Vâkıa Sûresi 42. Ayet

ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ  ...

Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifirî bir gölge içinde!.  (42 - 44. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِي içindedirler
2 سَمُومٍ iliklere işleyen bir ateş س م م
3 وَحَمِيمٍ ve kaynar su ح م م
 

Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için “bir çoğu” anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikūnun “az” olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme amacı taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106). 

28. âyette geçen ve “dalbastı kiraz” olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca “meyve yüklü muz ağaçları” diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok “Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)” diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber’in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu “ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar” şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245). 

35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– “inşâ” edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 221-222
 

ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ

 

ف۪ي سَمُومٍ  car mecruru  اَصْحَابُ ‘nun ikinci haberi olup mahallen merfûdur.  حَم۪يمٍ  kelimesi 

atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

 

ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم (Onlar) olan mübteda mahzuftur. ف۪ي سَمُومٍ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. 

حَم۪يمٍ  makabline matuftur.

Birbirine temâsül nedeniyle atfedilen  سَمُومٍ - حَم۪يمٍۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, cinas-ı nakıs, secî ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu kelimelerdeki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder.

هُمْ  şeklinde takdir edilen müsnedün ileyhin bu ayette hazfedilmesinin sebebi gereksiz kelime kullanımından kaçınmaktır. Yine hazf edilmiş olan bu müsnedün ileyhin zamir olarak marife olduğu görülmektedir. Bunun sebebi ise makamın gaiplik (üçüncü çoğul şahıs) makamı olmasıdır. Müsned şibh-i cümle olarak gelmiş, böylece fiil cümlesi kısaltılmıştır. Çünkü bu tür cümleler tercih edilen görüşe göre fiil takdirindedirler. Bu görüşe göre ayetin takdiri  اِسْتَقَرُّوا ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍ  (Sıcak ateşin içine yerleştiler) şeklindedir. Müsnedin, müsnedün ileyhten sonra  zikredilmesinin sebebi, hükmün müsnedün ileyhe tahsis edilmesine binaen müsnedün ileyhin önde zikredilmesidir. Son olarak müsnedin bir sebebe binaen muhataplardan gizlemek amacıyla herhangi bir öğe ile kayıtlanmadığı görülmektedir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.113) 

حَم۪يمٍۙ , kömür gibi simsiyah olan şey, zifir ve kara duman manalarına gelir. Buna zulmet denilmeyip de gölge isminin verilmesi alay içindir. İbn Abbas’tan gelen bir rivayette de, cehennem halkını her taraflarından kaplayıp, kuşatan perdenin ismi olduğu zikredilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

سَمُومٍ : Meşhur olan görüşe göre, bu, esen son derece hararetli ve yakın bir rüzgâr olup, hasta edip çoğu kez de öldüren bir rüzgârdır. Daha evlâ olanı, bunun, bir yerden diğer yere hareket eden kokuşmuş bir hava olduğunun söylenmesidir. İnsan onu hissedip kokladığında, kokuşmuşluğu sebebiyle ruhu ve kalbi bozulur. Ve insan böylece ölür. Kelimenin aslı, السموم - zehir” kelimesidir. Yılan, akrep vs. şeylerin zehiri (السموم) gibi. (Fahreddin er-Râzî)

سَمُومٍ : Yağmursuz, bedene temas ettiğinde adeta helak eden zehirden çok sıcak bir rüzgar,  حَم۪يمٍۙ  ise çok şiddetli sıcak sudur. (Âşûr)