وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ
Önceki âyetlerde eleştirilen tavır vesilesiyle, o sırada muhatapların hakkında en fazla bilgiye sahip oldukları peygamberlerden Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya indirilen vahiylerin özüne değinilmektedir. Bu âyetlerin ilk kısmında (38-42. âyetlerde) hatırlatılan ilkeler ve bilgiler –konuya ilişkin başka naslar da dikkate alınarak– şöyle açıklanabilir:
a) Sorumluluk: Kur’an’da değişik vesilelerle belirtildiği üzere, suçların ve cezaların şahsîliği esastır; –istese de– kimse başkasının günahını yüklenemez. b) Kesp: Herkes bütün sırlarını ve inceliklerini bilemeyeceğimiz bir sınav düzeni içinde iradî seçimler yapmak durumundadır. c) Hesap verme: Dünya hayatında iradî seçimle yaptığı her iş mahşer günü insanın önüne konacak, iyilik ve kötülükleri görülecek, bu konuda tamamen âdil bir yargılama yapılacaktır. d) Karşılık verme: Sözü edilen yargılamanın sonunda herkese yaptıklarının karşılığı tastamam verilecektir. e) Nihaî takdir: Yapılanların karşılığı verilirken kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmayacağı kesin olmakla beraber, ilâhî lutuf ve bağışlama hususu Allah’ın mutlak iradesine bağlıdır; bu konuda mümine düşen, ümitvar olmak, ama buna güvenerek gevşeklik göstermemektir.
39-40. âyetler dürüstlükle çalışıp çabalamanın, alın teriyle kazanmanın Allah nezdindeki değerine de işaret etmektedir.
43-49. âyetlerde insanın hayat-ölüm çizgisi içinde cereyan eden her oluşun ve genelde evrende olup biten her şeyin Allah Teâlâ’nın irade ve kudretine bağlı bulunduğunu gösteren örnekler verilmekte; 50-54. âyetlerde de inkârcılıkları sebebiyle helâk edilen bazı eski toplumların başına gelenler hatırlatılmaktadır. 47. âyette geçen ve “öteki yaratma” diye tercüme edilen “en-neş’etü’l-uhrâ” tamlaması genellikle “öldükten sonra diriltme” mânasıyla açıklanmıştır. Râzî, önceki âyetlerde insanın yaratılışından söz edilmesini ve başka bazı delilleri dikkate alarak bu tamlamayla, cenine ruhun üflenmesine işaret edilmiş olabileceği kanaatine ulaştığını belirtir (XXIX, 21). 48. âyet “Zengin eden de O’dur, yoksul kılan da” şeklinde de anlaşılmıştır (Şevkânî, V, 135).
49. âyette geçen Şi‘râ, bazı Arap kabilelerinin şans kaynağı saydıkları, bahtlarını kendisine bağladıkları ve bu sebeple taptıkları en parlak yıldız olarak anlaşılmıştır. Batı dillerinde yazılan meâl ve tefsirlerde, Şi‘râ karşılığında genellikle “Sirius” kelimesinin kullanılması da bu anlamdan hareketle yapılmış bir çeviridir (meselâ bk. Arthur J. Arberry, The Koran, s. 552; Hamidullah, Le Saint Coran, s. 528). Sirius, dilimizde Akyıldız veya Şuarayıyemânî olarak bilinen ve Büyükköpek takım yıldızı içinde yer alan en parlak yıldızın adıdır. Öyle anlaşılıyor ki, âyette Allah’ın Şi‘râ’nın da rabbi olduğu belirtilerek, bir tür şirk olan ve yukarıda değinilen telakkilerin temelden yıkılması hedeflenmektedir.
53. âyette geçen “altı üstüne getirilmiş şehirler” genellikle, Lût kavmi ve oturdukları yerler şeklinde açıklanmıştır; fakat benzer felâketlere uğratılarak ilâhî cezaya çarptırılmış bütün toplumların kastedilmiş olması da muhtemeldir (Râzî, XXIX, 24).
وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel önceki masdar-ı müevvele matuftur.
سَعْيَهُ cümlesi اَنَّ ‘ nin haberi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَوْفَ يُرٰى cümlesi اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.
يُرٰى elif üzere mukadder damme ile meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir.وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ
Ayet atıf harfi وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ve akabindeki sübut ve istimrar ifade eden سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ , cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.
Masdar-ı müevvel cümlesinde سَعْيَهُ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir. اَنَّ ‘nin haberi olan سَوْفَ يُرٰى cümlesi, سَوْفَ ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُرٰىۖ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an’da tehdit ifade eden fiiller, genellikle meçhul sıygada gelir.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
سَوْفَ istikbal harfidir, gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiğinde tekid ifade eder.
سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ [Onun çabası gösterilecektir.] ifadesindeki سَعْيَهُ ibaresi, hem olumlu çalışma hem de olumsuz çalışma manası taşımaktadır. Bu tevcih sanatıdır.
سَعٰىۙ - سَعْيَهُ kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سَ yakın gelecek için kullanılırken سَوْفَ uzak gelecek için kullanılır. Ancak bir vaat veya vaîde delalet eden muzari fiile dahil olurlarsa tekid ifade ederler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki سعي (çalışma), المسعي (sa'y edilmiş şey) manasınadır. Çünkü masdarlar, çoğu zaman ism-i mef'ûl manasına kullanılırlar. Mesela, مخلوقه "Allah'ın mahluku" manasında, خلق اللّه "halkullah" denir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak (İnsanın) çalıştığı ileride görülecek. Sonra buna tam mükâfat verilir" buyurmuştur. Bu, "yaptığı şeyler ona sunulur, açılıp gösterilir" demektir. Ayetteki يرى kelimesi, arapların من أريته الشيء (falancaya, o şeyi gösterdi mi) deyiminden alınmış olup, bu ayette, daha önce de bahsettiğim gibi müminler için bir müjde vardır. Şöyleki: Allah Teâlâ, o kimseye, sayesinde rahatlayıp sevinsin diye dünyada iken yaptığı salih amelleri gösterecektir. Yahut da Cenab-ı Hak, kişinin yaptığı o iyi şeyleri -meşhur olan görüşe göre-, onlarla övünsün diye, meleklerine ve diğer mahlukatına gösterecektir ki bu da, yine müminin rahatlaması, kâfirin üzülmesi içindir. Çünkü kişinin sa'y edip yaptığı şeyler, hem kendisine hem de diğer mahlûkata gösterilecektir. Bu kelimenin, هو من رأى يرى (gördü) fiilinden olması da muhtemeldir. Buna göre ayet, ["De ki: (istediğinizi) yapın. Çünkü Allah ve resulü amelinizi görecektir"] (Tevbe, 105) ayeti gibi olur. (Fahreddin er-Râzî)