinliği, amellerinin kıymeti ve hisleriyle melekelerinin gelişmişliği nisbetinde Cennet'ten istifade edecektir.

Ayet ayrıca şu gerçeğe de işarette bulunmaktadır. Vâkıa Süresi 10-14'üncü ayetlerde ifade buyurulduğu üzere, bir iman hareketinin başında samimi olarak ona katılıp destek verenler ve bu desteklerini sürdürerek, imanla Âhiret'e göçenler; Allah nazarında ayrı bir kıymeti haiz bulunmakta olup, Cennet'ten istifadede onlar önde olacaklardır. Çünkü onlar, iman edip, Allah'ın dinine sahip çıkmada diğerlerini geçmişler, ona başkalarının geri durduğu, çoklarının karşı çıktığı en zor zaman ve şartlarda destek vermişler, büyük sıkıntılara katlanmışlar ve karşılığında dünyevi hiçbir beklentiye girmemişlerdir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Cennet ayetleriyle coşan bir adam yaşardı. Korkuyla değil, müjdelerle harekete geçenlerdendi. Dünya hayatını, bir an önce sabah olsun sabırsızlığıyla uyuyan bir çocuk gibi yaşardı. 

Nefsinin isteklerine daldığını farkettiği zaman cenneti anlatan ayetleri hatırlardı. Kim evine gitmek varken yolda ya da köprüde kalmak isterdi. Cennet varken dünyayla yetinmek neden diye sorardı. 

Gaflete dalan halini uyanması için: korkularından ve üzüntülerinden arınacağın; her canının çektiğine kavuşacağın; hiçbir nimetin fazlasının zarar vermeyeceğini bilmenin huzuruyla yiyip içeceğin; Allah dostlarıyla yaşayacağın; sadece hoş duygularla, hayallerle ve düşüncelerle dolacağın; hep  seveceğin, sevileceğin ve sevineceğin topraklara hazırlanma zamanı diyerek sarsardı.

Allahım! Bizi, Kur’an-ı Kerim’i kalbiyle okuyanlardan eyle. Müjdeleriyle sevinenlerden, tehditleriyle korkanlardan, uyarılarıyla sakınanlardan ve emirlerine itaat edenlerden eyle. Her ayetine olan imanımızı, şeksiz ve şüphesiz kıl. Keyfine ve sapkınlıklarına göre evirip çevirenlerle ya da onlardan olmaktan koru. 

Allahım! Bizi, Senin için yaşayanlardan ve Senin için ölenlerden eyle. En çok Seni sevenlerden ve en çok Senin rızanı umanlardan eyle. Affettiklerinden ve cennet ehlinden eyle. Sevdiklerini sevenlerden, sevdiklerin tarafından sevilenlerden ve iki cihanda da sevindirdiklerinden eyle. 

Amin.

***

Ey Allahım!

Bizi, hakikat alametlerini görenlerden ve hakikate iman edenlerden eyle. Batılın peşinden gidenlere benzemekten ve onların sonlarına uğramaktan muhafaza buyur. 

Sahip olduğumuz ömrü, Senin rızan için en güzel şekilde değerlendirenlerden ve Senin adın ile yaşayanlardan eyle. Dayanamayacağız hallere kendi ellerimizle girmekten muhafaza buyur. 

Ey Allahım! 

Bizi, nefsani hırslarına kapılıp iki cihanda da çeşitli felaketlere sürüklenenlere benzemekten muhafaza buyur. İki cihanda da kalbi ferah ve mutmain olan kullarından eyle.

Yeryüzünde maddi ve manevi her türlü karanlıktan aydınlığa çıkar. Mahşer günü cehennem azabından uzaklaştırılanlardan ve cennet nimetlerine yaklaştırılanlardan eyle. 

Ey Allahım!

Bizi, boş sözlerle ve işlenen günahlarla dolu şu alemde muhafaza buyur. Kalplerimizi ve bedenlerimizi Sana çevir. Samimiyet ile Sana sımsıkı sarılanlardan ve itaat edenlerden eyle.

Sana kalbimizle, sözümüzle ve hareketimizle isyan etme gafletinden koru. Sana itaat ile adımlarını doğru atanlardan ve bunun sonucunda da kurtuluşa erenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji