12 Mart 2026
Vâkıa Sûresi 17-50 (534. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Vâkıa Sûresi 17. Ayet

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ  ...


17-21. Ayetler Meal  :   
Ebediyen genç kalan uşaklar, onların etrafında; içmekle başlarının dönmeyeceği ve sarhoş olmayacakları, cennet pınarından doldurulmuş sürahileri, ibrikleri ve kadehleri, beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَطُوفُ dolaşır ط و ف
2 عَلَيْهِمْ çevrelerinde
3 وِلْدَانٌ gençler و ل د
4 مُخَلَّدُونَ ebedi yaşamağa erdirilmiş خ ل د

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ

 

Fiil cümlesidir.  يَطُوفُ  damme ile merfû muzari fiildir.  عَلَيْهِمْ car mecruru  يَطُوفُ  fiiline mütealliktir.  وِلْدَانٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مُخَلَّدُونَۙ  sıfat olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ

 

Ayet 16. ayetteki  مُتَقَابِل۪ينَ ’ deki zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَطُوفُ  fiiline müteallik olan car mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için fail olan  وِلْدَانٌ ‘a takdim edilmiştir.

وِلْدَانٌ ‘daki nekrelik, nev, kesret ve tazim içindir.

وِلْدَانٌ  için sıfat olan  مُخَلَّدُونَۙ  kelimesi, kesret ifade eden  تفعيل  babının ism-i mef’ûlüdür. 

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ  denilerek cennetin tasvirinin yapıldığı ayetlerde  وِلْدَانٌ  kelimesinin sıfatı konumunda olan genel olarak meallerde “ölümsüz” şeklinde tercüme edilen  مُخَلَّدُونَ  kelimesi, Kur’an’ın îcâzıyla ilgili eserler vermiş bazı müellifler tarafından, “küpenin kulağa takıldığı yere” Arapçada  خُلْدَةٌ  denildiği için, ‘küpeliler’ anlamında sıfat olarak yorumlanmış “etraflarında küpeli gençler dolaşırlar” şeklinde tercüme edilmiştir. Ayeti okuyan ve dinleyen kişinin aklına ilk gelen onların ebedî oldukları anlamıdır ki bu da ayette tevriye sanatının olduğunu gösterir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Burada müsnedün ileyh aslı üzere zikredilmiştir. Müsnedün ileyh nekre olarak getirilmiştir. Bunun sebebinin müsnedün ileyhi hem yüceltmek hem de onun çokluğuna dikkat çekmek olduğu söylenebilir. Nitekim  وِلْدَانٌ  lafzının çoğul olması ve kelamın, cennet nimetlerinin övüldüğü bir mecrada devam etmesi de bu yorumu destekler niteliktedir. Buna göre  وِلْدَانٌ  lafzına “Çok sayıda ölümsüz delikanlı” anlamı verilebilir. Müsnedün ileyhe  مُخَلَّدُونَ  (ölümsüz) vasfı ile tabide bulunulmasının sebebi ise onu tahsis etmektir. Yani cennetliklerin etrafında dolaşan gençler sıradan birer genç değil, ölümsüz kılınmış gençlerdir. Müsnedin fiil olmasının sebebi ise onu en kısa yoldan muzari ile kayıtlamaktır. Müsnedin ayette muzari fiil olarak gelmesi  يَطُوفُ  fiilinin sürekli yenilendiğini de ifade etmektedir. Yani ölümsüz gençler cennetliklerin etrafında sürekli dolaşmaktadırlar. Muzari fiilin bu fonksiyonuna binaen  يَطُوفُ  ifadesi için [dolaşır dururlar] şeklinde meal verilmiştir. Yine müsnedün ileyh amil olması veya müsnedin başta zikretmek suretiyle muhatapları sevindirmek amacıyla müsned, müsnedün ileyhten önce zikredilmiştir. Son olarak, müsnedin mef’ûlun bih gayr-ı sarih olan bazı lafızlarla kayıtlandığı görülmektedir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.108)

 
Vâkıa Sûresi 18. Ayet

بِاَكْوَابٍ وَاَبَار۪يقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بِأَكْوَابٍ testilerle ك و ب
2 وَأَبَارِيقَ ve ibrikler
3 وَكَأْسٍ ve kadehlerle ك ا س
4 مِنْ
5 مَعِينٍ kaynağından doldurulmuş ع ي ن

   Ebraqa أبرق :

  إبْرِيقٌ testi, sürahi, ibrik, çaydanlık. (Dağarcık)

  Kuran’ı Kerim’de çoğul kalıpta 1 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli ibriktir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 Ke'ese كأس :

  كَاْسٌ kelimesi içinde içecek bulunan kaptır. Ayrıca içecek ve kabın her biri de kendi başına bu ismi alır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda 6 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan bir şekli bulunmamasına rağmen kâse sözcüğü işari olarak bu kökü hatırlatmaktadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

بِاَكْوَابٍ وَاَبَار۪يقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ

 

بِاَكْوَابٍ  car mecruru  يَطُوفُ  fiiline mütealliktir.  اَبَار۪يقَ  ve  كَأْسٍ  kelimeleri atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  مِنْ مَع۪ينٍ  car mecruru  كَأْسٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.

بِاَكْوَابٍ وَاَبَار۪يقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ

 

بِاَكْوَابٍ  car mecruru, önceki ayetteki  يَطُوفُ  fiiline mütealliktir.  وَاَبَار۪يقَ  ve  كَأْسٍ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Cihet-i câmia temâsüldür.  مِنْ مَع۪ينٍ  car mecruru, كَأْسٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

اَكْوَابٍ - اَبَار۪يقَ - كَأْسٍ  kelimelerinde, cemi-müfret arasında güzel bir iltifat sanatı ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki nekrelik kesret, nev ve tazim ifade eder.

اَكْوَابٍ , içinde aynı cins içki olması açısından, cemî olarak kullanılmaz. Böylece içinde bulunan şey önemsendiği için, cemilenmemiş olur.  اَبَار۪يقَ  ise böyle değildir. Çünkü bunda nazarı dikkate alınan şey, kaplardır, içindekiler değildir. İşte bu izaha göre, Kur’an’ın belâgatı ortaya çıkmaktadır. Çünkü içinde aynı cins içki bulunduğu için, كَأْسٍ lafzı bu ayette cemi olarak kullanılmamıştır. İşte bu, dil açısından yapılmış kıymetli bir incelemedir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Vâkıa Sûresi 19. Ayet

لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يُصَدَّعُونَ başları ağrıtmayan ص د ع
3 عَنْهَا ondan
4 وَلَا ve
5 يُنْزِفُونَ akılları gidermeyen ن ز ف

لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ

 

Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُصَدَّعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  عَنْهَا  car mecruru  يُصَدَّعُونَ  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُنْزِفُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُصَدَّعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi   صدع ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يُنْزِفُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نزف ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ

 

Ayet önceki ayetteki  كَأْسٍ ‘in, müekked hali olarak ıtnâbdır. 

Hal; cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mef’ûlün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, tazim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)

Tekid edici halin başına vav gelmez. Müekked ve tekid arasında kemâl-i ittisâl olduğundan arada vav olmaz. (Sekkâkî, Miftâhu’l-ulûm, s.273)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَا يُصَدَّعُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü fiil malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

عَنْهَا  car mecruru  يُصَدَّعُونَ  fiiline mütealliktir.

Aynı üsluptaki  وَلَا يُنْزِفُونَ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıygada gelen fiiller teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Vâkıa Sûresi 20. Ayet

وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفَاكِهَةٍ ve meyva(lar) ف ك ه
2 مِمَّا şeylerden
3 يَتَخَيَّرُونَ beğendikleri خ ي ر

وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ

 

فَاكِهَةٍ  kelimesi atıf harfi و ‘la 18.ayetteki  اَكْوَابٍ ‘e matuftur. 

مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  فَاكِهَةٍ ‘in mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَخَيَّرُونَ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَتَخَيَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَخَيَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi خير ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ

 

فَاكِهَةٍ  kelimesi atıf harfi و ‘la 18. ayetteki  اَكْوَابٍ ‘e atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  فَاكِهَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Mevsûlün sılası olan  يَتَخَيَّرُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Vâkıa Sûresi 21. Ayet

وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَحْمِ ve eti ل ح م
2 طَيْرٍ kuş ط ي ر
3 مِمَّا
4 يَشْتَهُونَ canlarının çektiği ش ه و

وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ

 

لَحْمِ  kelimesi atıf harfi و ‘la önceki ayetteki  فَاكِهَةٍ ‘e matuftur. طَيْرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  لَحْمِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَشْتَهُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشْتَهُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَشْتَهُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  شهو ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ

 

لَحْمِ  kelimesi atıf harfi  و ‘la önceki ayetteki  فَاكِهَةٍ ‘e atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  لَحْمٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mevsûlün sılası olan  يَشْتَهُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Muzâfun ileyh olan  طَيْرٍ ‘deki nekrelik, nev, kesret ve tazim  ifade eder.

İki ayetteki müsned de muzari fiildir. Buna göre fiillerin ‘yenilenme’ ifade etmelerine binaen cennetliklerin peyderpey kendilerine sunulan meyveleri seçtiklerini, yine aynı şekilde kuş etlerini de arzulayacaklarını ve ayetteki bu iki muzari fiilin mealinin “seçip duracakları meyveler ve arzulayacakları kuş etleri ile onların etrafında döner dururlar” şeklinde olabileceğini söylemek mümkündür. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.108)

Et ile Meyve Arasındaki Fark: يَتَخَيَّرُونَۙ  ifadesinin  فَاكِهَةٍ 'ye,  يَشْتَهُونَۜ  ifadesinin de  لَحْمِ 'e tahsis edilmelerinde bir belâgat bulunmakta mıdır?  لَحْمِ  ve  فَاكِهَةٍ , aç olan bir kimsenin yanına konuşulduğunda, onun canı ete; tok olan bir kimsenin yanına konulduklarında ise canı meyveye meyleder. O halde bu demektir ki aç olanın iştihası vardır; tok olanın ise iştihası yoktu. Tok olan kimse hür ve muhtardır; isterse yer, istemezse yemez... Ama, aç olan kimse hakkında, “isterse yer...” ifadesi kullanılmaz.  يَشْتَهُونَ  kelimesi ete;  يَتَخَيَّرُونَ  kelimesi de meyveye tahsis edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Vâkıa Sûresi 22. Ayet

وَحُورٌ ع۪ينٌۙ  ...


22-23. Ayetler Meal  :   
Onlar için saklı inciler gibi, iri gözlü huriler de vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَحُورٌ ve huriler ح و ر
2 عِينٌ iri gözlü ع ي ن

وَحُورٌ ع۪ينٌۙ

 

وَ  atıf harfidir. حُورٌ  kelimesi  وِلْدَانٌ  kelimesine matuftur.  ع۪ينٌ  kelimesi  حُورٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَحُورٌ ع۪ينٌۙ

 

حُورٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  وِلْدَانٌ  kelimesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.  ع۪ينٌ  kelimesi  حُورٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. حُورٌ  kelimesindeki nekrelik tazim ve kesret içindir.

Bu ayette geçen حُورٌ (huriler) lafzı 17. Ayetteki  يَطُوفُ  (döner dururlar) fiilinin faili olan وِلْدَانٌ  lafzına atfedilmiştir. Dolayısıyla bu ifade de müsnedün ileyhtir. Müsnedün ileyhin nekre olarak getirilmesindeki gaye ise onu yüceltmektir. Nitekim kelamın cennet nimetlerinin övülmesi hakkında olması da bunu desteklemektedir. Müsnedün ileyhe iki sıfatın tabi kılındığı görülmektedir. Her iki sıfatın getirilme amacı da müsnedün ileyhi yüceltmektir. Bu sıfatların ilki  ع۪ينٌ  lafzıyken ikincisi  كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِ  ifadesidir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri, S.109) 

لَحْمِ طَيْرٍ ; mecrur ve  حُورٌ ع۪ينٌ  ise merfû‘ okunmuştur ki bu durumda takdir ‘’Orada iri gözlü huriler vardır’’ şeklindedir.

Ya da  وِلْدَانٌ  üzerine atıfla öyledir; 12. ayetteki  ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ  ibaresine atıfla mecrur da olur. Ya da  بِاَكْوَابٍ  üzerine atıfla (mecrur)dur; çünkü fır dönmektedir ölümsüz çocuklar, çevrelerinde; kadehler, kâselerle... demek, kâselerle zevklenirler demektir. Mansub olması ise (kendilerine hûriler verilir) takdirindedir. (Keşşâf)

Vâkıa Sûresi 23. Ayet

كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَأَمْثَالِ gibi م ث ل
2 اللُّؤْلُؤِ inciler ل ا ل ا
3 الْمَكْنُونِ saklı ك ن ن

كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ

 

كَاَمْثَالِ  car mecruru  حُورٌ  kelimesinin ikinci mahzuf sıfatına mütealliktir. اللُّؤْلُؤِ۬  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْمَكْنُونِ  kelimesi  اللُّؤْلُؤِ۬ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَكْنُونِ  kelimesi, sülasi mücerredi  كنن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ

 

Teşbih harfinin dahil olduğu car mecrur  كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ , önceki ayetteki  حُورٌ ‘un mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

الْمَكْنُونِ  kelimesi, muzâfun ileyh olan  اللُّؤْلُؤِ۬  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

وَحُورٌ ع۪ينٌۙ  ve  كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ [Saklı inciler gibi, iri gözlü huriler] ayet­lerinde mürsel mücmel teşbih vardır. Yani, beyazlık ve saflıkta inci gibi, iri gözlü hûriler demektir. Burada vech-i şebeh zikredilmediği ve teşbih edatı söylendiği için, mürsel ve mücmel teşbîh olmuştur. (Safvetü’t Tefâsir)

اَمْثَالِ kelimesi, teşbihte hakikat ifade eder. (Fahreddin er-Razi)

وَحُورٌ ع۪ينٌۙ  ve  كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ  Her iki ayette de müşebbeh; Cennet ehli olan kadınlardır. Müşebbehün bih ise; devekuşu yumurtası ve gizli incidir. Bunların hepsi mubsirattandır. Yani gözle görülen şeylerdir. Biraz düşününce; o kadınların güzelliğinin görülmemiş bir surette tasvir edildiği görülür. Bu kadınlar; siyahı simsiyah; beyazı bembeyaz olan kocaman gözlerinin bakışları eşlerine kilitlenmiş olarak tarif edilmiş. Bu tasvirdeki lafızların hepsi onların güzelliğini eşsiz bir şekilde vasıflar. Sonra onların bu güzelliği güzel-tatlı bir sarı rengi olan devekuşu yumurtasına benzetilerek tarif edilmiş ki kadın teni için en güzel renk budur. Diğer taraftan yumurta öylesine gizlenmiştir ki ona toz bile ulaşamaz. Gizli inci de bilindiği gibi en değerli taşlardandır. Bu özelliklerle bu kadınların şanı yücelir ve böylece rağbet artar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

 
Vâkıa Sûresi 24. Ayet

جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


(Bütün bunlar) işledikleri amellere karşılık bir mükâfat olarak (verilir.)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 جَزَاءً karşılık olarak ج ز ي
2 بِمَا nedeniyle
3 كَانُوا olmaları ك و ن
4 يَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

جَزَٓاءً  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Takdiri, يجزون جزاء  (Bir cezayla cezalandırılırlar) şeklindedir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle mukadder fiile mütealliktir. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.  يَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

جَزَٓاءً , mef'ûlun lieclih veya mahzuf fiil için mef'ûlu mutlak olarak mansubdur. Takdiri, يجزون (cezalandırılırlar) şeklindedir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi, masdar tevilinde olup  بِ  harfi ile birlikte  جَزَٓاءً ’e mütealliktir. Masdar-ı müevvel, nakıs fiil  كان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  مَا ’ya dahil olan  بِ  harfi, sebebiyyedir.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

Burada  جَزَٓاءً  kelimesi mef’ûlun li eclihî olarak getirilmek suretiyle hurilerin ve ölümsüz delikanlıların cennetliklerin etrafında bu şekilde dolaşıp onlara hizmet etmelerinin sebebi açıklanmıştır. Yani bütün bu nimetler onların işledikleri amellerin bir karşılığıdır. Yine burada  كان  nakıs fiilinin haberinin fiil cümlesi olarak geldiği görülmektedir. Bu şekilde, bahsi geçen cennetliklerin dünyadayken peyderpey amel ettikleri ifade edilmiştir.  (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.109)

Vâkıa Sûresi 25. Ayet

لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا تَأْث۪يماًۙ  ...


Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يَسْمَعُونَ işitmezler س م ع
3 فِيهَا orada
4 لَغْوًا boş bir söz ل غ و
5 وَلَا ve ne de
6 تَأْثِيمًا günaha sokan bir laf ا ث م

لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا تَأْث۪يماًۙ

 

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْمَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir.  ف۪يهَا  car mecruru  يَسْمَعُونَ  fiiline mütealliktir.  لَغْواً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَأْث۪يماًۙ  kelimesi  لَغْواً 'e mütealliktir.

لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا تَأْث۪يماًۙ

 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَا يَسْمَعُونَ  fiiline müteallik olan car mecrur  ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan  لَغْواً ‘e takdim edilmiştir. Mef’ûl ve ona atfedilen  تَأْث۪يماًۙ ‘deki nekrelik umum ve şümule işaret eden cins içindir. 

Masdar vezninde gelen  وَلَا تَأْث۪يماً ‘deki nefy harfi  لَا , olumsuzluğu tekid eden zaid harftir. 

لَغْواً - تَأْث۪يماًۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Vâkıa Sûresi 26. Ayet

اِلَّا ق۪يلاً سَلَاماً سَلَاماً  ...


Sadece “selâm!”, “selâm!” sözünü işitirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا yalnızca
2 قِيلًا denilir ق و ل
3 سَلَامًا selam س ل م
4 سَلَامًا selam س ل م

اِلَّا ق۪يلاً سَلَاماً سَلَاماً

 

اِلَّا  istisna harfidir. ق۪يلاً  kelimesi munkatı istisna olup fetha ile mansubdur. İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَلَاماً  kelimesi  ق۪يلاً ‘den bedel olup fetha ile mansubdur.  سَلَاماً  kelimesi birinci  سَلَاماً ‘i tekid ifade eder.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا ق۪يلاً سَلَاماً سَلَاماً

 

 

Ayet önceki ayetten istisna edileni bildirmektedir.

اِلَّا  istisna edatı,  ق۪يلاً  müstesnadır. İstisna, munkatıdır.  سَلَاماً  kelimesi  ق۪يلاً ‘den bedeldir. Bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

İstisnâ edatından önceki olumsuz cümle  لَا يَسْمَعُونَ (işitmezler) zem gibidir ama arkadan gelen ayet medihtir. Dolayısıyla burada zemme benzeyen bir şeyle medhi tekid sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi, Zuhaylî, C. XIV, s. 264) 

سَلَاماً سَلَاماً  ifadesi ya  ق۪يلاً ’den bedeldir -ki [Orada ne boş laf işitirler ne de günaha sokacak bir söz. Sadece ‘Selâm!’ sesleri] az ve öz ifadesi de buna delalet eder- ya da  ق۪يلاً ‘in mef‘ûlün lehtir. Bu durumda mana şöyle olur: Orada “Selam! Selam!” sözlerinden başka bir şey işitmezler; yani aralarında selamı yayarlar ve selam ardından selam verirler.  سَلَاماً سَلَاماً  ifadesi söyledikleri sözün direkt aktarımı yoluyla selâmun selâmun şeklinde merfû‘ da okunmuştur. (Keşşâf)

Bu ayette [Boş ve günaha sokacak bir söz işitmezler] dedikten sonra  اِلَّا  ile devam etmesi, gelecek olan kelimenin övülecek bir şey olmadığı veya daha küçük bir yergi olacağı izlenimini vermektedir. Fakat ayetin, önceki bölümünün de övgüsünü artıran bir kelime ile devam etmesi bu sanatın inceliğini ortaya koymaktadır. Bu ayette istisna edatından önceki kısmın sonrakilere bağlı olması yani istisna edilenin müstesna minhin bir parçası olması mümkün değildir. Mümkün olmayanın bir başka imkansızla ilintilendirilmesi ile pekiştirme yapılmış olur. Onlar kötü söz duymazlar, duysalar duysalar selamlaşma duyarlar denmektir ki bu, kötü sözle selamlaşma arasında bir bağlantı olduğu izlenimini vermektedir. Bu da imkansızdır. Bir başka ifade ile selamlaşmanın günahla ilgili bir sözden istisna olması mümkün değildir. Duyacakları sözün selamlaşma olması istisnası ile cümle cennettekilerin duyacakları en kötü sözün bu olacağı anlamını kazanmaktadır ki o da kötü değildir. Dolayısıyla övgü pekişmiş olmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Vâkıa Sûresi 27. Ayet

وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ  ...


Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَصْحَابُ ve adamları ص ح ب
2 الْيَمِينِ sağın ي م ن
3 مَا nedir
4 أَصْحَابُ adamları ص ح ب
5 الْيَمِينِ sağın ي م ن

Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için “bir çoğu” anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikūnun “az” olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme amacı taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106). 

28. âyette geçen ve “dalbastı kiraz” olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca “meyve yüklü muz ağaçları” diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok “Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)” diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber’in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu “ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar” şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245). 

35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– “inşâ” edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 221-222

وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اَصْحَابُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْيَم۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَٓا  istifham ismi ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَصْحَابُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur aynı zamanda muzafdır.  الْيَم۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ

 

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz ifade kastına matuf  وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ  izafeti müsnedün ileyh,  مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ  cümlesi müsneddir.

Haber konumundaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelen cümlede istifham ismi  مَٓا  mübteda, اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ  izafeti haberdir. Haberin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastı yanında tazim ifadesi içindir.

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkib, soru anlamında değildir. Cümle, vaz edildiği anlamdan çıkarak yüceltme ve övgü anlamına gelmesi nedeniyle mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

İstifham üslubu, yüce makam sahiplerinin Allah Teâlâ nezdindeki kıymetlerini haber üslubundan daha etkili bir şekilde  ifade etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَصْحَابُ - الْيَم۪ينِ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِ  [Kitapları sağından verilenler! Onlar kim­dir?] ayeti, yüceltme ve tazim ifade eder. Müminlerin durumunu yüceltmek için, soru üslubuyla tekrar etti. (Safvetü’t Tefâsir)

 
Vâkıa Sûresi 28. Ayet

ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ  ...


28-34. Ayetler Meal  :   
(Onlar), dikensiz sidir ağaçları ve meyveleri küme küme dizili muz ağaçları altında, yayılmış sürekli bir gölgede, çağlayan bir su başında, tükenmeyen ve yasaklanmayan çok çeşitli meyveler içinde ve yüksek döşekler üzerindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِي içindedirler
2 سِدْرٍ sedir ağaçları س د ر
3 مَخْضُودٍ dikensiz خ ض د

ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ

 

ف۪ي سِدْرٍ  car mecruru  mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri,  هم (Onlar) şeklindedir.  مَخْضُودٍ  kelimesi سِدْرٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَخْضُودٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  خضد  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم (Onlar) olan mübteda mahzuftur. ف۪ي سِدْرٍ  car mecruru, mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَخْضُودٍ  kelimesi سِدْرٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ  ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  ف۪ي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. سِدْرٍ  içine girilmeye müsait bir şey değildir. Bu harf  عَلَيْ  yerine kullanılarak ağaçla gölgesindeki kişinin irtibatı, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür. 

سِدْرٍ  sultanî kiraz/kızılcık ağacıdır.  مَخْضُودٍ  adeta dikeni giderilmiş, dikensiz demektir. Mücâhid’den, meyvelerinin çokluğundan dalları eğilmiş (dalbastı) anlamında olduğu rivayet edilmiştir. Meyve yaşken dallarını eğmesi halinde hadade’l-ğusna denilir ki kelime bu kullanımdan alınmıştır. (Keşşaf)

Canab-ı Hakkın سِدْرٍ  demesinin hikmeti nedir? Onların, bu dikensiz kirazda oluşlarının, nimet olarak ifade ettiği şey nedir? Halbuki سِدْرٍ  çöl ağaçlarından olup, ne acıdır ne tatlıdır ne de hoş kokuludur.  

Cennet, araplar nezdinde, kıymetli ve övgüye değer şeylerle anlatılmaktadır. Bu cevap, doğrudur ama, ileri derecede üstün bir cevap değildir. Beliğ kişi, iki ucu zikreder, onun bu iki ucu zikredişi, bu uçlar arasında kalan her şeye bir işaret olur. Nitekim, “Falanca şarkın ve garbın padişahıdır” denilir ve bu sözden, bu kimsenin hem şarka hem garba hem de ikisi arasındakilere sahip olduğu anlaşılır.  

سِدْرٍ 'in yaprakları son derece küçük, muz ağacının yaprakları ise, alabildiğine büyüktür. O halde, Hak Teâlâ’nın bu ayeti, yaprakları alabildiğine küçük olanı alabildiğine büyük ağaçlara bir işaret olmuş olup, böylece, yaprakları açısından bu iki taraf (uç) arasında yer alan her türlü ağaç bir işaret olmuş olur.

Ağaçların yaprağı da bazan maksatlardan biri olabilir. Bu ifadenin bir benzeri de, meyveleri maksat olduğu için, mesela hurma ile narın zikredilişidir. (Rahmân Suresinde olduğu gibi). Çünkü bu ikisi arasında, yerinde anlattığımız gibi, son derece farklılık vardır. Böylece orada da, meyveleri açısından bütün ağaçlara işaret etmek gayesi ile, bu ikisine işaret edilmiştir. Aynı şeyi yine hurma ile üzüm için de söyleyebiliriz. Çünkü hurma, meyve ağaçlarının en büyüğü (yükseği), üzüm ise, meyve veren ağaçların en küçüklerinden olup, bu ikisi arasında, nice meyve ağacı yer alır. Binaenaleyh bütün diğer ağaçları da içine alsın diye, üzüm ve hurmaya işaret edilmiştir. İşte bu, Cenab-ı Hakk’ın bize ulaştırdığı üstün bir cevaptır. (Fahreddin er-Râzî)

Vâkıa Sûresi 29. Ayet

وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَطَلْحٍ ve muz ağaçları ط ل ح
2 مَنْضُودٍ meyvaları dizili ن ض د

  Taleha طلح :

  طَلْحٌ akasya, mimoza ya da muz ağacının ismidir. Tekili طَلْحَةٌ şeklinde gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim olarak 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli Talha (zamk ağacı)'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ

 

Cümle önceki ayetteki سِدْرٍ ‘e atıf harfi  وَ ‘la matuftur.  مَنْضُودٍ  kelimesi  طَلْحٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْضُودٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  نضد olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  سِدْرٍ ‘e atfedilmiştir. İsm-i mef’ûl veznindeki  مَنْضُودٍ  kelimesi  طَلْحٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

طَلْحٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tazim içindir.

طَلْحٍ , muz ağacıdır, yahut mugaylan ağacıdır; bu ağacın çok güzel kokulu muntazam çiçekleri vardır. Süddî diyor ki: "Bu ağaç, dünyanın muzuna benziyor; fakat baldan tatlı meyvesi vardır. (Ebüssuûd)

Vâkıa Sûresi 30. Ayet

وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَظِلٍّ ve gölge(ler) ظ ل ل
2 مَمْدُودٍ uzamış م د د

وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ

 

Cümle önceki ayetteki سِدْرٍ ‘e atıf harfi  وَ ‘la matuftur.  مَمْدُودٍ  kelimesi  ظِلٍّ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَمْدُودٍ  kelimesi, sülasi mücerredi مدد  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki سِدْرٍ ‘e atfedilmiştir. مَمْدُودٍ  kelimesi  ظِلٍّ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

ظِلٍّ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tazim içindir.  

وَظِلٍّ مَمْدُودٍ [uzun bir gölge] yani tan yerinin ağarmasıyla güneşin doğuşu arasındaki gölge gibi uzun ve etrafı tutan, çekilip büzülmeyen gölge demektir. (Keşşâf) 

مَخْضُودٍۙ - مَنْضُودٍۙ - مَمْدُودٍۙ  son harflerinin birbirine uygunluğu sözün güzelliğini artıran şeylerdendir. Buna murassa seci denilir ki güzelleştirici edebi sanatlardandır. Ayrıca bu kelimeler arasında muvazene ve luzum ma la yelzem sanatları vardır.

Vâkıa Sûresi 31. Ayet

وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَاءٍ ve sular م و ه
2 مَسْكُوبٍ fışkıran س ك ب

وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ

 

Cümle önceki ayetteki سِدْرٍ ‘e atıf harfi  وَ ‘la matuftur. مَسْكُوبٍ  kelimesi  مَٓاءٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَسْكُوبٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  سكب  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la 28. ayetteki  سِدْرٍ ‘e atfedilmiştir.  مَسْكُوبٍ  kelimesi  مَٓاءٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مَٓاءٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tazim içindir.

مَٓاءٍ - مَسْكُوبٍۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.   

مَسْكُوبٍ  (akar) yani nerede ve nasıl olmasını dilerlerse orada, o şekilde beliren; kendisine ulaşmak için hiçbir sıkıntı duymayacakları bir su. Denilmiştir ki maksat devamlı akan ve hiç kesintisi olmayan akarsudur. Yine denilmiştir ki o, yeryüzünde yukarıdan dökülen ve dere yatağı olmaksızın akan sudur. (Keşşâf)

Vâkıa Sûresi 32. Ayet

وَفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفَاكِهَةٍ ve meyvalar ف ك ه
2 كَثِيرَةٍ pek çok ك ث ر

وَفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍۙ

 

Cümle önceki ayetteki سِدْرٍ ‘e atıf harfi  وَ ‘la matuftur.  كَث۪يرَةٍ  kelimesi  فَاكِهَةٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍۙ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la 28. ayetteki  ف۪ي سِدْرٍ ‘ye atfedilmiştir. 

فَاكِهَةٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tazim içindir.

فَاكِهَةٌ  için sıfat olan  كَث۪يرَةٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Vâkıa Sûresi 33. Ayet

لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 مَقْطُوعَةٍ tükenmeyen ق ط ع
3 وَلَا ve ne de
4 مَمْنُوعَةٍ yasaklanmayan م ن ع

لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ

 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مَقْطُوعَةٍ  kelimesi önceki ayetteki  فَاكِهَةٍ ‘in  ikinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  لَا  zaid harftir.  لَا مَمْنُوعَةٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَقْطُوعَةٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  قطع  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.  

مَمْنُوعَةٍ  kelimesi, sülasi mücerredi منع  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ

 

لَا nefy harfinin dahil olduğu  مَقْطُوعَةٍ  kelimesi önceki ayetteki  فَاكِهَةٍ  için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  

Zaid harf  لَا  olumsuzluğu tekid içindir.  لَا مَمْنُوعَةٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür.

Vâkıa Sûresi 34. Ayet

وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفُرُشٍ ve döşekler (üstündedirler) ف ر ش
2 مَرْفُوعَةٍ yükseltilmiş ر ف ع

وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la 28.ayetteki  سِدْرٍ ‘e atfedilmiştir.  مَرْفُوعَةٍ  kelimesi  فُرُشٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَرْفُوعَةٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  رفع  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la 28. ayetteki  سِدْرٍ ‘e atfedilmiştir.  مَرْفُوعَةٍ  kelimesi  فُرُشٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فُرُشٍ ‘deki nekrelik nev, kesret ve tazim içindir.  

29-32 ve 34. ayetler 28. ayetteki  ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍ  ifadesine atfedilmişlerdir. Dolayısıyla 28. ayet ile aynı şekilde tahlil edilmeleri söz konusudur. Buna ek olarak  لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ 

şeklindeki 33. ayetin önceki ayette nekre olarak gelen  فَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍۙ  ifadesinin sıfatı olduğu söylenebilir. Burada sıfat zikredilmek suretiyle söz konusu meyvelerin özellikleri bildirilmiştir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.111)

Ayetteki فُرُشٍ , kadınlardan kinâyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Burada  فُرُشٍ  kelimesinin iki manası vardır. Yakın manası ‘yatak’ tır. Uzak manası ise ‘kadınlar’ dır. Çünkü kadınlardan kinâî olarak yatak şeklinde bahsedilir. Arkasından ise konu kadınlarla alakalı olarak devam etmiştir. Mütekellim yakın manasının murad edildiğini vehmettirir ama muhatap düşününce uzak mananın murad edildiğini anlar.  Yani tevriye sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Vâkıa Sûresi 35. Ayet

اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ  ...


Biz onları (hurileri) yepyeni bir yaratılışta yarattık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 أَنْشَأْنَاهُنَّ kadınları inşa’ etmişizdir ن ش ا
3 إِنْشَاءً (yeni bir) inşa’ ile ن ش ا

اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَنْشَأْنَاهُنَّ  fiil cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَنْشَأْنَاهُنَّ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِنْشَٓاءً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْشَأْنَاهُنَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  نشا ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّٓ ‘nin haberi olan  اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءً  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  اِنْشَٓاءًۙ , mef’ûlü mutlak olarak fiili tekid etmiştir. 

Müsnedin mazi fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir/1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اَنْشَأْنَا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

اَنْشَأْنَاهُنَّ -  اِنْشَٓاءًۙ   kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müsnedün ileyh iki sebepten dolayı zikredilmiş olabilir: 

Birincisi, ek izahta bulunmak suretiyle vurgu yapmaktır. Nitekim ayette müsnedün ileyh doğrudan hazfedilip  اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ  denilseydi manada kapalılık olmazdı. Çünkü hurileri yaratanın yalnızca Allah olduğu bilinmektedir. 

Müsnedün ileyhin zikredilmesinin muhtemel diğer nedeni ise onu yüceltmek olabilir. Nitekim müsnedün ileyh olan  نا (biz) zamiri Allah Teâlâ’nın katını ifade etmek suretiyle övülen bir makama delalet etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ zatını, نحن  ve  نا  zamirleri ile ifade ettiğinde bu, onun hem zatına hem sıfatlarına hem de isimlerine delalet eder. Müsnedün ileyh  نا  zamiri ile marife olmuştur. Bunun sebebi konuşma ortamında bir olayın anlatılıyor olmasıdır. Yine müsnedün ileyhin müsnedden önce geldiği görülmektedir. Bunun sebebi ise müsnedün ileyhi önde zikretmek suretiyle cümleyi isim cümlesi formuna çevirmek ve böylece iki müsnedün ileyhin mevcudiyeti ile cümlenin anlamını pekiştirmektir.

Müsned fiil cümlesi olarak getirilmiştir. Bu sebeple yenilenme ifade edilmekte ve müsned en kısa yoldan üç zamandan biriyle kayıtlanmaktadır. Müsned isim olarak getirilseydi geçmiş zaman ifade etmesi için bu ismin  امس (dün) gibi bir zarf ile kayıtlanması gerekirdi. Müsned mazi fiil olarak getirilerek en kısa ifade ile geçmiş zamana delalet edilmiştir. Yine müsnedin müsnedün ileyhten sonra gelmesinin sebebi ise müsnedün ileyhi önde zikretmek suretiyle cümleyi isim cümlesi formuna çevirmek ve bu şekilde iki müsnedün ileyh ile cümlenin anlamını pekiştirmektir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.112) 

الإنْشاءُ  kelimesi yaratmak ve icad etmek demektir. Mevcut olandan da olmayandan da yaratmayı kapsar. (Âşûr)

 
Vâkıa Sûresi 36. Ayet

فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ  ...


36-38. Ayetler Meal  :   
Onları ahiret mutluluğuna erenler için, hep bir yaşta eşlerini çok seven gösterişli bakireler yaptık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَجَعَلْنَاهُنَّ onları yapmışızdır ج ع ل
2 أَبْكَارًا bakireler ب ك ر

فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَاهُنَّ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَبْكَاراً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

جَعَلَ  değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Mef’ûl olan  اَبْكَاراًۙ ‘nın nekreliği cins ve tazim ifade eder.

Vâkıa Sûresi 37. Ayet

عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عُرُبًا sevgililer ع ر ب
2 أَتْرَابًا hep yaşıt ت ر ب

عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ

 

 

Önceki ayette geçen  اَبْكَاراً ‘nın sıfatı olup fetha ile mansubdur.  اَتْـرَاباً  kelimesi aynı şekilde  اَبْكَاراً ‘in ikinci sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ

 

عُـرُباً اَتْـرَاباً  kelimeleri önceki ayette geçen  اَبْكَاراً  için iki sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.


Vâkıa Sûresi 38. Ayet

لِاَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ ۟  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِأَصْحَابِ adamları için ص ح ب
2 الْيَمِينِ sağın ي م ن

لِاَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ ۟

 

لِاَصْحَـابِ  car mecruru 35.ayetteki  اَنْشَأْنَاهُنَّ  fiiline mütealliktir. الْيَم۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لِاَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ ۟

 

İzafet formundaki  لِاَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ  car mecruru  35. ayetteki  اَنْشَأْنَاهُنَّ  fiiline mütealliktir.  الْيَم۪ينِ  muzâfun ileyhtir.

لِاَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ  ibaresinde tehekküm istiaresi vardır. Sağ tarafta olmak, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlık (dostluk), ayrılmamayı gerektirir.

اَصْحَاب  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir.

 
Vâkıa Sûresi 39. Ayet

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ  ...


39-40. Ayetler Meal  :   
Bunların birçoğu öncekilerden, birçoğu da sonrakilerdendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُلَّةٌ bir bölümü ث ل ل
2 مِنَ -dendir
3 الْأَوَّلِينَ öncekiler- ا و ل

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ

 

İsim cümlesidir. ثُلَّةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  هم (Onlar) şeklindedir.  مِنَ الْاَوَّل۪ينَ  car mecruru  ثُلَّةٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir. الْاَوَّل۪ينَ  kelimesi kesra ile mecrur olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم (Onlar) olan mübteda mahzuftur. ثُلَّةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. مِنَ الْاَوَّل۪ينَ  car mecruru  ثُلَّةٌ ’ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Vâkıa Sûresi 40. Ayet

وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَثُلَّةٌ bir bölümü de ث ل ل
2 مِنَ -dendir
3 الْاخِرِينَ sonrakiler- ا خ ر

وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ

 

İsim cümlesidir.  ثُلَّةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  هم (Onlar) şeklindedir. مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ  car mecruru  ثُلَّةٌ ‘nün mahzuf sıfatına müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ  ile önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم (Onlar) olan mübteda mahzuftur. ثُلَّةٌ  mahzuf mübtedanın haberidir. مِنَ الْاٰخِر۪ينَ  car mecruru  ثُلَّةٌ ’ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

الْاَوَّل۪ينَ  -  الْاٰخِر۪ينَۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ  cümlesiyle  وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

[Öncekilerden de, sonrakilerden de çokturlar] Öncekiler ve sonrakiler ya bütün ümmetlerin öncekileri ve sonrakileri, ya da bu ümmetin öncekileri ve sonrakileridir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

 
Vâkıa Sûresi 41. Ayet

وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۜ  ...


Kötülüğe batanlar ise ne mutsuz kimselerdir!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَصْحَابُ ve adamları ص ح ب
2 الشِّمَالِ solun ش م ل
3 مَا nedir
4 أَصْحَابُ adamları ص ح ب
5 الشِّمَالِ solun ش م ل

Hakkın ve erdemin yanında olanları bekleyen âhiret nimetlerine ilişkin bazı ayrıntılı bilgiler verilmektedir. 39-40. âyetlerde, 13-14. âyetlerdekinden farklı olarak hem öncekiler hem de sonrakiler için “bir çoğu” anlamı verilen sülle kelimesi kullanılmıştır. 14. âyette sâbikūnun “az” olmasının ifade edilmesi bir yandan bu mertebeye erişmenin zorluğunu belirtirken diğer yandan da iyi davranışlar için yarışmaya özendirme amacı taşımaktadır. Burada ise sâbikûna göre bir alt derecede bulunacak müminlerin hemen bütün nesillerde çoğunluğu teşkil edeceğine işaret edilmiş olup olayın tabiatına uygun olan da budur (Derveze, III, 103-104, 106). 

28. âyette geçen ve “dalbastı kiraz” olarak çevrilen tamlama daha çok Arabistan kirazının dikensiz olanı manasıyla açıklanır (bu tercihin izahı için bk. Elmalılı, VII, 4706-4707). 29. âyette geçen tamlama müfessirlerin çoğunluğunca “meyve yüklü muz ağaçları” diye anlaşılmış olmakla beraber başka ağaç tasvirleri de yapılmıştır (başka açıklamalar için bk. Şevkânî, V, 177). 34. âyet daha çok “Kabartılmış döşekler üzerinde (olacaklar)” diye anlaşılmıştır. Birçok müfessir ise –müteakip âyetlerin ifadesi ile Hz. Peygamber’in cennet ehli kadınların genç ve aynı yaşta olacakları ve hep öyle kalacakları yönündeki açıklamalarını dikkate alarak– bunu “ve mertebeleri yükseltilmiş eşleriyle birlikte olacaklar” şeklinde yorumlamıştır (Zemahşerî, IV, 58-59; İbn Atıyye, V, 244-245). 

35 ve 61. âyetler, âhiret hayatında insanların ve eşlerinin hangi biçimde olacağı hususunda önemli bir ilkeyi hatırlatmaktadır: Yüce Allah orada herkesi oraya mahsus bir biçimde yeniden yaratacak, –âyetin ifadesiyle– “inşâ” edecektir; bizim bu dünyadaki tasavvurlarımızla bunun mahiyetini bilmemiz, anlamamız mümkün değildir. Şu halde oraya ilişkin olarak verilen diğer bilgi ve ayrıntıları hep bu ilke ışığında düşünmek gerekir. Buna göre öyle anlaşılıyor ki, âyet ve hadislerde cennet hayatı anlatılırken gençlik, bâkirelik, aynı yaşlarda olma gibi özelliklerden söz edilmesindeki amaç mahiyet bilgisi vermek değil, oradaki nimetlerin, dünya nimetleri gibi gelip geçici olmadığını, dolayısıyla insanların bunlardan mahrum kalıp tekrar elde edebilmek için özlem ve hasret hissetmeyecekleri yahut paylaşma kaygısı, kıskançlık ve birbirlerini çekememe gibi olumsuz durumların söz konusu olmayacağını belirtmek, bu hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan istek, özlem ve hayallerin, kısacası mükemmelliğin ve tam mânasıyla mutluluğun ancak orada bulunabileceğini somut bir anlatıma kavuşturmaktır.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 221-222

وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اَصْحَابُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الشِّمَالِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَٓا  istifham ismi ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَصْحَابُ الشِّمَالِ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الشِّمَالِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۜ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz ifade kastına matuf  وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ  izafeti müsnedün ileyh,  مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۙ  cümlesi müsneddir.

Haber konumundaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İsim cümlesi formunda gelen cümlede istifham ismi  مَٓا  mübteda, اَصْحَابُ الشِّمَالِۙ  izafeti haberdir. Haberin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastı yanında tazim ifadesi içindir.

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkip, soru anlamında değildir. Cümle, vaz edildiği anlamdan çıkarak yergi ve tahkir anlamına gelmesi nedeniyle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

İstifham üslubu, amel defterleri sollarından verilenlerin Allah Teâlâ nezdindeki itibarsız konumlarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde  ifade etmiştir.

اَصْحَابُ - الشِّمَالِۜ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Vâkıa Sûresi 42. Ayet

ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ  ...


42-44. Ayetler Meal  :   
Onlar, iliklere işleyen bir ateş ve bir kaynar su içindedirler. Ne serin ve ne de yararlı olan zifirî bir gölge içinde!.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فِي içindedirler
2 سَمُومٍ iliklere işleyen bir ateş س م م
3 وَحَمِيمٍ ve kaynar su ح م م

ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ

 

ف۪ي سَمُومٍ  car mecruru  اَصْحَابُ ‘nun ikinci haberi olup mahallen merfûdur.  حَم۪يمٍ  kelimesi 

atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  هم (Onlar) olan mübteda mahzuftur. ف۪ي سَمُومٍ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. 

حَم۪يمٍ  makabline matuftur.

Birbirine temâsül nedeniyle atfedilen  سَمُومٍ - حَم۪يمٍۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, cinas-ı nakıs, secî ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Bu kelimelerdeki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder.

هُمْ  şeklinde takdir edilen müsnedün ileyhin bu ayette hazfedilmesinin sebebi gereksiz kelime kullanımından kaçınmaktır. Yine hazf edilmiş olan bu müsnedün ileyhin zamir olarak marife olduğu görülmektedir. Bunun sebebi ise makamın gaiplik (üçüncü çoğul şahıs) makamı olmasıdır. Müsned şibh-i cümle olarak gelmiş, böylece fiil cümlesi kısaltılmıştır. Çünkü bu tür cümleler tercih edilen görüşe göre fiil takdirindedirler. Bu görüşe göre ayetin takdiri  اِسْتَقَرُّوا ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍ  (Sıcak ateşin içine yerleştiler) şeklindedir. Müsnedin, müsnedün ileyhten sonra  zikredilmesinin sebebi, hükmün müsnedün ileyhe tahsis edilmesine binaen müsnedün ileyhin önde zikredilmesidir. Son olarak müsnedin bir sebebe binaen muhataplardan gizlemek amacıyla herhangi bir öğe ile kayıtlanmadığı görülmektedir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.113) 

حَم۪يمٍۙ , kömür gibi simsiyah olan şey, zifir ve kara duman manalarına gelir. Buna zulmet denilmeyip de gölge isminin verilmesi alay içindir. İbn Abbas’tan gelen bir rivayette de, cehennem halkını her taraflarından kaplayıp, kuşatan perdenin ismi olduğu zikredilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

سَمُومٍ : Meşhur olan görüşe göre, bu, esen son derece hararetli ve yakın bir rüzgâr olup, hasta edip çoğu kez de öldüren bir rüzgârdır. Daha evlâ olanı, bunun, bir yerden diğer yere hareket eden kokuşmuş bir hava olduğunun söylenmesidir. İnsan onu hissedip kokladığında, kokuşmuşluğu sebebiyle ruhu ve kalbi bozulur. Ve insan böylece ölür. Kelimenin aslı, السموم - zehir” kelimesidir. Yılan, akrep vs. şeylerin zehiri (السموم) gibi. (Fahreddin er-Râzî)

سَمُومٍ : Yağmursuz, bedene temas ettiğinde adeta helak eden zehirden çok sıcak bir rüzgar,  حَم۪يمٍۙ  ise çok şiddetli sıcak sudur. (Âşûr)

Vâkıa Sûresi 43. Ayet

وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَظِلٍّ ve gölgededirler ظ ل ل
2 مِنْ -dan
3 يَحْمُومٍ kara duman- ح م م

وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ

 

ظِلٍّ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  مِنْ يَحْمُومٍ  car mecruru  ظِلٍّ ‘ in mahzuf sıfatına mütealliktir.

وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ

 

Atıf harfi وَ  ile  سَمُومٍ ‘e atfedilmiştir. Cihet-i câmia temâsüldür.  مِنْ يَحْمُومٍ  car mecruru,  ظِلٍّ ‘ in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

حَم۪يمٍۙ - يَحْمُومٍ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ظِلٍّ - يَحْمُومٍۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu kelimelerdeki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder.

Ayetteki  مِنْ  harfi beyaniyedir. Çünkü  ظِلٍّ  ile kastedilen siyah dumandır. (Âşûr)

Vâkıa Sûresi 44. Ayet

لَا بَارِدٍ وَلَا كَر۪يمٍ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا olmayan
2 بَارِدٍ serin ب ر د
3 وَلَا ve olmayan
4 كَرِيمٍ faydası ك ر م

لَا بَارِدٍ وَلَا كَر۪يمٍ

 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  بَارِدٍ  kelimesi önceki ayetteki  ظِلٍّ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.  

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. وَلَا كَر۪يمٍ  atıf harfi وَ ‘la  لَا بَارِدٍ ‘e matuftur. 

بَارِدٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  برد  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَر۪يمٍ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا بَارِدٍ وَلَا كَر۪يمٍ

 

لَا  nefy harfinin dahil olduğu  بَارِدٍ  kelimesi önceki ayetteki  ظِلٍّ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  

Zaid harf  لَا ‘nın  tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir.  لَا كَر۪يمٍ , atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

Vâkıa Sûresi 45. Ayet

اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَف۪ينَۚ  ...


Çünkü onlar, bundan önce (dünyada varlık içinde) sefahata dalmış ve azgın kimselerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّهُمْ çünkü onlar
2 كَانُوا idiler ك و ن
3 قَبْلَ önce ق ب ل
4 ذَٰلِكَ bundan
5 مُتْرَفِينَ varlık içinde şımartılmış ت ر ف

اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَف۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ ’nin haberi  كَانُوا  ile başlayan isim cümlesi olup mahallen merfûdur.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.  

قَبْلَ  zaman zarfı  مُتْرَف۪ينَ ‘ye mütealliktir.  ذٰلِكَ  ismi işareti muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُتْرَف۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’un haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُتْرَف۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ترف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَف۪ينَۚ

 

Ta’liliyye olarak gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekidlenmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ‘nin haberi, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  مُتْرَف۪ينَ  nakıs fiil  كَانَ ’nin haberidir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  قَبْلَ , önemini vurgulamak için amili olan  مُتْرَف۪ينَ ‘ye takdim edilmiştir.

Muzâfun ileyh konumundaki işaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَف۪ينَ  cümlesinin tahlili hakkında ise şunları söyleyebiliriz: Burada müsnedün ileyh nakıs fiilin ismi olan و  zamiridir. Müsned ise haber olan  مُتْرَف۪ينَ  lafzıdır.

 
Vâkıa Sûresi 46. Ayet

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ  ...


Büyük günah üzerinde ısrar ediyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَانُوا ve ediyorlardı ك و ن
2 يُصِرُّونَ ısrar ص ر ر
3 عَلَى üzere
4 الْحِنْثِ günah (işlemek) ح ن ث
5 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م

  Sarra صرّ :

  إصْرارٌ bir suça/günaha sıkıca kendini düğümleme, kendini sıkı sıkıya bağlama ve ondan kopmaktan imtina etme, sakınma, uzak durma veya kopmayı reddetme anlamındadır. Kelimenin aslı sıkıca bağlamak anlamına gelen صَرٌّ sözcüğünden gelir.

  Türkçede de kullanılan sürre صُرَّةٌ içine içine dirhemlerin düğümlendiği kesedir(para kesesi).

  إصْرارٌ kişinin kalben üzerine bağlandığı, azim ve kararlılık gösterdiği her türden arzudur.

  Son olarak صَرَّةٌ'e gelince bir kapta toplanmışçasına birbiriyle kenetlenmiş topluluktur. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de if'al babında fiil ve iki farklı isim formunda olmak üzere 6 defa geçmiştir.

 (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekilleri ısrar ve sürre (alayı)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ

 

 

وَ  atıf harfidir.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

يُصِرُّونَ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olup mahallen mansubdur.

يُصِرُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى الْحِنْثِ  car mecruru  يُصِرُّونَ  fiiline mütealliktir.  الْعَظ۪يمِ  kelimesi  الْعَظ۪يمِ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki … كَانُوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nakıs fiil  كَانُوا ’nun dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberinin müspet muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafât, s. 103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

عَلَى الْحِنْثِ car mecruru  يُصِرُّونَ  fiiline mütealiktir.

الْحِنْثِ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمِ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  

الْحِنْثِ , esasen günah manasınadır. Yemini bozmaya da  الْحِنْثِ  denir. Müfessirlerin çoğu, burada  الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ’i büyük günah diye tefsir etmişlerdir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

الْحِنْثِ  kelimesi, ذنب  kelimesinin ifade ettiği günahın üstünde bir günahı ifade eder. Zira الْحِنْثِ , Arapça’da ‘küçük günah’ manasında neredeyse hiç kullanılmaz.  ذَنْبٌ  kelimesi ise, küçük günahlar için de kullanılır.  الْحِنْثِ  kelimesini Araplar, ‘yemini bozma’ manasında da kullanmışlardır. Çünkü insanlar nezdinde yalan, çirkin bir şeydir. Çünkü âlemin maslahatı (menfaati), doğruluğa bağlıdır. 

الْعَظ۪يمِ kelimesi, buradaki  الْحِنْثِ (günah) ile kullanıldığında ‘şirk’ manasının kastedildiğini ifade eder. Çünkü böyle vasıflar, şirkten başka bir günahta toplanmaz. (Fahreddin er-Râzî)

 
Vâkıa Sûresi 47. Ayet

وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  ...


Diyorlardı ki: “Biz öldükten, toprak ve kemik yığını hâline geldikten sonra mı, biz mi bir daha diriltilecekmişiz?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَانُوا ve ك و ن
2 يَقُولُونَ diyorlardı ki ق و ل
3 أَئِذَا zaman mı?
4 مِتْنَا biz öldükten م و ت
5 وَكُنَّا ve olduğumuz ك و ن
6 تُرَابًا toprak ت ر ب
7 وَعِظَامًا ve kemik yığını ع ظ م
8 أَإِنَّا biz mi?
9 لَمَبْعُوثُونَ bir daha diriltileceğiz ب ع ث

وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ

 

وَ  atıf harfidir.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

يَقُولُونَ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olup mahallen mansubdur.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Makulü’l-kavli şart ve cevap cümlesidir. 

Hemze istifham harfidir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku  bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنَّا  ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  نَا  mütekellim zamir  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

تُرَاباً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur. عِظَاماً  atıf harfi وَ ‘la  كَانَ ‘nin haberine matuftur.  

Hemze istifham harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

مَبْعُوثُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayete hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.  كَانُوا ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً  cümlesi  كَان ‘nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafât, s. 103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً , inkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Şart cümlesi olan  مِتْنَا , şart manalı müstakbel zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)   

اِذَا , mahzuf cevap cümlesine mütealliktir. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

كُنَّا تُرَاباً  cümlesi, şart cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  عِظَاماً  nakıs fiil  كَان ’nin haberine matuftur. Cihet-i câmia temâsüldür.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)

وَكُنَّا تُرَاباًۚ  ifadesi, ölmekten kinayedir. Önceki ifadeyi tekid etmek için yapılmış ıtnâb sanatıdır.


ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümleye dahil olan hemze inkâri istifham harfidir. Cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olsa da soru kastı taşımayıp taaccüp ve inkâri manada geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, isim cümlesi  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِتْنَا - لَمَبْعُوثُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

ءَاِذَا مِتْنَا  cümlesiyle,  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُون  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu soruyu soranların maksadı cevap beklemek değildir. Gerçekte söylemek istedikleri  “Biz tekrar diriltilecek değiliz. Böyle bir şey olmaz ve asla düşünülemez” manasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayet, Kur’an-ı Kerim’in  bazı surelerinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Bu ayette ikinci istifham edatı birincisini tekid için tekrar edilmiştir. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslubu)

Müsned isim olarak müfred olmuştur. Bu nedenle yenilenme ifade etmemekte ve üç zamandan biri ile kayıtlanması kastedilmemektedir. İsim olarak müfred olan bu müsned aynı zamanda nekredir. Nekre olmasının sebebi, kendisi ile önceden zikri geçen bir şeye dikkat çekilmemesi ve ‘kasr’ anlamının da kastedilmemesidir. Yine nekre olarak gelen bu müsnedin bir nedenden ötürü vasıf veya izafet yoluyla tahsis kazanmadığı görülmektedir. Müsnedin müsnedün ileyhten sonra zikredilmesinin sebebi ise müsnedün ileyhin aslı üzere önce gelmesidir.  Son olarak müsnedin herhangi bir öğe ile kayıtlanmadığı görülmektedir.(Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedün İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.115) 

ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ  [Öldüğümüz, toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten bizler mi muhakkak diriltileceğiz?]  sözün aslı şöyledir:  أنبعث إذا متنا (öldüğümüz zaman diriltilecek miyiz?) Fiili isimle değiştirdiler, zarfı öne aldılar, hemzeyi de tekrar ettiler; bütün bunları inkârı abartmak için yaptılar. Ve şunu demek istediler ki, “Yeniden dirilme zaten kabul edilmez bir şeydir; bu durumda ise hiç kabul edilmez.” (Beyzâvî) 

Buradaki sorudan, olumsuzluk kastedilmektedir. Ayette toprak kemikten önce zikredilmiştir. Çünkü çürüyen kısımlar toprağa dönüşmüştür. (Ruhu’l Beyan)

 
Vâkıa Sûresi 48. Ayet

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ  ...


“Evvelki atalarımız da mı?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَابَاؤُنَا atalarımız da mı? ا ب و
2 الْأَوَّلُونَ önceki ا و ل

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ

 

Hemze istifham harfidir. وَ  atıf harfidir.  اٰبَٓاؤُ۬نَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَوَّلُونَ  kelimesi  اٰبَٓاؤُ۬نَا ‘nin sıfatı olup ref alameti و ‘dır. Haber mahzuftur. Takdiri, أئنا أو آباؤنا مبعوثون (Biz ya da babalarımız yeniden diriltilecek miyiz) şeklindedir.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ

 

Hemze istifham,  وَ  atıf harfidir. Ayet, önceki ayetteki  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat vardır.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen istihza amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا , takdiri  مبعوثون (Diriltilecekler) olan mahzuf haber için mübtedadır. 

الْاَوَّلُونَ  kelimesi  اٰبَٓاؤُ۬نَا  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Önceki ayette  ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ  [Biz yeniden diriltilecek miyiz?] dedikten sonra sadece  اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  [atalarımız da mı?] sözüyle yetinilmiş  لَمَبْعُوثُونَۙ  lafzı hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا  da istifham hemzesi atıf harfinin başına gelmiştir. “Peki, لَمَبْعُوثُونَ  ‘ daki zamir üzerine,  نحن  diye tekidlenmeden atıf yapılması nasıl uygun olabilir ki?!” dersen şöyle derim: Arada fasıla -yani Hemze- olması sebebiyle böyle bir atıf güzel olmuştur. 

اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ  [Peki ya ilk atalarımız?] ifadesi  اِنَّا ’daki  اِنَّ  ve isminin mahalline ya da  مَبْعُوثُونَۙ [diriltilecekmişiz] ifadesindeki zamire matuftur;  مَبْعُوثُونَۙ ‘ye atfını caiz kılan şey ise istifham hemzesi ile ayrılmış olmasıdır ki, -daha da uzak bularak- يبعثون أيضا آباؤنا (Atalarımız da mı diriltilecekmiş!?) anlamındadır. (Onlar çok önce yaşamışlar; dolayısıyla dirilmeleri çok daha uzak ve boş bir iddiadır!) demek istiyorlar. İfade  أوْ آباؤنا  şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)

Vâkıa Sûresi 49. Ayet

قُلْ اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَۙ  ...


49-50. Ayetler Meal  :   
De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler, mutlaka belli bir günün belli bir vaktinde toplanacaklardır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنَّ şüphesiz
3 الْأَوَّلِينَ öncekiler de ا و ل
4 وَالْاخِرِينَ ve sonrakiler de ا خ ر

قُلْ اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت‘ dir. Mekulü’l-kavli  اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الْاَوَّل۪ينَ  kelimesi  اِنّ ‘nin ismi olup ى  ile mansubdur. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  

وَالْاٰخِر۪ينَ  atıf harfi  وَ ‘la  الْاَوَّل۪ينَ ‘ye matuftur.

قُلْ اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi, sonraki ayette gelmiştir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ‘nin ismi  الْاَوَّل۪ينَ ‘dir.  الْاٰخِر۪ينَ  makabline matuftur. Cihet-i câmia tezattır.

الْاَوَّل۪ينَ - الْاٰخِر۪ينَۙ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.

Vâkıa Sûresi 50. Ayet

لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى م۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَمَجْمُوعُونَ mutlaka toplanacaklardır ج م ع
2 إِلَىٰ için
3 مِيقَاتِ buluşma vakti و ق ت
4 يَوْمٍ bir günün ي و م
5 مَعْلُومٍ belli ع ل م

لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى م۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ

 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

مَجْمُوعُونَ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

اِلٰى م۪يقَاتِ  car mecruru  مَجْمُوعُونَ ‘ye mütealliktir.  يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَعْلُومٍ  kelimesi  يَوْمٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى م۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ

 

Önceki ayetin devamı olan bu ayette  لَ  harfi,  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, isim cümlesi  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Car mecrur  اِلٰى م۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ , ism-i mef’ûl vezninde gelen ve  اِنَّ ’nin haberi olan  مَجْمُوعُونَ ‘ ye mütealliktir. 

م۪يقَاتِ يَوْمٍ  izafeti sözü kısaltmış ve vecîz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmiştir. Bu izafet sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir.

يَوْمٍ ‘in nekreliği tazim ifade eder.

م۪يقَاتِ يَوْمٍ , kıyamet gününden kinayedir.

مَعْلُومٍ , muzâfun ileyh olan  يَوْمٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

م۪يقَاتِ , bir şeyin vaktini tayin eden ölçüdür. Kıyamet de dünyanın vaktini tahdid ettiği için م۪يقَاتِ  denilmiştir. Buradaki izafet, izafet-i beyaniyedir. Manası, م۪يقَاتِ  olan gün demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

 
Günün Mesajı
Yukarıdan beri zikredilen bütün Cennet nimetleri ve aşağıda gelecek olan Cehennem'de azap şekil ve çesitleri, belirsiz (nekre) olarak anılmaktadır. Bu demektir ki, her ne kadar bu nimeti ve azap çeşitleri dünyada iken bilip tanıdığımız cinsten de olsa, Cennet'e ve Cehennem'e has mahiyette olacaklardır. Dolayısıyla, onların gerçek mahiyetini, verecekleri lezzet veya ızdırabı, bu dünyada iken kavramamız mümkün değildir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Eğer insanın iradesine yön veren zincirler nefsin elindeyse, gerektiğinde isteklerini ertelemesi ya da kontrol etmesi zorlaşır. Zira, nefis bulunduğu andaki hislerine göre hareket etmek ister. Bu yüzden aşık olanlar, akıllarının bir kısmını yitirir ya da daha doğru bir ifadeyle yitirmek ister. Kendi nefsi için yaşayanlar, başkalarını da nefsin isteklerine kulak vermeye teşvik eder. Anı yaşamak keyifli gelir, ta ki ödenmesi gereken bedeller ya da görmezden gelinen gerçekler altında ezildiği güne kadar. 

İrade üzerinde kalbin mi yoksa nefsin mi etkisinin daha fazla olduğunun cevabı önemlidir. Ahiret hayatına hazırlanmak için dünyalık isteklerine söz geçiremeyen ya da önceliklerini belli bir düzene sokamayan kulun iradesinde nefsi daha baskın demektir. Nefsin kölesi olmasına göz yumulan irade yüzünden, insan dünyada da istediklerine ulaşamayacak hale gelir. Ya da dünyalık hayallerle o kadar oyalanır ki; ulaştığında umduğu mutluluğu hissedememenin hayal kırıklığı bir tarafa, geçici olmasının verdiği darbe de şiddetlidir.

Allahım! 
Bizi; 
İradesini terbiye edenlerden ve kalbini iradesine efendi kılanlardan;
Senin rızan için iki dünyası için de çalışanlardan ve gerektiğinde nefsani isteklerini erteleyecek iradeye sahiplerden;
Rahatlığa ve mutluluğa dair hiçbir zerrenin olmadığı cehennem hayatından koruduklarından;
Huzuru bozan düşünce ve duygu kırıntılarının olmadığı, yalnız hoş duyguların hissedildiği cennet bahçelerine kavuşanlardan;
Her türlü zarardan ve eksiklikten arınmış cennet nimetleriyle donatılanlardan;
Selam sesleriyle ve cennet komşularının sohbetleriyle gönlü sevinçle dolanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji