2 Mart 2026
Necm Sûresi 27-44 (526. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Necm Sûresi 27. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى  ...


Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 لَا
4 يُؤْمِنُونَ inanmayan(lar) ا م ن
5 بِالْاخِرَةِ ahirete ا خ ر
6 لَيُسَمُّونَ adlandırıyorlar س م و
7 الْمَلَائِكَةَ meleklere م ل ك
8 تَسْمِيَةَ adlarını س م و
9 الْأُنْثَىٰ dişilerin ا ن ث
Riyazus Salihin, 1577 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Zandan sakının. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır.”
“Başkalarının gizli kapaklı hallerini ve ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın,yüz çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Allah’ın size emrettigi gibi kardeş olun.”
(Buhârî, Vasâyâ 8, Nikâh 45, Ferâiz 2, Edeb 57, 58; Müslim, Birr 28. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 56)

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُؤْمِنُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline mütealliktir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  يُسَمُّونَ  fiil cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُسَمُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الْمَلٰٓئِكَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  تَسْمِيَةَ  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاُنْثٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

يُؤْمِنُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  آمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Bu ve benzeri cümleler  اِنَّ , isim cümlesi, lam-ı muzahlaka ve isnadın tekrarı sebebiyle birden fazla tekid içeren çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması tahkir ifade eder. Sılası olan  

لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Haberin, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümlenin hükmünü takviye etmiştir. 

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

الْمَلٰٓئِكَةَ  kelimesinin sonundaki cemiliğe nispet edilmekten dolayı gelen "tâ"dır. (Fahreddin er-Râzî)

تَسْمِيَةَ  mef’ûlu mutlak olarak cümleyi tekid etmiş,  الْاُنْثٰى ‘ya muzâf olmuştur.

الْاُنْثٰى ’daki marifelik cins içindir. (Âşûr) 

يُسَمُّونَ - تَسْمِيَةَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

آمَنَ  fiili güvendi demektir  بِ  harfiyle kullanıldığında iman etti manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.

Melekleri böyle isimlendirmenin, ahirete iman etmemeye bağlanması, bize zımnen bildiriyor ki melekleri böyle vasıflandırmak, şenaatte, fecaatte ve ahirette azabı mucip olmak hususunda öyle büyük bir cinayettir ki, ancak ahirete hiç inanmayan kimse buna cüret edebilir. (Ebüssuûd)

 
Necm Sûresi 28. Ayet

وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ  ...


Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve yoktur
2 لَهُمْ onların
3 بِهِ bu hususta
4 مِنْ hiçbir
5 عِلْمٍ bilgileri ع ل م
6 إِنْ hayır
7 يَتَّبِعُونَ onlar uyuyorlar ت ب ع
8 إِلَّا sadece
9 الظَّنَّ zanna ظ ن ن
10 وَإِنَّ ve elbette
11 الظَّنَّ zan ظ ن ن
12 لَا
13 يُغْنِي kazandırmaz غ ن ي
14 مِنَ yana
15 الْحَقِّ hak(tan) ح ق ق
16 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا

  Aleme علم :

  İlim عِلمٌ bir şeyi hakikatiyle idrak etmektir. Bu iki şekilde olur: 1- Bir şeyin zâtını/kendisini idrak etmek. 2- Bir şeyle ilgili kendisinde mevcut olan başka bir şeyin, kendisinde mevcut olduğuna hükmetmek ya da kendisinde olmayan bir şeyin kendisinde olmadığına hükmetmek. Birinci durumda عَلِمَ fiili bir fiille müteaddi/geçişli olurken ikinci durumda iki mefulle müteaddi/geçişli olur.

  Başka bir açıdan da ilim iki kısma ayrılır: Nazari ve amelî. Nazari ilim: Bilindiği zaman kişinin kendisiyle kemale erdiği ilim/bilgidir. Âlemdeki varlıkları bilmek gibi. Ameli ilim: Yerine getirilmediği sürece tamamlanmayan ilim/bilgidir. İbadetlerle ilgili ilim gibi.

  Diğer bir açıdan da ilim ikiye ayrılır: Akli ve sem'i (vahye dayalı) ilim.

  أعْلَمَ ve عَلَّمَ fiilleri temelde aynıdır. Fakat i'lâm إعْلامٌ-أعْلَمَ formu süratli bir şekilde haber verme yoluyla gerçekleşen bilgi anlamında kullanılırken ta'lim تَعْلِيمٌ-عَلَّمَ sözcüğü özellikle öğrenenin nefsinde, aklında etkisi oluşuncaya kadar defalarca tekrarlanan bilgi anlamındadır.

  Bazı alimler şöyle demişlerdir: Tâlim تَعْلِيمٌ manaları/kavramları tasavvur etmek için nefsi uyandırmaktır; تَعَلُّمٌ  ise nefsin manaları/kavramları tasavvur etmek için uyanmasıdır. Kimi zaman tekrarlama manası bulunduğunda i'lâm إعْلامٌ anlamında da kullanılır. Örneğin Hucurat, 49/16 ayetinde olduğu gibi.

  Allah'ın sıfatı olan Âlim عالِمٌ kendisine hiçbir şey gizli kalmayan demektir ki bununla sadece Allah nitelendirilebilir.

  Aleme gelince عَلَمٌ bir şeyin kendisiyle bilindiği işarettir. Çoğulu أعْلامٌ şeklinde gelir.

 Âleme (عالَمٌ) ise bir felekle onun içerdiği cevher ve arazların adıdır. Yani kendisiyle bilgi sahibi olunan şeyin adıdır. Bir alet gibi olması sebebiyle kelime bu sigada oluşturulmuştur. Âlem kendisini yaratana delalet noktasında bir alettir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda toplam 854 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri âlim, ilim, ulum, ulemâ, muallim, allâme, âlem, alamet, mâlum, mâlumat, tâlim, i'lâm ve ilmi(hal)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

مِنْ  harfi zaiddir.  عِلْمٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.   


اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ 

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَتَّبِعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  الظَّنَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَتَّبِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الظَّنَّ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَا يُغْن۪ي  fiili,  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُغْنِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مِنَ الْحَقِّ  car mecruru  شَيْـٔاً ’in mahzuf haline mütealliktir. شَيْـٔاً  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri,  إغناء لا قليلا ولا كثيرا (Ne az ne de çok hiç bir fayda) şeklindedir.

وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ 

 

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan  عِلْمٍ , muahhar mübtedadır. Müsnedün ileyhe dahil olan  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.

عِلْمٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir ilim’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

“Bu hususta” yani söylediklerine ilişkin “hiçbir bilgileri” -Übeyy b. Kâ‘b’ın kıraatinde bi-hî yerine bi-hâ şeklindedir; yani ‘meleklere veya adlandırmaya dair bilgileri yok’ demektir. (Keşşâf)

 

 اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelam olan cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.  اِنْ  ve  اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. يَتَّبِعُونَ  maksûr/sıfat,   الظَّنَّۚ  maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

الظَّنَّ , zannetmek ve kesin bilmek olmak üzere zıt iki mana taşıyan fiildir. Burada “zannetmek” manasındadır. (Âşûr)

اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ [Zanna tabi oluyorlar] ifadesinde istiare vardır. يَتَّبِعُونَ  fiili, aslında izlemek arkasından gitmek demektir. Burada zannın takip edilip izlenecek birine benzetilmesi, kafirlerin yargılarındaki yanlışlığı mübalağa içindir. (Âşûr)

Bu cümle 23. ayetteki cümlenin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında ıtnâb, tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

 

وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ

 

Hal وَ ’ıyla gelen cümle,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi olan  لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ , menfî muzari fiil cümlesi formunda gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

Allah Teâlâ zannın, haktan hiçbir şey elde edemeyeceğini üç tekidle vurgulayarak belirtmiştir.

شَيْـٔاً  mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibdir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْحَقِّ , ihtimam için  شَيْـٔاًۚ ‘e takdim edilmiştir.

مِنَ الْحَقِّ ‘daki  مِنَ harf-i ceri, beyaniyedir.

Ayette önemine binaen tekrarlanan  الظَّنَّ ’de ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الظَّنَّ - الْحَقِّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki  الْحَقِّ  kelimesiyle Allah Teâlâ’nın kastedilmiş olduğunun söylenilmesi de muhtemel olup, bunun manası, zan, Allah'tan yana hiçbir şey ifade etmez şeklinde olup, bu da, "İlahî vasıflar zanlarla elde edilip, ortaya konulamaz" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Bir görüşe göre ayette geçen ve ‘hakikat’ diye tercüme ettiğimiz  الْحَقِّ ; ilim anlamındadır. Zan, ilmin yerini tutmaz demektir. Bir diğer görüşe göre ise azap manasınadır. O zaman ayetin anlamı ”Onların zanları, kendilerini azaptan kurtarmaz" şeklinde olur. (Rûhu’l Beyân)

 
Necm Sûresi 29. Ayet

فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ  ...


Öyle ise bizim zikrimizden (Kur’an’dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَعْرِضْ o halde yüz çevir ع ر ض
2 عَنْ -den
3 مَنْ kimse-
4 تَوَلَّىٰ yüz çeviren و ل ي
5 عَنْ -tan
6 ذِكْرِنَا bizi anmak- ذ ك ر
7 وَلَمْ ve
8 يُرِدْ istemeyen ر و د
9 إِلَّا başka bir şey
10 الْحَيَاةَ hayatından ح ي ي
11 الدُّنْيَا dünya د ن و
Riyazus Salihin, 835 Nolu Hadis
İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu duaları yapmadan önce bir meclisten kalktığı pek az olurdu:
“Allahım! Bize, günahla aramıza engel olacak kadar korkundan hisse ver. Bizi, cennetine ulaştıracak kadar tâatini nasib eyle. Dünya musîbetlerini hafifletecek güçlü iman ver. Allahım! Bizi yaşattığın müddetçe kulaklarımız, gözlerimiz ve kuvvetimizden faydalandır; ölümümüze kadar da onları devamlı kıl. Bize zulmedenlerden öcümüzü sen al. Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et. Bizi dinimizde musîbete uğratma. Dünyayı en büyük düşüncemiz ve gayemiz, ilmimizin sonu kılma. Bize acımayanları üzerimize musallat etme.”
(Tirmizî, Daavât 80)

فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, كانوا يتّبعون الظن وهو غير الحقّ فأعرض عنهم (Onlar, gerçek olmayan zanna uyuyorlardı, o da onlardan yüz çevirdi.) şeklindedir. 

اَعْرِضْ  sükun üzere mebni emir fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  عَنْ harf-i ceriyle birlikte  اَعْرِضْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَوَلّٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَوَلّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَنْ ذِكْرِنَا  car mecruru  تَوَلّٰى  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُرِدْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

اِلَّا  istisna harfidir. الْحَيٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةَ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْرِضْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  عرض ’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

تَوَلّٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولى ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuştur. Cevap cümlesi olan  فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri  كانوا يتّبعون الظن وهو غير الحقّ  (Hak olmayan zanna tabi oluyorlardı) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , başındaki harf-i cerle birlikte  اَعْرِضْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

ذِكْرِنَا  izafetinde azamet zamirine muzâf olması ذِكْرِ  için tazim ve teşrif ifade eder.

ذِكْرِنَا  kelimesi hususunda da şu izahlar yapılmıştır: a) Kur'an'dan; b) Naklî ve aklî delillerden, c) Allah'ı anmaktan demektir. (Fahreddin er-Râzî)

وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelam olan cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Nefy harfi  لَمْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. Onların dünya hayatından başka bir istekleri olmadığı kasr üslubuyla tekid edilmiştir. 

لَمْ يُرِدْ  maksûr/sıfat,  الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا  maksûrun aleyh/mevsuf olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bu kelamdan murad, bu gibi insanları dine davet etmekten ve onların durumuyla ilgilenmekten Resulullah (sav)'i men etmektir. Zira zikredilen hususlardan yüz çeviren, dünyaya tamamen dalmış olan ve bütün himmetini ve âciz gayreti dünya için harcayan kimseyi bunun aksine davet etmek, onun bâtılda inat ve ısrar etmesini arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. (Ebüssuûd)

اَعْرِضْ  fiilinde istiare vardır. Davetten ve Kur’an’ı tebliğden vazgeç manasında değildir. Emir, onlara aldırmamak anlamında müsteardır. (Âşûr)

تَوَلّٰى  fiilinde de istiare vardır. Burada  عَدَمِ الِاسْتِماعِ  yani dinlememe veya  عَدَمِ الِامْتِثالِ  yani uymama anlamında kullanılmıştır. (Âşûr)

اَعْرِضْ - تَوَلّٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hz Peygamber (sav), kalplerin doktoru idi. Dolayısıyla, bütün bunları tabiplerin usulüne göre uygulamıştır. Tabiplerin usulü şudur: İlgili hastalığın ıslahı gıdalarla mümkün ise, ilaç kullanmazlar; tesiri az ilaçlarla ıslahı mümkünse, güçlü ilaçlar kullanmazlar. Derken, tedavi edemediklerinde de, cerrahi operasyona ve dağlamaya başvururlar. Öyle ki, "Tedavinin en sonuncusu dağlamaktır, cerrahi operasyondur" denilmiştir.

Aynen bunlar gibi, Hz Peygamber (sav) de, kalplere (bu kalplerin sahiplerine), sadece Allah'ın zikrini emretmiştir. Çünkü, nasıl ki nefisler gıdalarla itmi'nana eriyor, tatmin oluyor, aynen bunun gibi kalbler de, Allah'ın zikri ile tatmin oluyor. O halde bu demektir ki zikir, kalplerin gıdasıdır. İşte bundan dolayı Hz Peygamber (sav) ilk önce, "Lâ İlahe illallah! deyiniz" demiş, Ebu Bekir ve yararlanan diğer kimselere zikri emretmiştir. Bundan yararlanamayanlara da, ilgili delilleri zikretmiş ve mesela, "Düşünmezler mi?.." "De ki: Tefekkür ediniz, bakınız"; "Bakmazlar mı?" vb. demiştir. Derken, ilgili tehdit ve vaatleri getirmiştir. Bu da onlara fayda vermeyince, Cenab-ı Hak ona, "Müdahale etmekten vazgeç, salih kimseleri bozmaması için fesatçı kimselerle alakanı kes" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Necm Sûresi 30. Ayet

ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى  ...


İşte onların ilimden ulaşabildikleri nokta! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ işte budur
2 مَبْلَغُهُمْ onların erişebilecekleri ب ل غ
3 مِنَ -den
4 الْعِلْمِ bilgi- ع ل م
5 إِنَّ şüphesiz
6 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
7 هُوَ O
8 أَعْلَمُ iyi bilir ع ل م
9 بِمَنْ kimseyi
10 ضَلَّ sapan ض ل ل
11 عَنْ -ndan
12 سَبِيلِهِ yolu- س ب ل
13 وَهُوَ ve O
14 أَعْلَمُ iyi bilir ع ل م
15 بِمَنِ kimseyi
16 اهْتَدَىٰ yola gelen ه د ي

ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ 

 

İsim cümlesidir. İsm-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

Mübtedanın haberi   مَبْلَغُهُمْ  olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنَ الْعِلْمِ  car mecruru  مَبْلَغُهُمْ ‘e mütealliktir. 


اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

هُوَ  fasıl zamiridir. Tekid ifade eder.

اَعْلَمُ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i  ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ’ye mütealliktir.  İsm-i mevsûl sılası  ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَنْ سَب۪يلِه۪  car mecruru  ضَلَّ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.  

 اَعْلَمُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. مَنِ  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اهْتَدٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.  اهْتَدٰى  fiili  ى üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. 

اهْتَدٰى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ 

 

 

İtiraziyye olarak gelmiştir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ذٰلِكَ  mübteda,  مَبْلَغُهُمْ  haberdir.

Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder. İnanmayanların düşüncelerine işaret eden  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

"Onların ilimde varabildikleri son nokta işte budur." Yani onlar ancak dünyalarının işini görebilirler, fakat dinlerinin işleri hususunda cahildirler. Ferrâ'' dedi ki: Bu ayet, onları küçültmekte ve onlarla alay etmektedir. Yani onların akılları ve bilgilerinin vardığı son nokta bu kadardır, dünyayı ahirete tercih etmişlerdir. Onlar melekleri ve putları Allah'ın kızları kabul ettiler diye böyle denilmiştir. (Kurtubî)

 

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى

 

Ayetin ikinci cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبَّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.  Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  اَعْلَمُ , haberdir. İsm-i tafdil kalıbında gelmesi müteallik almasına olanak sağlamıştır.

Fasıl zamiri burada kasır ifade etmiştir. Hakiki kasrdır. Onların sırlarını bilmiyorsun, o yüzden onlara üzülme demektir. (Âşûr)

اَعْلَمُ ’ya müteallik, mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Aynı üslupta gelen  وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olan …هُوَ اَعْلَمُ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. 

سَب۪يلِه۪ۚ (O’nun yolu) ibaresinde tasrihî istiare vardır.  سَبِیلِ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.

Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması سَب۪يلِ  için tazim ve teşrif ifade eder. 

ضَلَّ - اهْتَدٰى  kelimeleri arasında tıbak-ı icâb sanatı vardır.

هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى  cümlesiyle  هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى  cümlesi, icmali olarak gelmişken 31. ayette de kötülerin ve iyilerin yaptıklarının karşılığının verileceğini açıklayıcı olarak gelen  لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أساءُوا بِما عَمِلُوا ويَجْزِيَ الَّذِينَ أحْسَنُوا بِالحُسْنى  cümlesiyle  “tertipli lef ve neşir sanatı” oluşmuştur. (Âşûr)

اَعْلَمُ - مَنِ - بِ - هُوَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb,  اَعْلَمُ - الْعِلْمِۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve bu gruplardaki kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ ;  Hidayeti kabul edip doğru yolu tutanı en ziyade bilen de O’dur. Bu cümle yüz çevirme emrinin sebebidir.  اَعْلَمُ (En fazla bilen) sözünün tekrarı da, her iki malum (bilinen) arasındaki zıtlığı ifade etmektedir. İlimden maksat da, ceza ve mükafatını tertip ve tatbik edecek tarzda bilmektir. (Elmalılı) 

ضَلَّ (Sapan) dan murad, sapıklıkta direten ve hidayete asla dönmeyendir.  اهْتَدٰى (Hidayet bulan) dan maksat da, genelde durumu hidayet bulmuş olandır. Yani Allah Teâlâ  sapkınlıktan ebediyyen ayrılmayanı ve başka bir şeyi değil tümüyle hidayeti kabul edeni çok iyi bilir. Onun için sen davet edeceğim diye kendini yorma. Zira o, sapkın olanlardandır. (Rûhu’l Beyân)

 
Necm Sûresi 31. Ayet

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ  ...


Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükâfatlandırması için (böyle)dir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلِلَّهِ Allah’ındır
2 مَا herşey
3 فِي bulunan
4 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
5 وَمَا ve ne varsa
6 فِي bulunan
7 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
8 لِيَجْزِيَ cezalandırsın diye ج ز ي
9 الَّذِينَ kimseleri
10 أَسَاءُوا kötülük eden(leri) س و ا
11 بِمَا
12 عَمِلُوا yaptıklarıyle ع م ل
13 وَيَجْزِيَ ve mükafatlandırsın diye ج ز ي
14 الَّذِينَ kimseleri
15 أَحْسَنُوا güzel davranan(ları) ح س ن
16 بِالْحُسْنَى güzellikle ح س ن

Önceki âyetlerde Resûlullah’tan, gerçekleri bilmek, anlamak istemeyen ve yapılan uyarılara sırt çeviren kişilere aldırış etmemesi ve onlardan yüz çevirmesi istenmiş; herkesin taşıdığı niyeti, kimin doğruya ve kimin sapkınlığa yöneldiğini Cenâb-ı Allah’ın çok iyi bildiği hatırlatılmıştı. Burada da, göklerin ve yerin egemenliği kendisine ait olan Allah tarafından imtihan amacıyla bu farklı tercihlere müsaade edildiğine imada bulunulmakta; ama bunun sonsuza kadar böyle gitmeyeceği, bir gün O’nun herkese kendi yaptığının karşılığını mutlaka tattıracağı haber verilmektedir. Âyette kötülük yapanların, bunun cezasını görecekleri belirtildiği halde iyilik yapanların yaptıklarından daha güzeliyle ödüllendirileceklerinin bildirilmesi, yüce Allah’ın haksızlık etmesinin ve hak edilenden fazla ceza vermesinin asla düşünülemeyeceğini, O’nun kötülere adaletiyle, iyilere ise ihsanıyla muamele edeceğini, bu sonunculara hak ettiklerinden fazlasını vereceğini göstermektedir (Râzî, XXIX, 6). 

“Sonunda O, kötülük yapanlara işlediklerinin cezasını verecek, iyilik yapanları, ufak tefek kusurlar hariç, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınanları ise daha güzeliyle ödüllendirecektir” diye çevrilen cümle, 29. âyete bağlanarak “Dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir, çünkü O, ... ödüllendirecektir” veya 30. âyetle irtibatlandırılarak, “Şüphesiz kendi yolundan sapanı en iyi bilen rabbindir; nitekim O, ... ödüllendirecektir” şeklinde de yorumlanmıştır (Râzî, XXIX, 5-6).

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 171-172

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. 

مَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ

 

لِ  harfi  يَجْزِيَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, ملك (Yapabilir)  şeklindedir. 

يَجْزِيَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَسَٓاؤُ۫ا ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

اَسَٓاؤُ۫ا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَسَٓاؤُ۫ا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا  cümlesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

يَجْزِيَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَحْسَنُوا ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

اَحْسَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  بِالْحُسْنٰى  car mecruru  اَحْسَنُوا  fiiline mütealliktir.  

اَسَٓاؤُ۫ا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ساء ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.

لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , hem akıllılar hem de gayr-ı âkiller için kullanılmıştır. Bu tağlîb sanatıdır.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuara/113) 

السَّمٰوَاتِ  - لْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ  sözü, bundan önce zikredilen "En iyi bilenin ta kendisidir" cümlesiyle bağlantılıdır. Arada zikredilenler ise, bir ara kelam mahiyetinde olup makablini izah etmektedir. Zira bütün kâinatın, Allah'ın mahluku olması, O'nun, onların bütün hallerini bildiğini izah etmektedir. Nitekim diğer bir ayette de şöyle denilmektedir: ["Yaratan, hiç bilmez mi!"] (Mülk: 14) yani o halde Allah, dalalette olanların dalaletini de, hidayete erişenlerin hidayetini de bilir ve onları muhafaza eder ki, kötülük edenleri, işledikleri dalaletin cezasının kendisiyle, yahut onun sebebiyle cezalandırsın ve hidayete erişenleri de, en güzel mükâfat olan Cennetle, yahut güzel amelleri sebebiyle mükâfâtlandırsın. (Ebüssuûd)


 لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ

 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا  cümlesi,  takdiri  ملك (Yapabilir) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

يَجْزِيَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  اَسَٓاؤُ۫ا  fiiline mütealliktir. Sılası olan  عَمِلُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Aynı üslupta gelen  وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir.

Mef’ûl konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsul  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اَحْسَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا  [Allah'ın, kötülük edenleri yaptıkları ile ce­zalandırması için]  يَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ  [iyi iş yapanları da daha güzeli ile mükafatlandırması için] cümleleri arasında mukabele sanatı vardır. Bu ayette aynı zamanda  يَجْزِيَ  fiili tekrar edilerek ıtnâb yapılmıştır. Bunların her ikisi de güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

İsm-i mevsûllerin ve  يَجْزِيَ  fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَحْسَنُوا - الْحُسْنٰىۚ  kelimeleri arasında ise cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hak Teâlâ'nın kötülük yapanlar hakkında, yaptıklarına mukabil deyip de, iyi hareket edenler hakkında, daha güzeliyle deyişinde şöyle bir incelik vardır: Çünkü kötülük yapanın cezası azaptır. Böylece Cenab-ı Hak, zulmedeceği vehmini defetmeye dikkat çekmek için, "Herkes ancak günahından ötürü, günahına göre ceza görür" demek istemiştir. Daha güzel mükafatta ise, "yaptıklarına mukabil" dememiştir. Çünkü mükafat eğer bir iyiliğe mukabil olmazsa, son derece güzel bir şey olur. Bunu,  "güzel ameller" diye tefsir ettiğimizde, ortaya şöyle diğer bir incelik daha çıkar: Onların amelleri hakkında bir eşitlikten bahsedilmemiştir. Cenab-ı Hak, muhsinlerin amelleri hususunda, kendisinin keremine ve müsamahasına işaret etmek için  الْحُسْنٰىۚ (en güzel) ifadesini kullanmıştır. Çünkü O, iki isimden (kelimeden) en güzel olanını zikretmiştir. Çünkü  الْحُسْنٰىۚ mevsûfun yerini tutan bir sıfattır. Dolayısıyla Hak Teâlâ sanki, الْاعَمِالُ  الْحُسْنٰىۚ (en güzel ameller) demiş olur ve bu durumda ifade, "Allah onların amellerinin en güzelini alır ve onlar tarafından yapılan her iyi şeyin mükafatını, bu en güzelin mükafatına göre verir." demiş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Necm Sûresi 32. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟  ...


Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah’a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ ki onlar
2 يَجْتَنِبُونَ kaçınırlar ج ن ب
3 كَبَائِرَ büyüklerinden ك ب ر
4 الْإِثْمِ günahın ا ث م
5 وَالْفَوَاحِشَ ve çirkin işlerden ف ح ش
6 إِلَّا dışında
7 اللَّمَمَ küçük hatalar ل م م
8 إِنَّ şüphesiz
9 رَبَّكَ Rabbinin ر ب ب
10 وَاسِعُ geniştir و س ع
11 الْمَغْفِرَةِ affı غ ف ر
12 هُوَ O
13 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
14 بِكُمْ sizi
15 إِذْ zaman
16 أَنْشَأَكُمْ sizi inşa ettiği ن ش ا
17 مِنَ -tan
18 الْأَرْضِ toprak- ا ر ض
19 وَإِذْ ve zaman
20 أَنْتُمْ siz
21 أَجِنَّةٌ cenin halinde iken ج ن ن
22 فِي
23 بُطُونِ karınlarında ب ط ن
24 أُمَّهَاتِكُمْ annelerinizin ا م م
25 فَلَا artık
26 تُزَكُّوا övüp yüceltmeyin ز ك و
27 أَنْفُسَكُمْ kendinizi ن ف س
28 هُوَ O
29 أَعْلَمُ daha iyi bilir ع ل م
30 بِمَنِ kimseyi
31 اتَّقَىٰ korunan و ق ي

Ödüllendirilmeyi hak edenlerin temel bir niteliğine daha dikkat çekilmektedir. Buna göre Allah katında makbul insan olma sadece iyilik severlikle tanımlanamaz; onlar ayrıca büyük günahlardan ve çirkin fiillerden kaçınan, kısaca ahlâkî duyarlılığı gelişmiş ve eylemlerine yansımış müminlerdir. “Ufak tefek kusurlar” diye çevrilen lemem kelimesi kapsamına giren fiiller için tefsirlerde, haram olan öpme, dokunma, bakma gibi örnekler verilmiştir. Ayrıca kelimenin sözlük anlamına ve bu konudaki bazı rivayetlere dayanılarak “lemem” şu mânalarla da açıklanmıştır: a) Kişinin aklından geçirdiği fakat eyleme dönüştürmediği kötülükler, b) Yapmaya başlamışken pişmanlık duyup vazgeçtiği kötülükler, c) Müslüman olmadan önce işlediği şirk ve diğer günahlar, 

d) Dünyada cezayı âhirette de azabı hak ettirmeyecek derecedeki günahlar (Taberî, XXVII, 65-69; günah çeşitleri ve büyük günah hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/31; “çirkin işler” diye çevrilen ve fâhişe kelimesinin çoğulu olan fevâhiş, “hayasızlıklar, kötülükler” şeklinde de tercüme edilebilir, bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/135; En‘âm 6/151).

Âyetin “sizi topraktan yarattığı zamanki halinizi” anlamı verilen kısmı “sizi yeryüzünde yarattığında; atanız Âdem’i, insan cinsini, ilk insan hücreciğini yarattığı esnada; insanın oluşumundaki, yani annenin yumurtası ile babanın sperminin meydana gelmesindeki temel gıdayı topraktan yarattığı sırada” mânalarıyla da açıklanmıştır. Âyetin devamında kişinin anne karnındaki devresinden söz edilmesi, bu ifadelerle Allah Teâlâ’nın, insanları kendilerinin dahi bilemedikleri, hatırlayamadıkları dönemleriyle bildiğine dikkat çekmenin amaçlandığını göstermektedir. Günahlardan ve çirkin fiillerden kaçınma çabası göstermenin önemine ve yüce Allah’ın bağışlamasındaki enginliğe değinildikten hemen sonra yaratılış kanununa değinilmesi, insanın Allah’ın ilmi ve kudreti karşısındaki aczini iyi kavraması, kendisinin günahsız olabileceği gibi bir yanılgıya ve benlik iddiasına asla kapılmaması için yapılmış bir uyarı anlamı taşır. Nihayet “Kimin günahtan sakındığını en iyi bilen O’dur” anlamına gelen bir cümleyle her bir fert hakkındaki bilginin Allah katında mevcut olduğu, kimsenin ecrinin zayi olmayacağı, dolayısıyla insanların kendi iyiliklerini başka insanlara onaylatma ihtiyaçlarının bulunmadığı veya bu iyiliklerin değerini bulması için kendilerini anlatmaları, övmeleri gerekmediği hatırlatılmış olmaktadır (bu konuya ışık tutan bir olay ve Hz. Peygamber’in bir değerlendirmesi için bk. Ahkaf 46/9). 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 172-173
Riyazus Salihin, 1626 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
"Âdemoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir. Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister. Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır."
(Buhârî, İsti'zân 12, Kader 9; Müslim, Kader 20-21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 43)

Sahâbilerden biri yeni doğan kızına “ İyi kadın “ anlamına gelen Berre adını vermişti. Peygamber Efendimiz “Kendinizi temize çıkarmayın; Allah sizin iyi olanlarınızı pek âlâ bilir” buyurdu ve çocuğa Zeynep adının verilmesini tavsiye etti. 
( Müslim, Âdâb 17-19; Ebû Dâvud, Edeb 62; Tirmizi, Edeb 26).

Riyazus Salihin, 1793 Nolu Hadis
Ebû Bekre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bir adamdan bahsedilmiş ve orada bulunan bir kişi o adamı aşırı şekilde övmüştü. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:
"Yazık sana! Arkadaşının boynunu kopardın" buyurdu ve bu sözünü defalarca tekrarladı. Sonra da:
"Şayet biriniz mutlaka arkadaşını methedecekse, eğer söylediği gibi olduğuna da gerçekten inanıyorsa, zannederim o şöyle iyidir, böyle iyidir, desin. Esasen onu hesaba çekecek olan Allah'tır ve Allah'a karşı hiç kimse kesin olarak temize çıkarılamaz" buyurdu.
(Buhârî, Şehâdât 16, Edeb 54; Müslim, Zühd 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 9; İbni Mâce, Edeb 36)

اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ 

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mahzuf mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur. Takdiri, هم (onlar) şeklindedir.İsm-i mevsûlun sılası  يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَجْتَنِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

كَـبَٓائِرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْاِثْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْفَوَاحِشَ  atıf harfi و ‘la  كَـبَٓائِرَ ‘ye matuftur. 

اِلَّا  istisna harfidir.  اللَّمَمَ  kelimesi munkatı istisna olup fetha ile mansubdur. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ 

 

İsim cümlesidir . اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَاسِعُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْمَغْفِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

وَاسِعُ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وسع  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ 

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.  بِكُمْ  car mecruru  اَعْلَمُ ’ye mütealliktir. 

اِذْ  zaman zarfı  اَعْلَمُ  fiiline mütealliktir.

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْشَاَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْاَرْضِ  car mecruru  اَنْشَاَكُمْ  fiiline mütealliktir. 

اِذْ  atıf harfi و ‘la öncekine matuftur. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَجِنَّةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  ف۪ي بُطُونِ car mecruru  اَجِنَّةٌ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  اُمَّهَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْشَاَكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نشا ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كان هذا أمركم فلا تزكّوا (Eğer işiniz buysa kendiniz temize çıkarmayın) şeklindedir. 

لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُزَكُّٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَنْفُسَكُمْۜ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّقٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

اتَّقٰى۟  fiili ى  üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. 

اتَّقٰى۟  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsned konumda olan cemi müzekker has ism-i mevsul  اَلَّذ۪ينَ , takdiri  هم (onlar) olan mahzuf mübtedanın haberidir.  

