13 Mart 2026
Vâkıa Sûresi 51-76 (535. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Vâkıa Sûresi 51. Ayet

ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ  ...


51-52. Ayetler Meal  :   
Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar! Mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 إِنَّكُمْ şüphesiz siz de
3 أَيُّهَا ey
4 الضَّالُّونَ sapıklar ض ل ل
5 الْمُكَذِّبُونَ yalanlayıcılar ك ذ ب

ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ

 

Ayet,  ثُمَّ  atıf harfiyle mekulü’l kavle matuf olup mahallen mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

Nida harfi mahzuftur.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. الضَّٓالُّونَ münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.

Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْمُكَذِّبُونَ  kelimesi  الضَّٓالُّونَ ‘nin sıfatı olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُكَذِّبُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

الضَّٓالُّونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ضلل  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ

 

Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle 49. ayetteki mekulü’l kavle atfedilmiştir.

Önceki ayetlerde müşrikler hakkında gaib zamir kullanılırken bu ayette muhatap zamirine iltifat edilmiştir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi sonraki ayette gelmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, isim cümlesi  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nida üslubunda talebî inşâî isnad olan  اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ  cümlesi itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur.  اَيُّ  münada,  الضَّٓالُّونَ  ondan bedeldir. 

الضَّٓالُّونَ  için sıfat olan  الْمُكَذِّبُونَ , mübalağa ifade eden ism-i fail kalıbında gelerek bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ  [Sonra siz, ey yalanlayıcı sapıklar ] ayetinde, II. şahıs zamirinden III. şahsa dönüş vardır. Yüce Allah, bundan sonra, onlara hitabı bırakarak, هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّ۪ينِۜ    buyurmuştur. Bu, onların du­rumlarım küçültmek içindir. Aslı, هٰذَا نُزُلُكُمْ , (Bu size verilen ilk ziyafettir) takdirindedir. (Safvetü’t Tefâsir)

Hitap Mekke halkına ve onlar gibileredir. (Beyzâvî)

ثُمَّ  atıf harfi rütbeten tertip içindir. O gün verilecek cezanın ayrıntılarındaki netlik nefislerde özet bir tarizle tehditten daha büyük bir etki bırakır. (Âşûr)

Ayetin muhatabı kimdir? Deriz ki: Bazı müfessirler bu muhatabın, Mekkeliler olduğunu söylemişlerdir, ama görünen o ki bu, bütün sapıtan ve yalanlayan (kafirlere) bir hitabtır. Benzeri ifadeler pek çok yerde geçmiş olup, bunlar da, Hazret-i Peygamber (s.a.v)' in söylediği sözler cümlesindendir. Buna göre Hak Teâlâ sanki peygamberine, "De ki: Muhakkak evvelkiler de, sonrakiler de bir araya getirilecekler sonra sizler işte böyle azaplarla cezalandırılacaksınız" demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Hak Teâlâ burada, dalalette olanları, yalanlayanlardan önce zikretmiş, aynı surenin sonunda ise, yalanlayanları önce zikrederek, وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّب۪ينَ الضَّٓالّ۪ينَ  [Eğer yalanlayıcılardan, sapıklardansa…] (Vakıa/92) buyurmuştur. Şu halde bu ikisi arasında bir incelik var mıdır? derim ki: Evet. Çünkü bu ayetteki, الضالين [dalâlette olanlarla] kastedilenler, kendilerinden o  الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ (büyük günah olan şirkte) ısrar sadır olan kimselerdir. Böylece onlar Allah'ın yolundan sapmışlar, O'na ulaşamamışlar ve O'nu birleyememişlerdir. İşte bu büyük bir delâlettir. Daha sonra da O'nun peygamberlerini yalanlayarak, أءذا متنا [Öldüğümüz ve bir toprak …]  olduğumuz vakit mi?" demişler, böylece haşri (dirilişi) inkâr etmişlerdir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak adeta, أيها الضالون [Ey müşrik olan sapıklar, ey haşri inkâr eden yalanlayıcılar, sizler hoşlanmayacağınız şeyler yiyeceksiniz] buyurmuştur. Sûrenin sonunda ise, المكذبون [Ey hasrı yalanlayanlar, ey naîm cennetlerine yol bulamayanlar, kurtuluş yolunu kaybetmiş (dalâlette olan) kimseler…] demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Vâkıa Sûresi 52. Ayet

لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَاكِلُونَ mutlaka yiyecekler ا ك ل
2 مِنْ -ndan
3 شَجَرٍ ağacı- ش ج ر
4 مِنْ (bir)
5 زَقُّومٍ Zakkum ز ق م

لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ

 

Ayet, önceki ayetteki  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰكِلُونَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti و ‘dır. مِنْ شَجَرٍ  car mecruru  اٰكِلُونَ ‘ye mütealliktir. مِنْ زَقُّومٍ  car mecruru  شَجَرٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اٰكِلُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi أكل olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ

 

Önceki ayetin devamı olan bu ayette  لَ  harfi, اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. Müsned olan  اٰكِلُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

مِنْ شَجَرٍ  car mecruru,  اٰكِلُونَ ’ye mütealliktir.  مِنْ زَقُّومٍ  car mecruru  شَجَرٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Birinci  مِنْ  ibtidaiye, ikincisi de beyaniyedir.(Beyzâvî ve Âşûr) 

زَقُّومٍۙ  ve شَجَرٍ ‘kelimelerindeki nekrelik nev ve tahkir içindir. Bu kelimeler arasında  mürâât-ı nazîr sanatı, مِنْ ‘in tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Bu ağaç manzarası çirkin, tadı acı, dokunduğu zaman yakan, kokusu çok iğrenç bir ağaçtır. Bu ağaç, Kur'an'da lanetlenen ağaçtır. (Rûhu’l Beyân)

 
Vâkıa Sûresi 53. Ayet

فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ  ...


Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَالِئُونَ dolduracaklar م ل ا
2 مِنْهَا onunla
3 الْبُطُونَ karınları(nı) ب ط ن

فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ

 

Ayet; atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki اٰكِلُونَ ‘ye matuftur.Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْهَا  car mecruru مَالِـؤُ۫نَ ‘ye müealliktir.  الْبُطُونَ  ism-i fail olan  مَالِـؤُ۫نَ  ‘nin mef’ûlü bihi olup fetha ile mansubdur. 

İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya meful bazen ismi failin muzafun ileyhi konumunda da gelebilir. İsmi fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَالِـؤُ۫نَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ملأ  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ


مَالِـؤُ۫نَ , önceki ayetteki müsned  اٰكِلُونَ  ’ye  فَ  ile atfedilmiştir.  مِنْهَا  car mecruru, مَالِـؤُ۫نَ ’ye mütealliktir.  الْبُطُونَ   ism-i fail olan  مَالِـؤُ۫نَ  ‘nin mef’ûlü bihidir. 

Ayette geçen  اٰكِلُونَ  şeklindeki müsnedle kendisine atfedilen lafızlar ile arasındaki fark için şunları söyleyebiliriz: 52 ve 54. Ayetlerde müsnede atfedilen اٰكِلُونَ  ile  فَشَارِبُونَ  lafızlarına harfi cer ve mecrûrları  عَلَيْهِ , مِنَ الْحَم۪يمِ  ve  مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ  müteallik kılınarak bu lafızlar kayıtlanmış, böylece cehennemde azap olarak tadacakları yiyecek ve içeceğin ne olduğu bildirilmiştir. 53. ayette müsnede atfedilen  مَالِـؤُ۫نَ  lafzı mef’ûlün bih olarak gelen  الْبُطُونَ  lafzı ile kayıtlanmış, böylece zikredilen kimselerin cehennemde zakkum ağacı ile midelerini dolduracakları ifade edilmiştir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedin İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.117) 

فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَ  sözündeki الشَّجَرِ  zamiri müennestir, çünkü gayri akillerin cemi çoğulları  genellikle müennes gelir. (Âşûr)

Onların karınlarını bu ağaçtan dolduracaklarını ifade eden ayet-i kerime azaplarının artacağını ve büyük bir azap göreceklerini ifade eder. Yani sizden hiçbiriniz sade yeme ile yetinmeyeceksiniz. Nitekim tıpkı yeminini bozmak için herhangi bir şeyi yiyen kimsenin yetinmediği gibi tam aksine sizler bu ağaçtan karınlarınızı doldurmak üzere zorlanacaksınız yani sizden her biriniz karnını bunlarla dolduracaktır. (Rûhu’l Beyân)

 
Vâkıa Sûresi 54. Ayet

فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَم۪يمِۚ  ...


Üstüne de o kaynar sudan içeceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَشَارِبُونَ sonra içecekler ش ر ب
2 عَلَيْهِ üzerine
3 مِنَ -dan
4 الْحَمِيمِ kaynar su- ح م م

فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَم۪يمِۚ

 


Ayet; atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki  اٰكِلُونَ ‘ye matuftur.  عَلَيْهِ  car mecruru  شَارِبُونَ ‘ ye matuftur. مِنَ الْحَم۪يمِۚ  car mecruru شَارِبُونَ ‘ye matuftur. 

شَارِبُونَ   kelimesi, sülasi mücerredi  شرب   olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَم۪يمِۚ

 

شَارِبُونَ  kelimesi, önceki ayetteki müsned olan  اٰكِلُونَ ’ye atıf harfi  فَ  ile atfedilmiştir. Car mecrur  عَلَيْهِ , mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

مِنَ الْحَم۪يمِ  car mecruru,  شَارِبُونَ ’ ye mütealliktir.  شَارِبُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

مِنْهَا 'daki zamirin müennes,  عَلَيْهِ 'dekinin ise müzekker olması  شَجَرٍ ‘in manasından ve lafzından dolayıdır.  ٍمِنْ شَجَرَة  de okunmuştur ki, müzekkerliği zakkum lafzından dolayıdır, çünkü onun tefsiridir. (Beyzâvî)

Vâkıa Sûresi 55. Ayet

فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ  ...


Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَشَارِبُونَ ve içecekler ش ر ب
2 شُرْبَ içişi gibi ش ر ب
3 الْهِيمِ susuz develerin ه ي م

فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile önceki ayete matuftur. شُرْبَ  ism-i fail olan  شَارِبُونَ ‘nin mef’ûlü mutlakı olup fetha ile mansubdur.  Aynı zamanda muzâftır. الْه۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak 3’e ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini bildiren mef’ûlü mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki  شَارِبُونَ ‘ye atfedilmiştir. Veciz ifade kastına matuf olan  شُرْبَ الْه۪يمِۜ  izafetinde  شُرْبَ , ism-i fail olan  شَارِبُونَ ‘nin mef’ûlü mutlakıdır.  الْه۪يمِ  muzâfun ileyhtir.

شُرْبَ - شَارِبُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَارِبُونَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayette teşbih-i beliğ sanatı vardır. 

55. ayette müsnede atfedilmiş olan  فَشَارِبُونَ  lafzı mef’ûlün mutlak olarak gelen  شُرْبَ الْه۪يمِۜ  (deve içişi) ifadesi ile kayıtlanmış, böylece zikri geçen kimselerin cehennemde kaynar suları hangi surette içecekleri bildirilmiştir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedin İleyh Ve Müsnedin Halleri, S.117-118) 

Burada muhatab sıcak suyun ne olduğunu bilmektedir. Ama bu sıcaklığına rağmen içmek için duydukları şiddetli ihtiyacı ifade etmek için bu teşbîh yapılmıştır. Susuzluktan kavruldukları için ölene kadar su içen develere benzetilmişlerdir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

شَارِبُونَ (İçenlerin) fiilinin tekrar edilmesi, bu korkunç görüntünün zihindeki tasvirini tekrarlamak ve tekid içindir. (Âşûr)

Buradaki  الْه۪يمِ  kelimesi, huyâm hastalığına yakalanmış deve demektir. Bu hastalık öyle bir hastalıktır ki istiskâ hastalığına benzer. Bu hastalığa yakalanan hayvan suyu içer içer fakat ölünceye kadar ya da çok şiddetli bir hastalığa tutuluncaya dek suya kanmaz. Ayetin manası buna göre şöyle olur: Yüce Allah kendilerine açlık verir. Ve sonra içlerini bir ateş alevi sarar. İşte bu açlık duygusu ve iç yangısı, kendilerini erimiş maden gibi olan zakkumdan yemeye iter. Zakkumla karılarını doldurduklarında ki bu ağaç son derece kızgın ve acı bir ağaçtır, Yüce Allah kendilerine bir susuzluk verir. Bu susuzluk da onları içlerini paramparça edecek olan kızgın ve kaynar sudan içmeye iter. İşte bu sebeple suyu, susamış develerin içtiği gibi içerler. (Rûhu’l Beyân)

 
Vâkıa Sûresi 56. Ayet

هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّ۪ينِۜ  ...


İşte bu hesap ve ceza gününde onlara ziyafetleridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هَٰذَا işte böyledir
2 نُزُلُهُمْ onların ağırlanışı ن ز ل
3 يَوْمَ gününde ي و م
4 الدِّينِ ceza د ي ن

هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّ۪ينِۜ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. نُزُلُهُمْ  haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يَوْمَ  zaman zarfı  نُزُلُهُمْ ‘ün mahzuf haline mütealliktir. الدّ۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّ۪ينِۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هٰذَا  mübteda,  نُزُلُهُمْ  haberdir. Zaman zarfı  يَوْمَ , mahzuf hale mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyhin tecessüm ifadesi taşıyan işaret ismiyle marife olması işaret edilenin önemini vurgulamak onu en iyi şekilde temyiz etmek içindir. 

هٰذَا نُزُلُهُمْ [Bu onların ziyafetidir.] ifadesi tehekkümî istiaredir. Müsteârun leh olan azap, insanın hoşlandığı ziyafete benzetilmiştir.  Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Azabın korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir. Câmi’ hissetmektir.

İşaret isminde istiare vardır.  هٰذَا  ile azaba işaret edilmiştir.

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok şey ifade etmenin yanında tahkir içindir.

Burada aynı şekilde tehekküm ve istihza vardır. Yani “bu azap (önceki ayetlerde zikredilen zakkum yemek, kaynar su içmek) kıyamet gününde onların ziyafetidir” demektir. Çünkü  نُزُلُ  misafire ilk olarak takdim edilen ikramdır. 

Dolayısıyla bu azabın onların tadacakları cezanın tamamı olmadığı, bilakis azaptan ilk karşılaşacakları kısım olduğu da anlaşılmaktadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

النُّزُلُ  kelimesi; nun harfinin dammesi ve ze harfinin dammesi ve sukunuyla; misafire ikram takdim edilen yemektir. Burada Amr bin Gülsüm'ün sözündeki gibi istiare-i tehekküm (alaycı) vardır. (Âşûr)

Burada zikredilen ‘’ziyafet’’ ifadesinin, onlarla istihza için kullanıldığı açıkça anlaşılmaktadır. (Ebüssuûd)

Müsnedün ileyh fiil olduğu için ve fiil cümlelerinde karine olsa dahi fiilin hazfi caiz olmadığı için bu ayette zikredilmiştir. Yani burada müsnedün ileyh aslı üzere zikredilmiştir. Müsnedün ileyh ism-i işaret ile marife kılınmıştır. Bunun sebebi yakına işaret etmek suretiyle müsnedün ileyhi alçaltmaktır. Nitekim cehennemliklerin yerini ifade etmek üzere onlarla alay etmek için ‘konak’ anlamındaki  نُزُلُهُمْ  lafzının kullanılması da bu yorumu desteklemektedir. Müsned müfred olarak getirilmiştir. Bu nedenle sebebî değildir ve tekavvî de ifade etmemektedir. Müsnedin burada sebebî olmamasının nedeni müfred bir isim olmasına binaen sebebî müsnedin tanımında geçen ‘cümle olma’ şartını taşımamasıdır. Ayet-i kerimede geçen bu müsned isim olarak müfreddir ve aynı zamanda da izafetle marife olmuştur. Müsnedin bu şekilde marife kılınmasındaki amaç ise muhataba bildiği bir husus hakkında bildiği bir başka şey ile haber vermektir. Şöyle ki, muhatap nezdinde malum olan ve ism-i işaret ile ifade edilen هٰذَا (bu) müsnedün ileyhi hakkında bir haber verilmiştir. Verilen haber de yine izafet ile marife olan  نُزُلُهُمْ  ifadesi ile muhataba aktarılmıştır. Nitekim نزل  (konak) lafzı muhatapları ifade eden  هُمْ (onlar) zamirine izafe edilmiş, böylece ‘konak’ muhataplar nezdinde bilinir olmuştur. Yine, ayet-i kerimede müsnedin, müsnedün ileyhten sonra zikredildiği görülmektedir. Müsnedin burada tehir edilmesinin sebebi, müsnedün ileyhin alçaltma gayesi ile müsnedden önce zikredilmesidir. Son olarak ayette müsnedin zaman zarfı olan يَوْمَ الدّ۪ينِ  (ceza günü) ifadesi ile kayıtlandığı görülmektedir. Buradaki gaye ise cehennemin, zikri geçen kimselere ne zaman bir konak kılınacağını bildirmektir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedin İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.118)

 
Vâkıa Sûresi 57. Ayet

نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟  ...


Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَحْنُ biz
2 خَلَقْنَاكُمْ sizi yarattık خ ل ق
3 فَلَوْلَا gerekmez mi?
4 تُصَدِّقُونَ doğrulamanız ص د ق

İnsanın kendi varlığı ve yakın çevresinde her gün yararlandığı imkânlar üzerinde, bütün bu varlık ve oluşların hangi irade ve gücün eseri olduğu hakkında düşünmeye çağıran çarpıcı sorularla Allah Teâlâ’nın irade ve yaratma gücüne, bunun da insana yüklediği kulluk görevine dikkat çekilmektedir. Burada özellikle zikredilen, insanın yaratılışı, tuzlu deniz sularının yağmura, tatlı suya dönüştürülmesi, ekinlerin ürün vermesi ve ateşin yararı konularına başka birçok âyette değişik vesilelerle geniş biçimde yer verilmiştir.

61 ve 62. âyetlerin bağlamı, öldükten sonra diriltilmeyi ve ilâhî huzurda mahkeme-i kübrâda yapılacak büyük yargılamayı inkârla ilgili olduğu için meâlde, “Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez” şeklindeki mâna tercih edilmiştir. 61. âyetteki emsâl kelimesi misl veya meselin çoğulu olmasına göre farklı mânalara geldiği ve gramer açısından önceki âyete iki ayrı şekilde bağlanabildiği için bu âyetlere şöyle mâna vermek de müm

İnsanın kendi varlığı ve yakın çevresinde her gün yararlandığı imkânlar üzerinde, bütün bu varlık ve oluşların hangi irade ve gücün eseri olduğu hakkında düşünmeye çağıran çarpıcı sorularla Allah Teâlâ’nın irade ve yaratma gücüne, bunun da insana yüklediği kulluk görevine dikkat çekilmektedir. Burada özellikle zikredilen, insanın yaratılışı, tuzlu deniz sularının yağmura, tatlı suya dönüştürülmesi, ekinlerin ürün vermesi ve ateşin yararı konularına başka birçok âyette değişik vesilelerle geniş biçimde yer verilmiştir.

61 ve 62. âyetlerin bağlamı, öldükten sonra diriltilmeyi ve ilâhî huzurda mahkeme-i kübrâda yapılacak büyük yargılamayı inkârla ilgili olduğu için meâlde, “Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez” şeklindeki mâna tercih edilmiştir. 61. âyetteki emsâl kelimesi misl veya meselin çoğulu olmasına göre farklı mânalara geldiği ve gramer açısından önceki âyete iki ayrı şekilde bağlanabildiği için bu âyetlere şöyle mâna vermek de mümkündür: “Yerinize benzerlerinizi getirmek ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmek üzere aranızda ölümü biz takdir ettik.” Bu anlayışa göre âyetlerin yorumu da şöyle olmaktadır: Ölümü insan nesline son vermek için değil, ölenlerin yerine yeni nesiller var etmek üzere takdir ettik; ama haşir günü sizi yeniden yaratmaya da kadiriz” (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 178-180; Şevkânî, V, 182; bu konuda ayrıca bk. Yâsîn 36/81). İbn Âşûr “Aranızda ölümü biz takdir ettik” cümlesinde “hakkınızda” değil, “aranızda” denerek, ölümün âdeta herkesin sırası geldiğinde payını aldığı ortak bir şey olduğuna ve insanların yararına bir realite olarak düzenlendiğine işaret edildiğini belirtir (XXVII, 315).

72. âyette geçen “ağaç” anlamındaki şecere kelimesi genellikle bedevî Araplarca iyi bilinen ve birbirine sürtülmesiyle ateş çıkaran ağaç türü olarak anlaşılmıştır (bu konuda bk. Yâsîn 36/80). Buna göre 73. âyetteki mukvîn kelimesinin de sözlük anlamıyla “çöl yolcuları ve açlık çekenler” diye çevrilmesi uygun olmaktadır. Belirtilen kişiler açısından ateşin ve ona kaynaklık eden ağacın –gerek yemek pişirip açlığı giderme gerekse satıp maişet temin etmede– sağladığı yarar açıktır. Fakat âyetin lafzî anlamı bu olsa da, burada ateşin, sürtünme yoluyla meydana gelen yanma olayının, hatta daha geniş bir yorumla ışığın insan hayatındaki önemine, yine ateşin kontrol edilebilir hale gelmesinin medeniyetin oluşmasındaki rolüne dikkat çeken bir örneklendirme yapıldığı söylenebilir. Buradaki tezkire kelimesine, bağlam ve sözün akışı dikkate alınarak meâlde “işaret” anlamı verilmiştir, Mücâhid’in yorumu da bu yöndedir. Birçok müfessir ise belirtilen kelimeyi “ibret” mânasında anlamış ve bu ifadede, ateşin cehennem azabını hatırlatıcı yönüne işaret bulunduğunu belirtmiştir (Taberî, XXVII, 201; Zemahşerî, IV, 61). Bağlam göz önüne alındığında bu ifadenin öncelikle Allah’ın insanlara verdiği nimetler üzerinde düşünüp sonuçlar çıkarma ve özellikle O’nun insanları öldükten sonra diriltmeye kadir olduğu yargısına ulaşma (Râzî, XXIX, 184) mânasıyla anlaşılması uygun olur. Muhammed Esed ise burada insana “Allah’ın göklerin ve yerin nûru olduğu”nun hatırlatıldığı yorumunu yapar (III, 1107; ayrıca bk. Nûr 24/35).

74. âyetteki azîm kelimesi genellikle “rab” kelimesinin sıfatı kabul edildiği için meâlde “Öyleyse ulu rabbinin adını tesbih et” anlamı tercih edilmiştir; fakat bunu “isim” kelimesinin sıfatı olarak da düşünmek mümkündür; buna göre meâl şöyle olur: “Öyleyse rabbini yüce ismiyle tesbih et” (İbn Atıyye, V, 255). 

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 225-227

نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَلَقْنَاكُمْ  haber olarak mahallen merfûdur. 

خَلَقْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  harfi sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur.Takdiri, تنبّهوا فصدّقوا (Farkına varın,tasdik edin) şeklindedir.

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

تُصَدِّقُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُصَدِّقُونَ۟  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  صدق ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَحْنُ  mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  خَلَقْنَاكُمْ  cümlesi, haberidir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye (Âşûr), hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)


 فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟

 

فَ  atıf harfidir. Cümle, takdiri  تنبّهوا فصدّقوا (Farkına varın, tasdik edin) olan mukadder istînâfa atfedilmiştir.

Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede şart edatı  لَوْلَا , tahdid harfi yani  هلا manasındadır. Cümle şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha ve irşat amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ   Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlenin başındaki  لَوْلَٓا  tahdid (teşvik) harfidir. Tevbih manasına gelmiştir. Burada tahdid (bir şeyin yapılmasını sertçe istemek) manasındadır. Bu mana sözün gelişinden anlaşılır. Bu harften sonra fiil gelir.

لَوْلَا , bu ayette “Değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)

لَوْلَا …meli/malı, değil mi manasında tahdîd ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendim (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdîd kelime olarak teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

İbn ‘Âşûr bu ayetin tefsirinde; müsnedün ileyhin, fiil olarak gelen müsnedin önünde zikredilmesiyle hükümde tekavvînin meydana geldiğini ve bu şekilde Allah’ın çürümüş kemikleri yeniden yaratmasını imkansız gören müşriklere reddiye verildiği ifade etmiştir. Ayette müşrikleri azarlamak amacıyla iltifat sanatı yapılarak müsnedün ileyhin muktezâ-yı zahirin hilafına getirildiği de söylenmiştir. Şöyle ki, önceki ayetlerde Allahu Teâlâ mütekellim veya muhatap zamirinin yerine gaib zamirini kullandığı halde bu ayette müsnedün ileyhi  نَحْنُ  mütekellim zamiri formunda zikrederek gaiplikten (üçüncü tekil şahıs) tekellüme (birinci çoğul şahıs) iltifat yapmıştır.

Ayette geçen  فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟ "Hâlâ tasdik etmiyor musunuz?” cümlesine gelince: Bu ifadede müsnedün ileyh  تُصَدِّقُونَ۟  fiilinin içindeki  و zamiridir. Müsned ise bu fiilin kendisidir.  

Ayette müsned zikredilmiştir. Zikredilmesinin sebebi müsnedin fiil olduğunu ve yenilenme ifade ettiğini göstermektir. Müsned, fiil olarak getirildiği için aynı zamanda yenilenme ifade etmekte ve en kısa ifade ile üç zamandan biriyle kayıtlanmaktadır. Yenilenme ifade etmesine binaen ayette kullardan, ara ara Allah’ın kendilerini yarattığını düşünüp bu hakikatleri tasdik etmeleri istenmiştir, denilebilir. Müsnedin en kısa ifade ile muzari ile kayıtlanması ise şu şekildedir. Şayet,  فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟  ifadesi yerine isim getirilecek olsaydı şimdiki zamana delalet etmesi için ألآن  (şimdi) gibi bir zarf zikredilecek ve cümle uzayacaktı. İşte bu şekilde  فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟  ifadesi getirilerek söz konusu mana en kısa şekilde ifade edilmiştir. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedin İleyh Ve Müsnedin Halleri, S.119)  
Vâkıa Sûresi 58. Ayet

اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ  ...


Attığınız o meniye ne dersiniz?!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَرَأَيْتُمْ gördünüz mü? ر ا ي
2 مَا
3 تُمْنُونَ akıttığınız meniyi م ن ي

اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ

 

Hemze istifham harfidir. فَ  istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. رَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تُمْنُونَ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تُمْنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُمْنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مني ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. 

Hemze, inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tahkir anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. 

Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  تُمْنُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

رَاَوُا  fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebeb müsebbeb alakası ile mecazı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, akli ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem/77)

Ayet-i kerimede yer alan, اَفَرَاَيْتُمْ  kelimesi, bana haber verin, söyleyin anlamındadır. (Rûhu’l Beyân)

اَرَاَيْتُمْ  ve benzerlerindeki  تَ  zamiri faildir.  ك  ise Basra ekolüne göre  ت  nin anlamını tekit eden bir hitab harfidir ve irabdan mahalli yoktur. Tekitin sebebi, muhâtabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle, hem de dille uyandırılır. Bu ayette  ك  zamiri hazfedilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Zerkeşî, Bedruddîn Muĥammed b. Abdullah, el-Burhân fî ulûmi’l-Ķur’ân (Thk.: Yûsuf Abdurraĥmân el-Meraġşelî, Cemâl Ĥamdî eź-Źehebî, İbrâhîm Abdullah el-Kurdî), Beyrût, 1994)

Vâkıa Sûresi 59. Ayet

ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ  ...


Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَأَنْتُمْ siz mi?
2 تَخْلُقُونَهُ onu yaratıyorsunuz خ ل ق
3 أَمْ yoksa
4 نَحْنُ biz (miyiz?)
5 الْخَالِقُونَ yaratıcılar خ ل ق

ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ

 

ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ  cümlesi, önceki ayetteki  رَاَيْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. تَخْلُقُونَهُٓ  cümlesi haber olarak mahallen merfûdur.

تَخْلُقُونَهُٓ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْخَالِقُونَ  haber oluğ ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

خَالِقُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلق  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ 

 

Ayet, önceki ayetteki  رَاَيْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Rabbi Teâlâ olması dolayısıyla bu cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَنْتُمْ  mübteda, تَخْلُقُونَهُٓ  cümlesi haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin ileyhin fiil olarak gelen müsnede takdim edilmesi takviye ifade eder. (Âşûr) 


 اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ  munkatı’dır, yani inkârî istifham harfi hemze ve intikal için gelen  بَلْ  manasındadır. 

Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen, vaz edildiği soru anlamından çıkarak  nefy, tevbih ve inkâr manası kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle, terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. نَحْنُ  mübteda, الْخَالِقُونَ haberdir. Müsnedin ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu ifade eder.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

الْخَالِقُونَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

خَالِقُونَ - تَخْلُقُونَهُٓ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Ayette delillerle muhatabı ikna etme üslubu olan mezheb-i kelamî sanatı vardır.

Mezheb-i kelamî, delil ve illet bildirmeye yöneliktir. Bu açıdan hüsn-i ta’lile benzer. Aralarındaki fark; mezheb-i kelamî üslûbunda hakiki illete işaret edilirken hüsn-i tâlîlde hayalî bir sebebin zikredilmesidir. Muhatabı ikna konusunda etkili bir sanattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ  cümlesiyle  اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

 
Vâkıa Sûresi 60. Ayet

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ  ...


60-61. Ayetler Meal  :   
Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden yaratmak üzere aranızda ölümü biz takdir ettik. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَحْنُ biziz
2 قَدَّرْنَا takdir eden ق د ر
3 بَيْنَكُمُ aranızda ب ي ن
4 الْمَوْتَ ölümü م و ت
5 وَمَا ve değildir
6 نَحْنُ bizim
7 بِمَسْبُوقِينَ önümüze geçilmiş س ب ق

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. قَدَّرْنَا  haber olarak mahallen merf’udur. 

قَدَّرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بَيْن  mekân zarfı  قَدَّرْنَا  fiilie mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْمَوْتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَا نَحْنُ  atıf harfi  وَ ‘la istînâfa matuftur. مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.

نَحْنُ  munfasıl zamir  مَا ’nın ismi olup mahallen merfûdur. بِ  harf-i ceri zaiddir.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسْبُوق۪ينَۙ  lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. Cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

قَدَّرْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قدر ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

مَسْبُوق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi سبق  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَحْنُ  mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

بَيْنَكُمُ المَوْتَ  ifadesinde meknî istiare vardır. Ölü kişi paylaşılan bir şeye benzetilmiş ve paylaşılan şeyler için kullanılan  بَيْنَكُمُ  kelimesiyle buna işaret edilmiştir. Müsnedün ileyh, fiil olan müsnede takdim edilerek hüküm takviye edilmiş ve gerçekleştiği ifade edilmiştir. Bu gerçeklik; cümlede yer alan  قَدَّرْنا  fiiliyle  بَيْنَكُمُ  zarfının ölümü yaratmaktaki hikmete delaleti dolayısıyladır. (Âşûr)


 وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ

 

Cümle, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. 

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. 

مَا ‘nın haberi olan  بِمَسْبُوق۪ينَ , ism-i mef’ûl vezninde gelmiştir.  بِ , tekid ifade eden zaid harftir. 

Cümlenin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Burada بِ  harfi manayı pekiştirmek için gelmiş olup zâiddir. Olumlu cümlelerde  لَ harfinin tekit ifade ettiği gibi, olumsuz cümlelerde de لَيْسَ  ve  مَا ' nın haberinin başında gelen  بِ  harfi de tekit ifade eder. (Suyûtî, İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, C. II, S. 142)

 
Vâkıa Sûresi 61. Ayet

عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عَلَىٰ
2 أَنْ diye
3 نُبَدِّلَ sizin yerinize getirelim ب د ل
4 أَمْثَالَكُمْ benzerlerinizi م ث ل
5 وَنُنْشِئَكُمْ ve sizi yeniden inşa’ edelim ن ش ا
6 فِي
7 مَا bir biçimde
8 لَا
9 تَعْلَمُونَ bilmediğiniz ع ل م

عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel عَلٰٓى  harf-i ceriyle مَسْبُوق۪ينَ ‘ye mütealliktir.

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir. 

Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdarı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُبَدِّلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  اَمْثَالَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نُنْشِئَكُمْ  atıf harfi وَ ‘ la نُبَدِّلَ ‘ye matuftur. 

نُنْشِئَكُمْ   fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûlü  ف۪ي  harf-i ceri ile  نُنْشِئَكُمْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَعْلَمُونَ  ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

نُبَدِّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

نُنْشِئَكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نشأ ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ  cümlesi, masdar tevilinde olup  عَلٰٓى  harf-i ceriyle birlikte  مَسْبُوق۪ينَ ‘ye mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi olan  نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ  cümlesine atfedilmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , başındaki harf-i cerle birlikte  نُنْشِئَكُمْ ‘e mütealliktir. Sılası olan  لَا تَعْلَمُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نُبَدِّلَ  ve  نُنْشِئَكُمْ  fiillerinin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla bilinmeyen yaratılış şekli, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında değil, yaratmanın Allah’ın kudreti dahilinde olduğunu mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır.

Vâkıa Sûresi 62. Ayet

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ  ...


Andolsun, birinci yaratılışı(nızı) biliyorsunuz. O hâlde düşünseniz ya!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 عَلِمْتُمُ bildiniz ع ل م
3 النَّشْأَةَ yaratmayı ن ش ا
4 الْأُولَىٰ ilk ا و ل
5 فَلَوْلَا -mısınız?
6 تَذَكَّرُونَ düşünüp ibret almaz- ذ ك ر

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Fiil cümlesidir. 

عَلِمْتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. النَّشْاَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاُو۫لٰى  kelimesi  النَّشْاَةَ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  harfi sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi olup mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبهوا فتذكّروا (Farkına varın,tasdik edin) şeklindedir. 

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

لَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

تَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

قَدْ  ve  mahzuf kasem ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan  عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

الْاُو۫لٰى  kelimesi, النَّشْاَةَ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ  cümlesi, takdiri تنبّهوا (Dikkat edin) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir.  Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede şart edatı لَوْلَا , tahdid harfi yani  هلا manasındadır. Cümle şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha ve irşat amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.  

لَوْلَا , bu ayette “Değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)

لَوْلَا …meli/malı, değil mi manasında tahdîd ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendim (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdîd kelime olarak teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

61. ayetteki  ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ  ve وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ  sözü arasında tıbak-ı selb sanatı vardır. (Âşûr)

تَذَكَّرُونَ  sözünün muzari fiil ile gelmesi, tezekkür (zikretme) konusunun açık olduğunu tenbih etmek için kullanılmıştır. Bu yüzden tezekkürü geçmişte bıraktılarsa, şimdi telafi etsinler demektir. (Âşûr)

Bu ayet-i kerime, aynı zamanda meseleleri birbirine kıyas yapmanın yerinde olacağına da delildir. Çünkü Yüce Allah onları, ikinci yaratılışı birinci yaratılışa kıyas etmedikleri için cahillikle vasıflandırmaktadır. Madem ki meseleleri birbirine kıyas etmemek cahilliktir, şu halde kıyas yapmak ilim demektir ve ilim kabilinden olan her şey de yerinde ve geçerlidir. (Rûhu’l Beyân)

Ayette geçen  النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى [ilk yaratılışınız.] ifadesinden maksat, Mücahid'e göre, insanın daha önce hiç ortada yokken var edilmesidir.

Allahu Teâlâ insanı yokken var etmiş sonra ona görecek gözler, işitecek kulaklar, düşünecek akıl vermiştir. İnsan, önceki halini düşünerek, öldükten sonra tekrar diriltileceğini de kabul etmelidir.

Katade'ye göre ilk yaratılışdan maksat, Hazret-i Âdem'in yaratılışıdır. Allah, Hazret-i Âdem'i topraktan yarattığını insanlara bildirmiştir. Bunu bilen insanların diriltilerek topraktan çıkarılacaklarını idrak etmeleri gerekir. (Taberî)

 
Vâkıa Sûresi 63. Ayet

اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ  ...


Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَرَأَيْتُمْ gördünüz mü? ر ا ي
2 مَا
3 تَحْرُثُونَ ektiğinizi ح ر ث

اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ

 

Hemze istifham harfidir. فَ  istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. 

رَاَيْتُمْ   sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. مَا  müşterek ism-i mevsûlü mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَحْرُثُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تَحْرُثُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. 

Hemze, inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tahkir anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  تَحْرُثُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

رَاَوُا  fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebeb müsebbeb alakası ile mecazı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, akli ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem Suresi 77)

Ayet-i kerimede yer alan, اَفَرَاَيْتُمْ  ifadesi, bana haber verin, söyleyin anlamındadır. (Rûhu’l Beyân)

اَرَاَيْتُمْ  ve benzerlerindeki  تَ  zamiri faildir.  ك  ise Basra ekolüne göre  ت  nin anlamını tekit eden bir hitab harfidir ve irabdan mahalli yoktur. Tekitin sebebi, muhâtabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle, hem de dille uyandırılır. Bu ayette  ك  zamiri hazfedilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Zerkeşî, Bedruddîn Muĥammed b. Abdullah, el-Burhân fî ulûmi’l-Ķur!ân (Thk.: Yûsuf Abdurraĥmân el-Meraġşelî, Cemâl Ĥamdî eź-Źehebî, İbrâhîm Abdullah el-Kurdî), Beyrût, 1994)

Ayet metninde geçen  تَحْرُثُونَ  kelimesi, tohumu toprağa atma ve ekin ekmek için toprağı hazırlamak demektir. (Rûhu’l Beyân)

 
Vâkıa Sûresi 64. Ayet

ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ  ...


Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَأَنْتُمْ siz mi?
2 تَزْرَعُونَهُ onu bitiyorsunuz ز ر ع
3 أَمْ yoks
4 نَحْنُ biz (miyiz?)
5 الزَّارِعُونَ bitirenler ز ر ع

ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ

 

ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ  cümlesi  رَاَيْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir.  Munfasıl zamir اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. تَزْرَعُونَهُٓ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَزْرَعُونَهُٓ   fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الزَّارِعُونَ  haber olup ref alameti  و ‘dır.  Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الزَّارِعُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi  زرع  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ 

 

Ayet, önceki ayetteki  رَاَيْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Rabbi Teâlâ olması dolayısıyla bu cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَنْتُمْ  mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan   تَزْرَعُونَهُٓ  cümlesi haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Vakıa/59.ayetteki  أأنْتُمْ تَخْلُقُونَهُ  sözündeki gibi  ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ  sözünde de müsnedin ileyhin fiil olarak gelen müsnede takdim edilmesi sözü de böyledir. (Âşûr) Yani bu uslub hükmü takviye ifade eder.


 اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ  munkatı’dır, yani inkârî istifham harfi hemze ve intikal için gelen  بَلْ  manasındadır. 

Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen, vaz edildiği soru anlamından çıkarak  nefy, tevbih ve inkâr manası kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle, terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. نَحْنُ  mübteda,  الزَّارِعُونَ haberdir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu ifade eder.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

الزَّارِعُونَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)

الزَّارِعُونَ - تَزْرَعُونَ  kelimeleri arasında isim ve fiil arasında güzel bir iltifat, cinas-ı iştikak ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Ayette delillerle muhatabı ikna etme üslubu olan mezheb-i kelamî sanatı vardır.

Mezheb-i kelamî, delil ve illet bildirmeye yöneliktir. Bu açıdan hüsn-i ta’lile benzer. Aralarındaki fark; mezheb-i kelamî üslûbunda hakiki illete işaret edilirken hüsn-i tâlîlde hayalî bir sebebin zikredilmesidir. Muhatabı ikna konusunda etkili bir sanattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ  cümlesiyle  اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Ayet metninde geçen  الزَّرِعُ  kelimesi, bitkiyi bitirmek demektir. Bunun gerçek mahiyeti insan fonksiyonuyla değil ilâhî sebeplerle olur. Bu sebeple ekin ekmek işi, onlara nisbet edilirken; ekilen ekini yerden bitirme vasfını Yüce Allah, onlardan alarak kendine nisbet etmiştir.

Kısaca ifade etmek gerekirse: Ekin ekmek onların işidir. Çünkü insanların bunu tercih etmelerinin ekinde bir rolü vardır. Oysa bitirme işi, sırf Yüce Allah'ın fiilidir. Çünkü bir başağı ya da taneyi bitirmede kulun tercihinin ve isteğinin herhangi bir rolü yoktur. Eğer kula ekini bitirme fiili nisbet olunuyorsa bu, kulun ekinin yerden bitirilmesine neden olan çabaları sebebiyledir.

Bu ayet-i kerimede, ekinin yerden bitirilmesi nimetine karşı şükretmeleri için nimetin hatırlatılması niteliği de vardır. Sonra âyet-i kerimede şöyle bir hüküm çıkarma da vardır: Ekini yerden bitirmeye gücü yetenin, insanları da yeniden diriltmeye gücü yeter. Nasıl ki tane, topraktan bitip çıkıyorsa ve nasıl ki insanın sperm tohumu ana rahminde bitiyor ve ortaya çıkıyorsa işte insanoğlu da kabirde kuyruk sokumundaki o çekirdek kemikten böylece bitecektir. (Rûhu’l Beyân)

 
Vâkıa Sûresi 65. Ayet

لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ  ...


Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz:

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْ şayet
2 نَشَاءُ dileseydik ش ي ا
3 لَجَعَلْنَاهُ onu yapardık ج ع ل
4 حُطَامًا kuru bir çöp ح ط م
5 فَظَلْتُمْ dururdunuz ظ ل ل
6 تَفَكَّهُونَ sızlanıp ف ك ه

لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. نَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

حُطَاماً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

ظَلْتُمْ  atıf harfi  فَ  ile  جَعَلْنَاهُ ‘ya matuftur. Matuf ile matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ظَلْتُمْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder  تُمْ  muttasıl zamiri  ظَلْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَفَكَّهُونَ  fiili  ظَلْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَفَكَّهُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَفَكَّهُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil تَفَعَّلَ babındandır. Sülâsîsi  فكه ’dir. تَ ‘lerden biri mahzuftur.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Şart üslubundaki ayette  نَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında gelmiş şart cümlesidir.

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle, şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlu bu cümlede olduğu gibi çoğu zaman mahzuftur.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً  cevap cümlesi olarak rabıta lamı ile gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap fiilleri, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nakıs fiil  ظَلّ ’nin dahil olduğu  فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ cümlesi, cevap cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ظَلُّ ’nin haberi olan  تَفَكَّهُونَ , muzari fiil olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Müsnedün ileyh yüceltme amacıyla zikredilmiştir. Nitekim müsnedün ileyhi ifade eden lafız müstetir  نحن  zamiri övgüye layık olan Allah’a işaret etmektedir. Yine müsnedün ileyhin müstetir  نحن  zamiri ile marife olduğu görülmektedir. Bunun sebebi ise makamın tekellüm (birinci çoğul şahıs) makamı olmasıdır.

Müsned zikredilmiştir. Zikredilmesinin sebebi müsnedin fiil olup yenilenme ifade ettiğini göstermektir. Bu şekilde Allah’ın dilediği her an ekinleri çerçöp haline getirmeye kadir olduğuna dikkat çekilmiştir. Yine لَوْ  şart edatından sonra gelen bu müsnedin, aslının aksine muzari olarak gelmesinin işin geçmişte ara ara devam ettiği anlamını ifade etmesi de bu yorumu destekler niteliktedir. Müsned müfred olarak getirilmiştir. Bu nedenle sebebî değildir ve tekavvî de ifade etmemektedir. Müsnedin burada sebebî olmamasının nedeni, müfred bir fiil olması dolayısıyla sebebî müsnedin tanımında geçen ‘cümle olma’ şartını kendisinde barındırmamasıdır. Yine müsned fiil olarak gelmesi sebebiyle yenilenme ifade etmekte ve aynı zamanda en kısa ifadeyle muzari ile kayıtlanmaktadır. (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedin İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.123)

لَجَعَلْنَاهُ  sözündeki lam harfi tekid ifade eder. Bu lam çoğunlukla  لَوْ ‘in müsbet mazi fiil şeklindeki cevabının başına gelir. Çoğu zaman da gelmez. Çünkü bu lam zaiddir, sadece tekid ifade eder ve hazfi kelamda icaz için olur. (Âşûr) 

Ayet metninde yer alan تَفَكَّهُونَ  kelimesi, çeşitli meyveleri atıştırmak anlamındadır. İşte bu fiil, sözleri ağızda geveleme anlamına istiare olarak kullanılmıştır. (Rûhu’l Beyân)

 
Vâkıa Sûresi 66. Ayet

اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ  ...


“Muhakkak biz çok ziyandayız!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 لَمُغْرَمُونَ borçlandık غ ر م

اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ

 

Mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ قائلين  (Konuşarak düşündünüz) şeklindedir. Aynı zamanda  تَفَكَّهُونَ ‘deki failin halidir.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zil-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar)   

مُغْرَمُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ‘dır.  Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مُغْرَمُونَ  kelimesi,sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ

 

Önceki ayetteki  تَفَكَّهُونَ  fiilinin failinden hal olarak gelen ayet, takdiri  قائلين (Diyerek) olan  mahzuf fiilin mekulü’l kavl cümlesidir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayet metninde yer alan  لَمُغْرَمُونَۙ   kelimesi, bir insanın zimmetinde ve üzerinde olmayan bir şeyi üstlenmesi demektir. (Rûhu’l Beyân)

 
Vâkıa Sûresi 67. Ayet

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ  ...


“Daha doğrusu büsbütün mahrumuz!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَلْ doğrusu
2 نَحْنُ biz
3 مَحْرُومُونَ yoksun bırakıldık ح ر م

   Harame حرم :

  حَرامٌ kelimesi ya ilahi açıdan ya da beşeri yönden yasaklanmış olan, ya zorla ya da akıl veya şeriat tarafından yahut ta emrine uyulan biri tarafından yasaklanmış şey demektir.

  Harem bölgesinin حَرَمٌ ismiyle anılmasının nedeni Yüce Allah'ın başka yerlerde haram olmayan pek çok şeyi burada haram kılmış olmasıdır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de tef'il babı fiil ve dört farklı isim formunda olmak üzere 83 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri haram, mahrum, Harem, hürmet, ihram, mahrem, ihtiram, muhterem, Muharrem ve Harâmi'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ

 

بَلْ  idrab ve atıf harfidir.Önce söylenen birşeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مَحْرُومُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

مَحْرُومُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi حرم  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ  idrab harfidir. İntikal için gelmiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. نَحْنُ  mübteda, ism-i mef’ûl vezninde gelen  مَحْرُومُونَ  haberdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَلْ  idrab harfidir. Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu iʻrâb yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

 
Vâkıa Sûresi 68. Ayet

اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ  ...


İçtiğiniz suya ne dersiniz?!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَرَأَيْتُمُ baktınız mı? ر ا ي
2 الْمَاءَ suya م و ه
3 الَّذِي
4 تَشْرَبُونَ içtiğiniz ش ر ب

اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ

 

 

Hemze istifham harfidir. فَ  istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. 

رَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. الْمَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  الْمَٓاءَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَشْرَبُونَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَشْرَبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. 

Hemze, inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tahkir anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, istikrar ve temekkün ifade etmiştir.  (Hâlidî, Vakafat, S.107) Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

الْمَٓاءَ  için sıfat konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  تَشْرَبُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

رَاَوُا  fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebeb müsebbeb alakası ile mecazı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, akli ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem Suresi 77)

Ayet-i kerimede yer alan, اَفَرَاَيْتُمْ  kelimesi, bana haber verin, söyleyin anlamındadır. (Rûhu’l Beyân)

اَرَاَيْتُمْ  ve benzerlerindeki  تَ  zamiri faildir.  ك  ise Basra ekolüne göre  ت  nin anlamını tekit eden bir hitab harfidir ve irabdan mahalli yoktur. Tekitin sebebi, muhâtabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle, hem de dille uyandırılır. Bu ayette  ك  zamiri hazfedilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Zerkeşî, Bedruddîn Muĥammed b. Abdullah, el-Burhân fî ulûmi’l-Ķur!ân (Thk.: Yûsuf Abdurraĥmân el-Meraġşelî, Cemâl Ĥamdî eź-Źehebî, İbrâhîm Abdullah el-Kurdî), Beyrût, 1994)

Suyun birçok faydaları varken, bu kadar özelliği içinde tatlı olma özelliğinin zikredilmesi ve bu özelliğiyle ifade edilmesi, suya yönelik amaçlar içerisinde en önemli özelliğinin içilme özelliği olmasından dolayıdır. (Rûhu’l Beyân)

 
Vâkıa Sûresi 69. Ayet

ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ  ...


Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَأَنْتُمْ siz mi?
2 أَنْزَلْتُمُوهُ onu indirdiniz ن ز ل
3 مِنَ -tan
4 الْمُزْنِ bulut- م ز ن
5 أَمْ yoksa
6 نَحْنُ biz (miyiz?)
7 الْمُنْزِلُونَ indirenler ن ز ل

ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ

 

ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ  cümlesi  رَاَيْتُمُ  fiilinin ikinci mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنْزَلْتُمُوهُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَنْزَلْتُمُوهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.   Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْمُزْنِ  car mecuru  اَنْزَلْتُمُوهُ ‘ye mütealliktir. 

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir. اَنْزَلْتُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. 

اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَحْنُ  munfasıl zamir mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْمُنْزِلُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و  ‘dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اَنْزَلْتُمُوهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

الْمُنْزِلُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ

 

Ayet, önceki ayetteki  رَاَيْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûludur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Rabbi Teâlâ olması dolayısıyla bu cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَنْتُمْ  mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ  cümlesi, haberdir. Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)


اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ  munkatı’dır, yani inkârî istifham harfi hemze ve intikal için gelen  بَلْ  manasındadır. 

Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen, vaz edildiği soru anlamından çıkarak  nefy, tevbih ve inkâr manası kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle, terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. نَحْنُ  mübteda,  الزَّارِعُونَ haberdir. Müsnedin ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu ifade eder.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

الْمُنْزِلُونَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

اَنْزَلْتُمُوهُ - مُنْزِلُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca isim ve fiil vezinleri arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

Ayette delillerle muhatabı ikna etme üslubu olan mezheb-i kelamî sanatı vardır.

Mezheb-i kelamî, delil ve illet bildirmeye yöneliktir. Bu açıdan hüsn-i ta’lile benzer. Aralarındaki fark; mezheb-i kelamî üslûbunda hakiki illete işaret edilirken hüsn-i tâlîlde hayalî bir sebebin zikredilmesidir. Muhatabı ikna konusunda etkili bir sanattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ  cümlesiyle  اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Buradaki görmek; ilim / bilmek manasına ise istifham sebebiyle amel edememiştir. (Beyzâvî)

Bu ayeti  لَوْ نَشاءُ جَعَلْناهُ أُجاجًا  ifadesinin takip etmesinde iki cümle arasında ihtibak sanatı meydana gelmiştir. Sanki şöyle denilmiştir: Onu içilebilmesi için tatlı yapan ve bulutlardan indiren siz misiniz? İsteseydik onu acı yapar ve bulutlarda tutardık. Ya da O suyu denizlere ve çöllere indirirdik de faydalanamazdınız demektir. (Âşûr)

 
Vâkıa Sûresi 70. Ayet

لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ  ...


Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretseydiniz ya!.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَوْ şayet
2 نَشَاءُ dileseydik ش ي ا
3 جَعَلْنَاهُ onu yapardık ج ع ل
4 أُجَاجًا tuzlu ا ج ج
5 فَلَوْلَا -misiniz?
6 تَشْكُرُونَ şüketmez- ش ك ر

لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. نَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

فَ  karînesi olmadan gelen  جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً  cümlesi şartın cevabıdır.  

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اُجَاجاً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  harfi sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur.Takdiri, تنبّهوا (Farkına varın) şeklindedir.

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)  

تَشْكُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ

 

Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Şart üslubundaki ayette  نَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında gelmiş şart cümlesidir.

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle, şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlu bu cümlede olduğu gibi çoğu zaman mahzuftur.

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

لَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ  cümlesi, takdiri تنبّهوا (Farkına varın) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir.  Müspet muzari fiil sıygasında 

Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede şart edatı لَوْلَا , tahdid harfi yani  هلا manasındadır. Cümle şart üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha ve irşat amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Cümle müspet muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

لَوْلَا , bu ayette “Değil miydi?” anlamında olup kendisinden sonra bir fiil geldiğinde bu manada kullanılması çoktur. Ama bunun peşinden isim geldiğinde, bu manaya gelmez. (Fahreddin er-Râzî)

لَوْلَا …meli/malı, değil mi manasında tahdîd ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendim (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdîd kelime olarak teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

63-70

Bu ayetlerde sudan bahsedilirken edat hazfedilmiş ancak ekin ve bitkilerden bahsedilirken edat zikredilmiştir. Bu konudaki görüşler şöyledir: 

* Suyun tuzlu olması, ekinlerin çer çöp olmasından daha kolay ve daha fazladır. Bu nedenle bu durumu tekide, pekiştirmeye gerek yoktur. 

* Yiyecekle ilgili ayetlerde edat vardır, çünkü yiyeceklerin yokluğu suyun yokluğundan daha şiddetli ve daha zordur. Bu nedenle yiyecekle ilgili ayetlerde edat zikredilmiş, içecekle ilgili ayetlerde ise hazfedilmiştir. 

Bu görüşler zihinleri tatmin etmekten uzak durmaktadır. Buradaki duruma Allah’ın bu sayılan şeylerin her birini ayrı ayrı yaratmasının O’nun gücünü insanlara göstermesi zaviyesinden bakılması daha uygun olacaktır. (Müşerref Ulusu (Ülger) , Arap Dili Ve Belâgatinda İltifat Sanatı)

Esas şart için olan اِنْ edâtı ile o manaya gelen لَوْ ‘ in cevabı arasındaki farkı ortaya koyacak olan لَ ’ ın hazfı, dinleyicinin onun durumunu bilmesindendir ya da yukarıda geçenle لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً yetinmek içindir ya da bizzat maksut olanla (yiyecekle) dolaylı maksut olan ve kaybı daha zor olan yiyeceğe özel yer vermek içindir yani لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً  deyip de لَجَعَلْنَاهُ  dememesi şunun içindir; çünkü şartın cevabındaki  لَ  daha çok اِنْ  edatında kullanılır, لَوْلَا ' da ise şart manası tam olmadığından atılmıştır ya da yukarıdaki örnekle yetinilmiştir. Bir de yemek bahsinde kullanılmış, su bahsinde kullanılmamıştır; çünkü su ikinci derecededir. (Beyzâvî)

Bu kelâm, sayılan bütün nimetlere şükretmeyi teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)

لَوِ  şart harfinin cevabı müsbet mazi fiil olduğunda başına gelen lam harfi burada zkredilmemiştir. Çünkü bu lam zaiddir, sadece tekid ifade eder ve hazfi kelamda iycaz için olur. (Âşûr)

Vâkıa Sûresi 71. Ayet

اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ  ...


Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَرَأَيْتُمُ gördünüz mü? ر ا ي
2 النَّارَ ateşi ن و ر
3 الَّتِي
4 تُورُونَ çıkardığınız و ر ي

اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ

 

Hemze istifham harfidir. فَ  istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. 

رَاَيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ   fail olarak mahallen merfûdur. النَّارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl النَّارَ ‘ nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تُورُونَ ‘ dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُورُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُورُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وري ’ dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ

 

 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. 

Hemze, inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tahkir anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek, hudus, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

النَّارَ  için sıfat konumundaki müfret müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي ’nin sılası olan  تُورُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

رَاَوُا  fiilinin ilim manasında kullanılmasında, sebeb müsebbeb alakası ile mecazı mürsel vardır. Zikredilen rüyet, kastedilen ise ilim olan müsebbeptir. Şöyle de ifade edilebilir; manevi, akli ve görünmez olan bir anlatım, gözle görülen, canlı bir şey menziline konuldu. (Ruveyni, Teemmülat fî Sûreti Meryem, Meryem Suresi 77)

Ayet-i kerimede yer alan, اَفَرَاَيْتُمْ  kelimesi, bana haber verin, söyleyin anlamındadır. (Rûhu’l Beyân)

اَرَاَيْتُمْ  ve benzerlerindeki  تَ  zamiri faildir.  ك  ise Basra ekolüne göre  ت  nin anlamını tekit eden bir hitab harfidir ve irabdan mahalli yoktur. Tekitin sebebi, muhâtabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle, hem de dille uyandırılır. Bu ayette  ك  zamiri hazfedilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Zerkeşî, Bedruddîn Muĥammed b. Abdullah, el-Burhân fî ulûmi’l-Ķur!ân (Thk.: Yûsuf Abdurraĥmân el-Meraġşelî, Cemâl Ĥamdî eź-Źehebî, İbrâhîm Abdullah el-Kurdî), Beyrût, 1994)

 
Vâkıa Sûresi 72. Ayet

ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ  ...


Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَأَنْتُمْ siz mi?
2 أَنْشَأْتُمْ yarattınız ن ش ا
3 شَجَرَتَهَا onun ağacını ش ج ر
4 أَمْ yoksa
5 نَحْنُ biz (miyiz?)
6 الْمُنْشِئُونَ yaratanlar ن ش ا

ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ

 

ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ  cümlesi  رَاَيْتُمُ  fiilinin ikinci mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنْشَأْتُمْ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَنْشَأْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.    شَجَرَتَـهَٓا  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَمْ  munkatıadır. بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini ta’yin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl  اَمْ . Munkatı  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَحْنُ  munfasıl zamir mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُنْشِؤُ۫نَ mübtedanın haberi olup ref alameti و  ‘dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُنْشِؤُ۫نَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا 

 

Ayet, önceki ayetteki  رَاَيْتُمْ  fiilinin ikinci mef’ûludur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Rabbi Teâlâ olması dolayısıyla bu cümlede, tecâhül-i ârif sanatı vardır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. 

اَنْتُمْ  mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا  cümlesi, haberdir. Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)


 اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَمْ  munkatı’dır, yani inkârî istifham harfi hemze ve intikal için gelen  بَلْ  manasındadır. 

Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen, vaz edildiği soru anlamından çıkarak  nefy, tevbih ve inkâr manası kazandığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teala olması sebebiyle, terkipte tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. نَحْنُ  mübteda,  الْمُنْشِؤُ۫نَ  haberdir. Müsnedin ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu ifade eder.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlenin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

الْمُنْشِؤُ۫نَ  ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

مُنْشِؤُ۫نَ - اَنْشَأْتُمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca isim ve fiil vezinleri arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

Ayette delillerle muhatabı ikna etme üslubu olan mezheb-i kelamî sanatı vardır.

Mezheb-i kelamî, delil ve illet bildirmeye yöneliktir. Bu açıdan hüsn-i ta’lile benzer. Aralarındaki fark; mezheb-i kelamî üslûbunda hakiki illete işaret edilirken hüsn-i tâlîlde hayalî bir sebebin zikredilmesidir. Muhatabı ikna konusunda etkili bir sanattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)

ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا  cümlesiyle  اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Onun ağacını siz mi inşa ettiniz? Ki bu sözü edilen ağaç, merh ve afar diye bilinen ağaçtır. Bununla beraber her ağaçta ve elektrik elde edilen her şeyde ve çakmak taşında dahi bu anlam vardır. Nitekim denilmiştir ki, "Her ağaçta ateş vardır. Fakat merh ve afar bu konuda çok meşhur olmuştur." Yoksa inşa eden biz miyiz? Yani o ağacı diğerlerinden fazla bir özellikle var edip yaratan biz miyiz? Şüphe yok ki Allahü teâlâ cisimleri o elektrikiyyet özelliği ile yaratıp inşa etmemiş olsaydı, hiç bir şekilde elektrik üretimi kâbil olmaz, ne bedevinin çakmağı çakar ne de bugünkü medenilerin elektrik fenerleri yanardı. (Elmalılı)

 
Vâkıa Sûresi 73. Ayet

نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْو۪ينَۚ  ...


Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَحْنُ biz
2 جَعَلْنَاهَا onu yaptık ج ع ل
3 تَذْكِرَةً bir ibret ذ ك ر
4 وَمَتَاعًا ve bir fayda م ت ع
5 لِلْمُقْوِينَ çölden gelip geçenlere ق و ي

نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْو۪ينَۚ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. جَعَلْنَاهَا  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

جَعَلْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

جَعَلَ  değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تَذْكِرَةً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مَتَاعاً  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. لِلْمُقْو۪ينَ  car mecruru  مَتَاعاً’in  mahzuf sıfatına müteallik olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُقْو۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْو۪ينَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَحْنُ  mübteda, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَعَلْنَاهَا  cümlesi haberdir. 

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

مَتَاعاً , mef’ûl olan  تَذْكِرَةً ’e matuftur. لِلْمُقْو۪ينَ  car mecruru  مَتَاعاً  kelimesinin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cümle اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ cümlesinden bedel-i iştimaldir. (Âşûr)

تَذْكِرَةً  ile kastedilen cehennem ateşini hatırlatmak üzere…manasıdır ki; biz ateşi hayatın idamesi için gerekli, herkesi de ona muhtaç kıldık. Böylece, insanlar hayatlarının içinde ve gözlerinin önünde olan ateşe ibretle baksınlar da uyarıldıkları cehennemi hatırlasınlar istedik. Ya da biz onu bir andıç (تَذْكِرَ) ve cehennemden bir numune kıldık. (Keşşâf)

Bu kelam, çakmak ağacının faydalarını beyan etmektedir. Yani biz, bu ağacı cehennemi hatırlatmak için ibret kılmışız. Nitekim biz, onu yaşam için gerekli bir sebep kıldık ki, ona bakıp cehennem ateşinden kurtulmak için ne hazırlıklar yaptıklarını hatırlasınlar. Yahut biz, onu, cehennem ateşinden bir örnek kilmışızdır.

Ayette çöl yolcuları zikre tahsis edilmiş, çünkü onlar buna daha çok muhtaçtır. Zîra evlerinde olanlar, yahut meskûn yerlerin yakınlarına inenler, çakmak ağacından ateş yakmak zorunda değillerdir.

Çakmak ağacının bu dünyevî faydasının sonra zikredilmesi, en mühim faydasının uhrevî olan fayda olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

 
Vâkıa Sûresi 74. Ayet

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟  ...


O hâlde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt).

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَبِّحْ öyleyse yücelt س ب ح
2 بِاسْمِ adını س م و
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م

  Sebeha سبح :

  سَبْحٌ suda veya havada geçip gitmektir. Bu kelime istiare yoluyla yıldızların yörüngedeki geçişleri, atın geçişi ve süratle gitme hakkında kullanılır.

  Tesbih تَسْبِيحٌ, Yüce Allah'ı tenzih etmektir. Asıl anlamı Yüce Allah'a ibadet konusunda hızlı hareket etmektir. Bu kelime ister söz, ister fiil, ister niyet olsun tüm ibadet şekillerini kapsamaktadır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 92 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri tesbih, tesbihât ve Subhânallah'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إن كانت قدرة الله في الخلق والإنشاء والتنظيم كما ذكر فسبّح باسم (Allah’ın yaratılış, yeniden yaratma ve nizama koymada zikredildiği gibi ise O’nun ismini tesbih et)  şeklindedir.

Fiil cümlesidir. سَبِّحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. بِاسْمِ  car mecruru  سَبِّحْ ‘ deki failin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. 

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الْعَظ۪يمِ۟  kelimesi  رَبِّكَ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

1- Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1- Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2- Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَبِّحْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dır.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟

 

فَ , takdiri  إن كانت قدرة الله في الخلق والإنشاء والتنظيم كما ذكر  (Eğer Allah’ın yaratmak, inşa ve tanzim konusundaki kudreti varsa..) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cevap cümlesi olan  فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  بِاسْمِ  car mecruru  سَبِّحْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

رَبِّكَ  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rab isminde tecrîd sanatı vardır. 

الْعَظ۪يمِ۟  kelimesi, رَبِّكَ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Önceki ayetteki  جَعَلْنَا  ile bu ayetteki  رَبِّكَ  kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Öyleyse, tenzih ve takdis et [ulu] Rabbinin adını; yani Rabbinin adını anmak suretiyle tesbihte bulun. İsmi (ad) ile zikir kastedilmiş de olabilir; yani Rabbini zikretmek suretiyle tesbihte bulun. “Ulu” anlamındaki  الْعَظ۪يمِ۟  muzâfın ya da muzâfun ileyhin sıfatıdır; birinciye göre “Rabbinin ulu adını”, ikinciye göre de “Ulu Rabbinin adını” demek olur. Ayetin anlamı şöyledir: Allah Teâlâ kudretine ve kullarına olan nimetlerine delâlet edecek hususları anınca; “Bütün bunların karşısında tesbihde bulun!” buyurmuştur. Tesbih, “Sübhânallah!” diyerek Allah’ı her türlü noksanlıktan uzak ve yüce görmektir. Bu ya O’nun vahdaniyetini inkar edip nimetlerine nankörlük eden zalimlerin iddialarına karşı O’nu tenzih etmek anlamındadır ya [Fesübhânallah! diyerek] Allah’ın bunca, apaçık nimetle onları bürümesine karşı gösterdikleri nankörce tutuma hayret anlamındadır ya da Allah’ın [yukarıda] saydığı, dikkat çektiği nimetlere karşı O’na şükretmek anlamındadır. (Keşşâf)

اسْمِ  kelimesine dahil olan  بِ  harfi ceri birlikteliği tekid için gelen zaid harftir. (Âşûr)

"Öyleyse Rabbinin adını tesbih et” yüce ismini zikretmek yahut onu zikretmekle demektir. Çünkü ismini zikretmek onu zikretmektir. الْعَظ۪يمِ۟ de اسْمِ 'in yahut  رَبِّ ' nin sıfatıdır. Allah'ın sayılan harika işlerinden ve nimetlerinden sonra tesbih etme emri ya Allahu Teâlâ'yı birliğini inkar edenlerin ve nimetine nankörlük edenlerin dediklerinden tenzih etmek içindir ya da onun nimetini küçük görmelerine şaşmak içindir. Ya da diğer nimetlerine şükretmek içindir. (Beyzâvî)

الْعَظ۪يمِ۟  ile الأعلى  arasındaki fark nedir? Burada, الاعلى  yerine,  الْعَظ۪يمِ۟  lafzının; A'lâ Sûresinde ise,  الْعَظ۪يمِ۟  yerine, الاعلى  lafzının kullanılmasının bir hikmeti var mıdır? Biz diyoruz ki, الْعَظ۪يمِ۟  ile الاعلى  arasındaki farka gelince, الْعَظ۪يمِ۟ , yakın oluşa, yakınlığa; الاعلى , uzaklığa delâlet edip, bunun izahı şöyledir: Duyu organları ile algılanan büyük şeyler, her mümkin varlığa yakın demektirler. Çünkü, şayet o ondan uzak olacak olsa, onun yeri boş kalır. Binâenaleyh, orada şayet başka cüzler olacak olsaydı, o, üzerinde bulunduğu şeyden daha büyük olmuş olurdu. O halde, bütün her şeye nisbetle الْعَظ۪يمِ۟ , o her şeye yakın olan demektir. Ama,  الصغير /küçük olan gelince, bir cihetten yakın olduğu zaman, diğer cihetten uzak olmuş olur. العلي /âlî olan ise, her şeyden yüce olan demektir. Çünkü, üst cihetleri bir şeye yakın olan şey, ondan daha uzak olmuş olur ve böylece de العلي (en üst, en yüce) olmuş olur. Şu halde, her şeye nisbetle mutlak yüce olan, herşeyden alabildiğine âli ve uzak olan demektir. Bunu iyice kavradığına göre, bu demektir ki, müdrik olan eşya, Allah'ı tesbih ederler. (Fahreddin er-Râzî)

Burada Rabbin zikrinden maksat, Kur'an okumaktır. (Rûhu’l Beyân)

 
Vâkıa Sûresi 75. Ayet

فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ  ...


75-76. Ayetler Meal  :   
Yıldızların yerlerine yemin ederim ki, -eğer bilirseniz, gerçekten bu, büyük bir yemindir-

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَا hayır
2 أُقْسِمُ yemin ederim ق س م
3 بِمَوَاقِعِ yerlerine و ق ع
4 النُّجُومِ yıldızların ن ج م

İlk âyette “yıldızların yerleri” diye çevrilen tamlama müfessirlerce daha çok “yıldızların doğduğu veya battığı yerler, dolaştığı menziller yani yörüngeler” ve özellikle “kıyamet sırasında yıldızların düşeceği yerler” mânalarıyla açıklanmıştır. Bazı ilk dönem müfessirlerinden, burada “Kur’an’ın parça parça indirilişi veya indirilmiş kısımları”nın veya “Kur’an’ın muhkem âyetleri”nin yahut “Kur’an’ın başı ve sonu arasındaki uyumun, tutarlılığı”nın kastedildiği yorumları nakledilmiştir (Taberî, XXVII, 203-204). Râzî, maksadın “Kur’an’ın girdiği kalpler” olabileceği yorumunu da zikreder (XXIX, 188). Öte yandan, bu tamlamanın sözlükte “yıldızların düştüğü yerler” anlamına gelmesi, günümüzdeki bazı Kur’an araştırmacılarını burada astrofizik uzmanlarının “kara delik” tabir ettikleri “büyük kütleli yıldızların ömürlerini tüketmeleri sonucu meydana gelen farazî gök cisimleri”ne veya “yıldız kökenli olmayıp yıldızlar arası uzaydaki gaz kütlesinin sıkıştırılmasının yol açtığı oluşumlar”a işaret edildiği yorumunu yapmaya yöneltmiştir (Allah’ın yemin etmesi ve Kur’an’da yer alan kasemler konusunda genel bilgi ve değerlendirme için bk. Zâriyât 51/1-6).

77. âyette Kur’an, “mertebesi yüksek, değerli, yüce” anlamlarına gelen kerîm sıfatıyla nitelenmiştir. Çünkü Allah Teâlâ, son kitap olması dolayısıyla onu bütün ilâhî kitaplardan mükemmel kılmış, gerçek dışı unsurların ona karışmasını önlemiş, onda yüksek ahlâk ilkelerine ve önemli konulara yer vermiştir. Onu ezberleyenin ve okuyanın değeri artar; o, gerçeğe ulaştıran kanıtlarla doludur, içerdiği hidayet, bilgi, açıklama ve hikmetlerle her türlü övgünün üzerinde bir kıymeti haizdir. Ardından gelen ve “korunmuş bir kitaptadır” diye tercüme edilen ifade Kur’an’ın ikinci sıfatı olduğuna göre bu da onun değerini anlatan mânevî bir nitelemedir. Başka izahlar da bulunmakla beraber birçok müfessir tarafından güçlü bulunan yoruma göre buradaki “kitap” kelimesinden maksat “levh-i mahfûz”dur (aşağıda belirtileceği üzere, bu yoruma göre meleklerin Allah’ın ilmine, levh-i mahfûzdakilere “dokunabilmeleri” o kaynakla irtibat kurmaları ve bu hususta kendilerine verilmiş görevler bulunduğu anlamındadır; ayrıca bk. Bürûc 85/21-22). Şu halde 77 ve 78. âyetler arasındaki anlam bağı şu olmalıdır: Kur’an’ın –Resûlullah’tan işitildiği şekliyle– lafızları ve mânaları, Allah’ın ilmindekine uygundur ve o asla beşer sözü değildir. Allah’ın katındakiler bizim açımızdan saklı ve mahiyetini idrak edemeyeceğimiz hususlar olduğu için O’nun ilmini ifade eden “kitap” kelimesi “saklı, korunmuş” anlamına gelen meknûn sıfatıyla nitelenmiştir; “kitap” kelimesinin kullanılması da O’nun ilminin sâbit ve değişmezliğini belirtmek içindir. 79. âyetteki “temizlenenler” anlamına gelen mutahharûn kelimesiyle ilgili olarak da farklı açıklamalar bulunmakla beraber müfessirler genellikle, burada meleklerin kastedildiği kanaatindedir; Abese sûresinin 11-16. âyetleri bu anlamı desteklemektedir. Dolayısıyla, buradaki “dokunma” anlamına gelen mess kelimesi, Kur’an’ın içeriğinin peygambere iletilmesinde meleklerden başkasının rolünün olamayacağını ve müşriklerin iddia ettikleri gibi kâhin veya şair sözü olmadığını ifade etmektedir. Zira müşrikler cin ve şeytanların gökten gelen haberlerden çalıntı yapabildiklerine, kâhinlerin de onlardan bilgi aldıklarına, yine her şairin kendisine şiiri dikte eden bir şeytanın bulunduğuna inanıyorlardı; Hz. Peygamber’in de Kur’an’ı böyle bir yolla elde ettiğini ileri sürmüşlerdi. 

Kur’an’ın Allah Teâlâ tarafından böylesine yüceltici ifadelerle anılması ve âyette, –asıl anlam yukarıda açıklandığı şekilde olsa bile– temiz olarak dokunmanın ona saygıyı belirten bir niteleme olarak yer alması sebebiyle ilk zamanlardan itibaren müslümanlar Kur’an âyetlerinin yazılı olduğu malzemeye ve mushafa ibadet temizliği olmadan yani abdestsiz olarak dokunmamaya özen göstermişlerdir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu da Hz. Peygamber’den nakledilen bazı söz ve uygulamaları (Muvatta’, “Kur’an”, 1) bu yöndeki çıkarımı destekleyici bulmuşlar ve mushafa el sürmek için abdest almak gerektiğine hükmetmişlerdir. Öte yandan İbn Abbâs, Dâvûd b. Ali, İbn Hazm ve Şevkânî gibi âlimler âyetin mushaf ile değil levh-i mahfûz ile ilgili olduğunu, abdestli olmayanın mushafa dokunmasını meneden hadisin de sahih olmadığını yahut sahih olsa bile orada müşriklerin kastedildiğini ileri sürerek abdestli olmayan, cünüp ve âdet halindeki kimselerin mushafa dokunmasını ve onu okumasını câiz görmüşlerdir (başka yorumlarla birlikte bk. Râzî, XXIX, 192-196; İbn Rüşd el-Hafîd, Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Muktesıd, I, 435; II, 32; Şevkânî, V, 186; a.mlf., Neylü’l-Evtâr, I, 225-227, 246-248; İbn Âşûr, XXVII, 333-337). Bu uygulamaları ve abdestin gerekliliği yönündeki ictihadı esas alan ve kutsal kitabına saygısının bir nişanesi olarak ona el sürerken abdestli olmaya gayret eden bir müminin bu davranışı onun ecrini ve feyzini arttırır; fakat bu hükmün Kur’an’la yakından ilgilenme ve mânaları üzerinde düşünme çabasını engelleyen bir set gibi algılanması kuşkusuz yanlış olur. Zaten İmam Mâlik gibi İslâm âlimleri Kur’an eğitim öğretiminin ve sıkıntıya yol açan durumların ayrı mütâlaa edilmesi gerektiğini gösteren fetvalar vermişlerdir. Mushafa dokunmadan Kur’an’ın okunması veya tercümesine el sürülmesi için abdest almak ise genel olarak gerekli görülmemiş, sadece tavsiye edilmiştir.

فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ

 

فَ  istînâfiyyedir. لَٓا  zaiddir. اُقْسِمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’ dir.  بِمَوَاقِـعِ  car mecruru  اُقْسِمُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. النُّجُومِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ

 

فَ , istînâfiyyedir. 

Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümle, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  Cümlede nefiy edatı لَٓا , zaidtir. Veciz ifade kastına matuf izafetle gelen  بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ  car mecruru, اُقْسِمُ ’ya mütealliktir.

Önceki ayetteki  رَبِّكَ  ile bu ayetteki  اُقْسِمُ  arasında gaib zamirden mütekellim zamirine geçişte iltifat sanatı vardır.

فَلَٓا اُقْسِمُ  ifadesi, “Yemin ederim!” anlamında olup لَٓا , tıpkı  لِّئَلَّا یَعۡلَمَ أَهۡلُ ٱلۡكِتَـٰبِ  [Ehl-i Kitap böylece şunu öğrensin ki…] (Hadîd 57/29) ayetindeki لَٓا  gibi pekiştirici zâit bir harftir. Hasan-ı Basrî de Lâm, mübteda - haberden oluşan isim cümlesinin başına gelen başlama Lâm’ı olmak üzere ve  فلأنا أقسمُ  (Kesinlikle yemin ederim!) anlamında  فلأقسم okumuştur. Buna göre, cümlenin aslı  أنا أقسم ‘dur. لزيدٌ منطلقٌ (Zeyd gitmekte.) cümlesi gibidir; daha sonra mübteda hazfedilmiştir. Lâm’ın yemin için olması iki sebepten dolayı doğru değildir: 1) Çünkü onun hakkı pekiştirici Nûn ile gelmesidir; bunsuz kullanımı zayıf ve çirkindir. 2) Yeminin cevabında “Mutlaka yapacağım!” denmesi, gelecek anlamı verir; yemin fiilinin ise şimdiki zaman için olması gerekir. (Keşşâf, Beyzâvî)

 
Vâkıa Sûresi 76. Ayet

وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظ۪يمٌۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّهُ muhakkak o
2 لَقَسَمٌ bir yemindir ق س م
3 لَوْ eğer
4 تَعْلَمُونَ bilirseniz ع ل م
5 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظ۪يمٌۙ

 

 

 İsim cümlesidir. وَ  itiraziyyedir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اِنَّ ‘nin ismi haberinden sonra gelmesi halinde bu lam, ismin başına gelebilir. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar).  قَسَمٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfudur.

لَوْ   gayr-ı cazim şart harfidir. تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عَظ۪يمٌ  kelimesi  قَسَمٌ  ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t” (النَّعَت) dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut” (المَنْعُوتُ) denir. Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir.Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظ۪يمٌۙ

 

وَ , itiraziyyedir. Ayet yemin ile sonraki ayette gelen cevabı arasında bir itiraz cümlesidir. 

Yeminin önemini ve büyüklüğünü vurgulamak için sıfat ile mevsûf arasında gelmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ تَعْلَمُونَ  cümlesi mevsuf ile sıfat arasında başka bir itiraziyye cümlesidir. قَسَمٌ  için sıfat olan  عَظ۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

Şart cümlesi olan  لَوْ تَعْلَمُونَ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle, şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müsnedin zikredilme sebebi, müsnedün ileyhin zikredilmesiyle hiçbir şekilde çağrıştırılamamasıdır. Şöyle ki, müsned zikredilmeksizin yalnızca  اِنَّهُ  denilseydi müsned olan  قَسَمٌ  lafzı hiçbir türlü bilinemeyecekti. İşte bu kapalılığı gidermek için müsned zikredilmiştir. Müsned müfred olarak getirilmiştir. Bu nedenle sebebî değildir ve tekavvî de ifade etmemektedir. Müfred olan bu müsned nekredir. Bunun sebebi ise müsnedi yüceltmektir. Nitekim müsnedin azîmun (yüce) ifadesi ile kayıtlanması da bu yorumu desteklemektedir. Yine nekre olarak gelen bu müsned azîmun (yüce) lafzını kendisine sıfat alarak tahsis edilmiştir. Bu şekilde tahsis edilmesindeki gaye ise içerdiği manayı tam bir fayda ifade edecek şekilde muhataba aktarmaktır. Yani sıfat getirilmek suretiyle bu yeminin sıradan bir yemin olmadığı, onun yüce bir yemin olduğu belirtilmiştir. Müsnedin müsnedün ileyhten sonra getirilmesinin sebebi, müsnedün ileyhin aslı üzere başta gelmesidir. Son olarak müsnedin herhangi bir öğe ile kayıtlanmadığı görülmektedir. Bunun gayesi ise sözü kısa tutmaktır.  (Adnan Yamaç, Vâkıa Suresi Örnekliğinde Müsnedin İleyh Ve Müsnedin Halleri,S.127)

وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظ۪يمٌ  [Gerçekten bu, elbette büyük bir yemindir.]  çünkü yemin edilen şeyde kudretin büyüklüğüne, hikmetin mükemmelliğine ve rahmetin taşkınlığına delâlet vardır. Bir de onun rahmetinin gereklerinden biri de kullarını başıboş bırakmamaktır. Bu da itiraz içinde itiraz cümlesidir; çünkü o (وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ ] kavli, yeminle (فَلَٓا اُقْسِمُ) üzerine yemin edilen (Kur'ân-ı Kerîm) arasında itiraz cümlesidir.  لَوْ تَعْلَمُونَ  da mevsûfla ( لَقَسَمٌ) sıfat (عَظ۪يمٌ) arasında itiraz cümlesidir.(Beyzâvî)

Bu, yukarıda zikredilen yemin, bilirseniz, gerçekten büyük bir yemindir. Çünkü yeminde Yüce Allah'ın kudretinin eşsiz büyüklüğüne, hikmetinin mükemmelliğine, rahmetinin bolluğuna ve çokluğuna işaret vardır. Onun rahmetinin gereklerinden birisi de kullarını kitap indirmeksizin başı boş bırakmamaktır.(Rûhu’l Beyân)

 
Günün Mesajı
Sizi yaratan, hayatınızı devam ettiren ve sonunda ruhunuzu kabzedip, size ölümü verecek olan Biz'iz. Dünyada ne ile meşgul bulunduğunuzu da biliyor ve her yaptığınızı kayda aldırıyoruz. Biz sizi eğlence olsun diye yaratmadık; siz, sorumlu varlıklarsınız. O halde, sizi öldükten sonra dirilteceğimiz gerçeğini, bu konudaki duyurumuzu neden ve neye dayanarak inkâr ediyorsunuz?
Allah'ın Zâtı için Biz tabirini kullanması, azamet ve mutlak hakimiyetine vurgu içindir.
Siz rastgele ölmüyorsunuz; hayatınızın “tabii” bir neticesi olarak da ölmüyorsunuz; canınızı başka bir makam, başka bir güç de almıyor. Biz ölümü, belli bir maksada dayalı olan hayatınızın yine belli bir maksada dayalı sonu olarak takdir buyurduk.
Allah, ölümle dünyayı sürekli yenilemekte ve yeni, sonsuz bir hayatı hazırlamaktadır. Bu sebeple ölüm, bir yer değiştirme ve yaşlandıkça zorlaşan hayat vazifesinden terhistir. O, bizi dar, sıkıcı ve dağdağalı dünya zindanından alır ve Ebedi Sevgili'nin sonsuz ve mutluluk dolu diyarına götürür, Allah (c.c.), bu diyarı dünyada yaptığımız işlerden kuracaktır. Dolayısıyla o diyara göndereceğimiz malzeme konusunda çok dikkatli olmamız gerekmektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Toplum olarak olumsuz düşünmeye ve hayata olumsuz bakmaya bağımlı hale gelinmiş. Nereye gidilirse gidilsin, her şey şikayet konusu olmuş. İnsanlar; işinden, ebeveyn olmaktan, eğitiminden, ailesinden ve evinden şikayet eder hale gelmiş. Bu halin en büyük zararlarından biri; insan evladı şükürden ve tefekkürden uzaklaşmış. Düşünmesini ve şükretmesini bilmeyen huzuru istediği yerde arasın, asla bulamazmış. Zira; gözleri ve kulakları şükür sebeplerine karşı tıkandıkça tıkanırmış. Öyle ki burnunun dibindekinden bile habersiz kalırmış.

Derler ki; nefsinin oyununa gelip, o an hissettiklerine aldanarak isteyip de bulamadığın yapboz parçalarının arkasından ağlayıp sızlanıp zamanını boşa harcamayasın. Nefis yalancıdır, insanı dualarının kabul olmadığından başlayarak ümitsizliğe sürükleyerek olumsuz duygularından beslenir ki; tutarsız ya da umarsız davranmaya teşvik edebilsin. Dur ve düşün. Bulunduğun herhangi bir an içerisinde, henüz  bazı istediklerinin olmadığı ama istemeden sahip olduğun nice nimetle donatılmışsın.

İçtiğin suyun sahip olduğu tada bak. Eğer tuzlu olsaydı; bünyesine ne çayı, ne de kahveyi ya da başka bir lezzeti kabul ederdi. Ne de tek başına susuzluğunu giderirdi. Yediğin meyvenin ve sebzenin tohumuna bak. Gece gündüz yeni doğan bir bebek kadar ne ilgi, ne de zaman ister. İnsan olmasa da yetişir gider. Rızık olmak yoksa nasibinde; gelen dona ya da kuraklığa, onlar gibi yaratılan kimse mani olamaz. Tutuşunca ısı kaynağına dönüşenlere, gökyüzünden yeryüzünü süsleyen renklere ve daha nicesine bak ve şükret.

Ey susuzluğumuzu gideren ve karınlarımızı doyuran Allahım! Yarattığın her güzelliğe; kulağımıza ve gözümüze hoş gelen; kalbimizi sevindiren ya da sakinleştiren her nimet için hamd olsun. Susuzluğun, açlığın ve huzursuzluğun giderilmediği; insanın kendisini hiçbir acıdan koruyamadığı cehennem azabından muhafaza buyur. Şükürsüzlük karanlığına düştüğümüz anlarımızı affeyle ve bizi şükür ehlinden eyle. Dünya nimetlerinden hayırla faydalananlardan ve onlarla rızanı kazanarak, ahirette daha üstün hallerine kavuşanlardan eyle.

Amin.

***

İnsan, tuhaflıklara meyilli bir varlıktır. Allah’ın yolundan ve emirlerinden uzaklaştıkça tuhaflaşır. Özgür ve hatta daha mutlu olduğu iddiasındadır. Aslında dünyanın bataklığına batmıştır ve yutulduğu ana kadar halinin acıklılığını ısrarla inkar eder. Ne derse desin, kendisinin ve geri kalan her şeyin yaratıcısı olan Allah ile bağı koptuğunda tükenip kaybolmaya mahkum koca bir hiçtir.

Sanki hayali bir köşede, oyuncak dünyasında kendi haline bırakılmış küçük bir çocuk gibidir. Yemek, su ve uyku gibi temel ihtiyaçlarından mahrumdur. Ta ki bedeni onların yokluğuna dayanamayana kadar oyuncakların arasında artan huzursuzluğu ile beraber oyalanır durur. Mutsuzluğunun sebebini yanlış yorumlayarak oyuncaklarına daha da çok sarılır. Halbuki tek ihtiyacı olan doymaktır. İşte insanın özü yani kalbi de, ruhu da Allah’a olan iman ve muhabbet ile doymak ister. 

Cehennem ve cennet hayatlarını anlatan ayetler belki dünyaya ait belli anların birer resmi gibidir. Allah’tan uzaklaşan insan, aydınlığa ve hakikate olan açlığını bastırmak için sımsıkı dünyalıklara sarılır. Sanki cehennem hayatında da açlığının ve susuzluğunun giderilmeyeceğini bilmesine rağmen oradaki acı ve azap sebebi nimetlere koşar. Mecburdur çünkü artık dünyadaki gibi bir seçim hakkı yoktur. Yeryüzünde nankörlük edip sırtını döndüğü Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan tam anlamıyla mahrumdur. Doymak diye bir ihtimal artık yoktur.

Ey Allahım! Dünyalık hevesler arasında koşar durur insan ama Sensin kalplerin ve ruhların ihtiyacı olan. Yeryüzünde hangi dünyalığa sarılırsa sarılsın, hepsi bir gün kaybolmaya ya da ölmeye mahkum. Sensin bâkî olan. Sensin hakiki olan. Sensin vekil olan.

Ey Allahım! Uyandır bizi uykumuzdan. İyileştir bizi hırslarımızdan. Döndür Sana doğru; gözlerimizi, kulaklarımızı, ellerimizi, bedenlerimizi, akıllarımızı, kalplerimizi ve ruhlarımızı. İki cihanda da açlıktan ve yokluktan koru bizi. Doyur özümüzü imanınla, muhabbetinle, selamınla, nurunla, rahmetinle ve bereketinle.

Amin.

Zeynep Poyraz: @zeynokoloji