يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ
Evrendeki bütün varlıkların Allah’a muhtaç bulunduğuna, O’nun da hem azametini hem de lutuf ve keremini her an yaydığına yani hiçbir varlık veya oluşun O’nun bilgi, irade ve gücü dışında olamayacağına dikkat çekilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de değişik vesilelerle Cenâb-ı Allah’ın yaratıcılık sıfatına ve iradesinin nüfuz etmediği hiçbir olay düşünülemeyeceğine değinilir. Fakat “O her an yaratma halindedir” diye çevrilen 29. âyet bu konuda özel bir vurgu taşımakta ve özellikle şu iki noktanın aydınlatılmasında ayrı bir önemi haiz bulunmaktadır: a) Yaratılmışlar açısından anlatım kolaylığı sağlaması itibariyle kutsal metinlerde Allah Teâlâ’ya nisbetle zaman kavramının kullanıldığı olmuşsa da bu asla O’nun mutlak iradesini kayıtlayacak veya gücüne sınır koyacak biçimde yorumlanamaz. Bu sebeple İsrâiloğulları’nın sınanması için konan bir dinî hüküm olan cumartesi yasağının, Allah’ın –hâşâ– o gün istirahata çekildiği tarzında bir gerekçeyle açıklanması (bk. Tekvin, 2/2-3) tenzih ilkesiyle bağdaşmaz. Âyetin yahudilerdeki bu yanlış telakkiyi reddetmek üzere indiğine dair bir rivayet de bulunmaktadır (İbn Atıyye, V, 229). Bu mânada âyet, “Tanrı yarattıktan sonra vahyetmek, ihtiyaçları karşılamak gibi şeylerle ilgilenmemiştir” diyen deist felsefeyi de reddetmektedir.
b) Bu âyet, tabiat olaylarından Tanrı iradesini dışlayan pozitivist ve materyalist akımları mahkûm etmekte ve bilimin ulaştığı parlak sonuçların da son tahlilde Allah Teâlâ’nın yasalarını keşfetmekten öteye geçemeyeceğini ve bütün bulguların gerçekte O’nun yaratma sıfatının her an var olan tecellilerinden başka bir şey olmadığını ortaya koymaktadır. Bazı tefsirlerde kıyamete kadar olacak her şeyin Allah’ın ezelî ilminde sabit olduğuna ve insanın ancak kendi çabasının karşılığını göreceğine dair delillerle bu âyet arasında bir çelişki bulunup bulunmadığı üzerinde durulur. Fakat bunların kader ve irâde-i cüz’iyye konularıyla ilgili olduğu açıktır; bunların da kendi bağlamlarında izahı yapılmıştır.
يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Fiil cümlesidir. يَسْـَٔلُهُ damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ fail olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecrur mahzuf sılaya mütealliktir.
وَالْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.
كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ
كُلَّ muzâf olup يَوْمٍ ‘den naib olup zarfiyye manasında mübteda olan هُوَ ‘nin mahzuf habere mütealliktir. يَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي شَأْنٍ mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
يَسْـَٔلُهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَسْـَٔلُهُ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘nın sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı sanatları vardır.
كُلَّ يَوْمٍ هُوَ ف۪ي شَأْنٍۚ
Ayetin ikinci cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. هُوَ mübtedadır, ف۪ي شَأْنٍۚ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Mahzuf habere müteallik zaman zarfı كُلَّ يَوْمٍ , konudaki önemine binaen takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَوْمٍ , özel bir vakit değil, mutlak anlamda mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
شَأْنٍۚ , hal ve önemli iş demektir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
ف۪ي شَأْنٍۚ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare vardır. Zarfiyye olan ف۪ي harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. شَأْنٍۚ , içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat konuyu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf, عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Her an bir işte olmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (sabit olma)’dür.
Zarfın mazrufu kapsayıcılığı gibi telebbüs, yani onu iyice üzerine giyinmiş gibi bir yakınlık manasını vermektedir. (Âşûr)
Göklerde ve yerde olan herkes O’na muhtaçtır. Göktekiler, dinlerine ilişkin şeyleri, dünyadakiler de hem dinlerine hem de dünyalarına ilişkin olan şeyleri O’ndan isterler. [O her an bir iştedir.] Yani her vakit ve her an birtakım işleri ihdas etmekte ve birtakım halleri yenilemektedir. (Keşşâf)