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûlun sılası olan  يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Büyük günahların birçok çeşidi vardır. Dolayısıyla insanın, birinden, diğerinden yani tek tek her birinden içtinap etmesi gerekir. Dolayısıyla bu içtinapta, bir tekrar söz konusudur. İşte bu sebeple, Cenab-ı Hak, bu gibi yerlerde, (yenilenmeyi ifade eden)  يَجْتَنِبُونَ  muzari sigasını kullanmıştır. Tağuta (putlara) tapma hususunda, maksada daha fazla delâlet etsin diye de mazi sıygası ile,  اجتنبوا  buyurdu. Çünkü putlara ibadet işi, temelde tek bir şeydir. Dolayısıyla burada muzari fiil getirilmemiş, bir defa kaçınmaya delalet eden, mazi sıygası getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

كَـبَٓائِرَ , yapılan işteki günahın miktarına ve büyüklüğüne,  الْفَوَاحِشَ  sözü ise o günahtaki çirkinlik özelliğine işarettir. (Fahreddin er-Râzî)

الْفَاحِشَ  kelimesi Arapçada, çirkinliği kapatılamayan nahoş şeyler için kullanılır. Kalıplardaki harflerin terkibi de buna delalet eder: Çünkü bu kelimedeki harflerin yerini değiştirip de mesela, حشف denildiğinde, tarif edilmez bir çirkinlik manası meydana gelir. Çünkü Arapçada deve, bevletmek (işemek) için kendine mahsus (o çirkin) şekilde durduğunda  فحشت الناقة  denilir. Binaenaleyh  فحش , çirkinlik, kendisinin ayrılmaz özelliği olan bir kelimedir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

الْفَوَاحِشَ  kelimesi كَـبَٓائِرَ ‘ye matuftur. الْفَوَاحِشَ  büyük günahlara dahil olduğu halde  كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ ’den sonra zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ  izafeti, sıfatın mevsûfuna izafeti şeklinde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

الْاِثْمِ - الْفَوَاحِشَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

اِلَّا  istisna edatı,  كَـبَٓائِرَ ‘den istisna edilen  اللَّمَمَ  müstesnadır. İstisna, munkatıdır. الْاِثْمِ - الْفَوَاحِشَ - اللَّمَمَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı,  كَـبَٓائِرَ - اللَّمَمَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

 اِلَّا اللَّمَمَۜ  ifadesindeki istisna istidrak manasında da olabilir. (Âşûr)

Bu ayet, güzel davrananları izah etmektedir.

Büyük günahlar, cezaları ağır olan günahlardır. Bu günahlar hakkında özel tehditler mevcuttur. Diğer bir kırâete göre "kebâir" kelimesi yerine "kebîr" okunmuştur. Buna göre, günahların cinsi, yahut şirk kast edilmektedir.

Fuhuşlardan murad, büyük günahlardan özellikle pek çirkin ve edepsizlik sayılanlar kastedilmektedir.

اللَّمَمَ , az ve küçük günahlar demektir. Büyük günahlardan sakınanların bu günahları bağışlanır. Bir görüşe göre  اللَّمَمَ , gözle bakmak, kaşla, gözle işaret etmek ve öpmektir, günah işlemeyi içinden geçirmektir. Allah'ın, hakkında had ve azap zikretmediği günahlardır veya  zaman, zaman yapılan nefsin küçük kötü alışkanlıklarıdır. (Ebüssuûd, Âşûr)

اللَّمَمَ , haram olup kebair ve fevahiş kadar şiddetli olmayan fiillerdir ve ulema tarafından  الصَّغائِرَ  “küçük günahlar” diye yeni bir çeşit isimlendirme yapmışlardır. (Âşûr)


 اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ 

 

Ayetin ikinci cümlesi, istisna için ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبَّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir. Müsned ve müsnedün ileyh, izafetle marife gelerek faydayı çoğaltmış, daha kamil bir hale getirmiştir.

رَبَّكَ  izafetinde cemi zamire değil de muhatap zamirine izafe edilmesinde, peygamberin ümmetinden muhsinlere inayetinin çok bereketli ve büyük olacağına işaret vardır. (Âşûr) 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ  ifadesiyle  رَبَّ  isminin bir araya gelişi, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ  ifadesinde istiare vardır. Mekan için kullanılan  وَاسِعُ , kapsamın umumu için müstear olmuştur. Mağfiret çok sayıda insanı içinde barındırabilecek geniş bir alana benzetilmiştir. (Âşûr)

Burada, şöyle ince bir mana vardır: Cenab-ı Hak kötülük yapanları mağfiretten istisna tutunca, bu işin mağfiretteki bir azlıktan dolayı olmadığını, tam aksine kendisinin meşietinden kaynaklandığını; iyilik ve kötülük yapan herkesi bağışlamayı istemesi halinde bunu yapacağını ve mağfiretinin bunları da içine alabileceğini beyan buyurmuştur. Çünkü mağfiret, örtmek kökünden gelmektedir. Örtme işi ise, ancak çirkin ve kabih olan hakkında kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)

Allah, büyük günahlardan kaçınan kimselerin küçük günahlarını bağışlamaktadır. O halde bu cümle,  اللَّمَمَۜ ‘in istisna edilmesinin illetini izah etmekte ve şu noktaya dikkat çekmektedir:   اللَّمَمَۜ ‘in, muaheze hükmünden çıkarılması, haddi zâtında günah olmadığı için değil, fakat ilâhi mağfiretin geniş olmasından dolayıdır.

Diğer bir görüşe göre ise ayetin manası şöyledir: Allah, dilediği müminlerin, büyük ve küçük günahlarından dilediklerini bağışlayabilir. Bu görüşe göre, günahkârların tehdidinin ve iyi insanların mükafat vaadinin akabinde bunun zikredilmesi, büyük günah işleyenlerin, Allah'ın rahmetinden umutlarını kesmemeleri ve onları cezalandırmanın Allah için zorunlu olduğunun vehmedilmemesi içindir. (Ebüssuûd)


هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  اَعْلَمُ  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اِذْ  zaman zarfı  اَعْلَمُ ‘ye mütealliktir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ  cümlesi,  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

الْاَرْضِ , toprak manasında kinayedir.

Ayetteki ikinci zaman zarfı  اِذْ , birinciye matuftur. Muzafun ileyh olan  اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ  mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَنْتُمْ  mübteda,  اَجِنَّةٌ  haberdir.

اَجِنَّةٌ  burada  جَنِينٍ ‘in cemisidir.  فَعِيلٌ  sıygası ile gelen cenin, mef’ûl manasınadır. Çünkü o, üç karanlık olan ana rahminde  مَسْتُورٌ  saklı olunandır. (Âşûr) 

Cenin, ana karnındaki çocuktur. Yani gömülü, kapalıdır. Ayrıca cenin bir şeyde gömülü olan, orada gizli olandır. Bir şeyi örttü anlamında  جَنَّهُ  denir. Anasından doğduğu zaman, çocuk veya düşük denir, cenin denilmez. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Allah, Hz Âdem'in yaratılması zımnında sizi topraktan meydana getirdiği zaman da, siz annelerinizin karınlarında çeşitli biçimlerde yaratılmış döller iken de, sizi en iyi bilendir; sizin hiçbir haliniz, hiçbir ameliniz ve ezcümle, Allah'ın geniş mağfireti olmasa, vebali size isabet edecek olan da  اللَّمَمَ konusundaki hatalarınız da Allah'tan asla gizli, kalmaz. (Ebüssuûd)


 فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ 

 

Fasılla gelen cümledeki  فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Takdiri,  إن كان هذا أمركم (Eğer işiniz buysa) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ , nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Öyleyse kendinizi temize çıkarmayın, ameliniz temiz ve hayrınız fazla diye kendinizi övmeyin ya da masiyet ve rezaletlere bulaşmamakla böbürlenmeyin. (Beyzâvî)


هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هُوَ  mübteda,  اَعْلَمُ  haberdir. 

Müsned olan  اَعْلَمُ  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنِ , başındaki harf-i cerle birlikte  اَعْلَمُ ‘ye  mütealliktir. Sılası olan  اتَّقٰى۟  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اَعْلَمُ - هُوَ - اِذْ  kelimelerinin tekrarında ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟  cümlesi,  فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ  [... temize çıkarmaya çalışmayın] şeklindeki mezkûr olumsuz emri izah etmekte ve bazı sâlih kulların, bütün günahlardan kaçındıklarını bildirmektedir.

Diğer bir görüşe göre, bazı insanlar, güzel ameller yapıyorlardı, sonra da namazımız var, orucumuz var, haccımız var!.." diyorlardı, işte bunun üzerine bu kelam nazil oldu.

Kişinin kendi iyi amellerinden söz etmesi, gurur ve riya yoluyla olursa, kendisini temize çıkarmak sayılır. Ama eğer kişi, yaptığı iyi amellerin Allah'ın tevfikı ve yardımıyla olduğuna inanıp amellerinden söz etmesi övünmek maksadıyla olmazsa, kendisini temize çıkaranlara dahil olmaz. Zîra ibadetlere sevinmek ve onları Allah'ın lütfu olarak zikretmek şükürdür. (Ebüssuûd, Âşûr)

 
Necm Sûresi 33. Ayet

اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ  ...


33-34. Ayetler Meal  :   
Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı cimrileşeni gördün mü?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَرَأَيْتَ gördün mü? ر ا ي
2 الَّذِي kimseyi
3 تَوَلَّىٰ arkasını dönen و ل ي

Tefsirlerde bu âyetlerin bazı müşriklerin dönek ve tutarsız tutumlarını gösteren olaylarla ilgili olduğuna dair rivayetlere yer verilmekle beraber bunların sağlam haberler olmadığı anlaşılmaktadır; ayrıca olayların kurgusunda Kur’an’ın ilkelerine göre izahı kolay olmayan unsurlar bulunmaktadır. 34. âyetteki “kesen” diye tercüme edilen ekdâ kelimesi “sertleşme, katılaşma” mânasında aşırı cimriliği belirten kinâyeli bir anlatım olup bununla –bazan merhamete gelse de– dünya ve mal tutkusundan kurtulamayan, katı ve dayatmacı bir tavırla hasisliğini sürdürenler eleştirilmektedir (rivayetler için bk. Taberî, XXVII, 70-71; rivayetler ve eleştirileri için bk. Ateş, IX, 129-131) . 

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 175

اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  istînâfiyyedir.  رَاَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Müfred has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَوَلّٰى ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

تَوَلّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

تَوَلّٰى  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولى ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ

 

Hemze inkari istifham,  فَ  istînâfiyyedir. Ayet, takrîrî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp takrîri (ikrar ve itiraf) ve taaccüp anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müfred müzekker ism-i mevsul  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  تَوَلّٰى , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

تَوَلّٰىۙ  fiilinde tasrihî tebeî istiare vardır. Dönmek anlamına gelen kelime, Allah’ın dinini kabul etmeme anlamında istiare olmuştur. İman etmemek, arkasını dönmeye benzetilmiştir.

Mücâhid ve İbnü Zeyd'den rivayet olunduğuna göre, Velîd b. Muğire Resulullah (sav)'ın meclisine gelmiş, onun okuduğu Kur'an'ı ve vaazını dinlemiş ve İslâm'a yaklaşmıştı. Bundan dolayı da Resulullah onun hakkında ümit beslemişti. Sonra müşriklerden biri, onu azarlayıp "atalarının dinini terk mi ediyorsun? Dinine dön, onda sebat et, ahiret hakkında her neden korkuyorsan bana şöyle şöyle mal vermen şartıyla kendi üzerime alırım." deyince, Velîd de ona uyup İslam'a olan gayretinden dönmüş ve şart koşulan malın bir kısmını verip geri kalanını vermemişti. İşte ayet bu hususa işaret etmektedir. (Elmalılı, Âşûr)

 
Necm Sûresi 34. Ayet

وَاَعْطٰى قَل۪يلاً وَاَكْدٰى  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَعْطَىٰ ve vereni ع ط و
2 قَلِيلًا azıcık ق ل ل
3 وَأَكْدَىٰ ve gerisini elinde tutanı ك د ي

وَاَعْطٰى قَل۪يلاً وَاَكْدٰى

 

Fiil cümlesi atıf harfi و ‘la  تَوَلّٰى  fiiline matuftur.  اَعْطٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. قَل۪يلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَكْدٰى  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. اَكْدٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

اَعْطٰى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi عطو ’dir.

اَكْدٰى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  كدى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَاَعْطٰى قَل۪يلاً وَاَكْدٰى

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Mukadder masdarın sıfatı olan  قَل۪يلاً , mef’ûlü mutlaktan naibdir.

Aynı üslupta gelen  وَاَكْدٰى  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  وَ ‘la  اَعْطٰى قَل۪يلاً  cümlesine atfedilmiştir. 

Ayette tasrihî istiare vardır. Az veren ve sonra da vermekten kaçınan kişi, sert bir yeri kazmaktan vazgeçen kimseye benzetilmiştir.

اَعْطٰى - اَكْدٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Az verip elini sıkı tutanı, yani vermeyi durduranı, bu da  أكْدى الحافِرُ  deyiminden gelir ki, kuyu kazanın sert kayaya rastlamakla kazı işini bırakmasıdır. Çoğunluk bunun Velid bin Muğire hakkında indiği görüşündedir. (Beyzâvî)

‘Vermemekte direnen’ diye tercüme ettiğimiz  أكْدى  kelimesi, sözlükte ‘taş gibi katılaştı, kazılması imkânsız oldu’, anlamlarına gelir. Bilahare bir şeyi isteyip elde edemeyen, tamamlamayan, sonuna varmayan herkes hakkında kullanılmaya başlanıldı.

Kamusta  اَكْدٰى ‘nın, ‘cimri oldu veya hayrı az oldu, ya da ihsanını azalttı’ manalarına geldiği söylenmektedir. Tâcu'l-Mesâdir'de اَكْدٰى , azı da kesti şeklinde izah edilmiştir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Necm Sûresi 35. Ayet

اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى  ...


Gayb’ın ilmi kendi yanında da o gerçeği mi görüyor?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَعِنْدَهُ kendi yanında mı? ع ن د
2 عِلْمُ bilgisi ع ل م
3 الْغَيْبِ gayb’ın غ ي ب
4 فَهُوَ ve o (mu?)
5 يَرَىٰ görüyor ر ا ي

اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى

 

 

 Hemze istifham harfidir.  عِنْدَهُ  mekân zarfı mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عِلْمُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَرٰى  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَرٰى  fiili  ى üzere fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى

 

 اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ  cümlesi, 33. ayetteki  اَفَرَاَيْتَ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen, vaz edildiği soru anlamından çıkarak tahkir, taaccüp ve istihza anlamı kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olması sebebiyle, terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  عِنْدَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عِلْمُ الْغَيْبِ , muahhar mübtedadır. 

Müsnedin müsnedün ileyhe takdimi, bu iddiadaki taaccübü ihtimam içindir. (Âşûr)

فَهُوَ يَرٰى  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ  cümlesine atfedilmiştir. İstifhama dahildir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyh az lafızla çok anlam ifade etmek için izafet terkibiyle gelmiştir. 

الْغَيْبِ - عِلْمُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Buradaki:  يَرٰى (Görmek) iki mef'ûle taaddi (fiili geçişli kılan) eden "görmek" fiilidir ve burada her iki mef'ûl de hazf edilmiştir. Şöyle buyurulmuş gibidir: " Artık o tıpkı hazır olup gözle görüleni gördüğü gibi, gaybı da mı görüyor?" demektir. (Kurtubî)

Bu ayetin maksadı, yüz çeviren kimsenin cahil ve bilgiye muhtaç olduğunu, hakka yönelmeye, eğilmeye, gaybın bilgisine muhtaç olduğu halde, bundan yüz çevirişinin, çirkinliğini ve saçmalığını anlatmaktır. Buradaki  الْغَيْبِ  gayb, mahlukata gözükmeyen şeylerin bilgisi manasınadır. O halde ayetteki,  فَهُوَ يَرٰى  [O görüyor] ifadesi, yüz çevrilebilecek vakti anlatan, tamamlayıcı bir ifadedir. Bu vakit de, gaybın görülüp, anlaşılmasının gerçekleştiği vakittir. İşte bu vakitte, artık iman etmek fayda vermez ve bu noktada gördüğü şeyler hususunda hiç kimseye tâbi olmasının gerekliliği diye birşey kalmaz. (Fahreddin er-Râzî)

 
Necm Sûresi 36. Ayet

اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ  ...


36-37. Ayetler Meal  :   
Yoksa, Mûsâ’nın ve Allah’ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim’in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 لَمْ
3 يُنَبَّأْ haber verilmedi mi? ن ب ا
4 بِمَا bulunan
5 فِي
6 صُحُفِ sahifelerinde ص ح ف
7 مُوسَىٰ Musa’nın

Önceki âyetlerde eleştirilen tavır vesilesiyle, o sırada muhatap­ların hakkında en fazla bilgiye sahip oldukları peygamberlerden Hz. İbrâhim ve Hz. Mûsâ’ya indirilen vahiylerin özüne değinilmektedir. Bu âyetlerin ilk kısmında (38-42. âyetlerde) hatırlatılan ilkeler ve bilgiler –konuya ilişkin başka naslar da dikkate alınarak– şöyle açıklanabilir: 

a) Sorumluluk: Kur’an’da değişik vesilelerle belirtildiği üzere, suçların ve cezaların şahsîliği esastır; –istese de– kimse başkasının günahını yüklenemez. b) Kesp: Herkes bütün sırlarını ve inceliklerini bilemeyeceğimiz bir sınav düzeni içinde iradî seçimler yapmak durumundadır. c) Hesap verme: Dünya hayatında iradî seçimle yaptığı her iş mahşer günü insanın önüne konacak, iyilik ve kötülükleri görülecek, bu konuda tamamen âdil bir yargılama yapılacaktır. d) Karşılık verme: Sözü edilen yargılamanın sonunda herkese yaptıklarının karşılığı tastamam verilecektir. e) Nihaî takdir: Yapılanların karşılığı verilirken kimsenin en küçük bir haksızlığa uğratılmayacağı kesin olmakla beraber, ilâhî lutuf ve bağışlama hususu Allah’ın mutlak iradesine bağlıdır; bu konuda mümine düşen, ümitvar olmak, ama buna güvenerek gevşeklik göstermemektir.

39-40. âyetler dürüstlükle çalışıp çabalamanın, alın teriyle kazanmanın Allah nezdindeki değerine de işaret etmektedir.

43-49. âyetlerde insanın hayat-ölüm çizgisi içinde cereyan eden her oluşun ve genelde evrende olup biten her şeyin Allah Teâlâ’nın irade ve kudretine bağlı bulunduğunu gösteren örnekler verilmekte; 50-54. âyetlerde de inkârcılıkları sebebiyle helâk edilen bazı eski toplumların başına gelenler hatırlatılmaktadır. 47. âyette geçen ve “öteki yaratma” diye tercüme edilen “en-neş’etü’l-uhrâ” tamlaması genellikle “öldükten sonra diriltme” mânasıyla açıklanmıştır. Râzî, önceki âyetlerde insanın yaratılışından söz edilmesini ve başka bazı delilleri dikkate alarak bu tamlamayla, cenine ruhun üflenmesine işaret edilmiş olabileceği kanaatine ulaştığını belirtir (XXIX, 21). 48. âyet “Zengin eden de O’dur, yoksul kılan da” şeklinde de anlaşılmıştır (Şevkânî, V, 135). 

49. âyette geçen Şi‘râ, bazı Arap kabilelerinin şans kaynağı saydıkları, bahtlarını kendisine bağladıkları ve bu sebeple taptıkları en parlak yıl­dız olarak anlaşılmıştır. Batı dillerinde yazılan meâl ve tefsirlerde, Şi‘râ karşılığında genellikle “Sirius” kelimesinin kullanılması da bu anlamdan hareketle yapılmış bir çeviridir (meselâ bk. Arthur J. Arberry, The Koran, s. 552; Hamidullah, Le Saint Coran, s. 528). Sirius, dilimizde Akyıldız veya Şuarayıyemânî olarak bilinen ve Büyükköpek takım yıldızı içinde yer alan en parlak yıldızın adıdır. Öyle anlaşılıyor ki, âyette Allah’ın Şi‘râ’nın da rabbi olduğu belirtilerek, bir tür şirk olan ve yukarıda değinilen telakkilerin temelden yıkılması hedeflenmektedir. 

53. âyette geçen “altı üstüne getirilmiş şehirler” genellikle, Lût kavmi ve oturdukları yerler şeklinde açıklanmıştır; fakat benzer felâketlere uğratılarak ilâhî cezaya çarptırılmış bütün toplumların kastedilmiş olması da muhtemeldir (Râzî, XXIX, 24).

اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ

 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يُنَبَّأْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harfi ceriyle birlikte  يُنَبَّأْ  fiiline mütealliktir. ف۪ي صُحُفِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.  مُوسٰى  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنَبَّأْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ ; munkatı’ istifham harfidir. Burada hemze ve  بَلْ  manasındadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümlede, mütekellim Allah Teala olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Fiilin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُنَبَّأْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  يُنَبَّأْ  fiiline  mütealliktir. Sılası mahzuftur.  ف۪ي صُحُفِ مُوسٰى  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مُوسٰىۙ , muzâfun ileyhtir.

ف۪ي صُحُفِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  صُحُفِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü sayfalar, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sayfalardaki haberin önemini vurgulamak için bu üslup kullanılmıştır.

Ayet-i kerimede, "Musa ve İbrahim'in  صُحُفِ  denmiştir. Görünen odur ki, bu ifade, sahifelerin çok oluşundan dolayı çoğul yapılmıştır. Çünkü Cenab-ı Hak cemi olarak ["Levhaları aldı..."] (A'râf, 154) ve "ve levhaları attı" buyurmuştur. O halde, her "levha", bir sahifedir. (Fahreddin er-Râzî)

 Yahudiler nezdinde Musa (as)'nın sahifeleri çokça bulununca, bunları daha önce zikretmiştir. Ama, İbrahim (as)'ın sahifeleri ise, onlara, zaman bakımından bir hayli uzaktı... Ve o, İbrahim (as)'ın sahifelerinde yer alan öğütler, yahudiler arasında, Musa (as)’a verilenler kadar meşhur ve yaygın değildi. İşte bu sebeple Cenab-ı Hak, İbrahim (as)'ın sahifelerini sonra zikretti. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

 
Necm Sûresi 37. Ayet

وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِبْرَاهِيمَ ve İbrahim’in
2 الَّذِي ki
3 وَفَّىٰ çok vefalıdır و ف ي

وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ

 

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi atıf harfi و ‘la  مُوسٰى  kelimesine matuf olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  اِبْرٰه۪يمَ ‘nin sıfat olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَفّٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

وَفّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

وَفّٰى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  وفى ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ

 

Ayet önceki ayetin devamı olarak gelmiştir. اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi atıf harfi  و ’la  مُوسٰى ‘ya matuftur. 

اِبْرٰه۪يمَ  için sıfat konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  وَفّٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

وَفّٰى  fiilinin mutlak, yani mef‘ûlsüz kullanılması, yerine getirilmesi gereken ve bağlı kalınması gereken ne varsa hepsini yerine getirdiğini ve bağlı kaldığını ifade etmek içindir. (Keşşâf)

Hz İbrahim'in vazifesini tam olarak yapmasından maksat, Bakara Suresinde geçtiği üzere, kendileriyle imtihana tabi tutulduğu kelimeleri tamamlayıp yerine getirmesidir. Ya da maksat, ihmal etmeden ve bozmadan, emrolunduğu şeyleri eksiksiz yapmasıdır. Bir kimseye hakkını tam olarak veren birisi için   أوفاه حقه  denilir. Ayette bu manayı ifade eden kelime şeddeli olarak   وَفّٰىۙ  şeklinde varid olmuştur. Bunun, ahde vefada mübalâğa ve çokluğa işaret için getirilmiş olması caizdir. O zaman anlam: İbrahim Allah'a karşı olan ahdini yerine getirmekte mübalâğa etti," şeklinde anlaşılmalıdır. Hz İbrahim'in böyle bir özellikle anılması onun, başkalarının tahammül etmedikleri şeylere katlanmasıdır. Nemrud'un ateşine sabretmesi bu kabildendir. Hatta ateşe atıldığında Cebrail kendisine gelip: ”Bir ihtiyacın var mı?" diye sordu. Buna ”sana yok" karşılığını verdi. Oğlunu kesmeye, vatanından hicrete, oğlunu ve hanımını hiç ekin olmayan yerde bırakmaya sabretmesi de hep bu kabildendir. Rivayete göre o her gün bir fersah yürür, misafir arardı, bulursa ikram eder, bulamazsa oruç tutardı. (Rûhu’l Beyân)

Bu fiil,  الوفاء  vefa kökünden olan  التوفية  ‘den gelmektedir. Çünkü vefa tamam olma; tevfiye ise, tastamam yapma, demektir. Nitekim Arapça'da,  أعطاه تاما  "Ona, tastamam verdi" anlamında,  وفاه  tabiri kullanılır. Yaptığımız bu izaha göre, bu ayetin bu ifadesi, Cenab-ı Hakk'ın ["Ve hatırlayın o zamanı ki, Rabbi, İbrahim'i bir takım kelimelerle imtihan edip de o, bunları tamamen yerine getirince..."] (Bakara. 124) ifadesi gibi olmuş olur. Bunun anlamının, "İbrahim, Allah'ın, kendi bedenine taalluk eden haklarını îfa etti..." şeklinde olduğu da ileri sürülmüştür. Bu izaha göre de bu, Cenab-ı Hakk'ın, hakkında, ["Biraz verip de gerisini sert kaya gibi elinde tutan..."] (Necm, 34) buyurduğu kimsenin zıddına olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr) 

İbrahim (as) methedilmiş, Hz Musa ise edilmemiştir. Bu, onun, yahudi, müşrik ve müslümanlar arasında, hakkında ittifak edilen bir kimse oluşundan dolayıdır. Ve, hiç kimse onun, ahdini iyice yerine getiren, ahdine bağlı bir kimse oluşunu inkâr etmemiştir. Ama, müşrikler çoğu kez, Musa (as)'ın vasfı hususunda tevakkuf ederler (kararsızlık gösterirler). (Fahreddin er-Râzî)

 
Necm Sûresi 38. Ayet

اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ  ...


Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَّا
2 تَزِرُ yüklenmez و ز ر
3 وَازِرَةٌ hiçbir günahkar و ز ر
4 وِزْرَ (günah) yükünü و ز ر
5 أُخْرَىٰ başkasının ا خ ر

اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ

 

اَنْ ve masdar-ı müevvel müşterek ismi mevsul مَا ‘ dan bedel olup mahallen mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَزِرُ   damme ile merfû muzari fiildir.  وَازِرَةٌ  fail olup lafzen merfûdur. وِزْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اُخْرٰى  muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda sıfattır. Mevsuf hazf edilmiştir. Takdiri,  نفس أخرى (Başka birinin) şeklindedir. 

اُخْرٰى  maksur bir isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَازِرَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وزر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ

 

 

Fasılla gelen ayetteki  اَلَّا  edatı, masdar harfi  أَنْ  ve nefy harfi  لاَ ’dan müteşekkildir.

اَنْ  ve akabindeki  تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ  cümlesi, 36.ayetteki  مَا ‘dan bedel olarak mahallen mansubdur. Masdar-ı müevvel cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlu mutlak olan  وِزْرَ  ile cümle tekid edilmiştir.

لَا تَزِرُ - وِزْرَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

تَزِرُ - وَازِرَةٌ - وِزْرَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Fail olan  وَازِرَةٌ ’daki tenvin herhangi bir cins, kıllet ve umum ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre, umum ve şümule işarettir.

Bu cümledeki kelimeler arasında var olan tenasüb sanatı, dikkat çekicidir.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.

Bu ifadenin başındaki  أَنْ , şeddeli olan  اَنَّ 'den şeddesiz hale getirilmiş  أَنْ  olup, buna göre Cenab-ı Hak adeta, "Dikkat, hiçbir kimse, başkasının günah yükünü yüklenmeyecektir.." demek istemiştir. Şeddeliyi şeddesiz hale getirmek, bazan gerekli olur, bazan da olmaz. Bazan caiz olur, bazan da caiz olmaz. O halde, gerekli olması, kendisinden sonra bir fiilin gelmesi veyahutta, bir fiilin başına bir harfin gelmiş olması halinde söz konusudur ki, burada  اَنَّ 'yi şeddesiz hale getirmek gerekli olur. Çünkü bu harf hem lafzen hem de mana bakımından fiile benzemektedir. Halbuki, fiilin, bir başka fiilin başına getirilmesi mümkün değildir. Böylece bu harf, fiile benzerlikten çıkarılıp, fiile tahsis edilmiş bir harf şekline sokulmuştur. Böylece de fiile bir yakınlık arzetmiş, onun başına gelmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu ifade, Velid b. Muğire'nin günahına kefil olanın sözünün bâtıllığını göstermektedir. Bu hüküm: [”İsrailoğullarına şöyle yazmıştık: Kim bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir nefsi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir..."] (Mâide: 32) ayetine zıt değildir. Çünkü bunun anlamı, diğer katillerin günahlarının da doğrudan onun üzerine olacağı değildir. Maksat ona yasak olan adam öldürme fiilini işlemesinin günahından fazla olarak, başkalarının öldürmelerine sebep olma ve delalet etme günahının da yükleneceğini ifadedir. Bu her iki günah da onun kendi günahlarındandır. Dolayısıyla o sadece kendi günahını yüklenmiştir. Hz Peygamber'in şu hadisi de bu kabildendir: ”Kim kötü bir çığır açarsa onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kendisinedir."Şüphesiz o, kendi günahı olan saptırmanın günahıdır. (Rûhu’l Beyân)

وِزْرَ , günah ve ağır yük manasına gelir ki, burada günah ve günahın cezasını çekmek anlamındadır. Yani ahirette ceza çekecek kimse, hiç kimsenin günahının cezasını çekecek değil, herkes kendi suçunun cezasını çekecektir. Bizde meşhur olan "Her koyun kendi bacağından asılır." tabiri bunu ne güzel ifade etmektedir. Bunun fıkıhtaki karşılığı, "Ukubatta niyabet cari olmaz" (yani cezalarda vekillik geçerli değildir) genel kuralıdır. Şu halde birisi, başkasının günahını boynuna almakla onu kurtaramaz, ancak kendi üzerine aldığının yani sorumluluğunun cezasını çeker. Zira, ["Onlar, kendi yüklerini, kendi yükleriyle beraber başka yükleri de taşıyacaklar.."] (Ankebût, 29/13) ayetinde de aynı anlam vardır. Ayrıca "Her kim kötü bir çığır açarsa, onun günahı ve kıyamete kadar onunla amel edenlerin günahı da, o çığırı açanın boynunadır." hadisi de böyledir. (Elmalılı, Âşûr)

 
Necm Sûresi 39. Ayet

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ  ...


İnsan için ancak çalıştığı vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنْ ve
2 لَيْسَ yoktur ل ي س
3 لِلْإِنْسَانِ insana ا ن س
4 إِلَّا başka bir şey
5 مَا
6 سَعَىٰ çalışmasından س ع ي
Riyazus Salihin, 951 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.”
(Müslim, Vasiyyet 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 14; Tirmizî, Ahkâm 36; Nesâî, Vasâyâ 8)

Riyazus Salihin, 176 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.”  
(Müslim, İlim 16. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 6;Tirmizî, İlim 15; İbni Mâce, Mukaddime 14)

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la muhaffefe  اَنَّ ‘ye matuftur. 

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لِلْاِنْسَانِ  car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

اِلَّا  istisna harfidir.  مَا  ve masdar-ı müevvel  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. 

سَعٰى  fiili  ى  üzere  fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ

 

وَ , atıf harfidir.  اَنْ , muhaffefe  أَنَّ ’dir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, önceki ayetteki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. اَنْ ’in ismi olan şan zamiri mahzuftur.

Nakıs fiil  لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  أَنَّ ‘nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِلْاِنْسَانِ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  سَعٰى  cümlesi, masdar tevilinde  لَيْسَ ’nin muahhar ismidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

اِلَّا  istisna edatı burada hasr içindir. لَيْسَ  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr,  لَيْسَ ‘nin haberi ve ismi arasındadır.  لِلْاِنْسَانِ ‘nin müteallakı olan haber sıfat/maksur,  مَا سَعٰىۙ  mevsûf/maksurun aleyh olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

الانْسَانِ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

السَّعْيُ , amel ve iktisap demektir. Aslı ise السَّعْيِ (yürümek)'dir. Mecazı mürsel veya kinaye olarak amel manasında kullanılmıştır. Buradaki murad da ihtisas lâm’ının karinesiyle hayr olan amellerdir. (Âşûr) 

اِلَّا مَا سَعٰىۙ  ifadesi  اِلَّا مَا سَعٰىَهُ (yani “ancak kendi çalışmasının karşılığı”) demektir. Şayet “Ölünün yerine sadaka verilebileceği, hac yapılabileceği ve kişinin yaptığının bazen kat kat sevapla karşılanacağı sahih rivayetlerde yer almıyor mu?” dersen şöyle derim: Buna iki şekilde cevap verilebilir: 

1) Başkasının çalışması kişiye ancak kendi çabasından dolayı fayda verdiğine göre -ki bu şahsî çaba salih bir mümin olmasıdır- başkasının çabası sanki bizzat kendi çabası olmaktadır; çünkü kendi çabasına bağlıdır ve onunla kaimdir. Amellerin kat kat sevapla karşılanması da böyledir. 

2) Başkası o işi sırf kendisi için yapmışsa başkasına fayda vermez. Fakat o hayırlı işiyle o kişiyi kastetmişse bu, dinin hükmüne göre o kişinin yerine geçen naibi ve vekili gibidir. (Keşşaf)

Cenab-ı Hakk'ın,  وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ  [Hakikaten insan için, kendi sa'yü gayretinden başkası yoktur] ifadesi, mükellefin hallerinin beyânını tamamlayan bir ifadedir. Çünkü, ona, günahlarını hiç kimsenin üstlenmeyeceği beyan edilince, başkasının iyiliğinin fayda vermeyeceği; salih amel işlemeyen hiç kimsenin hayır namına hiçbir şey elde edemeyeceği de beyân edilmiş olur ki, böylece kötülük yapan kimsenin, başkasının iyiliği sebebiyle bir mükâfaat elde edemeyeceği ve hiç kimsenin, onun namına, ilahî cezayı üstlenemeyeceği açıkça ve mükemmel bir biçimde anlaşılmış olur. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Allah Teâlâ bu ifadesinde, salih amele gayrete teşvik için, muzari değil de  سَعٰىۙ  mazi sıygasını kullanmıştır. Bunun izahı şöyledir: Eğer Allah Teâlâ,  ليس للإنسان إلا ما يسعى  (insan için ancak gayret edeceği vardır) buyurmuş olsaydı, o zaman insan, "yarın şu kadar namaz kılacağım, şu kadar para tasadduk edeceğim. Dolayısıyla da bunu Allah şu anda amel defterine sevap olarak yazar" diyebilirdi. Çünkü Allah ona, ileride sa'y etmesini emretmişti ve bu durumda da kulun, o hususta ileride gayret etme hakkı doğmuş olurdu. İşte bu sebeple Cenab-ı Hak, mazi sıygasıyla "Ancak sa'y u gayret edip yapmış olduğu şeylerin mükâfatı kul için söz konusudur" demek istedi. (Fahreddin er-Râzî)

Ayet ile ya salih amellere verilecek mükâfatın, yahut da her türlü amelin açıklaması kastedilmiştir. Meşhur olan, bunun her amelin mükâfatının açıklaması sadedinde gelmesidir. Çünkü hayır (iyi amel), mükâfaatla karşılık görür, kötü amel ise cezalandırılır. Ama görünen odur ki ayetin bu ifadesi, iyi amellerin mükâfatını beyan etmek için gelmiştir. Bunun delili ise, للإنسان  ifadesinin başındaki "lam" (için) edatıdır. Çünkü, "lam", faydalı şeyin gelip kişiyi bulduğunu, على edatı ise, zararlı şeyin gelip insanı bulduğunu anlatmak için kullanılır. Nitekim faydalı ve zararlı şeyler hakkında, "Bu onun lehinedir, şu onun aleyhinedir; onun lehine şehadet eder, yahut aleyhine şehadet eder" dersin. (Fahreddin er-Râzî)

 
Necm Sûresi 40. Ayet

وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ  ...


Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّ ve muhakkak
2 سَعْيَهُ onun çalışması س ع ي
3 سَوْفَ yakında
4 يُرَىٰ görülecektir ر ا ي

وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel önceki masdar-ı müevvele matuftur. 

سَعْيَهُ  cümlesi  اَنَّ ‘ nin haberi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سَوْفَ يُرٰى  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  سَوْفَ   gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif-erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

يُرٰى  elif üzere mukadder damme ile meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir.

وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ve akabindeki sübut ve istimrar ifade eden  سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ , cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.

Masdar-ı müevvel cümlesinde  سَعْيَهُ , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.  اَنَّ ‘nin haberi olan  سَوْفَ يُرٰى  cümlesi,  سَوْفَ  ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Haberin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُرٰىۖ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an’da tehdit ifade eden fiiller, genellikle meçhul sıygada gelir.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

سَوْفَ  istikbal harfidir, gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiğinde tekid ifade eder.

سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ [Onun çabası gösterilecektir.] ifadesindeki  سَعْيَهُ  ibaresi, hem olumlu çalışma hem de olumsuz çalışma manası taşımaktadır. Bu tevcih sanatıdır.

سَعٰىۙ - سَعْيَهُ  kelimeleri arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

سَ  yakın gelecek için kullanılırken  سَوْفَ  uzak gelecek için kullanılır. Ancak bir vaat veya vaîde delalet eden muzari fiile dahil olurlarsa tekid ifade ederler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki  سعي (çalışma),  المسعي  (sa'y edilmiş şey) manasınadır. Çünkü masdarlar, çoğu zaman ism-i mef'ûl manasına kullanılırlar. Mesela,  مخلوقه  "Allah'ın mahluku" manasında,   خلق اللّه  "halkullah" denir. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hak (İnsanın) çalıştığı ileride görülecek. Sonra buna tam mükâfat verilir" buyurmuştur. Bu, "yaptığı şeyler ona sunulur, açılıp gösterilir" demektir. Ayetteki  يرى kelimesi, arapların  من أريته الشيء  (falancaya, o şeyi gösterdi mi) deyiminden alınmış olup, bu ayette, daha önce de bahsettiğim gibi müminler için bir müjde vardır. Şöyleki: Allah Teâlâ, o kimseye, sayesinde rahatlayıp sevinsin diye dünyada iken yaptığı salih amelleri gösterecektir. Yahut da Cenab-ı Hak, kişinin yaptığı o iyi şeyleri -meşhur olan görüşe göre-, onlarla övünsün diye, meleklerine ve diğer mahlukatına gösterecektir ki bu da, yine müminin rahatlaması, kâfirin üzülmesi içindir. Çünkü kişinin sa'y edip yaptığı şeyler, hem kendisine hem de diğer mahlûkata gösterilecektir. Bu kelimenin,   هو من رأى يرى  (gördü) fiilinden olması da muhtemeldir. Buna göre ayet, ["De ki: (istediğinizi) yapın. Çünkü Allah ve resulü amelinizi görecektir"] (Tevbe, 105) ayeti gibi olur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Necm Sûresi 41. Ayet

ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ  ...


Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 يُجْزَاهُ ona verilecektir ج ز ي
3 الْجَزَاءَ karşılığı ج ز ي
4 الْأَوْفَىٰ tastamam و ف ي

ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

يُجْزٰيهُ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْجَزَٓاءَ  mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْاَوْفٰى  kelimesi  الْجَزَٓاءَ ‘nin sıfatı olup  ى  üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ

 

Ayet, tertip ve terahi ifade eden atıf harfi  ثُمَّ  ile önceki ayetteki  اَنَّ ‘nin haberine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer. 

يُجْزٰيهُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an’da tehdit ifade eden fiiller genellikle meçhul sıygada gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)  

الْاَوْفٰى  kelimesi  الْجَزَٓاءَ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. İsm-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

يُجْزٰيهُ - الْجَزَٓاءَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ [Sonra ona eksiksiz ödenir.] Yani sonra kula çabasının karşılığı tastamam verilir. “Allah ona amelinin karşılığını gerçekten verdi!” denilir. Ayette  على  harf-i ceri atılmış, fiilin etkisi direkt mef‘ûle yansıtılmıştır. Zamirin cezaya gönderilmesi ve bu ifadenin, ardından gelen  الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ (eksiksiz karşılık) ile açıklanmış olması da mümkündür. (Keşşâf)

الجزاء  kelimesi, iki mef'ûl manasınadır. Çünkü  bu fiil, iki mefûl alanlardandır. Nitekim Cenab-ı Hak,  وجزاهم بما صبروا جنة وحريرا  ["Sabretmelerine karşılık (Allah) onlara cenneti ve ipek (elbiseleri) verdi"] (İnsan/12) buyurmuştur. Nitekim, insanlar birbirlerine  جزاك اللّه خيرا  (Allah seni hayırla mükâfatlandırsın) diye dua eder. Bu fiil, harf-i cer ile üç mef'ûl de alabilir. Nitekim  جزاه اللّه على عمله الخير الجنة  "Allah o kimsenin iyi ve güzel amellerine karşılık, mükâfaat olarak ona cenneti versin" denilir. Bu gibi yerlerde, harf-i cer hazf edilip, fiil doğrudan doğruya bağlanarak mesela,   جزاه اللّه عمله الخير الجنة  de denilebilir.  (Fahreddin er-Râzî)

Buradaki  الْاَوْفٰىۙ (en tam) ifadesi, fazlalığa işarettir. Bu durumda ayet, tıpkı, ["İyi ameller işleyenler için, en güzel mükâfat olan (cennet) ve bir de fazlası vardır"] (Yunus, 26) ayeti gibi olur ki, buradaki "en güzel" ifadesi ile cennet, "fazlası" ile de, "ru'yetullah" (Allah'ı görme) kastedilmiştir. Binaenaleyh Hak Teâlâ adeta, "O, sa'yü gayretinin karşılığını alacaktır, sonra da (en tam mükâfat olarak), "ru'yetullah" ile rızıklandırılacaktır" demektir. İşte bu izah, ayetin ihtiva ettiği lafızların tefsirine uygun düşmektedir. Çünkü ayetteki  الْاَوْفٰىۙ (en tam) kelimesi, "mutlak" olup, "mübeyyen" (açıklanmış) değildir. Zira Hak Teâlâ,  أوفى من كذا (şundan daha tam) dememiştir. Binaenaleyh bunun, her tamdan daha tam olması gerekir. Bu şekilde olan şey de, "ru'yetullah" Allah'ı görmekten başka birşey değildir. (Fahreddin er-Râzî,  Âşûr)

 
Necm Sûresi 42. Ayet

وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ  ...


Şüphesiz en son varış Rabbinedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّ ve sonunda
2 إِلَىٰ
3 رَبِّكَ senin Rabbine ر ب ب
4 الْمُنْتَهَىٰ varılacaktır ن ه ي

وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ

 

İsim cümlesidir. و  atıf harfidir. أَنَّ   masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  

اِلٰى رَبِّكَ  car mecruru  اَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْمُنْتَهٰى  kelimesi اَنَّ  ‘nin muahhar ismi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

الْمُنْتَهٰى  kelimesi, sülasi mücerredi  نهي  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la, 38. ayetteki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olan  اَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰى ,  faide-i haber inkârî kelamdır.

Masdar tevilindeki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلٰى رَبِّكَ  car mecruru,  اَنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  الْمُنْتَهٰىۙ , muahhar ismidir.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.

Atfedilen cümledeki gaib zamirden bu ayette muhatap zamire iltifat vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  رَبِّ  isminde tecrîd sanatı vardır. 

الْمُنْتَهٰى  yürüyüşün sonu olan durmak manasındadır. Burada durmak, Allah'ın emrine uyan kişiyi temsil etmektedir. Allah’ın emri de tuğlalarını Allah’ın ördüğü bir duvara benzetilmiştir. (Âşûr)

الْمُنْتَهٰى  kelimesi ‘’nihai dönüş’’ anlamında mimli masdardır; yani mahlukat O’nun huzuruna varacak ve O’na dönecektir. (Keşşaf)

الْمُنْتَهٰى ’nın başındaki lâm-ı tarif ahd (belirlilik) içindir. Çünkü Hz Peygamber hep, "Sizin varışınız Allah'adır" derdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, şüphesiz ki en son gidiş Rabbinedir buyurdu. Böylece vaad edilen husus, Kur'an'da ve hadiste ifadesini bulmuş olur. İkinci izaha göre, bu lâm-ı ta'rif, umumîlik için olup, "Her sonlu Rabbine varıp dayanır. Çünkü başlangıç O'dur" demektir. Bu izaha göre, diyoruz ki: Allah, idrak edebilecek varlıkların idraklerinin son bulduğu noktadır. Çünkü insan önce, görünen şeyleri idrak eder, algılar. Daha sonra da tefekkürünü derinleştirir ve gide gide Allah'a varır. İşte orada durmak mecburiyetinde kalır. (Fahreddin er-Râzî)

اَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ  ifadesi, ahiretin bir anlatımı olup, insanlar, neticede varıp Allah'ın huzuruna duracaklardır" manasınadır. Bu izaha göre ayet, önceki ayetlerle sıkı sıkıya ilgilidir. Çünkü Hak Teâlâ, "Sonra . . mükâfat verilir" buyurunca, sanki birisi, "o mükâfat görülemez. Bu ne zaman olacak?" demiş. Cenab-ı Hak da, "Dönüşünüz Allah'adır. İşte o zaman Allah, şükredici olanlara mükâfat, nankörlerine de ceza verecektir" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki  رَبِّكَ  hitabının genel olduğunu söylememiz halinde, bu, kötüler için ileri derecede bir tehdit, iyiler için de alabildiğine bir teşvik olur. Çünkü Hak Teâlâ'nın, "Ey dinleyen, kim olursan ol, bil ki, herşeyin müntehası Rabbinedir" sözü, her iki durumu da alabildiğine güzel anlatır.

Ama bu hitabın, Hz Peygamber (sav)'e olduğunu söylersek, o zaman bu, onun (as) kalbini yatıştıran bir teselli olur. Buna göre Cenab-ı Hak, "üzülme, çünkü her şey sonunda, Bana gelecektir" demiş olur. Böylece de tıpkı, ["Onların sözleri seni üzmesin. Çünkü Biz, onların gizli yaptıklarını da, açıktan yaptıklarını da biliriz..."] (Yasin,76-63) ayetleri gibi olur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Necm Sûresi 43. Ayet

وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ  ...


Şüphesiz O, güldürür ve ağlatır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّهُ ve şüphesiz O
2 هُوَ O’dur
3 أَضْحَكَ güldüren ض ح ك
4 وَأَبْكَىٰ ve ağlatan ب ك ي

وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ

 

İsim cümlesidir. و  atıf harfidir.  أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.   هُ  muttasıl zamiri  أَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ اَضْحَكَ  cümlesi  أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَضْحَكَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَضْحَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

اَبْكٰى  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

اَضْحَكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ضحك ’dir.

اَبْكٰى fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  بكى ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ

 

وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ , masdar tevilinde olup 38. ayete matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

هُوَ , kasr ifade eden fasıl zamiridir. Hakiki kasrdır. (Âşûr)

اَنَّ ’nin haberi olan  هُوَ اَضْحَكَ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنَّ ‘nin haberi olan  اَضْحَكَ ‘nin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  اَبْكٰى  cümlesi, müsned olan  اَضْحَكَ ’ye matuftur. Atıf sebebi, tezattır.

Fasıl zamiriyle oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ  maksur/mevsûf, اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ  maksurun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf, ale’s-sıfattır.

Cümle birden fazla tekid unsuruyla pekiştirilmiştir. Yani güldürmek ve ağlatmak sadece Allah Teâlâ'ya mahsustur. Gülme ve ağlama kuvvelerini yaratan odur. Bu konuda onun hiçbir ortağı yoktur.

Gülmek ve ağlamak fiilleri mutluluk ve hüzünden kinayedir.

Burada, güldüren ve ağlatan fiillerinin mef'ûlleri zikredilmemiştir. Çünkü bu iki kelime, güç yetirilen şeyi ortaya koymak için değil, Allah'ın kudretini anlatmak için getirilmişlerdir. Dolayısıyla mef'ûle gerek yoktur. Nitekim birisi "alıp-vermek falancanın elindedir. O isterse verir, isterse vermez" der ve verilip-verilmeyecek şeyi bildirmeyi kasdetmez. (Fahreddin er-Râzî)

اَضْحَكَ - اَبْكٰىۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لضَّحِكُ ; sevinçten yüzün yayılması, dişlerin açılmasıdır. Gülme esnasında dişler göründüğü için ön dişlere  ضواحِك  denilir. Ağlamak anlamına gelen  البُكاءُ ‘da, iç yanması ve kederden yaş akmasıdır. Mana şudur: Allah insandaki ağlama ve gülme kuvvetlerini yarattı. Gülüş ve ağlayış ondan kaynaklanır ama insan bu gücün mahiyetini bilmez. Ya da ağlamak ve gülmek, sevinç ve kederden kinayedir. Sanki ”O sevindirdi ve üzdü," denilmiştir. Çünkü sevinç gülmeyi, keder de ağlamayı celbeder. (Rûhu’l Beyân,  Âşûr)

Hayatın safhalarından iki zıt durum ki biri neşe alameti, biri acı; biri sevap defteri, biri azap; biri cenneti ifade eder, biri cehennemi; biri cilve-i cemâl (güzelliğinin yansıması, ) biri cilve-i celâl (Celâl sıfatının yansıması)'dir. (Elmalılı)

Gülmek, ağlamaktan önce zikredilmiştir. Çünkü “gülmekte” kudrete vurguyu artırarak minnet, şükür duymak vardır. Ayrıca fasılaya uymak içindir. (Âşûr)

 
Necm Sûresi 44. Ayet

وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ  ...


Şüphesiz O, öldürür ve diriltir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّهُ ve şüphesiz O
2 هُوَ O’dur
3 أَمَاتَ öldüren م و ت
4 وَأَحْيَا ve yaşatan ح ي ي

وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ

 

  

İsim cümlesidir. و  atıf harfidir.  أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُ  muttasıl zamiri  أَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

هُوَ اَمَاتَ  cümlesi  أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَمَاتَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَمَاتَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

اَحْيَا  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

اَمَاتَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  موت ’dir.

اَحْيَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  حىى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ

 

 

وَ , atıf harfidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَا , masdar tevilinde, 38. ayetteki masdara matuftur. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  هُوَ , kasr ifade eden fasıl zamiridir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَنَّ ’nin haberi olan  اَمَاتَ ‘nin, mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Aynı üslupta gelen  وَاَحْيَا  cümlesi, müsned olan  اَمَاتَ ’ye matuftur. Atıf sebebi, tezattır.

Fasıl zamiriyle oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. هُوَ  maksur/mevsûf,  اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ maksurun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani diriltmek ve öldürmek sadece Allah'a (cc) mahsustur. Bu konuda onun hiçbir ortağı yoktur. İşte  اَنَّ ‘ye bitişik olan zamir bu manayı ifade etmek için takdim edilmiştir. Bu cümlenin aslı  هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ  şeklindedir. Ancak zamir  اَنَّ  ile tekid edilip arkadan da fasıl zamiri ile tekid ve takviye edilince, kâfirlerin haşrı kabul etmedikleri ve ölümden sonraki hayata inanmadıkları anlaşılmış olur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C.2, s. 57)

اَمَاتَ - اَحْيَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

اَمَاتَ  hususunda şu izahlar yapılır: 

1) Ayette bir takdim-tehir vardır. 

2) Bu iki fiil, muzari manasınadır. Çünkü öldürüp diriltme işi her zaman pek yakındır. Nitekim Arapça'da, yeri ve zamanı yakın olduğunda, "Falanca ulaştı", "Gece girdi" denilir. Ayetteki  اَمَاتَ - اَحْيَا (diriltti - öldürdü) kelimeleri de böyledir. 

3) Öldürdü yani, "O, unsurlarda (elementlerde), ölümü ve cansızlığı yarattı, daha sonra onları bir araya getirip diriltti yani, bu cansız unsurlarda hissi ve hareketi yarattı." (Fahreddin er-Râzî)

Ayette öldürmek, fasılaya uygun olsun diye diriltmekten önce zikredildi. Ayrıca nutfe canlıdan ve kalbin ölümü hayatından öncedir. Çünkü bedenin ölümü kabirdeki hayatından öncedir. Yine öldürmeyi önce anmakta, muhatapları uyarmak için kahrın eserini ta'cîl vardır. Yine yokluk, varlıktan öncedir. Varlığın sonucu ve dönüşü yokluktur. Dolayısıyla iki ölüm arasındaki hayata ve iki yokluk arasındaki varlığa aldanmamak gerekir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

 
Günün Mesajı
Zina ve homoseksüellik gibi hayasızlıklar da şüphesiz büyük günahlara dahildir. Böyle iken ayaca zikredilmeleri, günah olarak büyüklükleri ve onlardan mutlaka kaçınmamız gerektiği içindir. Yani onlara büyük günahlar olarak özellikle dikkat çekilmektedir. Bu âyet-i kerimeyi ve küçük günahları daha iyi anlamak için, şu âyet de nazara alınmalıdır:
Onlar, çirkin bir iş yaptıklarında veya (günahla) kendi öz canlarına zulmettiklerinde peşinden hemen Allahı hatırlar, O'nu anar ve günahlarının affedilmesini dilerler -zaten, günahları Allah tan başka kim affedebilir ki! Ayrca, işledikleri (günah ve hatalarda) bile bile ısrar da etmezler. (Âl-i İmran Sûresi, 3/135).
Sayfadan Gönüle Düşenler

Haklılığını ispat etmeye çalışan nefsine bakıyor ve susmuş olmasını diliyordu. Ellerine baktı ve sanki cinayet kitaplarındaki vicdanı sızlayan suçluların ellerinde kalan iz gibi bir iz gördü. Zira, bu da bir çeşit cinayetti. 

Allah katında yükselmek varken, nefsini dünyalıklarla şımartarak alçalmıştı. Hakiki bilgilerle amel edecekken, ya nefsine daha hoş geliyor diye ya da sırf daha popüler diye, sağlam temeli olmayanların peşinden gitmişti. Hakikat yerine, batılı seçmişti. 

Alnında biriken terleri sildi. Mahkeme salonunun havası ne kadar da boğucuydu. Çapraz sorgulamalar bitmek bilmiyordu. Kayıtlara rağmen kendisini temize çıkarmaya çalışan nefsini dinlerken, kimden daha çok utandığına karar veremedi.

Nefsinin masum hallerini hatırladığında gözleri doldu. Yeryüzündekilerin kendilerini kandırdıkları bir mesele vardı: kötü hep kötüdür, iyi ise hep iyidir ama herkese göre kendi nefsi haklıdır. Halbuki nefis, kendisine dünyayı nasıl tanıttığına göre ya kötü, ya da iyi olur ve kendisini eleştirmeyi ya öğrenmez, ya da öğrenir. İmam Gazali’nin İhya eserinde okuduklarını anımsadı: bir çocuğun nefsi ilk oburluğu öğrenir. Onun için kaliteli giyinmek ya da pahalı eşyalarla mutlu olmak yoktur. Bunları, ona öğreten ebeveynleridir.

Birden aklına çılgınca bir fikir geldi. Evlatlıktan reddeder gibi nefsini reddederse kurtulurdu. Yankılanan tokmak seslerine ve uyarılara aldırmadan kapıya doğru koştu. Yalnız, kapı kilitliydi. O kapı koluna, muhafızlar da onun kollarına yapıştı. Geç kaldığını bilmesine rağmen: her şeyi anladım, pişmanım, artık hakikati görüyorum ve kabul ediyorum diyerek bağırıp duruyordu. Çıkışı olmayan yere atılıp kapatıldığında anladı ki; nefsinden değil, kendisinden utanıyordu. Zira o, kalbinden değil, nefsinden ibaret olmayı seçmişti. 

Allahım! Biz, ahirete ve meleklerin cinsiyeti olmadığına iman edenlerdeniz. Bizi, hakiki bilginin peşinden gidenlerden ve onunla amel edenlerden eyle. Zannın her türlüsünden, Seni anmama gafletine düşmekten ve yalnız dünya hayatını istemekten muhafaza buyur. Gönüllerimize sevdiklerini sevdir, sevmediklerini ise uzaklaştır. 

Ey her çabanın karşılığını veren Allahım! Güldüren de, ağlatan da Sensin. Yaşatan da, öldüren de Sensin. Bize rahmetin ile muamele eyle. Kusurlarımızı affeyle ve eksikliklerimizi merhametin ile tamam eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji