يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِس۪يمٰيهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاص۪ي وَالْاَقْدَامِۚ
Kıyamet tasvirlerinden birine yer verilen 37. âyetin ardından insanlara ve cinlere günahları hakkında soru sorulmayacağı, günahkârların yaka paça cehenneme atılacakları ve inkâr edip durdukları bu gerçeği iyice bellemeleri için cehennem ateşine sokulup çıkarılacakları, ama bunun bir ferahlama getirmeyeceği çünkü bu defa ateş yerine kaynar suyun içine düşecekleri belirtilmektedir. Şu var ki, 39. âyetteki “İşte o gün ... günahı hakkında soru sorulmaz” anlamındaki ifadeyi, “âhirette sorgu olmayacak” diye anlamamak gerekir. Zira birçok âyette burada çok kısa değinilen bu konuya ayrıntılı biçimde yer verilmiştir. Söz konusu açıklamalar ışığında bu ifadeyi şöyle anlamak uygun olur: Âhirette herkesin durumu öylesine kesin ve apaçık ortaya konacak ki kimsenin kendi ifade ve beyanına baş vurmaya ihtiyaç duyulmayacaktır. Birçok âyette belirtildiği üzere herkes dünyada yapıp ettiklerinin tek tek kayda geçirilmiş olduğunu görecek, günahkârların dilleri, elleri ve ayakları bu konuda tanıklık edecek, ayrıca 41. âyette ifade edildiği gibi günahkârlar simalarından tanınacaktır. İşin aslı böyle olmakla beraber, herkes kendi sevap ve günah durumuna göre haşrolunup hesap meydanına getirildikten sonra yargı süreci başlayacak; yüce Allah, bütün kullarının iyilik ve kötülüklerini eksiksiz kusursuz bilmesine rağmen adalet ve şefkatini ortaya koymak, her kulunun nasıl bir âkıbeti hak ettiğini ona da gösterip onaylatmak üzere herkesi ince bir hesaptan, sorgulama ve yargılamadan geçirecektir (ayrıca bk. Hicr 15/92; Kasas 28/78; Sâffât 37/24; Zemahşerî, IV, 53).
37. âyetin “gül kırmızısı bir yağ gibi olduğu zaman” diye çevrilen kısmı, “kızarmış yağ veya kırmızı deri yahut al kısrak gibi bir gül rengine büründüğü zaman” mânalarında da anlaşılmıştır. Bu mânalara göre yapılan benzetme göğün rengindeki değişmeyi anlatmış olur. Meâlde bir ölçüde bu anlamlar da yansıtılmış olmakla beraber göğün yapısal değişmesiyle ilgili mâna esas alınmıştır (bk. Taberî, XXVII, 141-142; İbn Atıyye, V, 231). Yine, güle yapılan benzetme genellikle renk değişikliği ve göğün kızıl bir renge bürünmesi olarak anlaşılmıştır. İbn Âşûr bunun göğün yarılmasındaki şiddeti ve pek çok parçaya ayrılacağını anlatan bir teşbih de olabileceği kanaatindedir (XXVII, 261).
يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِس۪يمٰيهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاص۪ي وَالْاَقْدَامِۚ
Fiil cümlesidir. يُعْرَفُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. الْمُجْرِمُونَ naib-i fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
بِس۪يمٰيهُمْ car mecruru الْمُجْرِمُونَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُؤْخَذُ atıf harfi وَ ‘la يُعْرَفُ fiiline mütealliktir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْخَذُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. بِالنَّوَاص۪ي car mecruru naib-i fail yerindedir. الْاَقْدَامِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
الْمُجْرِمُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِس۪يمٰيهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاص۪ي وَالْاَقْدَامِۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِس۪يمٰيهُمْ car mecruru, naib-i fail olan الْمُجْرِمُونَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayetin ikinci cümlesi olan فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاص۪ي وَالْاَقْدَامِۚ , takip ifade eden atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette يُعْرَفُ ve يُؤْخَذُ fiilleri olaya dikkat çekmek amacıyla meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Car mecrur بِالنَّوَاص۪ي , naib-i fail konumundadır. (Sâfî, Îrab)
يُؤْخَذُ fiili, بِ harfiyle müteaddi olmuş ve tazmin sanatı yoluyla يسحب manası kazanmıştır.
بِالنَّوَاص۪ي وَالْاَقْدَامِۚ ‘daki elif lam muzâfun ileyhden ıvazdır. Yani, onların perçemlerinden ve ayaklarından demektir. Kur’an’da bu üslup çok kullanılır. (Âşûr)
س۪يمٰيهُمْ - النَّوَاص۪ي - الْاَقْدَامِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لنَّوَاص۪ي kelimesi ناصي 'nin çoğuludur. ناصي ise başın ön tarafıdır. Burada, alındaki saç kastedilmiştir. Buna göre anlam şöyledir: Melekler onların alınlarından, yani perçemlerinden ve ayaklarından tutarlar ve cehenneme atarlar veya melekler onları kâh perçemlerinden tutup yüzüstü cehenneme sürüklerler, kâh perçem ve ayaklarını zincire vurulmuş olarak sırtlarında birleştirip sürüklerler. (Rûhu’l Beyân)